ders BELGELİĞİ

desen yazıları
ders BELGELİĞİ kapsama alanında öğrenci araştırma yazıları

dy 1 Ana Sayfa

 dy 1. sayı, haziran 2004



Sanat ve Gündelik Yaşam Nereye?

Çiğdem Kıran
2002-2003 2. sınıf, Özgün Baskı dB ©
 

“Çağımızın ve yaşadığımız ortamın sanatı, orospudan farksız. Bu benzetme en küçük ayrıntısına kadar doğrudur. Sanat da tıpkı onun gibi, zamanda sınır tanımıyor; her zaman süslü, satılık, baştan çıkarıcı ve zararlı.

Gerçek sanat yapıtı, ana rahmine düşmüş çocuk gibi, sanatçının ruhunda, daha önceki yaşamın meyvesi olarak nadir zamanlarda ortaya çıkar. Ama düzmece sanat, tüketicileri olunca, dur durak bilmeden çalışan bir zanaatkar işidir. Gerçek sanat, kendisine aşık bir kocası olan kadın gibi, süslenip püslenme gereksinimi duymaz. Düzmece sanat ise, bir fahişe gibi her zaman süslü püslü olmak zorundadır.

Gerçek sanatın kökeninde, birikmiş bir duyguyu dile getirmenin iç zorunluluğu vardır ve bu, bir annede, gebeliğin kökeninde aşkın bulunmasına benzer. Düzmece sanattaki güdü, tıpkı fahişelikte olduğu gibi kazanç elde etmeye kapılmalıdır.

Gerçek sanat, günlük yaşama yeni bir duygu sokma sonucunu doğurur ve bu, evli bir kadının duyduğu aşkın, dünyaya yeni bir insan getirme sonucunu vermesine benzer. Düzmece sanatın doğurduğu sonuç, insanı yozlaştırmak, ona giderilmeyen bir haz susuzluğu vermek ve tinsel güçleri zayıflatmaktır.

Her yanımızı kaplayan bu sanatın çamurlu dalgasından kurtulmak için çağımızın ve çevremizin insanlarının anlaması gereken işte budur. (…)” (Leon Tolstoy)

 Yaşananlar her zaman yaşanacakların öntaslağı olagelmiştir, dolayısıyla  ‘neden’i  de içinde, kendiliğinden barınan bir pratik olmuştur. Gündelik yaşamdaki ‘insan’ın duruşu; onu var eden bütün koşullardan bağımsız değerlendirilemez. Eğer bir şey günümüz yoz ortamında çoğunluğun durduğu yerde duruyorsa, estetik beğenisi gelişmemiş, her önüne konulanla yetinen, sanatı tüketmeye alışmış, hiçbir zaman kendi isteğiyle bir sanat eserine ulaşmaya çalışmamış, kısacası ortalama beğenilerin içine hapsolmuşsa; bu kişinin yarını ya da sonu hakkında bir tahminde bulunmak kahinlik olmasa gerek…

Sıradan insanların sosyalitesini oluşturan şey, sanatsal etkinlikler değimlidir? Bir sergiyi gezmek, bir tiyatro oyununa gitmek vs.. Bu etkinlikleri hazırlayan kişiler yani sanatçılar ise, toplumun bir adım önünde olmak zorundadırlar. Zira sanatçı filozof demektir aynı zamanda. Sanatına kalıcılık kazandırabilmesi için mutlaka felsefesi sağlam olmalıdır.

Tolstoy’un yukarıda değindiği ‘sanat’ ve ‘düzmece sanat’ ayrımı tam da gündelik yaşamda hızla tüketilen ve büyük bir çoğunluğun günümüz ortamındaki gibi yarını olmayan popüler ürünleri, artan bir taleple tüketiyor olmasında berraklaşıyor. Gerçek sanat eserinin reklamı yapılmaz. Reklamı yapılan sanat düzmecedir. Reklamı yapıldığı için, içinde para kazanma kaygısı vardır ve böyle bir kaygıyla hareket eden sanatçının ‘gününü kurtarmak’ dışında bir kaygısı olamaz. Kendi gününü kurtarmayı düşünen sanatçı da, kitlesini yarınsızlaştırır. Gerçek sanat eseri, tüketicinin önüne koyulan değil, tüketicinin arayıp bulduğu eserdir…

Popüler olan ürün bir müddet sonra yok olur. Ama yok olmayan bir sürekliliği var popülerliğin; sadece oyuncuları değişiyor o kadar. Bundan iki yıl önce kimselerin dilinden düşmeyen şarkıları yazan pop müzikçi, eğer yeni bir saçmalık üretmediyse artık adı bile anılmaz olur. Geçmişin bir köşesinde kalır sadece. Popüler olan ürün, ticari kaygılarla üretildiğinden mutlaka insanı özden, insanı duygulardan uzaklaştırır. Çünkü kaygısı çok satmak ve tutulmaktır.

Müzikten bir örnekle devam edelim:

Yakın zamanda yitirdiğimiz Fikret Kızılok, 67- 68 yılları arasında yaptığı müzikte farklı bir tarz denemişti. Bu tarz farklılığının nedeni arayış içinde olması ve eline gitarı alıp, o dönem hayatta olan halk ozanı Aşık Veysel’in yanında iki ay yaşamasıydı. Kızılok gitarının akordunu Aşık Veysel’in sazına göre akort edince farklı bir zenginliği keşfettiğini anlamıştı. Devamında yaptığı türkülerin batı enstrümanlarıyla çalınması ve her yerde söylenir olması sanatçıyı popüler kılmıştı. Sonrasında Fikret Kızılok, bütün hayranlarını şaşırtacak bir kararla müziğe ara verdiğini söyleyerek kendisini geri çekti. Nedenini de şöyle açıklamıştı: ‘%80’i kitap okumayan, üretmeyen arabesk bir toplumda, çok satan yada rağbet gören ürünün nitelikli olması mümkün müdür? Benim yaptığım müziğin bu denli rağbet görmesi beni rahatsız etti. Demek ki eksiklik var bir yerlerde; dolayısıyla niteliğimi sorgularken amacımı da belirlemek istiyorum. Benim için %5’lik bir entelektüel kesimin beğenisini alıp, kalıcı müzik yapmak daha önemli.’

Bir televizyon programında canlı yayında pop müzik tartışması vardı. Konuklar, pop müziği savunanlar ve savunmayanlar olarak ikiye ayrılmıştı. Savunanlardan biri, kendi kızı da pop müzik yapan Zülfü Livaneli’ydi. Tartışmaya telefonla katılan Fikret Kızılok: ‘Sayın Livaneli’ye ve oradaki diğer erkek konuklara bir soru sormak istiyorum. Karınızı seviyor musunuz?’  diye sormuştu. Ortam bir anda buz kesti ve kısa bir sessizlik oldu. Suskunluğun nedeni oyuna gelmemekti. Homurtular yükselmeye başladı ve ‘ne alakası var efendim, biz burada pop müziği tartışıyoruz’ diyen sesler yükseldi. Spikerin müdahalesiyle sanatçıya iyi akşamlar denilerek bağlantıyı kestiler. Soru çok anlaşılırdı aslında. Bir insan karısını ya sever, yada sevmez. Severse O’na olan duygularını nasıl ifade eder? Popçuların argo diliyle mi?

Popüler olan mutlaka yozlaşmayı beraberinde getiriyor. Popülariteden beslenen kesim farkında olmadan insani duygulardan ve özünden uzaklaşıyor. Kavramların içi boşalıyor. Aşk’ın yerini, bayağılaştırılmış cinsellik alıyor. Sevgiliye söylenecek bir yığın güzel söz varken; ‘kız hepsi senin mi?’ yada ‘bandıra bandıra ye beni’ ile toplum kendi kendini yiyip bitiriyor.

Sanat, her zaman toplumun bir adım önünde olmalıdır. Yarınına yön verebilmesi için bugünün gerçekliğini kavraması ve kavratması gerekiyor. Dolayısıyla aydınlanmacı olmak zorunda.

‘Sanatın çıkış noktası yaşamdır.’ Der, Bertolt Brecht. Yaşamın sadece tüketimiyle ilişkilenmiş sanat eksiktir, tükenmeye mahkumdur.

Güncelin ve yaşamın sıradanlığını insan, sanatın büyüsüyle aşar. Sanatçı, dünü ve bugünü geleceğe taşıma yetisiyle, zamanın ileriye doğru önü alınmaz akışını duyurandır.

 

KAYNAKÇA

AFŞAR, Timuçin: Estetik,  İnsancıl Yayınları, İstanbul, 1998

HEIDEGGER, Martin: Nietzsche’nin Tanrı Öldü Sözü ve Dünya Resimleri Çağı, Asa Kitabevi, Bursa, 2001.

KUTSİYE, Bozoklar: Sanat ve Mücadele, Ceylan Yayıncılık, İstanbul, 1999.

MENGÜŞOĞLU, Takiyettin: Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000

ÖZTOPÇU, H. Avni: Doksanbeş – Doksanaltı Notları, H62, İstanbul, 2002.