Rüya,
Sanat ve Gelecek
Ayşe
Yüce
2002-2003 2. sınıf, Heykel dB ©
Yaşadığımız dünyayı
zenginleştiren ürünlerin yakın geçmişte birilerinin rüyalarından,
sanatsal ya da bilimsel kurgularından ibaret olduğunu düşünmek
yanlış olmaz. Pek çok sanat alanı için eleştiri mekanizmasının
gelişmesine de katkıda bulunan psikanaliz, feminizm, Marksizm,
fütürizm gibi her türlü yenilik, başlangıçta yadırganmış ve
gereksiz bulunmuştur. Bu yargılamanın sebebi önerilen ya da
uygulanan düşüncelerin zamanın ötesinde bir algıyı sunması,
yaşanan çağın kurulu düzenini ve entelektüel birikimini aşan
veriler içermesidir. Guilaume Apollinaire’in Kübist Ressamlar adlı
kitabında, 1908'de Henri Matisse’nin gördüğü bir resim karşısında
şaşırarak, alay etmek amacıyla resme 'kübik’ dediğini söylemesi
ilginçtir. Kübist estetik, önce Andre Derain’ın zihninde oluşmuş
ve Pablo Picasso'nun yapıtlarıyla kabul görmeye başlamıştır. Büyük
bir ressam olan Henri Matisse'in bile algılarını alt üst eden bir
estetik anlayışı, sanattan uzak olan insanlar için kim bilir ne
denli yabancıdır. "Tasarlanmış gerçekçiliği ya da yaratılmış
gerçekçiliği resmederken, ressam üç boyutun görünüşünü elde
edebilir, bir bakıma kübikleştire bilir." diyen Apollinaire'in bu
sözünde dikkat etmemiz gereken, tasarlanmış ya da yaratılmış
gerçekliktir. Çünkü sanatçı, ister Edebiyatta ister plastik
sanatlarda olsun, yar olan gerçeklikten çok tasarladığı, yarattığı
bir gerçekliği kullanır ki bu da sanatın gelecekle olan bağını
güçlendirir. ApoIlinaire, kübizmin dört kola ayrıldığından söz
ediyor. Bunlar görülen gerçeklikten değil de bilginin sağladığı
gerçeklikten alınmış öğelerle yeni bütünler resmetme sanatı olan
bilimsel kübizm, görülen gerçeklikten alınma öğelerle yeni
bütünler resmetme sanalı olan fiziksel kübizm, tümüyle sanatçı
tarafından yaratılmış ve sanatçı tarafından kendilerine güçlü bir
gerçeklik verilmiş öğeleri kullanan Orpheusçu kübizm, iç güdü ve
sezgilerin sanatçıda uyandırdığı gerçekliği dönüştüren iç güdüsel
kübizmdir. Görüldüğü gibi bu dört tanınım ortak yanı fiziksel
kübizmde dahil sanatçının zihinsel dönüştürme etkinliğine
dayanmasıdır. Ressam algıladığı gerçekliği değil kullandığı,
sezdiği, arzuladığı gerçekliği kullanır. Sanatın gerçekçiliği bu
şekilde İşliyor olması, sanatı zamanın önüne geçirir. Kurgulanan,
arzulanan, çarpıtılan gerçeklik bir süre sonra kabul görür,
canlanır ve yaşamaya başlar.
Sanatın bu özelliği nasıl
kazandığı, gelmekte olanı hangi yollarla sezdiğini ve nasıl olup
da önceden davrandığını kavramak için Freud ve Lacan'ın
çalışmaları yol göstericidir. Freud rüyalar üzerine geniş çaplı
çalışmalar yapmış, her rüyanın bir arzunun gerçekleşmesi olduğunu
söylemiştir. Zamanla bu fikrini değiştirmiş, üretilen Edebiyat
metinleriyle rüyalar arasında bir bağ kurarak, yaratıcı yazılan
rüyalarla, yazarları ise gündüz rüya görenlerle eşleştirmiştir.
Freud'a göre yazarları, yaratıcı yazılar yazmaya yöneten bilinç
altıdır, tıpkı rüyada olduğu gibi. Freud'un rüya işlemleri olarak
öne sürdüğü yoğunlaştırma ve yer değiştirme işlemleri de Edebi
metinlerin özelliğidir. Yoğunlaştırma rüyada görünen pek çok
simgenin gerçekler dünyasında bir tek nesneyi göstermesi anlamına
gelir. Yer değiştirme ise bir nesnenin enerjisinin kendisinden
ayrılıp başka bir nesneye eklenmesidir. Daha sonra Lacan bu
verileri geliştirir ve bilinç dışının dil gibi yapılandığını
söyleyerek Edebi metinlerin psikanalizle okunabileceğini gösterir.
Burada sanatın bütünüyle bir rüya gibi algılanması değildir. Söz
konuşu olan sanatın, bilinç dışıyla ayrılmazlığı ve bu
ayrılmazlığın sanatçıya kazandırdığı özgürlüktür. Sanatçı
üretirken rüyalarındaki kadar özgürdür. Rüyalarda nasıl fiziksel
yasalardan, din, ahlak, toplum kurallarından bağımsız ve sansürden
göreceli olarak uzaksa sanatta da öyledir. Bu durum sanatçıya
içinde yaşadığı düzenin üstüne çıkma, bir üst dil yaratma, resim
ya da heykel yoluyla gerçekli deforme etme yetkisini kazandırır.
Bugün sinemanın durumu sanatın
geleceği yaşadığına yönelik iyi bir örnektir. Sinema,
teknolojinin, tüm kaynaklarını kullanarak, hayal üretir. Ancak bu
hayaller kısa bir süre sonra gerçekçiliği oluşturur. Filimde İcat
edilen ve o an için çok ütopik görünen bir makine 20-30 yıl sonra
günlük yaşama karışır, her gün kullanılan birkaç araç olur.
Hollywood filmlerinin bazıları komplo teorileri üretecek kadar
geleceği yakalamıştır. 11 Eylül'de ikiz kulelere yapılan saldırı,
‘Kod Adı Kılıç Balığı’ adlı filmi gündeme getirmiş, Amerika'nın bu
saldırıyı kendisinin yaptırdığına dair söylentilerin doğmasına yol
açmıştır. Bugün yedinci sanat olarak alınan sinemacıların
gelecekte olacakları sezmesi ya da olacaklar için ihmal veren
projeler üretmeleri dikkat çekicidir. Sanatla uğraşan insanların
bilgiye olan açlığı, her türlü veriyi değerlendirmeleri, toplumsal
rahatsızlıkların izini sürmeleri geleceği yakalamalarında etkili
olan başka bir faktördür. Yine sanat ürünleri bir toplumun
tabularını yıkarak daha özgür ve yaşanılanı bir dünya üretir.
Böylece romanlarda, resimlerde ya da fîlmlerde tabular, günlük
yaşamda olduğundan çok, daha önce yıkılır. Cinselliğin yaşanması,
insanın kendi bedenini kullanma hakkına sahip olması, yüzyıllardır
sanatla ifade edilirken, pratikte hala yasak olarak sürmektedir.
Bu anlamda sanatın, insanlığı daha insancıl bir yaşama hazırladığı
düşünülebilir.
Sanatın önceden davranma
özelliğinin bir başka nedeni, sanatçıları psikolojik yapılarıyla
ilgilidir. Roll May, ‘Yaratma Cesareti’ adlı yapıtında sanatçının
cesaretinden ve toplumdan soyutlanmışlığından bahseder. Toplumcu
gerçekçi sanatçılarda bile toplumun yaygın davranışlarından,
kavrayışlarından ayrılan yanlar vardır ki bu şekilde sanatçı
mutlak yalnızlığın içinde farkındalığını arttırır. Bir insan
olarak neye ihtiyaç duyduğunu, ne tür eksikleri olduğunu ve nasıl
doyuma ulaşacağını düşünür, bu süreç sanatçının kendisini
keşfederken diğer insanları da keşfetmesiyle sonuçlanır ve tek bir
sanat yapıtıyla onlarca yılda alınacak yol bir anda
katledilebilir. Sanatçı melankoliktir, var olarda yetinmez. O,
kendi kaderini belirlemek ister ve yasaları belirlenmiş bir
dünyada yalamaktan hoşnut değildir. İşte kendi belirlediği
yasalarla yasayacağı dünya onun kendi yapıtıdır ve bu yapıtı
yaratmak için sonsuz bir cesarete sahiptir. Roll May yaratma
cesaretini şöyle anlatır: "Bu cesaretin başlıca öz niteliği, bizim
kendi varlığımız içinde onsuz kendimizi bir boşluk olarak
hissedeceğimiz merkezileşmişliği gerektirmesidir. İçteki boşluk,
dışla bir duygusuzluk ilişkisidir ve uzun vadede, bu duygusuzluk
korkaklık olarak birikir. Bu yüzden bağlanışımızı her zaman kendi
varlığımızın merkezinde temellendirmek zorundayız, yoksa hiçbir
bağlanma otantik düzeye varamaz." May'in ifadesi daha önce dile
getirdiğim bir düşünceyi destekler. Sanatçının mutlak yalnızlığı
ve kendini keşfetmesi. Kendini keşfetmeden sanatçı, otantik olmayı
başaracak ve böylece dünyaya yeni bir anlayış, yeni bir algı
sunacaktır.
Gerçeküstücü Rene Magritte'in
adlandırılması gerekmeyen resimleri adlandırması ve piponun altına
‘bu bir pipo değildir’, yazarak bir yandan bir
pipoyla pipo resmini ayırıp, ressama nedenlerin görünen
gerçekliğini çarpıtma hakkını temsil ederken, diğer yandan
toplumun düzenlerine karşı çıkması da konumuz bağlamında
değerlendirilebilir. Çünkü sanat bir karşı çıkma biçimidir aynı
zamanda. Sanatçı İktidara, ideolojiye ya da toplumun aksayan
değerlerine, koşullanmışlığına olan muhalefetini yapıtları yoluyla
ortaya koyarak gelecekte yaşanacak dünyanın sınırlarını belirler.
Bütün bunlar sanatın zamanın önünde yürüdüğünün basit
örnekleridir. Bilgi , sezgi ve cesaretini yeteneğiyle birleştiren,
yer ve gök arasında olup bitenleri kendince kavrayıp yepyeni bir
gerçeklik boyutunda işleyen, hayal kuran ve rüya gören sanatçı
içinde yaşadığı zaman elbette yetersiz kalacaktır.
KAYNAKÇA
GOMBRİCH, E.H.: Sanatın Öyküsü,
RemziKitabevi, İstanbul,1980.
İPŞİROĞLU, Nazan – Mazhar:
Sanatta Devrim, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993.
KUTSİYE, Bozoklar: Sanat ve
Mücadele, Ceylan Yayıncılık İstanbul,
1999.
ÖZTOPÇU, H. Avni: Doksanbeş –
Doksanaltı Notları, H62, İstanbul, 2002.
TUNALI, İsmail: Estetik,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993.