Dilin insan için
anlamı
Takiyettin
Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş
Dil
felsefesi, sadece dilin varlık-yapısı ve bu varlık-yapısının
başka varlık-alanıyla olan ilgisini, dilin hayatla ve sübjektif-sferle
olan bağlarını araştırmaz; aynı zamanda dilin insan
için taşıdığı anlamı da önemli bir problem olarak
ele alır. O halde dil, insan ve onun dünyadaki yeri
bakımından nasıl bir anlam taşır?
İnsan, ancak dil ile varlık-dünyasının
içine dalıyor;onun derinliklerinde yürüyor; varlık dünyasını
ışığa çıkarıyor; bu ışığa çıkarılan
varlık-dünyasının determinasyon noktalarını elde
ediyor; bu şekilde o, kendisinden yoksun olunması düşünülemeyen
bilginin türlü sferlerini elde ediyor ; ve bu bilgiye
dayanarak bu dünyadaki hayatını düzenliyor. İnsan
dile dayanan bu bilgi ile hem olumlu, hem olumsuz araçlar
meydana getiriyor. Bunlar, hem onun hayatını zenginleştiriyorlar;
onun hayatına hizmet ediyorlar, hayatı için yararlı
oluyorlar. Dili olmasaydı insan bu gibi başarılardan
yoksun kalacaktı. Nitekim bir dile sahip olmayan
hayvan, bütün insan başarılarından yoksun kalıyor.Bu
yüzden hayvan, kendi tekliği, sübjektif-sferi içine
kapanıp kalıyor;ve başka hayvanlarla ortak bir sfer oluşturamıyor.
Ancak doğanın kendisine verdiği olanaklardan içgüdüsel
olarak yararlanıyor.
Halbuki insan, dili ile 'insanlar arası'
ortak bir sfer, bir bilgi-sferi oluşturuyor; bilgiyi
'insanlar arası' bir kurum haline getiriyor. Onun tarihte
gösterdiği ilerleme ve gelişme, ancak bilgi denilen bu
ortak kurum sayesinde gerçekleşiyor. Dil ile insan
kosmosun en uzak olan cisimleriyle ilişki kurabiliyor,
onun sonsuz boyutlarına dalıyor;onun güzelliğini ya da
korkunçluğunu tadıyor; bu şekilde en uzak şeyler
bile, dil ile insanın en yakını olabiliyor.
Fakat dil yalnız insanın kendisiyle, başka
varlık-sferleri arasında bir bağ kurmak, onlarla
hesaplaşmak, onlardan yararlanmak, onlardan zarar görmek,
onlarla kendisi arasında birleştirici bağlar kurmakla
kalmıyor; aynı zamanda insanla insan arasında iletişimsel
bir bağ da sağlıyor. İnsan ,ancak dil ile başka
insanlarla anlaşabiliyor ya da anlaşamadığını görüyor.
Birbirini anlama veya anlamama da dilin özel bir başarısıdır.
Dil olmadan insan, sübjektif-sferine kapanıp
kalacak ve dışarıya açılma olanağına sahip
olmayacaktı. Dilin bu önemli işlevi, insanın başka
bir insana 'içini dökmesi'nde kendini 'boşaltma'sını
ve böylece yükünü hafifletmesini sağlar. Bugünkü
biyo-psişik yapıda olan bu varlığın başka türlü
hayatta kalmasına olanak kalmazdı. Bu, dilin varlık yapısındaki
'Bildirme' işleviyle gerçekleşiyor. İnsanın sübjektif-sferini,
başkalarına 'bildirmesi' ve iç dünyasını sözlü ya
da yazılı olarak saptaması, dilin en önemli başarılarından
birisidir. Bu 'bildirme' ile insan kendi sferini aşıyor;
kendi dünyasının başka insanların sübjektif dünyasına
katılmasını sağlıyor. Bu, ona yardım ediyor; özellikle
insanın üzüntü ve sıkıntılarının hafiflemesine
yarıyor; bazı hallerde de çatışmaların anlaşmazlıkların
doğmasına neden oluyor.
Dilin en önemli foksiyonlarından birisi de
saptama işlevidir. Çünkü ancak dil, düşünülen ve görüleni
saptayabiliyor;ve bunun kuşaktan kuşağa aktarılmasına
hizmet ediyor. Böylece bir kuşağın başarılarından
bir sonrakinin ya da çok sonraları gelen kuşakların
yararlanması sağlanıyor. İnsan bilgisi ve 'deneyimi',
dilin sözlü yazılı olarak saptama fonksiyonu olmadan
kuşaktan kuşağa geçemeyecek ve insan da tarihsel bir
varlık olmayacaktı; her kuşak, ancak kendi zamanı içine
kapanıp kalan bir varlık şekline sahip olacaktı.
Bundan başka insan düşünmesi ile öteki aktlarının
ürünü olan bilgi ve sanat da hiç ilerlemeyecekti. Her
kuşağın bilgisi ve sanatı kendisi ile birlikte gömülecekti.
Ancak dilin saptama işlevi ile insanların buluşları
yaratmaları birbirine katılıyor.
Dilin saptama işlevi olmasaydı, insanın
varlık-yapısında çok önemli eksikliklerle karşılaşacaktık;
fakat dilin kendisi olmasaydı, insan, bilim, felsefe
ve sanattan yoksun kalacaktı. Fakat dil, bu alanların
bir aracı değil, onların temelidir. Çünkü
düşünme ve görme, adlandırma ve bunun değişik şekilleri
ancak dille ortaya çıkıyor. Dilsiz, düşünme ve görme,
görüleni ve düşünüleni saklama olanağı olmayacaktır.
Böyle bir durumla hayvanlar dünyasında karşılaşıyoruz
Hatta dili olmasaydı, insanın biyo-psişik yapısının
bile değişik olması gerekecekti.
İnançlar-sferi de ancak dil sayesinde ortak
bir alan oluyor. Çünkü inanç alanında, dilin, konuşmanın
insanlar üzerinde büyük bir etkisi vardır. Mistik bir
sferden gücünü alarak 'kalp'ten gelen kelimeler, yine
onların anlamlarını duyabilecek 'kalp'lere seslenirler;
onlarda olası olan etkiyi yaparlar;ya da hiç
etkilemezler. İnanma ve inandırılma gibi bütün
fenomenler dilin ürünüdürler.
Dil ile meydana gelen konuşma da insan hayatında
büyük bir rol oynar. Konuşma, iki ya da daha çok insanın
bulunmasına bağlıdır. Fakat, düşünen insan da,
kendi kendisiyle konuşur. Konuşmanın varolması, susmanın,
konuşmamanın, insan için bir anlam taşımasını sağlıyor.
Eğer dil ve konuşma olmasaydı, susma, konuşmak
istememe hiçbir anlam taşımazdı. Çünkü susabilme, tıpkı
konuşma gibi, insanın varlık yapısı ile, özüyle
ilgili bir fenomendir. Max Scheler, susmayı bir 'öz'
fenomeni olarak görür. Konuşmayan, dili olmayan hayvanın
susmasından söz edilemez; onun susması, hiçbir anlam
taşımaz. İmdi konuşma ile onun karşıtı olan
susma, ancak dilin bulunduğu bir yerde bir anlam taşıyabilir.
Bu nedenle, susma, ancak insan, yani konuşan bir varlık
için bir anlam ve önem kazanıyor.
Dilin birbirine karşıt iki işlevi daha
vardır: Dil, bir yandan insanın kendisini, iç hayatını,
yaptıklarını, ettiklerini, niyetlerini olduğu
gibi bildirmesini sağlar. Öte yandan insanın kendisini
saklamasına, gizlemesine, yaptıklarını ettiklerini,
niyetlerini başka şekilde göstermesine olanak sağlar.
İnsanın burada ne dereceye kadar başarılı olacağı
ya da olamayacağı, bilgi psikolojisini ve bilgi
teorisini ilgilendirir. Bu iki durumdan birine yalancılık,
ötekine de doğruluk diyebileceğimiz için de, başka
bir bakımdan ethiği ilgilendirir. Dil felsefesi için bu
fenomenleri göstermek yeterlidir. Fakat dilin bu iki işlevi
hayatta önemli roller oynar. Bu sayede demagog, yalancı
dilediği gibi konuşur, dilediği gibi olayları,
fenomenleri değiştirerek, kendi niyetlerini
maskelemeye çalışır; dürüst insan da olup bitenleri,
niyetlerini olduğu gibi anlatır. Dürüstlük ve yalancılık
gibi birbirine karşıt iki fenomen ortaya çıkar.
Bundan anlaşılıyor ki, dilin anlatımları
hiçbir zaman onun taşıyıcısı olan insanın değer-duygusuna,
değer determinasyonuna karşı ilgisiz kalamaz. Dilin
objektif olduğu, koşulsuz objektif kaldığı yer, bilim
alanıdır. Burada sübjektiflik er-geç iflas etmek
zorundadır.