erken UYARI

 

Cumhuriyet 6 Haziran 2000

Deprem değişmez, sistem değişmeli

  

      

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

'17 Ağustos-12 Kasım depremleri ve Türkiye gerçeği' raporunda alınması gereken önlemler belirtiliyor

Deprem değişmez, sistem değişmeli

Sosyal, ekonomik ve siyasal bütün yapıları çürümüş bir sistemde yapıların ayakta kalması mümkün değildir. Depremde meydana gelen hasarın incelenmesinde tasarım ve yapım hatalarının önemi bir kere daha ortaya çıkmıştır. Bu hatalar 1992 Erzincan depremi sonrasında defalarca dile getirilmiş, gerekli önlemler alınmamış, yaşananlardan ders çıkarılmamıştır.

Yüzölçümünün yüzde 92'si, nüfusunun yüzde 95'i ve sanayisinin yüzde 98'i deprem bölgesinde olan Türkiye'de son yüzyılda büyüklüğü 5'ten büyük olan toplam 130 deprem olmuştur. Son deprem felaketi öncesi de bölgede 7 dolayında deprem olabileceği yolunda bilimsel uyarılar yapılmış, yerel yöneticiler ve hükümetler gereken önlemleri almamıştır.

Fay hatlarının hareketleri çok derindir. Bu doğa olayını hiçbir yönetimin, otoritenin iradesi yok edemez. Yapısal bir sarsıntı ve kırılma mutlaka yaşanır. Depremlere karşı önlem alabiliriz. Ama izlenen sosyal, ekonomik ve siyasal politikaların kendileri bir deprem ya da fay hattı oluşturuyorsa, bunları değiştirmek de bizim elimizdedir.

Mühendislerin-mimarların var oluş nedenleri insanlara güvenilir, ekonomik, rahat bir yaşam ortamı sunmak ve bu görevini yaparken de doğayı ve çevreyi korumaktır. Bu işlevlerini yerine getirirken aklın ve bilimin yol göstericiliğinde yürüyerek tekniği kullanmaktır.

Doğa ile uyumlu bir hayat, insan soyunun ilk atalarına özgü bir düşünceydi. İnsan kendine henüz yabancılaşmamıştı. İnsan, kendi varlığını korumak ve geliştirmek için attığı her adımda, hem kendisini hem de dünyayı değiştirdi. Bununla da kalmadı, kurduğu ilişkiler onun düşüncesini de etkiledi.

Her yerde beton temeller uzanıyor, beton kuleler dikiliyor ve demir, çelik, alüminyum ve camdan yapılma dikey bir dünyaya yol almak için her yerde yapı iskeleleri yükseliyordu... Bu bir fizik ve kimya çağıydı. İlkel toplumun karşıtı olarak uygar toplumun en önemli özelliği, meta üretiminin, yani değişim amacıyla üretimin gelişmesidir.

Geçmişten ders almak

Uzun yıllar geriye gitmeye gerek kalmadan; 1966 Varto, 67 Sakarya, 70 Gediz, 71 Burdur ve Bingöl, 75 Lice, 76 Muradiye-Çaldıran, 92 Erzincan, 95 Dinar, 98 Adana-Ceyhan gibi yakın tarihte yaşanan depremleri hatırladığımızda, bunların binlerce insanımızın canına, onbinlercesinin barınaksız kalmasına yol açtığı görülmüştü. Ateş düştüğü yeri yakıyor, yeni bir felakete kadar, yaşananlar kısa sürede, kolayca unutulup gidiyordu. Bu durum, farklı bölge ve yerleşim alanlarında meydana gelen depremlerin ortak yanı olarak öne çıkıyordu.

Türkiye'yi yönetenler her deprem sonrası aynı şeyleri söylüyor, basın aynı başlıkları atıyordu. Yöneticiler, ''Devletimiz büyüktür, yıkılanın yerine yenisi yapılır, sorumlular cezalandırılacak'' şeklinde kalıplaşmış demeçler veriyordu. ''Bundan sonra fay hatları üzerine bina yapılmaması için gerekli tedbirlerin alınacağı'' söyleniyordu. Klasik hale gelmiş ve İnandırıcılığını yitirmiş demeçlerdi bunlar.

17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinin yol açtığı felakete rağmen görülüyor ki, Türkiye'de değişen bir şey yok. Sistem, göstermelik çözümlerle halkı oyalamaya, felaketin üstünü örtmek için depremler olmamış gibi davranmaya devam ediyor. Ülkenin en önemli sanayi tesislerini yüzyıllardan beri depremlerin olduğu bilinen bölgeye kuran, sanayinin ucuz emek depoları için insanların bölgeye akmasını teşvik eden, elverişsiz zeminleri, verimli tarım topraklarını iskâna açarak insanların hayatı ve parasıyla ödedikleri ve altında kaldığı beton blokların dikilmesine seyirci kalan, kaçak yapılaşmayı teşvik eden sistem, bu felaketin sorumlularını yine ortaya çıkarmıyor, bağrında saklıyor.

Medya, her deprem sonrasında olduğu gibi, felaketin sorumluları olarak birkaç müteahhidi keşfedip süreci yine bunlarla sınırladı ve bütün sorumlulukları örtbas etti. Bilinen görevler yerine getirildi. Hırsızlık koalisyonunun ve suç zincirinin halkaları yine ortaya çıkarılmadı.

Tarım alanları, sahiller ve dolgu alanları yine yapılaşmaya açıldı. Bu alanlar üzerine kurulan 25 bin prefabrik konutun yapımı bilinen ihale yöntemleriyle rant aracı olarak kullanıldı. İnsana dayalı çözümler yine devreye girmedi. Bilim adamları, meslek örgütleri ve duyarlı toplum kuruluşları yine yok sayılıyor, Türkiye'nin birikim ve potansiyeli yine devre dışı bırakılıyor.

Rantçılar, vurguncular yine sahnedeki yerlerini alıyor, kaynakların bir avuç insana, sermaye çevrelerine aktarılması devam ediyor. Hasarlı binaların onarılması süreci de tam bir rant sürecine dönüştü.

TMMOB ve Odalarımızın karşı çıkmalarına rağmen zemin etütleri, hasarlı yapıların projeleri, onarımları ve denetimleri piyasa koşullarının insafına terk edildi. Bu konuda 500-600 kadar özel büro yetkilendirildi. İçlerinde mesleki birikimleri, yetkinlikleri tartışılır mühendislere belgeler verildi. Bilim adamlığı kisvesi altında faaliyet yürüten insanlar ortalığa dökülerek, rant pastasını paylaşmaya başladı. Deprem sonrası yürürlüğe sokulan onlarca ''kanun hükmünde kararname'' lerle sorunlara çözüm getirmek değil, rant pastasının paylaşımı amaçlandı. Sistem, her şeyiyle felaketi unutturmaya çalışıyor!

Deprem riski artarak sürüyor

Ama, toplumsal yaşamın derinliklerinde, felaketin boyutları, deprem dalgalarının yıkıcılığı, nerelerin yapılması gerektiği konuşuluyor. İnsanlar çözümler arıyor, korku ve endişe ortamında bazı yerleşim alanları terk ediliyor. Çünkü, deprem riski artarak devam ediyor, deprem güncelliğini koruyor. Marmara Depremi, küreselleşme politikalarına teslim olmuş bir sistemin, toplumsal ve insani sorunlar karşısında ne kadar körleştiğini, kamu örgütlenmesinin ne kadar aciz bir yapıya dönüştüğünü ve kamu yönetiminin ne kadar etkisizleştiğini açıkça ortaya koyuyor, anlaşılır kılıyor.

Planlama kavramı ve planlı bir üretim ekonomisi perspektifi, liberal ekonomik modelin gereği olarak rafa kaldırıldı. Türkiye'nin ulusal, bölgesel, metropoliten, kentsel planlaması ve kurumları fiziki, ekonomik, sosyal ve kültürel alanların tümünde ortadan kaldırıldı. Bu plansızlık ortamında sermayenin kârını maksimize eden kararlar tek belirleyici olgu haline geldi. 17 Ağustos'ta yıkılan yapılardan ibaret değildir. Sosyal, ekonomik ve siyasal bütün yapıları çürümüş, çökmüş bir sistemde yapıların ayakta kalması zaten mümkün değildir. Ortaya serilen tablo, çürürken toplumsal yaşamın bütün hücrelerini de çürüten siyasal ve toplumsal bir süreci apaçık gözler önüne seriyor.

İnsanlığın taş taş üstüne koyarak birikimleştirdiği insanlık uygarlık değerlerinin, insani ilerlemenin, toplumsal gelişmenin, bilimin ve kültürün yaratıcısı olan emeğin aşağılanmasının, dışlanmasının ağır bedelini ödüyoruz bütün bir toplum olarak.

TMMOB, uygarlığın gelişmesi ve insanca yaşam ortamlarının sağlanmasında yalnızca bilim ve tekniğin gelişmesinin yeterli olmadığını, doğa ve insanın temel değerler olarak kabul edilmesini savunmaktadır. Çünkü, belirleyici olan bilimin nasıl ve ne için kullanılacağıdır.

Deprem kuşağında yaşadığımıza göre depremi de yaşamamız kaçınılmaz bir şeydir. Fay hatlarının hareketleri çok derindedir. Bu doğa olayını, hiçbir yönetimin, otoritenin iradesi yok edemez. Yapısal bir sarsıntı ve kırılma mutlaka yaşanır. Önlem alabiliriz, ama, izlenen sosyal, ekonomik ve siyasal politikaların kendileri bir deprem ya da fay hattı oluşturuyorsa, bunları değiştirmek de bizim elimizdedir.

Ülkemizde yıkıcı depremlere yolaçabilecek çok sayıda diri (aktif) fay vardır. Jeolojik yapı gereği Kuvaterner'den (yaklaşık 1 milyon yıl) beri hareket ettiği kabul edilen faylar ''diri faylar'' olarak tanımlanmaktadır. Yüzölçümünün yüzde 92'si (yüzde 45'i 1. derece, yüzde 26'sı 2.derece), nüfusunun yüzde 95'i ve sanayisinin yüzde 98'i deprem bölgesinde olan Türkiye'de son yüzyılda magnitüdü (büyüklüğü) 5.0'dan büyük olan toplam 130 deprem olmuştur. Bu depremlerde yaklaşık 80 bin kişi yaşamını kaybederken, 150 bin kişi yaralanmış ve 600 bin konut hasara uğramıştır.

Tehlikeli bölge

17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremlerinin yol açtığı felaketler, onbinlerce insanın yaşamını yitirmesine, yaralanmasına, binlercesinin sakat kalmasına yol açmış, 300 bin cıvarında konut ve işyeri kullanılamaz hale gelmiş ve bir milyon civarında yurttaşımız barınaksız kalmıştır. Büyüklüğü 7 civarında olan depremlerdeki sıralanış, KAFZ üzerinde doğudan batıya doğru bir sonraki oluşacak olan depreme yoğun gerilme aktarması yapıldığını göstermektedir. 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi'nin oluştuğu bölgenin 1967 Adapazarı-Mudurnu Depremi'nden bu yana sismik açıdan sakin, fakat, büyük gerilim birikimlerinin oluştuğu tehlikeli bir bölge olduğu; gelecekteki olası bir büyük depremin bu bölgede oluşabileceği ve bunun büyüklüğünün de 7.0 dolayında olabileceği, yerli ve yabancı yerbilimcileri ve ortak çalışma grupları tarafından son 20 yıldır gerek yazılı, gerek görsel basında, gerekse çeşitli ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılarda sürekli olarak gündeme getirilmiş, tartışılmış, bu konuda alınması gereken önlemler ve yapılması gereken hazırlıklar için hükümetler ve yerel yöneticiler sürekli olarak uyarılmış, ancak bu uyarılar ciddiye alınmamıştır.

Hasarın ve can kaybının nedenleri

Depremlerde hasarın ve can kaybının nedenlerini üç ana grupta toplamak mümkündür. Bunlar, depremin büyüklüğü ve yayınım özellikleri, zemin özellikleri ile yapı özellikleridir. Depremin aletsel büyüklüğü, depremin kaynak parametreleri açısından hasarda başta gelen etkendir. Bunun yanı sıra ivme değerinin büyük oluşu, odak derinliğinin sığlığı hasarı arttırıcı unsurlar içindedir. Yayınım özellikleri ise deprem sırasında faylanma boyunca oluşan elastik dalgaların yayınım özellikleri ile ilgilidir. Özellikle, doğrultu atımlı faylarda yayınımın doğrultusunda hasar çok fazla olmaktadır.

17 Ağustos 1999 depreminde Adapazarı, Gölcük, Değirmendere, Halıdere, Yalova ve Çınarcık yerleşim alanlarındaki hasarın büyüklüğünün bir nedeni de budur. İstanbul Avcılar yerleşim yerinde gözlenen büyük ölçüdeki hasarın nedenlerinden birinin de ''odaklanma'' olarak nitelendirilen elastik dalga yayınım özelliği olduğu düşünülmektedir.

Zemin Koşulları

Deprem bölgesinde yapılan saha gözlemleri yapı hasarlarında zeminin dinamik ve jeolojik özelliklerinin belirleyici olduğunu ortaya koymuştur. Bu durum özellikle Gölcük, İzmit, Yalova, Sapanca, Adapazarı ve Akyazı'da gözlenmiştir. Ölümle sonuçlanan hasarlar fay boyunca 20-200 m. genişliğindeki fiziksel deformasyon zonu (yüzey kırığı) ile bataklık ve dayanımsız zeminler olan pekişmemiş çakıl-kum-milden oluşan, yeni alüvyon zeminler üzerinde gerçekleşmiştir. Fayın yüzey kırığına çok yakın mesafede, hatta doğrudan fay kırığı üzerinde bulunmasına rağmen, deprem sarsıntılarından daha az etkilenen sağlam zeminlerdeki yapıların çoğunda ölümcül hasar olmamıştır. Buna karşın, depremin merkez üssü ve faydan uzakta olan, kötü zeminlerin çoğunda toplu ölümle sonuçlanan yıkıntılar oluşmuştur. Özellikle Adapazarı kent merkezindeki hasarın büyük olmasının nedeni ise zemin büyütmesi ve sıvılaşmasıdır. Her iki olay da genellikle suya doygun, gevşek zeminlerde ve sonradan kurutulan iskâna açılmış göl alanları, dere yatakları ve deniz kıyılarında gözlenmiştir.

Böyle zeminlerdeki binalar (depreme dayanıklı olarak yapılsa bile) zemine gömülmekte ve/veya yana yatmaktadır. Adapazarı kent merkezinde sıvılaşma sonucu, Kavaklı caddesi boyunca binaların zemin katları zeminin içine gömülmüş, kaldırımlar 1 m. yukarı kalkmıştır.

Birçok bina yana yatmış ve devrilmiştir. Ayrıca, Akyazı, Düzce ve Gölyaka'da küçük boyutta sıvılaşmalar oluşmuştur. Yalova yerleşim alanı ve yakın çevresinde genç alüvyon çökelleri bulunmaktadır. Bu çökeller özellikle Yalova merkezi, Safrandere ve Mandıra derenin taşıdığı kırıntıların Marmara denizine ulaştığı delta üzerinde yer almaktadır. Bu birimde yeraltı suyu seviyesi yüzeye yakındır.

Gölcük ve yakın çevresindeki yerleşim alanlarında da benzer alüvyal çökeller yer almaktadır. Bu kesimde deniz kıyısında yapay dolgular üzerinde yerleşimler oluşturulmuştur. Can ve mal kaybının artmasında bunun da etkisi olmuştur.

Zemin dinamiği, deprem gibi tekrarlı hareket sırasındaki zemin dinamik davranışını konu edindiğinden, dinamik ve mekanik parametreler olayın doğası gereği farklı olmaktadır.

Yıllardır süren çalışmalar aynı büyüklükteki depremlerin, aynı uzaklıkta çok farklı yer hareketi ivmesi oluşturabileceğini göstermiştir. Bu olgu depremin algılandığı alandaki depremin frekansı ve süresi içinde geçerlidir. Bunun nedeni depremden dolayı bir noktada algılanan yer hareketlerinin birçok unsura bağımlılığıdır.

Yeni bilimsel veriler

Depreme dayanıklı yapıların yapılması için izlenen yaklaşımda yakın zamana kadar bölgenin sismisitesi ve kabaca sınıflandırılmış zemin cinsi ile yapıya ait bazı özelliklerin bilinmesi yeterli olarak görülmekteydi. Oysa, son yirmi yıl içinde karşılaşılmış ve yorumlanabilmiş hasarlar ve de özellikle 17 Ağustos Marmara Depremi daha detaylı çalışmalar yapılması gereğini ortaya çıkarmıştır. Bu açıdan olaya yaklaşıldığında, bir ülkeyi birkaç ayrı bölgeye ayıran sismik (makro) bölgelemeden çok daha detaylı ve mühendislik uygulamasına yönelik çalışmaların yapılmasının gereği ortaya çıkmıştır.

Yapı özellikleri

17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri, Marmara Bölgesi'nin çok geniş bölümünde yapılarda yıkımlara ve hasarlara yol açmıştır. Doğuda Bolu'dan başlayarak, Adapazarı ve İzmit'e, Marmara Denizi'nin güneyinde Gölcük, Yalova, Çınarcık'a, kuzeyinde ise İstanbul (Avcılar, Zeytinburnu, Bakırköy, Bahçelievler, Yeşilköy, Florya, Küçükçekmece, Silivri...) ve Tekirdağa kadar uzanan bölgede gözlenen yıkımlar ve hasarlar can kayıplarının büyük olmasına neden olmuştur.Hasarların nedenleri;
        Yapı-zemin etkileşimine yönelik etütlerin mühendislerce istenilmemesi, buna göre temel tasarımı yapılmaması, narin taşıyıcı elemanlar ile sistem oluşturarak güçlü kolon, zayıf kiriş kuralının uygulanmaması, taşıyıcı sistem elemanlarının konsollara taşıtılması, planda ve düşeyde düzensizlik ve süreksizlikler oluşturulması, bant pencere-iç konsol gibi kısa kolon oluşturacak detaylara dikkat edilmemesi, konsollara kapalı çıkmalar yaparak binayı büyütmek, zemin katların yumuşak kat olmasına imkân verilmesi şeklinde sıralanabilir.
 

17 Ağustos depreminin ardından yaşamsal önem taşıyan ilk iki gün bölgedeki halka yardım ulaştırılamadı 
Hükümetin 'yardım' çaresizliği (Cumhuriyet 7 Haziran 2000)

Depremin hemen ardından hiçbir kurtarma faaliyeti görünmüyordu. Enkaz altında kalan binlerce insana ilk müdahale yapılamıyordu. Yaşamsal önem taşıyan ilk iki gün bölgeye ulaşılamıyor, yıkılan binalar, yardım bekleyen insanlarımıza mezar oluyordu. Enkaz altındaki yakınlarının ölümlerini izlemek durumunda kalanların feryatları giderek artıyordu.

1 7 Ağustos 1999 günü sabahı Ankara'dan hareket eden TMMOB heyeti, öğleden önce Bolu ve Adapazarı'na ulaştı. Deprem sonrası Düzce ve Gümüşova'da görülen durum, felaketin boyutları konusunda ipuçları veriyordu. Adapazarı'ndaki görünüm korkunçtu, depremin yol açtığı felaket çok büyüktü. Ana caddeleri ve sokakları binaların enkazlarıyla tamamen kapanan Adapazarı, adeta ölü bir kent görünümündeydi. Beton blokların plakalar halinde üst üste yığılmış olan katları sayılabiliyor, bunların arasında kalmış binlerce can hayal edilebiliyordu.

Hiçbir kurtarma ve enkaz kaldırma faaliyeti görünmüyordu. Enkaz altında kalan binlerce insana ilk müdahale yapılamıyordu. Hayati önem taşıyan ilk iki gün halkın yardımına yetişilemiyor, yıkılan binalar, içinde acıyla kıvranan, yardım bekleyen insanlarımıza mezar oluyordu. Depremin merkez üssü Gölcük'te halk çaresizlik içinde, çökmüş binaların önünde ağlaşıyor, Donanma Komutanlığı'na giden iş makinelerinin önlerine kendisini atıyor ve yardım istiyordu. Donanma Komutanlığı da ağır bir yıkıma uğramıştı. Caddeleri ve sokakları enkazlardan geçilemeyen Gölcük ölü bir kent haline gelmişti. Caddeler yaralılarını nereye götüreceğini bilemeyenler tarafından istila edilmiş durumdaydı. Şehrin Donanma Caddesi üzerindeki binaların tümü çökmüş, yapı adaları tamamen bir enkaz haline gelmişti. (Raporun bu bölümünde, TMMOB'nin deprem bölgelerinde görev yapan uzmanlarının, depremin ilk günlerine ilişkin tanıklıklarına ayrıntılı yer veriliyor. Deprem bölgelerinin tümü için, ilk günlerin gelişmelerini, kurtarma çalışmalarındaki yetersizliği anlatan bu çok önemli saptamalara, yer darlığı nedeniyle, söz konusu gelişmelere medyanın da tanıklık yapmış olmasını gözeterek fazla yer veremiyoruz. Sadece bellekleri tazelemek üzere kimi alıntılarla yetiniyoruz...)

Deniz dolgu alanları geri aldı

Gölcük'ün doğusunda, İhsaniye Belediyesi sınırları içindeki SEKA Orman Fidanlığı üzerinde inşa edilmekte olan Ford-Koç Otomotiv Fabrikası'nda büyük hasarlar olmuştu. Yabancı gazeteciler gözlemlerini, ''İncelediğimiz en ilginç tesislerdendi, fabrika alanı depreme neden olan fay hattı ile kesişiyordu. Fay, Body Shop binasının hemen yanından geçiyordu. Fabrika yetkilisi, yirmi işçinin enkaz altında kalarak hayatını kaybettiğini anlattı'' cümleleri ile aktardılar. Sahiller ve dolgu alanları üzerine yapılan binalar ve yollar deniz tarafından geri alınmıştı.

Yalova'da en lüks konutların bulunduğu blokların kat döşemelerinin birbirinin üstüne çöktüğü, devrildiği, yana yattığı veya zemin katların bodrum kata dönüştüğü Hacımehmet Ovası, tam bir enkaz yığını haline gelmişti. Eskiden meyve bahçeleriyle kaplı bu ova, binlerce cana mezar olmuştu. Çınarcık yerleşim alanı da ağır hasara uğramıştı.Yıkılan binlerce binada kurtarma çalışmalarına ikinci günde de başlanamazken, enkaz altında binlerce insanın yaşadığı tahmin ediliyordu. Enkaz altındaki insanlara yardımda bulunamayan, yakınlarının ölümlerini elleri kolları bağlı izlemek durumunda kalanların feryatları giderek artıyordu. Halk çaresizdi. Binalar gibi yürekler de yıkılmıştı.

Ulaşım felç

17 Ağustos sabahının ilk ışıklarıyla birlikte İstanbul'dan İzmit, Yalova ve Adapazarı'na gidenler ile bölgeden uzaklaşmaya çalışanların otomobilleri ile yollara düşmesi, ulaşımı felç etmişti. Bölgedeki ulaşım güzergâhları en önemli ilk 5-6 saatte neredeyse tamamen kapanmıştı. Deprem bölgesine ilk günlerde denizden ve havadan ulaşım köprüsü kurulma olanağı olduğu halde bu yola başvurulmadı.

Yol kenarındaki cesetler

Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer bazı bakanlar bölgeye hava yoluyla ulaşırken, kurtarma ekiplerinin bölgeye karayoluyla ulaştırılmaya çalışılması dikkat çekiciydi. Morgların dolması nedeniyle, perdelere ve battaniyelere sarılarak yol kenarına dizilen cesetler kokuyordu. İstanbul-Yalova arası deniz ulaşımı tüm aksaklık ve yetersizliklerine rağmen yapılıyor ve rahatlık sağlıyordu. Bölgeye yardım ve kurtarma malzemesi ulaşımı denizyoluyla yapılmaya çalışılıyordu. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, deniz ulaşımına gerekli önemin verilmemesi bir kez daha ortaya çıkıyordu.Yıkıntılar altından çıkarılabilen ölüler hiçbir kayıt altına alınmadan/alınamadan yakınları tarafından, genellikle çevre köylerde veya başka kentlerde toprağa verildi.

Toplu mezarlıklar

Yalova'da, Adapazarı'nda ve İzmit'te resmi kayıtlara geçmeyen binlerce insan mezarlıklara topluca gömülüyordu. Kurtarma amacıyla bölgeye gelen ekiplerin elinde arama-kurtarma donanımlarının olmaması sonucu kurtarma çalışmaları; kazma, kürek, balyoz gibi basit malzeme ile yürütülüyordu. Enkazların arasından çıkarılanlara ilk müdahalelerin yapılmasında önemli sorunlar yaşandı. Çünkü, hasarlı hastahanelerin bahçelerinde ilk yardım hizmetleri verilmeye çalışılmış, fakat bu hizmetlerin bölgesel dağılımı sağlanamadığı için belli noktalarda yığılmalara neden olunmuştu.

Enkaz altındaki canlı tespitlerinin yapılması gerekirken birinci ve ikinci günden itibaren yıkıntılara ağır iş makinelerinin sokulması, çalışmaları enkaz kaldırmaya dönüştürdü. İnsanlar unutuldu; her şey enkaz olarak görülmeye başladı. İnsani değerler kepçelerle kamyonlara yüklenip Körfez'in sularına boşaltılmaya başlandı.

İlk adım sivil örgütlerden

Bölgede barınma için ilk adımlar kitle örgütleri ve gönüllüler tarafından atıldı. Bölgeye ilk gelen çadırlar, yardım edenlerin elindeki tatil amaçlı kullanılan çadırlardı. İnsanlar, ilk günler havaların sıcak ve yağışsız olması nedeniyle açık arazide gecelediler. Ancak yağmurların başlamasıyla birlikte sorunlar da başladı. Kriz masalarınca kurulan çadırlar ve gelen yardımların bir kısmı sular altında kaldı. Hükümet adına Başbakan Bülent Ecevit tarafından yapılan ilk açıklamada karayolları, demiryollarındaki hasar, haberleşme sisteminin çökmesi sonucu bölgeye ulaşılmadığı ve haberleşmenin tamamen kesildiği belirtilmiştir. Bu nedenle ilk iki gün boyunca bölgeye devlet adına, kamu kuruluşları adına yardım ulaşamamıştır.

Parlamento ve hükümet olayın büyüklüğüne ve vahametine karşın, bunu olağanüstü bir durum olarak değerlendirmemiştir. Hükümet olayı ve kayıpları sürekli küçültmeye gayret etmiştir. Özellikle can kayıpları çok düşük sayılarda verilmiş, gerçek gizlenmeye çalışılmıştır.

Bölgeye ulaşan yerli yabancı kurtarma ekiplerinden, inşaat makinelerinden, kurtarmada kullanılan araç gereçten, sağlık ve beslenmeyle bağlantılı insani yardımlardan.. doğru, verimli bir şekilde ve yeterli olarak yararlanılmamıştır. Kurtarılabilecek binlerce insan bu nedenle yaşamını yitirmiştir. Deprem alanlarında oluşturulan Başbakanlık Kriz Merkezi ve bağlı masalar yönetimde, yönlendirmede başarısız olmuş, 'masalar' ın kendisi sorun haline gelmişlerdir. Devletin, savaş, deprem, sel, heyelan, çığ vb. gibi doğal olayların yarattığı olağanüstü durumlarda görev yapması için kurulan Kızılay, Sivil Savunma Teşkilatı ve Afet İşleri Genel Müdürlüğü gibi kurumlar yöre halkına ulaşamamış ya da büyük oranda yetersiz kalmıştır. Binlerce yapının yıkılması ve hasar görmesi nedeniyle açıkta kalan yüzbinlerce insanın barınma sorununda da devlet sınıfta kalmıştır.

Geçici konut sorunu

Geçici konut sorunu, bölgede inşaatı bitmek üzere olan büyük bir yapı stoku tamamlanarak, bölgenin ikinci konut potansiyeli değerlendirilerek ve kamu kuruluşlarının ülke çapındaki dinlenme ve eğitim tesislerinin kapasiteleri kullanılarak çözülebilirdi. Hükümet, doğrudan, kalıcı konut üretimine yönelmesi gerekirken prefabrike geçici konut üretimini bütün eleştirilerimize ve hükümet içindeki tartışmalara karşın, bir çözüm yolu olarak görmüş ve yirmi altı bin adet, 30 m2 büyüklüğünde prefabrike geçici konut ihalesi Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nca (BİB) yapılmıştır. Toplanan yardımın büyük bölümü (yaklaşık kırk trilyon TL) bu ihalede kullanılmıştır.

Devlet; yağmura, iklim koşullarına dayanıklı yeterli sayıda, büyüklükte çadır temininde yetersiz ve geç kalmıştır, ağır davranmıştır. Bunca acılar ortamında bile prefabrike konut ihaleleri önemli ölçüde iktidar partilerinin yandaşlarına verilmiştir. Deprem bölgesinde çok sayıda can kaybına neden olan doğal yapıyı, ormanları, verimli tarım topraklarını tahrip eden yanlış yer seçimleri, çadır yaşam alanları ve prefabrike konut gibi geçici yerleşme uygulamaları sırasında tekrar edilmiştir.

'Suç delilleri yok edildi'

Hükümet, zemin dayanıklılığı olmayan verimli tarım topraklarının iskâna açılmasından, özellikle Yalova'da çok katlı yapıların yapılmasından belediye başkanları ve belediye meclis üyeleriyle birlikte sorumluluğu ve ortaklığı yazılı-görüntülü medyada da değinilen bir bakanı, kendi seçim bölgesine deprem bölgesi sorumlusu olarak atamıştır. Yalova'da ve bölgede yıkılan binaların enkazı hızla kaldırılarak suç delilleri yok edilmiştir. Yardımların dağıtılmasında, yaraların sarılmasında ayrıcalıklar yaşanmıştır. Hükümet; felaketzedelerin sağlık, eğitim, beslenme, giyinme ve barınma sorununun çözümünde kamusal görev ve sorumluluk alanını saf dışı tutmaya devam etmiş, sorunların çözümünde sürekli olarak halktan yardım istemiştir.

Bütçede, 17 Ağustos'tan tam 27 gün önce oluşturulan afet fonunun kasasının tamtakır olduğu ortaya çıkmıştır. Afet fonunda yalnızca 1 milyon TL bulunurken 80 trilyon liralık iç ve dış yardım toplanmıştır.

İnsan kurtarmada kamu kuruluşlarının yokluğu konuşulurken, yürekli davranışlarından, iyi niyetlerinden başka bir şeyleri olmayan kurtarma için gerekli eğitim, kadrolaşma ve teknik donanımdan yoksun, gönüllü kurtarma grupları abartılarak ön plana çıkarılmıştır. Böylece, kamuoyu rahatlatılmış, oyalanmış ve küreselleşmenin 'sivil toplum' modelinin propagandası körüklenmiştir.

'Kamu kurumları harekete geçirilemedi'

Depremin ardından topyekûn seferberlik ilan edilmesi gerekirken, ancak bunu örgütleyecek sosyal devlet Yeni Dünya Düzeni'yle parçalanmış olduğu için, kamu kurumları harekete geçirilemez halde idi. Başbakanlık Kriz Merkezi Müsteşarlığı'nın istemleri üzerine ağır hasar görmüş binaların yıkım teknikleriyle ilgili Maden Mühendisleri Odası'nın hazırladığı bir dosya, TMMOB tarafından yetkililere iletilmiştir. Ancak bu bilgi birikimi uygulamada değerlendirilememiş ve binaların yıkımı yeni can kayıplarına yol açmış ve çevreye zarar verecek bir biçimde devam etmiştir.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı (BİB), hasar tespiti yapmak üzere 800 kadar değişik mesleklerde kamu çalışanını hiçbir hazırlık yapmadan deprem bölgesine göndermiş, ancak büyük bir çoğunluğu bir iş yapamadan geri dönmüştür. BİB'nin imar alanıyla ilgili yayımladığı çok sayıda yönetmelik değişiklikleri Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Depreme dayanıklı yapı üretmek iddiasıyla başlatılan Yapı Denetimi ve Sorumluluk Kanunu Tasarısı ve buna bağlı olarak 3458 sayılı Mühendislik Mimarlık Hakkındaki Kanun, 6235 sayılı TMMOB Kanunu, Devlet İhale Kanunu vb. kanun değişiklikleri kanun hükmünde kararnamelerle yapılmaya çalışılmaktadır. Bütün bu değişiklikler, imar hukuku bütünlüğünden koparılmış ve parçacı bir anlayışla yapılmaktadır. Sorunu çözmekten uzak bu anlayış, imar alanında oluşan rantların paylaşımını düzenlemektedir. Kamusal denetim olanaklarını ortadan kaldırmakta ve bu kamusal alan da özelleştirilmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ders BELGELiGi

f e l s e f e  -  s a n a t  -  e g i t i m