Sanat ve Gündelik
Yaşam Nereye?
Çiğdem Kıran
2002-2003 2. sınıf, Özgün
Baskı dB ©
“Çağımızın ve yaşadığımız ortamın sanatı, orospudan farksız. Bu
benzetme en küçük ayrıntısına kadar doğrudur. Sanat da tıpkı onun
gibi, zamanda sınır tanımıyor; her zaman süslü, satılık, baştan
çıkarıcı ve zararlı.
Gerçek sanat yapıtı, ana rahmine
düşmüş çocuk gibi, sanatçının ruhunda, daha önceki yaşamın meyvesi
olarak nadir zamanlarda ortaya çıkar. Ama düzmece sanat,
tüketicileri olunca, dur durak bilmeden çalışan bir zanaatkar
işidir. Gerçek sanat, kendisine aşık bir kocası olan kadın gibi,
süslenip püslenme gereksinimi duymaz. Düzmece sanat ise, bir
fahişe gibi her zaman süslü püslü olmak zorundadır.
Gerçek
sanatın kökeninde, birikmiş bir duyguyu dile getirmenin iç
zorunluluğu vardır ve bu, bir annede, gebeliğin kökeninde aşkın
bulunmasına benzer. Düzmece sanattaki güdü, tıpkı fahişelikte
olduğu gibi kazanç elde etmeye kapılmalıdır.
Gerçek
sanat, günlük yaşama yeni bir duygu sokma sonucunu doğurur ve bu,
evli bir kadının duyduğu aşkın, dünyaya yeni bir insan getirme
sonucunu vermesine benzer. Düzmece sanatın doğurduğu sonuç, insanı
yozlaştırmak, ona giderilmeyen bir haz susuzluğu vermek ve tinsel
güçleri zayıflatmaktır.
Her
yanımızı kaplayan bu sanatın çamurlu dalgasından kurtulmak için
çağımızın ve çevremizin insanlarının anlaması gereken işte budur.
(…)” (Leon Tolstoy)
Yaşananlar her zaman
yaşanacakların öntaslağı olagelmiştir, dolayısıyla ‘neden’i de
içinde, kendiliğinden barınan bir pratik olmuştur. Gündelik
yaşamdaki ‘insan’ın duruşu; onu var eden bütün koşullardan
bağımsız değerlendirilemez. Eğer bir şey günümüz yoz ortamında
çoğunluğun durduğu yerde duruyorsa, estetik beğenisi gelişmemiş,
her önüne konulanla yetinen, sanatı tüketmeye alışmış, hiçbir
zaman kendi isteğiyle bir sanat eserine ulaşmaya çalışmamış,
kısacası ortalama beğenilerin içine hapsolmuşsa; bu kişinin yarını
ya da sonu hakkında bir tahminde bulunmak kahinlik olmasa gerek…
Sıradan insanların sosyalitesini oluşturan şey, sanatsal
etkinlikler değimlidir? Bir sergiyi gezmek, bir tiyatro oyununa
gitmek vs.. Bu etkinlikleri hazırlayan kişiler yani sanatçılar
ise, toplumun bir adım önünde olmak zorundadırlar. Zira sanatçı
filozof demektir aynı zamanda. Sanatına kalıcılık kazandırabilmesi
için mutlaka felsefesi sağlam olmalıdır.
Tolstoy’un yukarıda değindiği ‘sanat’ ve ‘düzmece sanat’ ayrımı
tam da gündelik yaşamda hızla tüketilen ve büyük bir çoğunluğun
günümüz ortamındaki gibi yarını olmayan popüler ürünleri, artan
bir taleple tüketiyor olmasında berraklaşıyor. Gerçek sanat
eserinin reklamı yapılmaz. Reklamı yapılan sanat düzmecedir.
Reklamı yapıldığı için, içinde para kazanma kaygısı vardır ve
böyle bir kaygıyla hareket eden sanatçının ‘gününü kurtarmak’
dışında bir kaygısı olamaz. Kendi gününü kurtarmayı düşünen
sanatçı da, kitlesini yarınsızlaştırır. Gerçek sanat eseri,
tüketicinin önüne koyulan değil, tüketicinin arayıp bulduğu
eserdir…
Popüler olan ürün bir müddet sonra yok olur. Ama yok olmayan bir
sürekliliği var popülerliğin; sadece oyuncuları değişiyor o kadar.
Bundan iki yıl önce kimselerin dilinden düşmeyen şarkıları yazan
pop müzikçi, eğer yeni bir saçmalık üretmediyse artık adı bile
anılmaz olur. Geçmişin bir köşesinde kalır sadece. Popüler olan
ürün, ticari kaygılarla üretildiğinden mutlaka insanı özden,
insanı duygulardan uzaklaştırır. Çünkü kaygısı çok satmak ve
tutulmaktır.
Müzikten bir örnekle devam edelim:
Yakın
zamanda yitirdiğimiz Fikret Kızılok, 67- 68 yılları arasında
yaptığı müzikte farklı bir tarz denemişti. Bu tarz farklılığının
nedeni arayış içinde olması ve eline gitarı alıp, o dönem hayatta
olan halk ozanı Aşık Veysel’in yanında iki ay yaşamasıydı. Kızılok
gitarının akordunu Aşık Veysel’in sazına göre akort edince farklı
bir zenginliği keşfettiğini anlamıştı. Devamında yaptığı
türkülerin batı enstrümanlarıyla çalınması ve her yerde söylenir
olması sanatçıyı popüler kılmıştı. Sonrasında Fikret Kızılok,
bütün hayranlarını şaşırtacak bir kararla müziğe ara verdiğini
söyleyerek kendisini geri çekti. Nedenini de şöyle açıklamıştı:
‘%80’i kitap okumayan, üretmeyen arabesk bir toplumda, çok satan
yada rağbet gören ürünün nitelikli olması mümkün müdür? Benim
yaptığım müziğin bu denli rağbet görmesi beni rahatsız etti. Demek
ki eksiklik var bir yerlerde; dolayısıyla niteliğimi sorgularken
amacımı da belirlemek istiyorum. Benim için %5’lik bir entelektüel
kesimin beğenisini alıp, kalıcı müzik yapmak daha önemli.’
Bir
televizyon programında canlı yayında pop müzik tartışması vardı.
Konuklar, pop müziği savunanlar ve savunmayanlar olarak ikiye
ayrılmıştı. Savunanlardan biri, kendi kızı da pop müzik yapan
Zülfü Livaneli’ydi. Tartışmaya telefonla katılan Fikret Kızılok:
‘Sayın Livaneli’ye ve oradaki diğer erkek konuklara bir soru
sormak istiyorum. Karınızı seviyor musunuz?’ diye sormuştu. Ortam
bir anda buz kesti ve kısa bir sessizlik oldu. Suskunluğun nedeni
oyuna gelmemekti. Homurtular yükselmeye başladı ve ‘ne alakası var
efendim, biz burada pop müziği tartışıyoruz’ diyen sesler
yükseldi. Spikerin müdahalesiyle sanatçıya iyi akşamlar denilerek
bağlantıyı kestiler. Soru çok anlaşılırdı aslında. Bir insan
karısını ya sever, yada sevmez. Severse O’na olan duygularını
nasıl ifade eder? Popçuların argo diliyle mi?
Popüler olan mutlaka yozlaşmayı beraberinde getiriyor.
Popülariteden beslenen kesim farkında olmadan insani duygulardan
ve özünden uzaklaşıyor. Kavramların içi boşalıyor. Aşk’ın yerini,
bayağılaştırılmış cinsellik alıyor. Sevgiliye söylenecek bir yığın
güzel söz varken; ‘kız hepsi senin mi?’ yada ‘bandıra bandıra ye
beni’ ile toplum kendi kendini yiyip bitiriyor.
Sanat,
her zaman toplumun bir adım önünde olmalıdır. Yarınına yön
verebilmesi için bugünün gerçekliğini kavraması ve kavratması
gerekiyor. Dolayısıyla aydınlanmacı olmak zorunda.
‘Sanatın çıkış noktası yaşamdır.’ Der, Bertolt Brecht. Yaşamın
sadece tüketimiyle ilişkilenmiş sanat eksiktir, tükenmeye
mahkumdur.
Güncelin ve yaşamın sıradanlığını insan, sanatın büyüsüyle aşar.
Sanatçı, dünü ve bugünü geleceğe taşıma yetisiyle, zamanın ileriye
doğru önü alınmaz akışını duyurandır.
KAYNAKÇA
AFŞAR, Timuçin: Estetik,
İnsancıl Yayınları,
İstanbul, 1998
HEIDEGGER,
Martin: Nietzsche’nin Tanrı Öldü Sözü ve
Dünya Resimleri Çağı, Asa Kitabevi,
Bursa, 2001.
KUTSİYE,
Bozoklar: Sanat ve Mücadele, Ceylan Yayıncılık, İstanbul,
1999.
MENGÜŞOĞLU,
Takiyettin: Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000
ÖZTOPÇU, H.
Avni: Doksanbeş – Doksanaltı Notları, H62, İstanbul,
2002.