erken UYARI

 

Cumhuriyet 6 Haziran 2000

Hasara neden olan olgular

 
  

      

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Depremde karakteristik olarak gözlenen hasara neden olgular şunlardır:

* Yapılar, deprem hareketinin yatay ivmesine karşı yeterli dayanıklılığı göstermemiştir.

**Uygulamada görülen hataları iki bölümde toplamak mümkündür. Birincisi, projeye göre imalat yapmamak veya yanlış yapmak şeklindeki uygulamalardır. Taşıyıcı elemanların boyutlarının küçültülmesi veya yönlerinin çevrilmesi, bir veya birkaç taşıyıcının iptal edilmesi, inşa sırasında binanın boyutlarının büyütülmesi, fazladan kat çıkılması -ki bunun en çarpıcı örnekleri olarak: üç kata kadar ilave, hatta betonarme üzerine yığma kat ilavesi ve az da olsa tam tersi, yığma üzerine betonarme kat ilavesi- en sakıncalı durum olarak da bina bir kullanım amacına uygun projelendirilmiş iken başka bir kullanıma göre imal edilmesi (konut projesini işyeri olarak uygulamak), ağırlığı arttıran, ancak sistemi olumsuz etkileyen süs kirişleri, parapet ve betonarme çatı plağı gibi elemanların kullanılması sık rastlanan ve hasara, yıkıma neden olan olgulardır. Yıkılan ve ağır hasara uğrayan binaların birçoğunda giriş ve zemin katlarının ticari (dükkân, depo, fırın, galeri...) amaçla kullanıldığı, ayrıca, bu tür yapılarda kolonların ve perde duvarlarının kaldırıldığı da görülmüştür.

**İkinci uygulama hatası ise uygun malzemelerin doğru biçimde kullanılmaması, yapım aşamasında gerekli ve hatta zorunlu deneylerin yapılmamasıdır. Bunlar; beton kalitesinin sağlanmasına yönelik denetimini, betonun belli sürede gerekli olan bakımını, betonarme elemanların dış tesirlerden korunması için gerekli imalatları yapmamak, yaptırmamaktır. Betonarme demiri deneylerinin yapılmaması, demirin uygun şekilde yerleştirilmemesi, betonarmede yeterli paspayının oluşturulmaması ki bu korozyonun önemli bir sebebidir, uygun beton agregasının kullanılmaması, çeşitli nedenlerle yapım aşamasının uzaması, binaların betonarme karkası bitmiş olarak bekletilmesi, duvar işçiliğinin kötülüğü ve betonarme elemanlar ile duvarların birleşimlerinin zayıf yapılması, yığma yapılarda taşıyıcı tuğla kullanılmaması, şeklinde sıralanabilir.

**Kolon kiriş birleşimlerinde ankraj eksikliği, özellikle kolon demirlerinin ankraj eksikliğinden doğan hasarlar görülmüştür. Etriyelerin yeterli sıklıkta yapılmaması, kriş-kolon düğüm bölgelerinde hemen hemen hiç etriyenin bulunmaması ve donatıların kenetlenme boylarının yeterli olmaması hasar nedeni olarak görülmüştür.

**Binalardaki hasarların bir diğer nedeni, ara kat yapılmasından kaynaklanan ''kısa kolon'' problemidir.

**Çok katlı bitişik nizam binalar deprem sırasında birbirlerini etkileyerek hasara neden olmuştur. Yaşanan depremlerde meydana gelen hasarın incelenmesinde tasarım ve yapım hatalarının önemi bir kere daha ortaya çıkmıştır. Çünkü bu hatalar 1992 Erzincan depremi sonrasında defalarca dile getirilmiş, ancak, geçen sürede bu sorunun çözümü için gerekli önlemler alınmamış, yaşananlardan ders çıkarılmamıştır.

Ortaya çıkan diğer bir gerçek, yapıların onaylı projelerine uygun yapılmadığıdır. Belediyelerin onayladığı proje ile uygulama projesi tanımları yapı sürecinde sık rastlanan olgular olmuştur. Kurallara göre hazırlanmış bir proje onaya sunulmakta, uygulama ise rantı yükseltmek amacıyla başka bir proje ile yapılmaktadır. Tasarım hatalarının kaynağında ise genellikle; estetik-fonksiyonel kaygılardan, bilgi eksikliğinden ve mal sahibi yada müteahhitlerin taleplerine tasarım kriterleri ve meslek etiği doğrultusunda karşı çıkılmaması yatmaktadır.

Tasarım ve uygulama hataları çoğu kez tek başına yıkıma neden olmasa da, inşa sürecindeki hatalar zincirinin birkaçının bir araya gelmesi yıkımın ve hasarın nedenini oluşturmuştur.

Devlet enkazı kaldırdı
( Cumhuriyet 7 Haziran 2000)

17 Ağustos depreminden sonra kurtarma çalışmaları yapılmayan ve ceset kokularının yayıldığı binaların enkazı hızla kaldırılmaya başlanmıştı. Yalova-Gölcük kıyı bandının sahilleri enkazın molozlarıyla doldurulmaya başlanmıştı. Deprem sonrası kurtarma, insani yardım gibi faaliyetlerde ortalıkta görünmeyen devlet, binaların enkazını denize dökme işiyle ortalığa çıkmıştı.

Molozlar, aralarında devlet kuruluşlarıyla, belediyelere ait kamyonların ve dozerlerin de bulunduğu yüzlerce iş makinesi aracılığıyla herhangi bir ayrıştırmaya dahi tabi tutulmadan betonlarıyla, inşaat demirleriyle ve ev eşyalarıyla birlikte denize dökülüyordu.

Denize ve derelere dökülen enkazda kol ve bacak parçaları görülüyordu. Gölçük ilçesinin güneyindeki, çıplak gözle izlenebilen önemli heyelan riskine rağmen vadiler bölgenin enkazının boşaltıldığı merkezlere dönüştürülmüştü. Enkaz, Değirmendere'de bir vadi ile Gölcük'te Örçün ve Şirinköy yamaçlarının potansiyel heyelanlı bölgelerine dökülüyordu.

Yer yer 2 metreye kadar çatlakların olduğu bölgelere dökülen enkaz, yağışların da başlamasıyla yükselecek yeraltı suyu nedeniyle bu heyelanlı bölgelerdeki riski arttıracaktı. Hiçbir araştırma yapılmadan sürdürülen bu enkaz yığma çalışmaları heyelanlı bölgeler için gelecekte büyük bir tehlikenin habercisiydi.

Tersine göç başladı

Türkiye'nin değişik bölgelerinden göç ederek deprem bölgesine yerleşenler bölgeyi terk etmeye başladı. Özellikle de ekonomik nedenlerle ya da köyleri yakılan veya zorla köylerinden göç ettirilen insanlar, evlerini terk ederek geldikleri deprem bölgesinden geri dönmeye başladılar. Depremzedelerin küçük bir kısmı Türkiye'nin çeşitli illerinde bulunan kamu kamplarına yerleştirildi; diğer bir kısmı da yakın çevredeki köy ve kasabalarda bulunan akrabalarına sığındı ya da göç ettikleri bölgelerde evleri, arazileri bulunanlar geriye dönmeye başladı. Sonuç olarak bölgede kalanların çoğunluğunu depremde her şeyini kaybetmiş, gidecek yeri ve olanağı olmayan yoksul aileler ya da kimseler oluşturuyordu. Hükümetin düzenlemeye çalıştığı çadır ve prefabrike yerleşmeler ise barınma gereksiniminin çok küçük bir bölümüne yanıt verebilmiştir. 12 Kasım depremi, 17 Ağustos depreminin neden olduğu acılara, feryatlara ve yapısal yıkımlara yenilerinin eklenmesine yol açtı. Bolu il merkezi, Düzce ve Kaynaşlı ilçeleri 12 Kasım depreminden en fazla etkilenen yerleşim alanlarıydı. Ağır kış koşullarının yaşandığı bir mevsimde, insanlar soğukta ve sokaklarda kalmıştı.

17 Ağustos depremi sonrası hasar tespit komisyonlarının ''oturulabilir'' raporu verdiği binaların büyük bölümü bu depremle birlikte yıkılmış ve can kayıplarının artmasına yol açmıştı. Halk, yıkılan binaların önlerinde bu durumu yüksek sesle dillendiriyordu.

Felaketi büyüten canavar

Düzce'nin, bahçeler içindeki bir ve iki katlı eski yöresel yapıları 17 Ağustos depreminde olduğu gibi 12 Kasım depreminde de hasar görmemiş ve ayakta kalmıştı. Bu yerleşim dokusunun yıkılıp yerlerine yapılan çok katlı beton bloklar tamamen göçmüş ve ağır hasar görmüştü. Rant ve spekülasyon kıskacı, Düzce'de de kendini gösteriyor, felaketin boyutlarını büyüten bir canavar olarak öne çıkıyordu.

Anadolu otoyolunun yapımı sürmekte olan Bolu Dağı kesimindeki tünelin içinde bazı çökmeler olduğu şantiyede çalışanlar tarafından TMMOB heyetine aktarıldı.

Bolu tünelini görme talebimiz ilgililerce reddedildi. Tünel ekseni üzerinde sürmekte olan sondaj çalışmaları açılan 116 mm çaplı üç adet sondaj kuyusunun delme borularının sıkışma nedeniyle döndürülemediği ve bırakılmak zorunda kalındığı, sondaj firması yetkililerince anlatıldı. Bolu Tüneli viyadüklerinde hasarlar olmuştu. Faylanma nedeniyle viyadük ayaklarının oturduğu zeminde yarılma ve kabarmalar oluşmuş, pabuçlarla platform arasında oynama ve kopmalar meydana gelmişti.

17 Ağustos depremini izleyen günlerde, depremin büyüklüğü konusunda yerli ve yabancı deprem araştırma merkezlerinden verilen bilgiler arasında tutarsızlık ortaya çıktı. Can kayıpları açıklanan resmi rakamların üstünde olup, resmi kayıtlara geçmeyen ve hâlâ enkaz altında bulunan insanlarımız vardı.

Depremin etkilediği bölgenin ülke Gayri Safi Milli Hasıla içindeki payının yüzde 40'ını oluşturması, sanayide katma değer içindeki payının yüzde 46.7 oranında olması, ülke nüfusunun üçte birini barındırması, yaşanan ''felaketin'' yarattığı yıkımın (Devlet Planlama Teşkilatı'nın rakamlarına göre 9 ila 14 milyar dolar civarında olması) uzun dönemli etkilerinin de olacağını göstermektedir