Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi
Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Resim Anasanat Dalı / bir numaralı atölye ders notları

 
95/96 NOTLARI

Ana Sayfa

modern
postmodern

eklektik; modernizm; postmodernizm; ikinci modernlik

 

Dilek DOLTAŞ:    ... Bir genelleme yapacak olursak, batı düşüncesi klasik çağlardan günümüze "gerçek" kavramına üç biçimde yaklaşştır:

 

1. Tanrının merkez olduğu ve gerçeğin tanrısal buyruklar yoluyla tanımlandığı düşünce biçimi:

Batı toplumlarının kuruluşundan, yani klasik Yunan ve Roma döneminden, ortaçağın sonuna kadar geçerliliğini sürdüren ve tek gerçeğin tanrı ve ona dayalı düzen olduğunu savunan düşünce biçimidir. Bu dönemlerde sanat, bilim ve ahlak birbirinden farklı konular olarak değil, bir bütün olarak ele alınır. Tanrıyı merkez alanlara göre insanlar da tanrının yarattığı, değişmez ve benzer niteliklere sahip tiplerdir. Bu düşünce biçiminde insanları birbirinden farklı, özgün ve özgür kişiler olarak görmek söz konusu değildir. Onlar, tanrının doğrudan ya da dolaylı olarak yönettiği toplumların bireyleridir.

 

2. İnsanın merkez alındığı ve gerçeğin insana dayalı olarak tanımlandığı düşünce biçimi:

Rönesans ve hümanizmin başından modernizmin sonuna kadar geçerli olan, tek gerçeğin insanoğlu ve onun aklı, kavrayışı, duyguları olduğunu öne süren ve evrendeki her şeyin insanın beyin, duygu ve inançlarında anlam kazandığını savunan düşünce biçimidir. Bu düşünceye göre insan tanrı gibi yaratıcı, özgün ve özgürdür; toplumun bireyi olmakla birlikte kendi kararlarını kendi verir; bunu yaparken aklını, bilgisini ve özgür iradesini kullanır.

 

3. Merkezsiz şünce biçimi:

Gerçeği ne tanrı ne de insanoğluna dayanarak tanımlayan düşünce biçimidir. Bu düşünce biçimine göre eğer bir gerçek varsa, kişiden kişiye, durumdan duruma ve tabii, toplumdan topluma değişir. Bir başka deyişle, bu düşünceye göre kesin, evrensel ve tanımlanabilir bir gerçek yoktur. Dolayısıyla "merkez," "kaynak," "temel" ve "evrensellik" gibi kavramlar ve onlara dayalı ideoloji, kuram, yaklaşım, konu ve kurumlar kökten sorgulanır. "Postmodernist" diye adlandırılan bu düşünce biçimi 1960'ların sonlarında, özellikle Fransa'da yaygınlaşmaya başlar. 1970'lerden itibaren A.B.D.'nde giderek ağırlık kazanan bu düşüncenin ya da yaklaşımın özellikleri, onun insan-merkezli ve modernist diyebileceğimiz bir görüşün uzantısı olup olmadığı, batının düşün, sanat ve toplum yapısına ne getirdiği ve bunlardan ne götürdüğü konuları batıda halen çok tartışılmaktadır. Dilek DOLTAŞ:    "Postmodernizmin Getirdikleri ve Götürdükleri", Çağdaşşünce ve Sanat, Plastik Sanatlar Derneği Yayın Dizisi, 1991  İst.

 

 

Yalçın SADAK:      ... Aydınlanma projesi, en genel anlamıyla insanlar arasındaki din, kültür, ırk vb. kaynaklı farklılıkların değil, benzerliklerin peşindedir ve dünyanın bir bütün olarak ve kuşkusuz ussal temeller üzerinde yeniden yapılandırılmasını öngörür. Modernist evrensel stil yine genel anlamda bu öngörünün estetik planda araştırılmasının ürünüdür. İnsanlık tarihi boyunca sanatsal aktiviteyi, dinsel/kültürel sınırlar içinde, uzlaşmaz farklılıklar olarak karakterize eden nitelikler modernizmle ortadan kalkar. Sanatsal dilin geleneksel sınırlar içindeki 'anlaşmalı' niteliği, modernizmle yerini merkezsiz bir öznelliğe bırakır. Modernist stil hiçbir geleneğin içinden konuşmaz, hiçbir belleğe mal olmaya yanaşmaz. Hiçbir geleneğe sahip çıkmamak, bütün geleneklere el koymaktır, modernizm de bunu yapar. Tarihi topyekün kazanmak için, tarihin dışına çıkar. Ama bu tarihdışılık köktenci bir kopuşun olduğu kadar, köktenci bir bağlanışın da ifadesidir. En derin anlamda bir içselleştirme ve dışsallaştırmadır. Bunun nasıl gerçekleştiğine bakarken çok bilinen bir deyime, "organik" deyimine başvuracağım. Tarih-dışı bir göz olarak tarihe yönelen modernist sanatıçının önünde artık tek bir gelenek yok, gelenekler var ve o bu geleneklerden, kendini hiçbir kısıtlama altına sokmadan biçimler aktarır. Ancak aktardığı bu biçimleri çoğunlukla tanınmayacak bir sınıra kadar dönüştürür, ögelerinin toplamına indirgenemeyecek o şeye, bütüne katılıncaya kadar başkalaştırır. Böylece bir zamanlar başka bir bütünün taşıyıcısı olan ögeler yeni bir bütünün taşıyıcılarına dönüşürken, hem geldikleri geleneklere içten bağlanır, hem de onları karşılarına alırlar. Bu dönüştürmede izler ne kadar örtükse, kazanımın sınırları da o kadar geniştir. Modern bir yapıtta geçmiş, şimdinin belleği olarak yeniden kazanılan şeydir. Dolayısıyla geçmişin örtülmesi söz konusu değil burada, organik bir biçimde dönüştürülmesi söz konusudur. Böyle bir yapılanmanın ürettiği söylemin, ne türden olursa olsun yayılmacı amaçlar için kullanılır olmayacağı açıktır, çünkü, her şeyden önce, yayılmacı amacın yaydığı şeyi, başka deyişle, merkez aldığı geleneği köktenci biçimde olumsuzlamaktadır. Avrupa-merkeziyetçiliğiyle sınırlanamayacak anlamıysa, kendi tarihsel anının üretim ilişkilerine, örtük ya da açık bu ilişkilerin yükümlediği ideolojik açılımıyla karşılık gelmesidir.

 Postmodernizmin başat ifade biçimi olan eklektizmde ise durum çok farklıdır. Eklektik bir bütün tam da öğelerinin toplamından ibarettir. Bütünü oluşturan öğeler birbirlerine eklemlenmiş değil, eklenmiştir, öğeler arasında yanyanalık ilişkisidir belirleyici olan ve her öğe bir başınalığını korur; bulunduğu yere ait olmamazlık durumundadır ve bizi sürekli olarak asıl dizgesine geri götürür. Yanına katıldığı öğelerle bir anlam üretemez, bir başınalığı içindeyse aslının 'benzeşimidir". Ne ki, bu anımsatış hiçbir dizgeye dayanmadığından, geçmiş cansız imgelerin rasgele toplandığı bir depodur yalnızca. Ama giderek, toplamanın yoğunluğu arttıkça,

'benzeşim' kendi belleğini kurar ve böylece sahici geçmiş silinir, anımsanan olarak bile ortada kalmaz. Modernist bir yapıtta alıntılar düzlem değiştirir, postmodernist bir yapıtta ise düzlem kaydırma söz konusudur. Birinci durumda alıntılanan şey, bir tarihsel düzlemden diğer bir tarihsel düzleme geçerken aldığı konumuyla yeni bir tarihsel değer yüklenir, ikinci durumda alıntılanansa tarihselliğinden arınarak doğal bir konuma çekilir, yeni bir içerik yüklenmez. Eklektik bir bütünde öğeler tam da bu doğal konumlarından ötürü hiçbir çatışma üretmezler aralarında, keyfi biçimde kazandıkları yerlerini her an terketmeye hazırdırlar; tam bir kayıtsızlık içinde değiş tokuşa girebilirler. Farklılıklar böylece silinir, eski-yeni, seçkin-sıradan, her şey aynı değer düzlemine çekilerek eşitlenir. Eşitlenmez aslında,her türlü farklılık tam bir tarafsızlıkla onaylanırken, tam da bu biçimde, bütün farklılıklar yok sayılır, mutlaklaştırılır. Yalnız geçmiş değil, yalnız yaşanan anın gerçeği değil, gelecek de bu noktada yitirilir asıl, daha doğrusu kamufle edilir. Yalçın SADAK:    "Modernist ve Postmodernist Sanatta Alıntılar Sorunu", Çağdaşşünce ve Sanat, Plastik Sanatlar Derneği Yayın Dizisi, 1991 İstanbul

 

 

Jean-François LYOTARD: "... Güç partinin değil de sermayenin olduğunda "transavangardist" ya da "postmodern" (Jencks'in kastettiği anlamda) çözüm, antimodern çözümden daha iyi uyarlanmış olduğu ispat etmektedir. Eklektizm çağdaş genel kültürün sıfır derecesidir. Reggae dinlenilir, bir western seyredilir, yemek için McDonald's ve yerel mutfaklar tercih edilir, Tokya'da Paris parfümü sürülür ve Hon Kong'da "retro" elbiseler giyilir. Bilgi tv oyunlarının konusudur. Eklektik çalışmalar için kitle bulmak kolaydır. Bir kitsch olmakla sanat potronların "zevkinde" hüküm süren karmaşaya pezevenklik etmektedir. Sanatçılar, galeri sahipleri, eleştirmenler ve kitle, "herşeyin idare ettiği" bir yaklaşımda birlikte savrulmaktadırlar. Ve dönem bir durgunlaşma dönemidir. "Herşey idare ederim" realizmi, gerçekte paranın realizmidir. Estetik ölçütlerin yokluğunda, sanat çalışmalarının değerini, sağladıkları kâra göre belirlemek yararlı ve mümkün kalmaktadır. Bu türden realizm, sermayenin bütün "ihtiyaçları" uzlaştırması gibi, varolan eğilim ve ihtiyaçların satın alıcı bir güce sahip olmasını sağlıyarak, bütün eğilimleri uzlaştırmaktadır. Zevk içinse, herhangi biri kendisini kurgular ya da kendisiyle eğlenirse, nazik olmaya ihtiyaç yoktur." Jean-François LYOTARD, Postmodern Durum; Ara Yayıncılık 1990

 

 

eklektisizm, SEÇMECİLİK olarak da bilinir, felsefede ve ilahiyatta farklı düşünce sistemlerinden seçilen öğretilerin ayrı bir sistem içerisinde birleştirilmesi. Öğretilerin alındığı sistemlerin bütününü benimsemediği gibi, aralarındaki çelişkileri çözümleme amacını da gütmez. Dolayısıyla, düşünce sistemlerini birleştirme ya da uzlaştırma yöntemi olan sinkretizmden farklıdır. Soyut düşünce düzeyinde her sistemin öğretileriyle ayrılmaz bir bütün oluşturduğu kabul edilirse, eklektisizm, farklı sistemlerden keyfi olarak seçilen öğretilerin biraraya getirilmesinden doğacak tutarsızlıklar yüzünden eleştirilebilir. Ama uygulamada eklektik bakış açısı birçok bakımdan yararlı olabilir. Bir devlet adamı kadar bir felsefeci de, ilkesel olarak değil, karşıt tarafların öne sürdüğü görüşlerin gerçek değerlerini gördüğü için eklektik olabilir. Bu tür bir eğilim, sistemler yeniliklerini yitirdiğinde ya da tarihsel koşulların ve bilginin değişmesiyle sistemlerin yetersizlikleri ortaya çıktığında görülür...   AnaBritannica Cilt 8

SEÇMECİLİK (Os.İktitâfîyye, İntihâbîyye, Telfîk; Fr. Èclectisme, Al. Eklekticismus, İng. Eclecticism) Degişik türlerdeki düşüncelerin keyfe göre seçilmiş öğelerini mekanik olarak birleştirme yöntemi ve bu yöntemle kurulmuş öğretiler...   Seçmecilik, bağdaştırmacılık'la karıştırılmamalıdır.(*) Seçmecilik, (T.D.K. yayını) "Değişik ve çoğu kez birbirinin tam karşıtı olan felsefe dizgelerinin, görüş açılarının, kuramsal öncülerinin v.b. bağdaşmaz yanlarını görmezlikten gelerek, bağdaşabilir yanlarını düzenli bir bütün oluşturmadan biraraya getirme tutumu."

BAĞDAŞIK (Tr. Mantık) Bağdaşş olan... Birbirleriyle uyuşan ve geçinebilecek durumda olanlardan her birini dilegetiren bağdaşık (Os. Münsecim, Kabili telif; Fr. Coordonné) terimi, kimi yazarlarca birtürden deyimiyle anlamdaş olarak da kullanılmaktadır. (*)

BAĞDAŞMA (Os. Tertip, Tanzim, İntizam; Fr., İng. Coordination) Düzenleşme... Yokluğu ya da  değişmesi, ötekinin de yokluğunu ya da değişmesini gerektirecek kadar birbirine bağlı olan niteliklere ve kavramlara mantık ve  yaşambilimde bağdaşma halinde olanlar anlamında bağdaşık ya da düzenleşik denir. Matematikte aynı anlamda koordinat terimi kullanılmaktadır. Yaşambilimde bağdaşma zorunlu bir düzendir.(*)

UZLAŞIMCILIK (Os. Te'lifîyye, Fr. Syncrétisme, İng. Syncretism) Çelişkili düşünce ve öğretileri uzlaştırmaya çalışan öğreti...Seçmeciler, uzlaşımcılığı kendi öğretilerine karşıt sayarlar. (*) Orhan Hançerlioğlu; Felsefe Ansiklopedisi, Remzi K.E.

 

 

Yalçın SADAK:      Biz modernizmi büyük ölçüde atladık. Tek tek sanatçıların çabalarında saptanabilen bir tür geç modernizmden söz edilebilir ancak; genel olarak tartışmalara bakıldığında modernizmi atladığımız görülüyor. O atlamanın ardından gelen bir telaş, bir panik de var. Korkarım postmodernizm bu paniği kompanse eden bir şey oldu. Postmodernizm sayesinde bu geçikmeden ve onun getirdiği eziklikten kurtulmuş olduk. Modernizmle kaçırdığımız avantajları postmodernizmle yakaladığımız sanısına kapıldık birden. Kimlik sorunumuzu aştığımızı düşünür olduk. Oysa bu avantaj modernizmle yakalanabilirdi. Çok da uygun bir yerdeydik, iki kültürün birleştiği yerde. Açıkçası ne doğulu ne de batılı olamayan ama bunların toplamı olmaktan da kurtulamayan kültürel kimliğimizi, her iki koldan da terk ederek kazanma şansımızı kullanamadık. Bu dönüştürmeleri yapamadık çünkü modernizmin kuramsal temellerine inemedik. Postmodernizm modernizmin eriştiği mükemmellikten kaynaklanıyor yargısına gelince: Böyle bir yaklaşım postmodernizmi yalnızca tepkisel düzeyde bir hareket olarak sınırlar ki, bu kanımca sakıncalıdır...

 ...Üslubun ve özgünlüğün ortadan kalktığı yolundaki görüşler sanatçıyı her şeyi yapmaya hakkı olduğu sonucuna çıkarıyor kolayca. Bir nesnenin sanat yapıtı olması için  öyle sunulmasının yeterli olacağı sanılıyor.  Sanatçı bir yandan böylesine aşırı  bir özgürlüğün havarisi kesiliyor, öte yandansa paradoksal biçimde kişiliksizlik içinde kişilik  olmaya, starlaşmaya çalışıyor.  Her şey sanatsa, hiçbir şey sanat değil demektir. Bu gerçek unutuluyor. İçinde bulunduğunu sandığı tam bağımsızlık halinin, gerçekte tutsaklık hali olduğunun ayırdında değil sanatçı. Kimse geçmişi aynı biçimde sürdürme savında olamaz; bu doğru ama geçmişin doğallaştırılmasına da razı gelemez. İdeolojilerin sonu geldiyse insanın sonu geldi demek değil  bu. Keşfedilecek yeni özgürlük alanları, sözü yürütecek yeni dayanaklar olmalı. Dünya hiçbir zaman onunla tam barışmamıza hak edecek kadar âdil olmadı. Yalçın SADAK:    "Modernist ve Postmodernist Sanatta Alıntılar Sorunu", Çağdaşşünce ve Sanat, Plastik Sanatlar Derneği Yayın Dizisi, 1991 İstanbul

 

 

Ahmet İNSEL:   Modernliğin ideolojisi basit bir denkleme dayanır.  Teknik ve iktisadi ilerleme, toplumsal, siyasal, fikri ve ahlaki ilerlemelerin çekici gücü, lokomotifidir. Modernlik için büyülü kelime, ilerlemedir...

 Bu ilerleme fikrine göre hisler, değerler ve benzeri öznelliklerinden nesnel olguları bütünüyle ayırmak gerekir...

 Bu modernlik ideolojisinin geçtiğimiz on-yirmi yıl içinde şiddetle sarsıldığını, cazibesini kaybettiğini gördük...

 Dolayısıyla "İlerlemenin sonuna mı geldik" sorusu, gelecek yüzyılın asli eğilimlerini öngörmeye çalışanların cavaplamaya çalıştıkları bir soru. Ama bu, kısmen yanlış sorulmuş bir soru. İlerleme olgusunun değil, ilerleme fikrinin sonuna geldiğimizi söylemek daha doğru. Üçyüz yıllık Avrupa veya Batı tarihine anlam anahtarı işlevi gören ilerleme fikrinin egemenliğini yitirmesine şahit oluyoruz.

 Ulrich Beck ve Anthony Giddens, "Reflexive Modernitiy" başlığını taşıyan son kitaplarında, modernliğin almaya başladığı yeni biçimi ele alıyor. "İkinci modernlik" olarak da tanımladıkları bu karşılıklı etkileşime ve yapılan üzerine düşünülmeye dayalı modernlik fikrinin temelinde, tüm seçimlerin insani oldukları, insan aklının ise mükemmel olmadığı kabulü yatıyor.

 Her teknik atılımın bir insani ve toplumsal ilerlemeye tekabül etmediği, bilim, teknik ve ekonominin başıboş  bırakıldıklarında insanlığı felakete sürükleyeceklerinin kabul edilmesine dayanan bu ikinci modernlik, bir biçimde modern insanın insanlığını yeniden bulması demek. Fransız sosyoloğu Bruno Lafour bunu, "medeniyet kelimesinin, Avrupa usulü geçmişi silip süpürmek demek olmadığını, medeniyetin mümkün olanlar içinde ayıklamak" anlamına da geldiğinin yeniden anlaşılması olarak tanımlıyor. Bu yeni modernlik dünyasında en fazla sıkıntı çekeceklerin, "herşeyi basite ve tek boyutluluğa indirgeyenler" olacağını iddia ediyor.

Ahmet İNSEL:  "İlerleme ve ikinci modernlik", Yeni Yüzyıl   29 Eylül 1996