Adres: Büyükada – İstanbul
Katılım: 25 Kişi
Sorumlular:
Zahide ÇANAKLI
Tarihçe: İstanbul Adalarının tarihine ait Bizans öncesinden pek az
bilgi vardır. Bunlar Thimkus Artemiones gibi antik çağ yazarlarının
eserlerinde bulunur. Batı kaynaklarında Adalar, sayısız trajedilerin yaşandığı
yerlerdir. Bizans tarihçileri bu manastırlardan ancak 8.yy dan itibaren
söz etmeye başlarlar. Latinler İstanbul’a geldikleri zaman ( 1204 ),
Venedik dükü Dandola, Latinleri Adaları yağma etmeye kışkırttı. Ancak, Latinler
Adalara saldırmadılar. Adalar, 1302’de Eğriboz ve Girit korsanlarının
saldırısına uğradı. Türkler’in Adalara gelişleri, Bizans İmparatoru
Manuel Paleologos dönemine rastlar. 1412’de Musa Çelebi ile İmparator Manuel
arasında Yassıada yakınlarında yapılan deniz savaşı, Adaları etkiledi.
İstanbul’un fethinden yaklaşık bir buçuk ay önce, Fatih Sultan
Mehmet’in kenti kuşatması sırasında, 17 Nisan 1453’de Baltaoğlu Süleyman Bey,
Adaları ele geçirdi. Gustav Schlumberger, Adaların trajik tarihini, doğal
güzelliği bakımından eş tuttuğu Capri’nin tarihine benzetir. Reşat Ekrem Koçu’nun
Adaların trajik tarihini yorumlayışı ilginç ve çarpıcıdır. “Adalar,
pitoresk bir tabiat yapısı ile zengin tarih haralarına sahiptir. Her adımda
yirmi asırlık bir tarihin izine rastlanır. Çam ormanlarıyla örtülmüş
tepeleri, türlü kır çiçekleri bezenmiş vadileri, Marmara dalgalarının çırpındığı
kıyıları, bir zamanlar buralarda taç ve tahtından mahrum edilmiş
imparatorların işkenceler, mahrumiyetler altında ve korkunç bir sefalet
içinde inleyip mahvolduklarına inandıramaz.” Adalar, Osmanlı
İmparatorluğu döneminde 19. Yüzyıl ortalarına kadar kendi haline terk edilmiş, 1839
Tanzimat Fermanı ile yabancılara mülk edinme olanağı tanıyan yasal
düzenleme sonunda hızla gelişme sürecine girmiştir. İlk kez Fransızlar Adaları
sayfiye yeri olarak seçmişler, Türklerin yerleşmesi daha sonra gerçekleşmiştir.
Adalar’ın giderek önem kazanmasına neden olan bir diğer gelişme,
Adalar’la İstanbul ve Kadıköy arasında 1846’dan itibaren düzenli vapur
seferlerinin başlatılması olmuştur. İstanbul’un zenginleri, azınlıklar ve yabancı
uyruklular bu gelişme sürecinde Adaları bir sayfiye yeri haline
getirmişlerdir. Bu gelişme sonunda İstanbul’da kurulan ilk üç belediye
dairesinden biri, Yedinci Daire diye anılan Adalar Belediyesi
olmuştur. ( 1861 ) Heybeliada’da bugün mevcut olan Özel Rum Erkek Lisesi ise; 1913
yılında çıkarılan ‘Tedrisatı iptidaiye’ kanununda, özel okulların
durumu ile ilgilidir. 1915 te yayımlanan Mekatibi Hususiye Talimatnamesiyle özel
okulların statüsü açıklığa kavuşturuldu. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan
Antlaşmasının 40. Ve 41. Maddelerinde azınlıklara tanınan kültür ve
eğitim hakları ile yabancı ve özel okullar çalışmalarını sürdürmektedirler.
1906 yılında kurulmuş olan İngiliz “Prinkipo Yacht Clup”,
Cumhuriyet’ten sonra “Büyükada Yat Kulübü TAŞ.” Ne geçmiştir. 1937 yılında ise
“Anadolu Kulübü” ne devredilerek Atatürk’ün direktifi üzerine 1926’da kurulan ve
önce Ankara’da faaliyete başlayan Anadolu Kulübü’nün şubesi olarak faaliyete
başlamıştır. Adaları,İstanbul’un diğer ilçelerinden ayıran temel
özelliği, bunların tümü ile kara bağlantısı olmaması, yazlık bir sayfiye
yerleşimi oluşudur. Zengin doğal güzelliğiyle Marmara’nın incisi ve İstanbul’un
doğal akciğerleri olan ADALAR’ın, İstanbul’un bir sayfiye, dinlence ve
eğlence yeri oluşu, 20. Yy’ın başından sonradır. Prens Adaları adı ile de
bilinen İstanbul Adaları Marmara denizinde, şehre bir saat kadar yakınlıkta 9
adadır. Haliç girişi ve Kabataş iskelelerinden kalkan vapur veya deniz
otobüsleri dört adaya muntazam seferler yaparlar. Bizans devrinde
manastırların kurulduğu Adalar saray mensuplarına yazlık veya sürgün
yeri olmuş; Heybelideki bakır madenleri de kullanılmıştı. Yine bu adada
Bizans’ın son yapısı, Meryem’e ithaf edilmiş küçük kilise, Deniz Lisesi üst
binası avlusunda bulunur.!9 yy Başlarında servis giren buharlı vapurlar ile
Adlara ulaşım kolaylaşmış, okullar ve oteller de inşa edilince nüfus artışı
başlamıştı. Büyükçe olan, yan, yana sıralı dört ada yazlık evler,
villalar,çamlık korularla kaplı olup plaj ve piknik yöreleri ile
ünlüdürler. Mayıs ayından Eylül sonuna kadar kalabalıklaşan adalar diğer zamanlarda
Yerleşim bölgelerinin iskelelere yakın çevrelerde, şehre bakan yönde
geliştiği, tepeleri çamlıklarla örtülü ada yollarının tek vasıtası
faytonlardır. Mevsim boyu, bilhassa tatil günlerinde koylar ve plajlar
özel yat ve motorların, yelkenli teknelerin çekici duraklarıdır. Şehirden
gelen deniz vasıtalarından ilk görülen konik siluetli Hayırsız Ada ve İkinci
Yassı Ada da yerleşim yoktur. İlk durak Kınalı Adanın etrafı açık plaj olup
arkasındaki koy ile meşhurdur. Burada yük arabaları dışında faytonlar
çalışmazlar. Sahildeki modern küçük camii, eski, güzel konakları dikkat
çeken yerlerdir. Kınalıdan sonra kayalık sahilleri ile Burgaz adası yer
alır. Her adada bulunan Yelken ve Su Sporları kulüplerinin ilki ve
meşhuru buradadır. Roman yazarı Sait Faik Abasıyanık adada yaşarken yaşadığı ev
müzeye çevrilmiş ve uğrağı, gün batımı ile şöhretli Kalpazan Kaya
mahalli meşhur bir kafe olmuştur.Heybeli yönünde, şeklinden dolayı
adlandırılmış, özel Kaşık Adası yer alır. Heybeli Ada ikiz tepeleri arasında Deniz
lisesi üst binası bulunurken öndeki diğer tepe üzerinde, çamlık içerisinde
halen öğrenim yapılmayan Rum Ruhban Okulu ilk görülen büyük yapılardır. Ada
iskelesi yanında Deniz Lisesi sahil boyu uzanır. Lokanta ve çayhaneler
diğer yöndedir. Yerleşim alanlarının arka cephesinde çok güzel bir koy ile,
Kaşık Adasına bakan tarafta halk plajı ve Deniz kulübü tesisleri ile
arkasında meşhur Değirmen Burnu piknik alanı bulunur. Tepeleri çevreleyen
yollarda, çamların içerisinde güzel ve manzaralı yürüyüş güzergahları adayı
dolanır. Ada okullar ve sanatoryum tesislerinden dolayı kış aylarında da
nispeten hareketlidir. Yıl boyu açık Halkı Palas Oteli 19 yy. ortalarında beri
servis vermektedir. 1995 yılında yenilenmiş ve tüm modern imkanlara
kavuşturulmuştur. Takım Adaların en büyüğü ve meşhuru Büyük Adadır.
Fayton turu ile etrafı iki saate yakın bir sürede dolaşılabilir. Ancak bir
saate dolaşılan yarım tur daha enteresandır. Halk plajlarından Heybeli Ada
yönündeki Yörük Ali Plajı şahane bir koyda bulunmaktadır. Yanı
başındaki Dil burnu mesire alanı ile tercih edilen güzel bir yerdir. İskele civarı
kalabalık yerleşim bölgesinin aksine adanın güney tarafı ıssızdır.
Buralardaki koylar teknelerin ziyaret yerleridir. Adanın üst
sırtlarında harap halde bulunan 19 yy. eski oteli, belki dünyadaki en büyük ahşap
yapı, ihya edileceği zamanın özlemi ile ayakta durmaya çabalamaktadır. Büyük
Ada iskele civarı lokantaları, çayhaneleri ve dükkanları ile renkli ve
hareketlidir. Yaz aylarında servis veren 4 oteli vardır. Güzel evler,
bakımlı bahçeler eşsiz manzaralar Adaları gezenlerde unutulmaz anılar
bırakır. Sonraki Sedef adası, sakinlerinin dışında gelenlere, plajı ile
Adalar nüfusu;19. Yüzyıl ortalarından beri artış göstermiştir. 1840
yılında Adalar nüfusu 1816 iken 1865 yılında 6000’e ulaşmıştır. Adalardaki
nüfus, değişik zamanlarda yapılan sayımlara göre şöyledir:
1927 - 11691 1950 - 15405, 1960 - 19834, 1970 - 17600, 1980 - 18232
Adalar, özellikle yazları yoğun bir iç turizm hareketine sahne olmakta
, bu nedenle de nüfus yaz mevsiminde önemli artış göstermektedir. Nüfus
yazın, kış mevsimine göre 10 katına yakın artmakta , hafta sonlarındaki artış,
bunu da geçmektedir. Evler, daha çok yazlık (ikinci ev) olarak
kullanılmaktadır.Yerleşik nüfusun bir bölümü İstanbul’da çalışmakta ve
vapurla günübirliğine kente gidip gelmektedir.
Gezi Gözlenmesi: 9:20 vapuru ile Kadıköy’den Büyük Ada’ya doğru yola
çıktık. Yaklaşık bir buçuk saat sürecek olan yolculuğumuz keyifli
sohbetler ve nefis bir günle renklendi. Deniz ve güneş daha cömertti ve gün çok
güzel başladı. Adaya ayak bastığımızda adanın tarihi dokusu tüm ihtişamıyla
bizi selamlıyordu. Dar sokaklarda biraz yürüdükten sonra tarihi Hamidiye
Camisine ulaştık. Osmanlı mimarisini adalara taşıyan Hamidiye Camisini gezdik
adanın fayton sesleriyle titreyen sokaklarında yürüyüşümüz devam etti.
Ayayorgi kilisesine doğru tırmanışa çıktık. Uzun ve yorucu bir yolculuğun
sonunda Kiliseye ulaştık. Adanın büyüleyici dokusunu kayıtlara döktük. Desen
çizip, şiir yazdık. Şarkılar ve kahkahalarla dolu piknikte biraz dinlendik.
Dönüş yoluna çıkmadan bisiklet turuna çıktık. Gezdik, çizdik, öğrendik ve
yorulduk. Adaları fethettik yurda döndük.
Rapor: Zahide ÇANAKLI (ders BELGELİĞİ gezginler kolu çalışma grubu)
Adres: Böğümceköyü– Beykoz İstanbul
Katılım: 20 Kişi
Sorumlular:
Zahide ÇANAKLI
Tarihçe : Cam ve cam eşyalarının tarihi, uygarlık tarihi kadar eskidir.
Cam İslam mimarlığına "revzen" denilen alçı pencerelerle girmiş, kandil,
bardak sürahi ve tabak gibi günlük eşyalarda geniş ölçüde kullanılmıştır. Cam
işleri, XII. yüzyıl sonlarında "Memluk" ve "Eyyubi" dönemlerinde en
parlak düzeye ulaşmıştır. "Selçuklu" ve "Artuklu" dönemlerinde ise, “şemsiye”
denilen bombeli camlar üretilmiştir. Selçuklulardaki cam işlerinin son
derece gelişmiş olduğu-az sayıda da olsa-kalan örneklerden
anlaşılmaktadır. Konya Beyşehir Gölü kıyısında I. Alaaddini Keykubat’ın yaptırdığı
"Kubadabad Sarayı" kazılarında mavi, yeşil, kahverengi, mor, sarı
renkli yuvarlak veya bombeli pencere camları, renkli kadehler, şişe ve
tabaklar bulunmuştur. Bu örneklerden Selçukluların cam işlerini hem elde, hem de
çarkta yaptıkları anlaşılmaktadır. Oyma, kesme ve perdahlama
teknikleriyle, camlara desen vermişlerdir. Osmanlılar döneminde ise, yeni usluplar
geliştirilerek, cam işçiliği büyük ilerleme göstermiştir. İstanbul
Bostancı Ocağı’nın bir kolu olarak Camcılar Ocağı kurulmuştur. Camcı esnafı
Osmanlılar döneminde sağlam bir örgütlenmeye sahipti. "Camgeran"
denilen camcı ve şişeci esnafının diğer loncalardaki gibi nazır, kethüda,
nakib, çavuş, yiğitbaşı, duacı ve sahib-i karhane denilen atölyeleri olan
ustaları vardı. Bunlar üretim kalitesini ve fiatları kontrol ederler, belli
koşullara uymayan üretimler, nazır tarafından kırılarak işleyen ustalar
cezalandırılırdı. Cam takan, cam satan esnaf ise, doğrudan
"mimarbaşıya" bağlı blunuyordu. Cam atölyeleri Eğrikapı’da "Tekfur Sarayı" çevresinde
toplanmıştı. Bakırköy "Baruthane-i Amire” çevresinde ise, parlatma
atölyeleri, camhane, güherçile kazan ve ocakları bulunuyordu. Kanuni
Sutan Süleyman Han’ın "Rodos Seferi" sırasında, Osmanlılar camdan yapılmış
humbaralar kullanmıştır. III. Murat Han’ın oğlu Şehsade Mehmet’in
sünnet düğününü anlatan Surname-i Hümayun’daki minyatürlerde çeşitli sanat
kollarını temsil eden loncaların Sultanahmet Meydanı’ndaki geçidinde
camcı esnafına da yer verilmişti. Türk mimarlığında camın geniş uygulama
alanı bulduğu revzenler, hem alçı, hem cam sanatı açısından büyük önem
taşırlar. Başta "Topkapı Sarayı" , "Süleymaniye" , "Mihrimah" , "Rüstem Paşa" ve
"Sultan Ahmet" gibi büyük camilerde. XVIII. yüzyılda "Mehmet Dede"
adında bir Mevlevi dervişi, İtalya’ya giderek cam işçiliği üzerinde
çalıştıktan sonra, İstanbul Beykoz’da kurduğu cam atölyesinde ürettiği “Beykoz İşi"
diye adlandırılan ve ışığa tutulduğu zaman kırmızı rengi yansıtan billur
kase, sahan, bardak, kupa, şişe, laledan ve gülabdanlar büyük ün salmıştır.
1848’de Sutan Abdülmecit Han’ın emriyle Paşabahçe’de büyük bir atölye
kurulmuştur. Çubuklu’da da “çeşm-i bülbül” denilen cam eşyalar
üretilmiştir. Çeşm-i bülbüller bir şerit cam, bir şerit seramik esaslı maddenin düşük
sıcaklıktaki fırınlarda uzun süre bırakılarak kaynaştırılmasından elde
edilmiştir. Geniş şeritleri, Türk zevkine uygun biçimleri ve kendine
özgü özellikleriyle Avrupa’da üretilen benzerlerinden ayrılırlar.
Gezi Gözlenmesi: 8:30 Kadıköy ve Beykoz grubu Paşabahçe Gümüşsuyu
İ.E.T.T otobüsleri durağında toplandı. 135 numaralı otobüsle uzun bir
yolculuğun sonunda cam ocaklarına ulaşıldı.
Daha kapıdan girişte camın büyüsü kendini hissettiriyordu. Özenle
tasarlanmış modern bir tesis ve hayal gücüne teslim olmuş cam bizi çok
etkiledi. Rehber eşliğinde ustaların üfleme gösterilerini seyrettikten
sonra füzyon çalışması için atölyeye girdik. Öyle yemeğimizi dinlendirici
Riva deresi kıyısında kurbağa sesleri eşliğinde yedik. Tesis öğrencilere
birçok imkan sunuyor. Havuz, tenis kordu, yemekhane, atölyeler ve yabancı
öğrencilerin konaklanması için yurtlar bulunuyor.
Kumun cama dönüştüğü, camın renklerle hayat bulduğu bu eşsiz ocaktan
17: de ayrıldık. Ocağın önünden 135 nolu İ.E.T.T. otobüsüyle şehre döndük.
Sanatın şeffaf halini de gördük, döndük.
Rapor: Zahide ÇANAKLI (ders BELGELİĞİ gezginler kolu çalışma grubu)