Her çağın bir ruhu ve derinliği
olduğu kavramı sanat tarihinde olduğu kadar diğer hümaniter
bilimlerde önemli bir ilgi odağı olmuştur. Batı sanatı veya
batı kültürleri için algılam konusu daima tek odaklı bir
perspektif çevresinde şekillene gelmiştir. Bu nedenle batılı
sanatçı veya batılı bir toplumda yaşayan herkes pragmatik bir
bakış açısıyla çok tekil bir odağa göre şekillenmiş olan bir
gerçek arayışı içinde olmuştur. Bugün bizim tartışmakta
olduğumuz gerçeklik olgusu esas itibariyle batı toplumlarının
bakış açısından ele alınan bir olgudur. Gerçeğin gerçek olup
olmaması sorunu batılı toplumlarda daima mutlak bir eğilim
oluşu olarak tartışılırken, batılı olmayan toplumlarda böyle
bir tartışma konusu söz konusu değildir. İster Uzak Doğunun
gelişmiş topluluklarında isterse de restorik veya kabile
toplulukları olarak bildiğimiz toplumların dünyasında batılı
anlamda bir gerçeklik veya gerçek algısı söz konusu değildir.
Kaldı ki bu toplumlarda tek odaklı bir perspektife göre
şekillenmiş bir espas da yoktur. Batının gerçeği tamamen gözle
görülebilen ve gözün algılama kapsamında kalan bir olgu olarak
değerlendirildiği için yoğun bir biçimsellik içinde kendisini
görmektedir.
Bu oluşum batının günümüzde otuz bin yıl öncesine çıkartılan
sanatsal macerasının başlangıcıdır. İlk safhada doğanın
kendisini gösterir. Bu genel gerçek içinde bütün gelişimin
aynı doğrultuda oluşmadığı da görülmektedir. Ama batılı insan,
sanatçı gördüğünün veya düşündüğünün veya algıladığının
gerçekten, gerçek olup olmadığı konusunu tartışmaktan
kaçınacaktır. Bu batının bütün tinsel ve görsel dünyasında
yaşadığı süreç içinde tartışmaktan kaçındığı bir husus olarak
varlığını sürdürmüştür. Batının gerçeğin niteliğini tartışma
olgusu ancak 19.yy.ın ardından kendini gösteren ve net biçimde
ve de çağımız ve geçtiğimiz 20.yy sürecinde oluşan düşünce
akımlarına bu noktada formalist ekolün önde gelen temsilcisi
Heinrich Wölfflin’in ünlü yapıtı “Sanat Tarihi Temel
Kavramları” nda bitişi yapar ve söylediği; “ Her çağ kendi
gözüyle görür.” cümlesi bu noktada dikkat çekicidir.
Buna karşın bir şamanik dünyada
hiçbir zaman mutlak gerçeğin olmayışı ve gerçeğin daima
tartışmaya açık bir biçimde biçim ve kavramları aşan, aşkın
kimliği daima bizi gerçekliği tartışmaya açık olarak
düşündürürken gerçeğin olmadığı olgusuyla sürekli olarak yüz
yüze getirmektedir.
Aynı durum Uzak Doğunun tüm tinsel çevrelerinde tartışılan;
“Benim gerçeğim, senin gerçeğin değildir ve herkes kendi
gerçeğini algılar ve kendi gerçeğini yaşar .” olgusuyla
dışa vurulmaktadır. Tüm kabileye dayalı toplumlarda aşkın
olan, dalışların ve yanılsamaların içinde kaybolan bir
gerçeklik hayat bulmuştur.
Tarihi:
23 Mayıs 2005
ders BELGELİĞİ katılımcıları: Aysun Kısaoğulları,
Burcu Pehlivan, Nurhayat
Akın