Belgesel Sinema, Türkiye’deki sinema anlayışına ters düşüyor.
Çünkü sinema içinde bile belgesel filme gereken önem
verilmedi. Örnekleri herkes biliyor. En son örneği ben
ekleyeyim: TRT Televizyonu’nun 30.kuruluş yılı kutlandı ve TRT
kendi televizyonu içinde gerçekleştirdiği çeşitli bölümlere
ait ‘belge izlenceleri’ hazırladı. ‘TRT’de Drama’, ‘TRT’de
Seslendirme’, ‘TRT’de Eğlence’ filan gibi… Geriye dönüp hemen
hemen ilk günden beri hazırlanmış izlencelerden ve filmlerden
kısa bölümler yer aldı bu anma yayınlarında. Ama ‘TRT
Televizyonu’nda Belgesel’ diye bir izlenceye rastlamadık. Oysa
hem TRT Televizyonu’nun ilk yayın gününden başlayarak belgesel
bu kurumun tarihinde çok önemli rol oynamıştı, hem de
özellikle 1990 yılından başlayarak ortaya çıkan tecimsel
televizyonlar karşısında TRT her fırsat bulduğunda ‘Belgesel
filmi önemseyen tek TV kurumu biziz’ diye övünüp dururdu.
Türkiye’de ‘Belgesel Sinema ve tarih’ konusu da bir şeylere
ters düşüyor. Çünkü ‘Belgesel Filmi’ önemseyen Türkiye,
‘tarih’I de hiç önemsemiyor. Tarihi önemsemeyen bir ülkede
‘Belgesel Sinema ve Tarih’ konusunda da uygulama bakımından
verilebilecek pek bir örnek kalmıyor.
Eğer ‘tarihi’ önemsemiyorsanız, onu, yani ‘tarih’i ‘belgesel
sinema’nın içine nasıl koyacaksınız? Burada ‘belgesel
filmci’yi suçladığım sanılmamalı. ‘Belgesel filmci’ye film
çekme fırsatı vermeyen, verdiği zaman da ‘tarih’ dışı konuları
sipariş eden çevreleri vurgulamaya ve öne çıkarmaya
çalışıyorum.
‘Belgesel Sinema ve Tarih’ deyince, kimilerinin tarih
kitaplarına geçebilecek türde olayların filme alınmasını
düşünebileceğinden çekiniyorum. Yani, büyük bir savaş, deprem,
salgın gibi… Oysa tarih belgeselinde olayın kendisi ne denli
önemliyse, aynı olayın daha sonra yarattığı etkiler belki de
çok daha değer taşır. Örneğin İkinci Dünya Savaşı sonunda
Japonya’ya atılan iki atom bombasının patlamasını gösteren
belge görüntüleri ne denli ilginçse, yıllarca sonra bu iki
atom bombasının Japonya ve diğer ülkelerde yarattığı etkilerin
filmsel dille yansıtılması çok daha değerlidir. Zaten bir
filmi de ‘belgeselleştiren’ bu gibi değerlerdir.
‘Tarih’, ister istemez, ‘karşılaştırma’yı ve değişimi gündeme
getirir. Yıllarca önceki bir durumun, olayın, koşulların
günümüzdekilerle karşılaştırılması… Bu gibi karşılaştırmalar
sonucunda da ‘değişim’in gözlenmesi kaçınılmazdır. Eğer tarihi
düz bir biçimde ele alırsanız, geçmişteki olayların günümüze
aktardığı etkileri ve sonuçları da almazsanız, ‘tarih’ hiçbir
işe yaramaz.
Ya ‘Belgesel Sinema ve Tarih’? ‘Tarih’I anlatan sinema
birtakım belgeleri kullandığında ya da kimi olayları
çektiğinde, ille de ‘değişimi’ yakalamak ve eski ile yeniyi
‘karşılaştırmak’ zorunda mıdır? Böyle bir zorlamanın
kaçınılmaz bir kural olarak görülmesinden yana değilim.
‘Tarih’I yakalayan belgesel filmci elbette her türdeki
belgesel filmde olduğu gibi salt belgelerle yetinmeyecek ve
kendi yorumuna uygun değerleri de katarak tarihe hizmet
edecektir. Eğer böyle bir yola başvurulup filmsel dili de
kullanarak geçmiş anlatılırsa, gelecekte filmi izleyenler
kendi ‘karşılaştırmalarını’ kendileri yapacaklar ve ‘değişimi’
de göreceklerdir.
Bu ilkeyi gözettiğinizde, belgesel olarak çekmediğiniz kimi
filmler bile yıllarca sonra ‘belgesel’ gibi niteliklere sahip
bir ürüne dönüşebilir. Örneğin, eski siyah-beyaz ve uzun
metrajlı sinema filmlerinde İstanbul kentinin çeşitli yöreleri
bozulmamış görüntüleriyle yer almaktadır. İstanbul’un o
yıllardaki görünümü belgesel nitelikteki filmlerde
sergilenmeye değerdir. Şimdi bu eski uzun metrajlı filmlerde
görünen İstanbul ‘değişim’ ve ‘karşılaştırması’ ortaya önemli
bir farkı koymaktadır. Ne var ki, kazandıkları niteliklerden
ötürü bu filmlere ‘belgesel’ denilemez. Ama bu görüntülerin
çoğu İstanbul üzerine bugün yapılabilecek bir belgeselde olsa
olsa birer ‘belge’ olarak kullanılabilir.
Özellikle ‘tarih’i içeren bir belgesel film tüm değerleri
insan açısından ele almak, incelemek ya da en azından
sergilemek zorundadır. Dikkat OKUNMUYOR…. değişim ve gelişim
insan yaşamını etkiler.İşte ‘belgesel’ de bu tarihsel
değişimin ve gelişimin insan üzerindeki etkisini, ilginç bir
olayı yakalayarak anlatmanın yanı sıra yeni değerler yaratır.
Film dilinin inceliklerinden yararlanarak belgeselcinin
yorumuyla gerçekleştirmek de önem taşır.
Her çeşit belgesel film için de söylenebilecek olan bu anlatım
biçimin ‘tarih’le ilgili olarak belirtmekten kaçınmamak
gerekiyor. Bir başka anlatımla bunun anlamı şöyle:
“Belgeselde ilginç bir olayın oluşumunu yakalayabilirsiniz ve
bu oluşumu yine ilginç bir teknikle yansıtabilirsiniz diyelim.
Yine de en önemli olan, ne bu ilginç olayın gerisindekiler ne
de kullandığınız ilginç tekniktir. Her ikisinin önemsiz
olduğunu söylemiyorum. Ama en önemli olan bunlar değildir. En
önemli olan, bunları ve film dilinin çeşitli yollarını
kullanarak belgesel filmciliğin başvurduğu anlatış yöntemi,
yani kendi oluşturduğu dildir. Kendi oluşturduğu yorumdur.
Kendi oluşturduğu duygular ve düşüncelerdir.
‘Belgesel Sinema ve Tarih’ konusu aynı zamanda çağların
toplumsal, siyasal ve kültürel yönlerini de içerir. Bu nedenle
tarihi belgeleyen belgesel filmlerin salt olayları
görüntülemeyi ya da bu olaylar görüntülenemeyecek değin eski
yıllarda kalmışsa onları gerçeğe de yaklaşan biçimlerle
yansıtmayı amaçlaması yetmez. Geçmişin toplumsal yaşamına ve
siyasal oluşumlarına ışık tutmak ve kültürel değerlerini de
yansıtmak gerekir.
En çok ihmal edilmiş bir dal olan ‘tarihsel belgesel filmi’
hakkında daha çok konuşabilmek için önce bu tür belgesellerin
çok sayıda ortaya çıkması gerekiyor. Tarihsel konuları
irdeleyen belgesellerin
yapılmamış oluşu, aynı zamanda ‘belleksiz’ bir toplum
olmamızın da nedenleri arasındadır.
* Belgesel Sinemacılar II. Ulusal Konferansı Bildirisi
http://www.bsb-adf.org/belgeselsiz_bellek.htm