Doğamız Sanat
Mehmet Öğüt
2002-2003 2. sınıf desen
RR3 dB ©
Sanat,
kendi dilini oluşturmuştur. Sanatı anlamak salt görme, işitme ya
da dokunma duyusunun ötesine geçmiştir. Oluşumu yüzyıllar süren
dil, tamamıyla bir birikim ve özveri istemiştir. Sınırları öyle
genişlemiştir ki, aynı anda bir çok farklı şeyler sanat çatısı
altında toplanır olmuştur.
Kuralların gölgesi altında yapılan Rönesans resimleri de sanat
kavramı içerisindedir, kuralların doğruluğunu sorgulayan J.
Beuys’un performansları da...
Sonuç nasıl
olursa olsun, nasıl uygulanırsa uygulansın önemli değildi aslında,
takılı kalmamalıydık bu kısımda, amaç önemliydi. Sanatta hedef,
olması gerekeni vurgulamaktı. Olan ne kadar doğruydu.
Hedef ya da
sonuç ne olursa olsun, gerçek olan, sanatın, mükemmellikle işleyen
bir döngü olan doğadan çıkmasıdır. Bütün diğer şeyler gibi... Bunu
kimse inkar edemez. Dillerin kaynağı doğadır.
İnsanoğlu bu
kusursuz işleyen döngüden korktu ve bu güç karşısında tapındı.
Güneş’e, Ay’a, Suya taptı. Onları temsil etmek için üretti ve
ürettiği şeyde bu gücü aradı ve bu güce ulaşmak için yarattığı
şeyi kullandı.
Önceleri bu
güç karşısında saygılarını göstermek için kullandıkları nesneler,
sonra salt güç oldular ve tapınan güçten çok, insan üretimi olan
nesneler oldular.
Zaman, sanatta
bulduğumuz, hissettiğimiz gücün kaynağını derinliklerine gizledi
ve bizimle paylaşmadı.
Sonra da, zaman
ve mekan kavramlarını arkasına alarak insanoğlu kendi için doğadan
koptu. Artık doğadan korkmuyordu ve dünyanın yönetim gücünü
doğanın elinden almıştı. Doğa artık Monet’ in peyzajlarıydı ve
insan için vardı.
İnsan önce
doğaya ihanet etti, sonra da kendine. Sanat için yıktığı
kuralların üzerinde duramıyordu, artık sanatçı. Baba sanatçıdan,
oğul sanatçıya geçen; eskiyi yıkıp kendi akımını getirme
saltanatı, sanatın sonunu hazırlıyordu. Sanat, çöküş dönemine
girmişti.
Sanat
için her şeyin kabul olabileceği bir durumda , sanatın özü adına
kesin bir şey söylemek mümkün değildir. ‘O’, her şeyi içinde
bulundurabilecek bir sıfırdır artık. Zamanın etkisiyle ya
geçmişini unutmuştur ya da geçmişinde takılı kalmıştır, geleceği
göremiyordur ve asla şimdide olamayacaktır.
Günümüz
sanatçısı, doğadan kopmuştur. Doğa, onun için bir manzara ya da
bir piknik alanıdır. İnsan için vardır ve insan istediği sürece
varolacaktır. Sanatçı tamamıyla, doğadan kopmuş olan insanı konu
almaya başlamıştır. Sanatın konusu, insanın, diğer insanlarla olan
ilişkileri sonucu oluşan sistemi eleştirmeye dönüşmüştür. Yapay
bir sistemin eleştirisidir. Böylelikle insan, kendini dünyadan
soyutlamıştır ve dünya, sadece koca bir mekandır. Hatta evrende
küçük bir mekandır. Mağaralarda başlayan bu mekan kavramı tüm
dünyayı sarmıştır.
Oysa ki
her şey, Adem’in yasak elmayı yemesiyle başlamıştı. Yasak üzerine
kurulu bir geçmişten ne beklenebilirdi ki? Şimdi insan, kendi
sonunu hazırlıyor ve sanat, insanoğlunun eleştirisi olmaktan
ileriye gidemiyor.
KAYNAKÇA
GERMANER, Semra:1960 Sonrası
Sanat, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 1997
GOMBRİCH, E.H.:Sanatın
Öyküsü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1980
ÖZTOPÇU, H.
Avni: Doksanbeş–Doksanaltı Notları, H62, İstanbul, 2002
TUNALI, İsmail: Estetik,
Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993
WÖLFFLİN,
Heinrich: Sanat Tarihinin Temel Kavramları, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 1995