H .   A v n i   Ö z t o p ç u
kişisel sergiler - individual exhibition
14 Kasım 2011 – 8 Ocak 2012
MİNE SANAT GALERİSİ-AVRUPA ŞUBESİ       MİNE ART GALLERY - EUROPE BRANCH
Teşvikiye, Dr. Müfide Küley Sokak Yasemin Apt. No:1  Daire 5  Nişantaşı, İstanbul-TURKEY


ana sayfa   +   home

 

MİNE SANAT GALERİSİ BASIN BİLDİRİSİ:

H. Avni Öztopçu   “Dönemler 1985-2011“

Mine Sanat Galerisi Nişantaşı mekanı, Avni Öztopçu’nun yeni soyut çalışmalarıyla birlikte bu çalışmaların 1985’e dek uzanan biçimsel sürecinin de dahil olduğu sergiye tanıklık edecek. 

Sergide bir kavram ile sınırlandırılması mümkün olmayan “Tek”in, birey veya etkilendiği alan sebebiyle oluşan odak kurguyu değişimleri dahilinde seyretme imkanı bulacaksınız. Bu değişimlere yer vererek “tek”in birbirinden bağımsız çağrışımlarına olanak sunan mekânda yirmi altı yılı kapsayan dönemlere ait işlerin yer alması, çalışmaları, farklı anları temsil eden soyut portreler haline getiriyor. Çalışmaların 1985’e dayanmasının özellikli temeli, ressamın biçim olarak ulaşabildiği noktanın bir anlamda başyapıtını da görmemize olanak sağlamasından kaynaklanıyor. Ve bir yandan bu biçimsel başlangıcın Mine Sanat Galerisi’nin Türkiye’de soyut sanata katkılarının baçlangıcı ile örtüşmesi serginin özelliğini destekliyor. Dolayısıyla 2011 tarihli son işlerini de kapsayan DÖNEMLER sergisi, izleyiciye Avni Öztopçu’nun kavramsal eserlerinin kompozisyon çözümlemelerinin ana kaynağına götürme imkanı sunarken anın ortaklığını da galeriyi dahil ederek hissettiriyor.

Avni Öztopçu’nun “Dönemler” isimli sergisini 14 Kasım – 8 Ocak 2011, tarihleri arasında ziyaret edebilirsiniz.

MİNE SANAT GALERİSİ-AVRUPA ŞUBESİ  - MİNE ART GALLERY    EUROPE BRANCH
Teşvikiye, Dr. Müfide Küley Sokak Yasemin Apt. No:1  Daire 5  Nişantaşı, İstanbul-TURKEY Tel:+902122323813 GSM:05365535066
minegulener@gmail.com  www.minesanat.com  Galeri bölgesinin haritası

 

 

 

 

Mine Art Gallery Nişantaşı Exhibition Hall welcomes Avni Öztopçu’s brand new artworks including their retrospective extensions towards the year of 1985.

The exhibition focuses on the idea of “singular”. Here the audience will recieve the opportunity to see the room of a singular person in a structured way of art. Moreover, visitors will be able to catch a perspective of 26 years of artistic evolution by observing the changes between phases. From 1985 to current dates, the artists venture heading to the level of a masterwork is a unique experience to follow. A great shared moment might be the fact that 1985 is at the same time an important year for the Mine Sanat Galerisi since those days were exactly the beginning of the contemporary art era of the Gallery. Thus, the artist and the gallery do show a grounded connection in their presence by

 

 


 



K A R Ş I T L I K   A N L A R I
Oğuz Alp Dedeoğlu
ÇAĞDAŞ 1985, Kasım-Aralık 2011 sayı:2

Mart 2011 tarihinde gerçekleştirilen H. Avni Öztopçu’nun kişisel sergisinde siyah rengin hâkimiyetinde kendisini çok daha ön plana atan çalışmalar izlemiştik. Bu çalışmalar, “tek” nesnelerin gücünü yoğun şekilde sorgulayan bir kompozisyona sahipti. Kalabalık, siyah-beyazlıkla karşıtlığı destekleyen ve belirginliğin çelişkisini içererek kavramsal bir anlatıya geçiş sağlayan bu çalışmaların yer aldığı Mart 2011 sergisinde siyah-beyaz tonların vurgu yollarına tanık olmuştuk. İçtepi ile seçimi ve sonucu beliren bu çalışmalarda “kurgusal mekân”ın kavramlarından yola çıkarak anlatıma gitmiştim.  Ancak sanatçının Kasım 2011 sergisi söz konusu olduğunda, resimlerin oluşum-gelişme çerçevesinde beliren yetilerini  ve bu yolla hissedilen kendine dönük bir zaman olgusunu da sergi ile birlikte düşünmemiz gerekir.

I.

Zamanın, evrenin hareketlerinden en küçük olaya kadar yorumlayabileceğimiz tanımına ortaklık ettiğini hissetmemiz zor değildir. Ancak bu tanımın kendisini görünür kılmak ve yorumlamaya çalışmanın sanırım en iyi yollarından biri, zamanı olduğu gibi görmek, dolayısıyla onu kendi kendine bırakmaktır. Buradaki yalnızlaştırma, onun kendisini görünür kılarken o anın içinde kalan her şeyin de yalnızlaştığını; sadeliği ve kendisine gelen tüm etkilerden arındığını da düşünebiliriz. Böylece karşımızda zamanın yüce tanımından insanın sıradan yaşamının derinliklerine doğru üzerinde düşünülmeye müsait bir anlam yolu vardır. Bunun güncelliği ise parça haline gelen zamanın tüm gerçekliği ve katıksız her şeyi ile birlikte sabitlenmiş olmasıdır. Hepsi kendisine sabitlenmiştir. Ve kendisini yöneten düzenleyen bir etki olmadığı için ne yok olandır ne de var olan. Süresizce kendisini ilan edebilir veya yok edebilir. Sanatçının 1985 tarihli çalışmasından 2011 tarihli çalışmalarına kadar hepsinde merkezde biçim bakımdan kendisini ön plana iten bir nesneye rastlamamız resimlerin ana temasının varlığını hissettirebilir. Bir yandan bu tema, kendisini merkezde gösteren ve arkasındaki soyutlamalarla ile birlikte ifadesini anlamamızı sağlayan portre sanatının kavramsal boyutunun soyut mekân kurgusuna dönüştürülmesi olarak da algılanabilir. Yalnız yerleşkenin ortasında duran bu merkezi nesneler kendi konumlarını dahi hiçe sayabilecek bir kurgu ile karşı karşıyadırlar. Bu kurgunun içinde mekân ve nesne birbirlerinin göstereni ve aynı zamanda bir gerilimin başat iki aktörü olarak temanın çeşitlilik sağlamasına olanak tanır.

II.

Beyaz üzerine yapılan 1996 tarihli “Çiçekli Merkez Krz.” ve “Çiçekli Merkez Syh.” çalışmalarında biçimsel uyuşmazlıkların saf alanda eritildiği görülür. Renklerin çeşitleri kullanılarak bu keskin ortamın beyaz ile örtüşmesi desteklenir. Üzerinde gerilim ve hareket halinde olup bitenlerin ne altında ne üstünde sadece boşluğun temsili olarak beyazın barışçıl bir hava kattığını hissedebiliriz. Renk alanın doldurduğu boşlukta yaşanılanların yansıması elbet vardır. Renkler aracılığı ile nesnelerin belirginliği nesnelerin aracılığı ile tüm alanın belirgin durumunun sorgulanması merkezden uzama yayılan bir yaşam anı olarak görülebilir. Renk ve nesne arasındaki gerilimi sanatçının tüm resimlerinde  görebileceğimiz gibi küçük boyutta çalıştığı “K. Merkz Krz.” İsimli çalışmasında da bahsettiğimiz ilişkiyi hissedebiliriz.  Burada biçim saflığı ile içi içe geçmiş bunu destekleyen yine saf bir rengi mi görmeliyiz? Yoksa onun içine dâhil olmaya çalışan rengin gerilimini mi hissetmeliyiz? Burada ikinci soruya verilecek olumlu cevap birinci soruya verilecek olumlu cevaptan çok da farklı değildir. Adeta bu resim diğer resimlerin bir habercisi  gibi olarak algılanabilir. Ancak sonuç bu da değildir. Bu sadece rengin nesnenin en saf halini kendisine dâhil ederek belki de saf halin yaratabileceği huzuru sorgulamanın minimal halidir.

Yukarıda bahsettiğim farklı dönemlere ait üç çalışmasında da gördüğümüz farklı mekân kurgularında son dönem işlerde boyut ve biçimin niceliğinin artması dikkatimizi çekiyor. 2010 ve 2011 tarihli “Yüzer Korunak” ve “Keskin Korunak” isimli çalışmalarda görülebileceği gibi ikilemlerin oluşturduğu çekim alanı bu sefer genişletilmiş ve rahatlatılmıştır. Kalabalık mekânın üzerine yerleştirilen nesneler ile çevresinde yaygın olan siyah beyaz tonlar taşıyan ve belki de kendisini temsil eden korunak arasındaki gerginlik burada daha açık bir şekilde dışavurulmuştur. “Çizgili Destek”, “Denge”,  “Siyah Korunak” isimli işlerde ise nesnenin yüzleşme alanı tamamıyla siyah bırakılmıştır. Bunun an itibariyle yaşantımıza yakın çağrışımlarla dolu bir kompozisyon olduğunu söyleyebiliriz. Merkezdeki nesnenin, kendi zamanında yaşadığı etki alanı ile birlikte bu etki altında büründüğü ifadelerin hareketi olarak algılayabileceğimiz kurgular, aynı zamanda bu resimlerin bir deneyim alanı olduğunu bize gösterir. Kendi içlerinde taşıdıkları yoğun ikilemlerin tuvalin dışına yansıyan hareketleri bu deneyimlerin izleyiciye ve bulundukları mekâna geçiş sağlamalarına sebep olmaktadır. Dolayısıyla karşımızda zaman, yaşanılan, yaşayan ekseninin reflekslerini gösteren psikolojik süreçlerin ağırbaşlı sunumları yer almaktadır. Belki de bu sebeple çerçeve içinde görülen nesneye çok geniş bir açıdan bakmalıyız. Yaşayan (zaten var olan) ile onunla iletişime geçtikten sonra önümüze dikilen, dirilen, görülen olan her şey beynimizde oluşabilecek çatışmaların habercisidir. Gözlerimiz o çatışmalara bakarak görmeye başlar. “Dönemler” sergisi zamanın evirebildiği soyut görüntüler değil,  anların tanıklığına her dönem en katıksız halde bakabilen portrelerin içidir.

Çalışmalar içinde 1985 tarihli iki çalışmanın Mine Sanat Galerisi ile birleşme noktasını ayrıca vurgulamak gerekir. “Portre I” ve “Büyük Oylum” kendisinden sonraki çalışmaların biçim ve kavram yönünden öncülüğünü yaparken; Galeri, aynı tarihte Çağdaş Türk Sanatına katkı sunmaya başlamıştır.