Osmanlı' da, Türkçemiz Arapça ve Farsça’ nın etkisiyle kirlenmiş;
halkın anlamadığı Osmanlıca denilen yazı dili ortaya çıkmıştır.
Halkın konuştuğu Türkçeyi küçük gören Osmanlı aydınlarının ürünü
olan Osmanlıca ‘ da Türkçe sözcük %20 dolaylarında idi. Dilbilimci
Şemsettin Sami , o dönemde, Osmanlıca’yı "Türk' e okusak anlamaz,
Arap'a okusak anlamaz, Acem'e okusak anlamaz; öyleyse bu dil ne
dilidir?" diye eleştirmek gereğini duymuş ve Türkçe karşılıkları
olan sözcükleri ve yabancı dil kurallarını atmamız gerektiğini
önermişti (1). Daha sonra “Türkçe’nin yabancı dillerin boyunduruğuna
girmesinden kaygılanan ve çözüm yollarını öneren Z.Gökalp olmuştur.
Ancak Türk “abece”siyle ilk adımı atarak Türkçeyi ulusal bilincin
ve ekinin (kültür) öğesi olarak gören ve sorunu devrimci bir
anlayışla ele alan ; aydınlıklar içinde yatsın Atatürk olmuştur.
Nitekim Lord Kinross, “ dil reformu Türklere Türklüklerini Gazi ‘
nin öteki reformlarından daha çok sezdirmiştir” açıklamasıyla dil
devriminin övmüştür.
Atatürk, Türk dilinin üretken ve varsıl bir dil olduğu inancını
topluma ve bireylere benimsetme çabası içinde olmuştur. O, ulusal
duygu ile dil arasındaki bağın çok güçlü olduğuna inanmıştı: “ Türk
dili dillerin en zenginlerinden biridir; yeter ki, bu dil bilinçle
işlensin” düşüncesine ilk önce kendisi sahip çıkmıştır. Dil Kurumu’nu
kurmuş ve dil çalışmalarına etkin olarak katılmıştır. Bu gün geometri
( üçgen, dörtgen, artı, eksi ,dikey , yatay ...) ve askerlik ( er,
subay, kurmay...) alanındaki kullanılan terimleri yanısıra bir çok
sözcüğü ( kıvanç, esenlik, evrensel, erdem ...) Türkçemize
kazandırmıştır.
Dil devrimini karşı çıkanlar olmuştur ve olmaktadır. Bu bağlamda F.
Rıfkı Atay (Çankaya) şu ilginç açıklamayı yapmıştır: “ İşin
içindeyken ben bile isyan ederdim; aradan uzun yıllar geçtikten
sonra , o çapta bir inkılapçı (devrimci) ile bizim çapta
ıslahatçılar (reformcu) arasındaki farkı iyi görüyorum”.
Dil devriminin, dilde öze dönmede gösterdiği başarım (performans),
karşı olanların bile katıldığı bir olgudur. Hiçbir zorlama olmadan,
tersine tüm engellemelere ve ağır eleştirilere karşın maya
tutmuştur. On binin üzerindeki Arapça ve Farsça kökenli Osmanlıca
sözcük yerine, tarama yoluyla ulaşılan ve yaşayan Türkçe köklerden
üretilen sözcükler her alan ve kesimde benimsenmiş ve
kullanılmaktadır. Bunun nedeni bu sözcüklerin Türk halkının kendi öz,
kök ve ses yapısına uygun olması , anlatım ve anlama kolaylığı
sağlamasıdır. Bu başarıda, Türk Dil Kurumu’ nun 1980 önceki
çalışmalarının ve dil devrimine gönül vermiş Türkçe tutkunlarının
etki ve katkısı büyük olmuştur. Hepsine gönül borcumuz var.
Ancak Türkçe, son
yıllarda, geçmişteki kirlenme ve yozlaşmaya benzer bir tehlike ile
karşı karşıyadır. Özellikle İngilizce ve ondan bozma Amerikanca
sözcükler, kurallar günlük yaşamımıza , yazı ve konuşma dilimize
yavaş ancak sinsice ve sindire sindire girmekte ve yerleşmektedir:
Medya ( iletişim alanı ), center (merkez), star (yıldız), flaş
( ışık), country (kent- şehir), in – out (2) (içeri dışarı), market
(alış veriş merkezi), animasyon (canlandırma), kamera(çekim), panorama
(geniş görüş), motivasyon (isteklendirme- yönlendirme...), bye- bye(
güle güle; sağlıcakla kal, Tanrıya emanet ol) vizyon (geniş
görüşlülük) misyon (amaç- görev) , real sektör (üretken kesim) ve
niceleri.
İşyerleri ve nesne isimleri de aldı başını gidiyor: Coupon Cars,
Computer Center, Cotton Bar, Fast Food Center, First Class, Jet group,
Haute Couture, Kebaphouse, Lingerie, java su, Mode House, Pizza Fast,
Pop Line, Porcelain Collection, Printing, Pyramid , Tavukchu, İnter,
Be Chiq... Bu alanda yabancı sözcük kullanma özentisinden yanında;
tüketiciyi, ayrıcalıklı bir durum varmış izlenimini vererek ve
yanıltarak ilgi çekme söz konusudur. Tabelâ yazıcılarının, Türkçeyi
yozlaştırmada bilinçli ya da bilinçsizce görev üstlendiklerini de
düşünüyorum.
Dildeki giderek artan bu kirlenmeyi ve yozlaşmayı * efendim
küreselleşme ve ekonomi çağındayız yabancı sözcüklerin günlük
yaşama girmesi doğaldır ; birkaç sözcükle ne olur ki ” değer yargıları
hoş görülemez. Osmanlı döneminde de yabancı sözcükler bu hoşgörü ve
özentiyle dilimize yerleşmedi mi? Artık sözle değil bilinçli olarak
Türkçeyi korumak zamanı geldiğini düşünüyorum.
Korumanın en sağlıklı yolu toplum ve bireylerde Türkçemize saygı ve
sevgi bilinci oluşturmaktır. Bu bağlamda Devlet’ e, sivil toplum
örgütlerine, öğretmenlere , bilim insanlarımıza, yazılı ve sözlü
basına ve Türkçe tutkunlarına büyük görevler düşmektedir. 1980
sonrası Anayasa zoruyla kamu kurumu durumuna getirilen Türk Dil
Kurumu’ nun çabaları, toplumla duygusal bağları ve iletişimi kopuk
olduğundan verimli olamamaktadır. Bu nedenle de yüzlerce yabancı
sözcüğe yaşayan Türkçe ‘den üretilen çoğu yerinde karşılıklar ilgi
görmemektedir.
Türkçemizi, hukuki yaptırımlarla yabancı sözcüklerden korumanın
zamanının geldiğini de düşünüyorum; bu bağlamda beş altı yıl önce
gündeme getirilen yasal düzenleme girişimi yine güncelleştirilmelidir.
“Dil bir sevgi ve bilinç işidir zora gelmez” yargısının tümden göz
ardı edemeyiz. Ancak Anadolu beylikleri zamanında Karaman oğlu Mehmet
Bey ‘ in Türkçe için çıkardığı buyruklar hatırlanmalıdır.
Günümüzde Karaman, Beypazarı. Malatya ve Çanakkale kentlerimizde iş
yerlerinde yabancı isimlerin kullanılmasını önleyecek başarılı
düzenlemelerin kaynağı da hukuk olmuştur.
Dili yabancı dillerin etkisinden hukuksal düzenlerle korumanın
uluslar düzeyinde en çarpıcı örneği Fransa’ da gerçekleştirilmiştir.
Yetmişli yılların başından başlayarak çıkarılan bir dizi yasa , tüzük
ve genelgelerle “ ekonomik ve jeopolitik açıdan güçlü devletlerin
özellikle İngilizce ‘nin (Amerikanca) Fransızca’ ya girmesinin
olumsuzluklarının caydırıcı yaptırımlarla önlenmesi yoluna
gidilmiştir. Burada amaç dilin kötü kullanımıyla yozlaşmasına son
vermek ve yurttaşları yabancı sözcüklerin kapalı anlamlarından ve
yarattığı olumsuzluklardan korumak olmuştur (3
Bu bağlamda Fransız Yargıtay ‘ ı ( 30 Ekim 1986), sanığın
lokantasında bazı ürünlerde glant, big, coffe-drink gibi İngilizce
sözcükleri kullanması nedeniyle verilen yerel mahkeme kararını
denetlerken, “ 1975 sayılı dille ilgili yasanın amacını, yalnızca
tüketicileri korumaya indirgemenin yanlış olduğunu, yasanın Fransız
dilini korumayı da amaçladığını belirterek yasanın koruduğu değerleri
vurgulamıştır(3).
Yabancı dille eğitimin Türkçe ‘nin kirlenmesindeki olumsuz etkileri
de unutulmamalı: Sömürge durumunda olan ülkelerde görülen yabancı
dille eğitime son verilmesi yolundaki bilimsel görüşlere öncelik
verilmesi de gündeme gelmelidir.
Atatürk gibi devrimci bir devlet adamı bir daha gelmez. Bu nedenle
dilimiz tümden yabancı dillerin boyunduruğuna girmeden; dil sorunu,
hem toplumsal bir atılımla hem de aşırıya gitmeden hukuksal
önlemlerle yabancı sözcüklerin kullanılmasının caydırıcılığı
sağlanmalıdır. Tersi durumda gelecek nesiller, Oktay Sinanoğlu’ nun
dediği gibi “İngiliz atını alan Üsküdar’ ı geçti artık bye bye
Türkçe” diyerek kemiklerimizi sızlatacaklardır.
----------------