Dilek DOLTAŞ: ... Bir genelleme yapacak
olursak, batı düşüncesi
klasik çağlardan günümüze "gerçek" kavramına üç biçimde yaklaşmıştır:
1. Tanrının merkez
olduğu ve gerçeğin tanrısal buyruklar yoluyla tanımlandığı düşünce
biçimi:
Batı toplumlarının kuruluşundan,
yani klasik Yunan ve Roma döneminden, ortaçağın sonuna kadar
geçerliliğini sürdüren ve tek gerçeğin tanrı ve ona dayalı düzen
olduğunu savunan düşünce
biçimidir. Bu dönemlerde sanat, bilim ve ahlak birbirinden
farklı konular olarak değil, bir bütün olarak ele alınır.
Tanrıyı merkez alanlara göre insanlar da tanrının yarattığı,
değişmez
ve benzer niteliklere sahip tiplerdir. Bu düşünce
biçiminde insanları birbirinden farklı, özgün ve özgür kişiler
olarak görmek söz konusu değildir. Onlar, tanrının doğrudan
ya da dolaylı olarak yönettiği toplumların bireyleridir.
2. İnsanın merkez alındığı ve gerçeğin
insana dayalı olarak tanımlandığı düşünce
biçimi:
Rönesans ve hümanizmin başından
modernizmin sonuna kadar geçerli olan, tek gerçeğin
insanoğlu ve onun aklı, kavrayışı,
duyguları olduğunu öne süren ve evrendeki her
şeyin
insanın beyin, duygu ve inançlarında anlam kazandığını savunan
düşünce
biçimidir. Bu düşünceye
göre insan tanrı gibi yaratıcı, özgün ve özgürdür;
toplumun bireyi olmakla birlikte kendi kararlarını kendi verir;
bunu yaparken aklını, bilgisini ve özgür iradesini kullanır.
3. Merkezsiz düşünce
biçimi:
Gerçeği ne tanrı ne de insanoğluna dayanarak
tanımlayan düşünce
biçimidir. Bu düşünce
biçimine göre eğer bir gerçek varsa, kişiden
kişiye,
durumdan duruma ve tabii, toplumdan topluma değişir.
Bir başka
deyişle,
bu düşünceye
göre kesin, evrensel ve tanımlanabilir bir gerçek yoktur.
Dolayısıyla "merkez," "kaynak," "temel" ve "evrensellik" gibi
kavramlar ve onlara dayalı ideoloji, kuram, yaklaşım,
konu ve kurumlar kökten sorgulanır. "Postmodernist" diye
adlandırılan bu düşünce
biçimi 1960'ların sonlarında, özellikle Fransa'da yaygınlaşmaya
başlar.
1970'lerden itibaren A.B.D.'nde giderek ağırlık kazanan bu düşüncenin
ya da yaklaşımın
özellikleri, onun insan-merkezli ve modernist diyebileceğimiz
bir görüşün
uzantısı olup olmadığı, batının düşün,
sanat ve toplum yapısına ne getirdiği ve bunlardan ne götürdüğü
konuları batıda halen çok tartışılmaktadır.
Dilek DOLTAŞ: "Postmodernizmin
Getirdikleri ve Götürdükleri", Çağdaş
Düşünce
ve Sanat, Plastik Sanatlar Derneği Yayın Dizisi, 1991 İst.
Yalçın SADAK: ... Aydınlanma projesi,
en genel anlamıyla insanlar arasındaki din, kültür, ırk vb.
kaynaklı farklılıkların değil, benzerliklerin peşindedir
ve dünyanın bir bütün olarak ve kuşkusuz
ussal temeller üzerinde yeniden yapılandırılmasını
öngörür. Modernist evrensel stil yine genel anlamda bu öngörünün
estetik planda araştırılmasının
ürünüdür. İnsanlık tarihi boyunca sanatsal aktiviteyi,
dinsel/kültürel sınırlar içinde, uzlaşmaz
farklılıklar olarak karakterize eden nitelikler modernizmle
ortadan kalkar. Sanatsal dilin geleneksel sınırlar içindeki
'anlaşmalı'
niteliği, modernizmle yerini merkezsiz bir öznelliğe bırakır.
Modernist stil hiçbir geleneğin içinden konuşmaz,
hiçbir belleğe mal olmaya yanaşmaz.
Hiçbir geleneğe sahip çıkmamak, bütün geleneklere el koymaktır,
modernizm de bunu yapar. Tarihi topyekün kazanmak için, tarihin
dışına
çıkar. Ama bu tarihdışılık
köktenci bir kopuşun
olduğu kadar, köktenci bir bağlanışın
da ifadesidir. En derin anlamda bir içselleştirme
ve dışsallaştırmadır.
Bunun nasıl gerçekleştiğine
bakarken çok bilinen bir deyime, "organik" deyimine başvuracağım.
Tarih-dışı
bir göz olarak tarihe yönelen modernist sanatıçının önünde artık
tek bir gelenek yok, gelenekler var ve o bu geleneklerden,
kendini hiçbir kısıtlama altına sokmadan biçimler aktarır. Ancak
aktardığı bu biçimleri çoğunlukla tanınmayacak bir sınıra
kadar dönüştürür,
ögelerinin toplamına indirgenemeyecek o
şeye,
bütüne katılıncaya kadar başkalaştırır.
Böylece bir zamanlar başka
bir bütünün taşıyıcısı
olan ögeler yeni bir bütünün taşıyıcılarına
dönüşürken,
hem geldikleri geleneklere içten bağlanır, hem de onları karşılarına
alırlar. Bu dönüştürmede
izler ne kadar örtükse, kazanımın sınırları da o kadar geniştir.
Modern bir yapıtta geçmiş,
şimdinin
belleği olarak yeniden kazanılan
şeydir.
Dolayısıyla geçmişin
örtülmesi söz konusu değil burada, organik bir biçimde dönüştürülmesi
söz konusudur. Böyle bir yapılanmanın ürettiği söylemin, ne
türden olursa olsun yayılmacı amaçlar için kullanılır olmayacağı
açıktır, çünkü, her
şeyden
önce, yayılmacı amacın yaydığı
şeyi,
başka
deyişle,
merkez aldığı geleneği köktenci biçimde olumsuzlamaktadır.
Avrupa-merkeziyetçiliğiyle sınırlanamayacak anlamıysa, kendi
tarihsel anının üretim ilişkilerine,
örtük ya da açık bu ilişkilerin
yükümlediği ideolojik açılımıyla karşılık
gelmesidir.
Postmodernizmin başat
ifade biçimi olan eklektizmde ise durum çok farklıdır.
Eklektik bir bütün tam da öğelerinin toplamından ibarettir.
Bütünü oluşturan
öğeler birbirlerine eklemlenmiş
değil, eklenmiştir,
öğeler arasında yanyanalık ilişkisidir
belirleyici olan ve her öğe bir başınalığını
korur; bulunduğu yere ait olmamazlık durumundadır ve bizi
sürekli olarak asıl dizgesine geri götürür. Yanına katıldığı
öğelerle bir anlam üretemez, bir başınalığı
içindeyse aslının 'benzeşimidir".
Ne ki, bu anımsatış
hiçbir dizgeye dayanmadığından, geçmiş
cansız imgelerin rasgele toplandığı bir depodur yalnızca.
Ama giderek, toplamanın yoğunluğu arttıkça,
'benzeşim'
kendi belleğini kurar ve böylece sahici geçmiş
silinir, anımsanan olarak bile ortada kalmaz. Modernist bir
yapıtta alıntılar düzlem değiştirir,
postmodernist bir yapıtta ise düzlem kaydırma söz konusudur.
Birinci durumda alıntılanan
şey,
bir tarihsel düzlemden diğer bir tarihsel düzleme geçerken
aldığı konumuyla yeni bir tarihsel değer yüklenir, ikinci
durumda alıntılanansa tarihselliğinden arınarak doğal bir konuma
çekilir, yeni bir içerik yüklenmez. Eklektik bir bütünde öğeler
tam da bu doğal konumlarından ötürü hiçbir çatışma
üretmezler aralarında, keyfi biçimde kazandıkları yerlerini her
an terketmeye hazırdırlar; tam bir kayıtsızlık içinde değiş
tokuşa
girebilirler. Farklılıklar böylece silinir, eski-yeni,
seçkin-sıradan, her
şey
aynı değer düzlemine çekilerek eşitlenir.
Eşitlenmez
aslında,her türlü farklılık tam bir tarafsızlıkla onaylanırken,
tam da bu biçimde, bütün farklılıklar yok sayılır, mutlaklaştırılır.
Yalnız geçmiş
değil, yalnız yaşanan
anın gerçeği değil, gelecek de bu noktada yitirilir asıl, daha
doğrusu kamufle edilir. Yalçın SADAK: "Modernist
ve Postmodernist Sanatta Alıntılar Sorunu", Çağdaş
Düşünce
ve Sanat, Plastik Sanatlar Derneği Yayın Dizisi, 1991 İstanbul
Jean-François LYOTARD: "... Güç
partinin değil de sermayenin olduğunda "transavangardist" ya
da "postmodern" (Jencks'in kastettiği anlamda) çözüm,
antimodern çözümden daha iyi uyarlanmış
olduğu ispat etmektedir. Eklektizm çağdaş
genel kültürün sıfır derecesidir. Reggae dinlenilir, bir
western seyredilir, yemek için McDonald's ve yerel mutfaklar
tercih edilir, Tokya'da Paris parfümü sürülür ve Hon Kong'da "retro"
elbiseler giyilir. Bilgi tv oyunlarının konusudur. Eklektik çalışmalar
için kitle bulmak kolaydır. Bir kitsch olmakla sanat potronların
"zevkinde" hüküm süren karmaşaya
pezevenklik etmektedir. Sanatçılar, galeri sahipleri, eleştirmenler
ve kitle, "herşeyin
idare ettiği" bir yaklaşımda
birlikte savrulmaktadırlar. Ve dönem bir durgunlaşma
dönemidir. "Herşey
idare ederim" realizmi, gerçekte paranın realizmidir.
Estetik ölçütlerin yokluğunda, sanat çalışmalarının
değerini, sağladıkları kâra göre belirlemek yararlı ve mümkün
kalmaktadır. Bu türden realizm, sermayenin bütün "ihtiyaçları"
uzlaştırması
gibi, varolan eğilim ve ihtiyaçların satın alıcı bir güce sahip
olmasını sağlıyarak, bütün eğilimleri uzlaştırmaktadır.
Zevk içinse, herhangi biri kendisini kurgular ya da kendisiyle
eğlenirse, nazik olmaya ihtiyaç yoktur."
Jean-François LYOTARD, Postmodern Durum; Ara Yayıncılık 1990
eklektisizm, SEÇMECİLİK olarak da bilinir,
felsefede ve ilahiyatta farklı düşünce
sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içerisinde
birleştirilmesi.
Öğretilerin alındığı sistemlerin bütününü benimsemediği gibi,
aralarındaki çelişkileri
çözümleme amacını da gütmez. Dolayısıyla, düşünce
sistemlerini birleştirme
ya da uzlaştırma
yöntemi olan sinkretizmden farklıdır. Soyut düşünce
düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu
kabul edilirse, eklektisizm, farklı sistemlerden keyfi olarak
seçilen öğretilerin biraraya getirilmesinden doğacak
tutarsızlıklar yüzünden eleştirilebilir.
Ama uygulamada eklektik bakış
açısı birçok bakımdan yararlı olabilir. Bir devlet adamı kadar
bir felsefeci de, ilkesel olarak değil, karşıt
tarafların öne sürdüğü görüşlerin
gerçek değerlerini gördüğü için eklektik olabilir. Bu tür bir
eğilim, sistemler yeniliklerini yitirdiğinde ya da tarihsel koşulların
ve bilginin değişmesiyle
sistemlerin yetersizlikleri ortaya çıktığında görülür...
AnaBritannica Cilt 8
SEÇMECİLİK (Os.İktitâfîyye, İntihâbîyye, Telfîk;
Fr. Èclectisme, Al. Eklekticismus, İng. Eclecticism) Degişik
türlerdeki düşüncelerin
keyfe göre seçilmiş
öğelerini mekanik olarak birleştirme
yöntemi ve bu yöntemle kurulmuş
öğretiler... Seçmecilik, bağdaştırmacılık'la
karıştırılmamalıdır.(*)
Seçmecilik, (T.D.K. yayını) "Değişik
ve çoğu kez birbirinin tam karşıtı
olan felsefe dizgelerinin, görüş
açılarının, kuramsal öncülerinin v.b. bağdaşmaz
yanlarını görmezlikten gelerek, bağdaşabilir
yanlarını düzenli bir bütün oluşturmadan
biraraya getirme tutumu."
BAĞDAŞIK (Tr. Mantık) Bağdaşmış
olan... Birbirleriyle uyuşan
ve geçinebilecek durumda olanlardan her birini dilegetiren bağdaşık
(Os. Münsecim, Kabili telif; Fr. Coordonné) terimi, kimi
yazarlarca birtürden deyimiyle anlamdaş
olarak da kullanılmaktadır. (*)
BAĞDAŞMA (Os. Tertip, Tanzim, İntizam; Fr., İng.
Coordination) Düzenleşme...
Yokluğu ya da değişmesi,
ötekinin de yokluğunu ya da değişmesini
gerektirecek kadar birbirine bağlı olan niteliklere ve
kavramlara mantık ve yaşambilimde
bağdaşma
halinde olanlar anlamında bağdaşık
ya da düzenleşik
denir. Matematikte aynı anlamda koordinat terimi
kullanılmaktadır. Yaşambilimde
bağdaşma
zorunlu bir düzendir.(*)
UZLAŞIMCILIK (Os. Te'lifîyye, Fr. Syncrétisme,
İng. Syncretism) Çelişkili
düşünce
ve öğretileri uzlaştırmaya
çalışan
öğreti...Seçmeciler, uzlaşımcılığı
kendi öğretilerine karşıt
sayarlar. (*) Orhan Hançerlioğlu; Felsefe
Ansiklopedisi, Remzi K.E.
Yalçın SADAK: Biz modernizmi büyük
ölçüde atladık. Tek tek sanatçıların çabalarında
saptanabilen bir tür geç modernizmden söz edilebilir ancak;
genel olarak tartışmalara
bakıldığında modernizmi atladığımız görülüyor. O atlamanın
ardından gelen bir telaş,
bir panik de var. Korkarım postmodernizm bu paniği kompanse eden
bir
şey
oldu. Postmodernizm sayesinde bu geçikmeden ve onun getirdiği
eziklikten kurtulmuş
olduk. Modernizmle kaçırdığımız avantajları postmodernizmle
yakaladığımız sanısına kapıldık birden. Kimlik sorunumuzu aştığımızı
düşünür
olduk. Oysa bu avantaj modernizmle yakalanabilirdi. Çok da uygun
bir yerdeydik, iki kültürün birleştiği
yerde. Açıkçası ne doğulu ne de batılı olamayan ama bunların
toplamı olmaktan da kurtulamayan kültürel kimliğimizi, her iki
koldan da terk ederek kazanma
şansımızı
kullanamadık. Bu dönüştürmeleri
yapamadık çünkü modernizmin kuramsal temellerine inemedik.
Postmodernizm modernizmin eriştiği
mükemmellikten kaynaklanıyor yargısına gelince: Böyle bir yaklaşım
postmodernizmi yalnızca tepkisel düzeyde bir hareket olarak
sınırlar ki, bu kanımca sakıncalıdır...
...Üslubun ve özgünlüğün ortadan kalktığı
yolundaki görüşler
sanatçıyı her
şeyi
yapmaya hakkı olduğu sonucuna çıkarıyor kolayca. Bir nesnenin
sanat yapıtı olması için öyle sunulmasının yeterli olacağı
sanılıyor. Sanatçı bir yandan böylesine aşırı
bir özgürlüğün havarisi kesiliyor, öte yandansa paradoksal
biçimde kişiliksizlik
içinde kişilik
olmaya, starlaşmaya
çalışıyor.
Her
şey
sanatsa, hiçbir
şey
sanat değil demektir. Bu gerçek unutuluyor. İçinde
bulunduğunu sandığı tam bağımsızlık halinin, gerçekte tutsaklık
hali olduğunun ayırdında değil sanatçı. Kimse geçmişi
aynı biçimde sürdürme savında olamaz; bu doğru ama geçmişin
doğallaştırılmasına
da razı gelemez. İdeolojilerin sonu geldiyse insanın sonu geldi
demek değil bu. Keşfedilecek
yeni özgürlük alanları, sözü yürütecek yeni dayanaklar olmalı.
Dünya hiçbir zaman onunla tam barışmamıza
hak edecek kadar âdil olmadı.
Yalçın SADAK: "Modernist ve Postmodernist
Sanatta Alıntılar Sorunu", Çağdaş
Düşünce
ve Sanat, Plastik Sanatlar Derneği Yayın Dizisi, 1991 İstanbul
Ahmet İNSEL: Modernliğin ideolojisi
basit bir denkleme dayanır. Teknik ve iktisadi ilerleme,
toplumsal, siyasal, fikri ve ahlaki ilerlemelerin çekici gücü,
lokomotifidir. Modernlik için büyülü kelime, ilerlemedir...
Bu ilerleme fikrine göre hisler, değerler ve
benzeri öznelliklerinden nesnel olguları bütünüyle ayırmak
gerekir...
Bu modernlik ideolojisinin geçtiğimiz on-yirmi
yıl içinde
şiddetle
sarsıldığını, cazibesini kaybettiğini gördük...
Dolayısıyla "İlerlemenin sonuna mı geldik"
sorusu, gelecek yüzyılın asli eğilimlerini öngörmeye çalışanların
cavaplamaya çalıştıkları
bir soru. Ama bu, kısmen yanlış
sorulmuş
bir soru. İlerleme olgusunun değil, ilerleme fikrinin sonuna
geldiğimizi söylemek daha doğru. Üçyüz yıllık Avrupa veya Batı
tarihine anlam anahtarı işlevi
gören ilerleme fikrinin egemenliğini yitirmesine
şahit
oluyoruz.
Ulrich Beck ve Anthony Giddens, "Reflexive
Modernitiy" başlığını
taşıyan
son kitaplarında, modernliğin almaya başladığı
yeni biçimi ele alıyor. "İkinci modernlik" olarak da
tanımladıkları bu karşılıklı
etkileşime
ve yapılan üzerine düşünülmeye
dayalı modernlik fikrinin temelinde, tüm seçimlerin insani
oldukları, insan aklının ise mükemmel olmadığı kabulü yatıyor.
Her teknik atılımın bir insani ve toplumsal
ilerlemeye tekabül etmediği, bilim, teknik ve ekonominin başıboş
bırakıldıklarında insanlığı felakete sürükleyeceklerinin kabul
edilmesine dayanan bu ikinci modernlik, bir biçimde modern
insanın insanlığını yeniden bulması demek. Fransız sosyoloğu
Bruno Lafour bunu, "medeniyet kelimesinin, Avrupa usulü geçmişi
silip süpürmek demek olmadığını, medeniyetin mümkün olanlar
içinde ayıklamak" anlamına da geldiğinin yeniden anlaşılması
olarak tanımlıyor. Bu yeni modernlik dünyasında en fazla sıkıntı
çekeceklerin, "herşeyi
basite ve tek boyutluluğa indirgeyenler" olacağını iddia ediyor.
Ahmet İNSEL: "İlerleme ve ikinci modernlik",
Yeni Yüzyıl 29 Eylül 1996