erken UYARI

eU 1. sayı, Kasım 1999

Ana Sayfa + Kapsama Alanı + Künye  

 
Önceden görme ile önceden belirlemenin Antropoloji bakımından betimlenmesi

Takiyettin Mengüşoğlu
 

İnsan Felsefesi

 

Önceden görme ile önceden belirleme kavramlarını antropoloji bakımından incelemek için insanın teleolojizmle doğal nedenselliğin elinden kurtulması gerekir. Ancak o zaman insan sahip olduğu ayrıcalık ve hakları yeniden elde etmiş, varlık yapısı bakımından kendine uygun yeri almış olur. insanı bir yandan genel bir teleolojinin, öte yandan kesintiye uğramayan bir doğal nedenselliğin elinden kurtaran ilk filozof Kant olmuştur. Çünkü ilk kez Kant insanı özgür, otonom, kendi kendisine yasa koyan bir varlık olarak gördü ve bu görünüşü temellendirdi.

Kant yalnız bunu yapmakla kalmadı, o aynı zamanda insanın “önceden görme yeteneğine” sahip olduğunu da gösterdi. “Bu yeteneğe sahip olmak insanı her şeyden daha çok ilgilendirir; çünkü bu yetenek insanın bütün gücünü harcadığı ve yapıp-etmelerinin koşuludur. insanın bütün istekleri (...) önceden görmeye dayanır; insan geçmişe (...) bile gelecekte ne olup-biteceğini önceden görmek, zamanın şimdi boyutunda olup bitenleri anlamak, ona göre karar vermek için döner; çünkü günü gününe yaşamak insana hiçbir onur kazandırmaz.”

Daha açık ve kesin olarak zamanımızda Nicolai Hartmann, bütün yazılarında, özellikle Teleolojik Düşünme adlı yazısında, kaynağını Aristoteles’de, din felsefeleriyle popüler metafiziklerde bulan teleolojik düşünme ile esaslı bir şekilde hesaplaştı; onun temellerini söküp attı. Kant’ın bu problem hakkındaki görüşleri bir yana, ilk kez Nicolai Hartmann yalnız tanrısal varlıkta görülen önceden görme ile önceden belirlemenin insanın temel-varlığının attributları olduğunu açık bir şekilde gösterdi. insanın temel varlığının bu önemli niteliklerini eleştirel bir araştırma ile işleyip ortaya koymuş olmak Hartmann’ın felsefe alanındaki önemli başarılarından birisidir. Çünkü ilk kez Hartmann düşünce tarihini bu önyargılardan temizledi; ve insanın temel varlığı ile ilgili olan bu iki attributun fenomen karakterini açık bir şekilde gösterdi.

Önceden görme ile önceden belirlemenin fenomen karakteri ile değer-probleminin fenomen karakteri arasında bir benzerlik vardır. Nitekim, değerler alanında günlük hayattaki somut yapıp-etmeleri yöneten dürüstlük, yalancılık ve benzerleri gibi değerler karşısında takınılan tavır bakımından naiv insanla bilim adamı ve teorilerinde değerleri çeşitli şekillerde yorumlamaya çalışan filozof arasında tam bir uygunluk vardır; çünkü hepsi de real, somut hayattaki yapıp-etmelerinde dürüst ve güvenilir insana inanırlar; ötekilerine inanmazlar. Aynı şey önceden görme ile önceden belirleme için de geçerlidir.

Her insan, ne ile uğraşırsa  uğraşsın, günlük hayatında, meslek hayatında, kendi iş alanında planlar tasarlar, kendisine amaçlar koyar. insan planlar tasarlarken, kendisine amaçlar koyarken durmadan önceden görme ile önceden belirlemeden yararlanır. Çünkü tasarlanan planlar, konulan amaçlar, insanın bir önsezgiye, önceden görmeye sahip olmasını gerektirir; yoksa insan ne planlar tasarlayabilir, ne de kendisine amaçlar koyabilirdi. Bundan başka insanın planlarını, amaçlarını hangi araçlarla gerçekleştireceğini bilmesi, önceden belirlemesi gerekir. Bu yalnız günlük hayat alanında geçerli olmakla kalmaz, aynı zamanda hem felsefe, hem de bilim alanında geçerlidir. Çünkü bütün halis varsayımlar, halis teoriler yine önceden görme ile önceden belirlemeye dayanırlar. Otomatlaşan hareketler bir yana, bütün yapıp-etmelerimiz önceden görme ile önceden belirlemeyi gerektirirler: “Dikkat basamak var” gibi en basit yapıp-etme bile insanın sahip olduğu bu niteliklerine dayanırlar. Hiç kimse bu hayat fenomenlerini yadsıyamaz. Fakat insan somut hayatı, fenomenleri  terk eder de kendisini teorilere, önyargılara kaptırırsa, o zaman her şey temelinden değişir. Bundan sonra, değer probleminde olduğu gibi, teorilerin boş tartışmalarının içine düşülür.

Önceden görme ile önceden belirleme tarih bakımından çok yüklü olan kavramlardır. Bu tarihsel yük burada durumu daha da güçleştiriyor. Çünkü bu problem alanında kaynağını dinlerde, popüler metafiziklerde, dünya  görüşlerinde bulan önyargılar egemendi ve hala da egemen olmaktadır. Bu önyargıların insanın duygularını okşayan bir yanı var. Bu yüzden insan onların etkisinden bir türlü kurtulamıyor. Hemen her insan hayatında kötülükler, üzüntülerle karşılaşır. insan kendisini hafifletmek için, bunları herhangi bir şekilde açıklamak, yorumlamak ister. Bu konuda dinsel görüşlerle metafizik dünya görüşleri insanın eline hazır reçeteler veriyorlar. Bu reçeteler insan kalbinin özlediği her şeyi ona sunar. Eğer olup biten her şey yüksek, tanrısal bir güç tarafından önceden belirlenmişse, o zaman insanın başına gelen felaketler, karşılaştığı kötülükler de açıklanmış olurlar. Çünkü bu felaketler, bu kötülükler yüksek bir güç tarafından insana verilen cezadan başka bir şey değildirler ve insana bu ceza, yüksek gücün ona çizdiği yoldan ayrıldığı için verilmiştir. Antropomorf bir kaynaktan gelen böyle bir açıklama, önceden görme ile önceden belirlemenin fenomen niteliğini bozar. Böylece önceden görme ile önceden belirleme, fenomen olmaktan çıkar. Onlar sadece bir dünya görüşünün yorumlamasına bırakılırlar. Bir dünya görüşü niteliği kazanırlar. Halbuki insan teorilere dayanmayan somut hayatında durmadan önceden görerek, önceden belirleyerek hareket ediyor; çünkü insan ancak yapıp-eden, değerleri duyan, tavır takınan bir varlık olarak, ancak bu yeteneklerle donatılmış olarak sahip olduğu hakları, ayrıcalıkları elde edebilir; halbuki teoriler, dünya görüşleri onun elinden bu hakları almaya çalışıyorlar.

Biz şimdi artık fenomenlerin çözümlenmesi ile ortaya çıkan yolda  yürümeye devam edebiliriz. insan önceden gören, önceden belirleyen, kendisine amaç koyan bu amaçlarını gerçekleştiren bir varlıktır. insan için, insan adına yapıp-eden, insanın yapıp-etmeleriyle amaçlarının yönünü belirleyen, ondan yana veya ona karşı kararlar veren, dünyanın başka bir gücü değildir; bu, insanın kendisidir. Burada insan tek başınadır; burada insan başka bir güce değil, sadece kendisine dayanmaktadır. Bundan dolayı, insan dünyanın başka bir gücüne değil, herşeyi kendisine borçludur. Yoksa insanla bir otomat arasında ne bir fark olacaktı, ne de insan kendi yapıp-etmelerinden sorumlu tutulabilecekti; o sorumsuz bir varlık olacaktı; kendisine ne bir suç, ne de bir suçsuzluk yüklenebilecekti.

Antropoloji bakımından insanın önceden görmesi ile önceden belirlemesi tanrıda olduğu gibi sınırsız değildir. Çünkü insanın kendisi de sınırlı bir varlıktır. Buna göre onun önceden görmesi ile önceden belirlemesinin de sınırlı olması gerekir. Çünkü insan tanrısal bir varlık değildir; bunun için de insan dinlerin, metafizik sistemlerin, teleolojik görüşlerin tanrıda varsaydıkları gibi, her şeyi önceden görüp önceden belirleyemez. Gerçi insanın önceden görmesi ile önceden belirlemesi sınırlıdır. Fakat bu sınırlı olma, insanın varlık-yapısına uygun düşüyor. insan yalnız sınırlı bir varlık olmakla kalmaz; o aynı zamanda aldanan bir varlıktır da. Bunun için de insanın bu nitelikleri kendisini hata yapmaktan, yanılmaktan, aldanmaktan, yanlış önlemler almaktan kurtaramaz.

Böylece insanın bu nitelikleri onun varlık-yapısına uygun ölçülerdedir; çünkü insanın varlık-yapısı, sınırsız bir önceden görme ile bir önceden belirlemenin yükünü çekemez. Eğer insan sahip olduğundan daha fazla bir önceden görme ile donatılmış olsaydı, o zaman karşısına çıkan olayların, olup-bitenlerin sadece bir seyircisi olmak zorunda kalacaktı; gelmekte olanın seyircisi olmak ve ona karşı hiçbir şey yapamamak insan için korkunç olurdu; dayanılmaz bir durum olurdu; onun  yapıp-etmelerini engellerdi. Çünkü insan gelmekte olanın kendi gücünü aştığını görür görmez yıkılacaktı. Gelmekte olanı önceden gördüğü halde, ona karşı önlem alamamak insan için ne kadar yıkıcı ve ezici olurdu, tıpkı Yunan mitolojisindeki Kassandra gibi; buna karşılık geleceği bilmeden yaşamak, insan için bir bakıma mutluluktur.

insanın önceden görmesi, önceden belirlemesi ne kadar sınırlı, ne kadar hatalara, aldanmalara, yanılmalara açık olursa olsun, önemli olan insanın bu niteliklerle donatılmış olması, onların insanın varlık-yapısında yer bulmasıdır. Çünkü bu niteliklere sahip olmadan insan ne olmak istediği gibi olabilir, ne de olduğu gibi kalabilirdi.

Bütün insanların bu tanrısal niteliklerle aynı ölçüde ve aynı güçte donatılmadığı da şüphe götürmez. Bu niteliklerin durumu, insanın öteki yetenekleri gibidir. Gerek insanın öteki yetenekleri, gerekse bu tanrısal nitelikleri temelini onun biyopsişik varlığında bulurlar. Bundan dolayı onların insanlar arasındaki dağılışı da individueldir; çünkü çok kısa görüşlü, orta görüşlü, uzak görüşlü, hatta “kör” insanlar vardır. Büyük devlet adamları, büyük bilim adamları, büyük işadamları bu yeteneklerle zengince donatılmışlardır.

insanın bu nitelikleri kendisi için bir ışık kaynağıdır. Bu ışık insanın gittiği yolu, gelecekteki yapıp etmelerini aydınlatır. Gerçi gidilen yola, geleceğin karanlığına tutulan bu ışık çok ince bir ışındır. Fakat sınırlı bir varlık olan insan için yeterlidir. Bu niteliklerle donatılmayan insan karanlıkta kalacak, karanlıkta ancak emekleyecekti; bir türlü yolunu bulamayacaktı. insanın hayatı rastlantılara bırakılmış olacaktı. Böyle bir durumda insanın yaşamasına olanak kalmazdı; nerede kaldı ki, onun başarılarından söz edilsin!

Gerek bugün, gerekse tarihte karşılaştığımız insanın varlık-yapısının bu niteliklere dayanmadan varolmayacağı açıktır. Çünkü insanın varlık-yapısı, öteki canlıların, örneğin hayvanın varlık-yapısından başkadır. insan, daha  önce de gösterildiği gibi, yaşamak için yalnız kendisine dayanır. insan, sahip olduğu veya sahip olmak istediği her şeyi, kendisinin gerçekleştirdiği  yapıp-etmelere borçludur. Böyle bir varlık kendisini ilgilendiren her şeyi kendisi yaratmak, eylemlerini planlayarak kendisi yönetmek, olup-bitenlere karşı ya da onlardan yana karar vermek zorundadır. insan varlık-yapısı bakımından öteki canlılar, örneğin hayvan gibi günü gününe yaşayamaz. Günü gününe yaşayan bir canlı varlık, zamanın “şimdi” boyutunda yaşar. Böyle bir varlığın yarın ve öbür gün için herhangi bir kaygısı yoktur. Eğer insan hayvan gibi günü gününe yaşasaydı, kökünü dünde, önceki günde bulan, yarın ve öbür gün devam edecek eylemleri olmayacaktı. insanın hayatını planlayan, önceden gören, önceden belirleyen yapıp-etmelerle yönetmesi gerekli olmayacaktı. insan tek olarak belli bir zaman süresi içinde yaşar. Arkasında bıraktığı zaman içinde birçok olaylarla, başka insanlarla karşılaşır, hayat durumları içinden geçer, öteki insanların eylemleriyle karşılaşır. Bunların hepsi de onda iz bırakır. insanın yaşadığı, içinden geçtiği olayları, durumları unutmama, saklayabilme gibi bir yeteneği vardır.

insan bu yeteneği sayesinde geçmişe kök salar ve geçmişin etkisi altında kalır. “šimdi” içinde olup biten her şey, bütün yapıp-etmelerimiz, sırtında geçmişin damgasını taşır. Geçmişin en karakteristik yanı, onun geri dönmemesi, geri döndürülmemesi, yinelenmemesidir. Dünyada geçmiş olanı geri getirebilecek, hiçbir güç yoktur. “šimdi”nin durumu tümden başkadır. “šimdi” gelip geçici bir zaman noktasıdır. “šimdi” insanı bir yandan geçmişe, öte  yandan da geleceğe, gelmekte olana bağlar. Bunun için de “şimdi” sürekli devinen bir noktadır.

Önceden görme ile önceden belirlemenin alanı gelecektir. insan gerçekleştirmek istediği planlarıyla, amaçlarıyla, yapıp-etmeleriyle geleceğe yönelmiştir. Gerçi insanın “şimdisi” ile geleceği, hem olumlu, hem de olumsuz anlamda  geçmişe bağlıdır. Fakat insan hayatının, eylemlerinin ağırlık noktası zamanın gelecek boyutuna yönelmiştir. Gelecek, geçmiş gibi, herhangi bir bilimin  objesi değil, fakat önceden görme ile önceden belirlemenin objesidir. Fakat bu obje olma, bir bilimin objesi olma anlamı taşımaz(*). Önceden görme ötedenberi Pythianın, falcılığın bir alanı olagelmiştir. Gelecek karanlıklara gömülüdür. Bu yüzden insanın önceden görme ve önceden yönetmesine açık bir alandır. Önceden görme ile önceden belirleme, zamanın gelecek sferine, insanın amaçlarına göre yönettiği eylemleri ile şekil verebilir.

Fakat insanın önceden gören, önceden belirleyen, planlayan, yapıp eden bir varlık olabilmesi için, gelecek zaman sferinin insanın insiyatifine açık olması, yani onun başka bir güç tarafından önceden determine edilmiş olmaması gerekir; bu güç ister dünyaya ait olsun, isterse dünya-üstü bir güç olsun. Ancak böyle bir dünyada insan kendi yaratıcı eylemlerini gerçekleştirebilir; ve bunların bir sonucu olan başarılarını ortaya koyabilir.

Zamanın gelecek boyutu henüz içinde bulunmadığımız bir zaman boyutudur; o önümüzdedir; yapıp etmelerimize açıktır. insan insanın tanrısal nitelikleri adını verdiğimiz önceden görme, önceden belirleme ile geleceğe şekil veriyor, planlar tasarlıyor, amaçlar koyuyor ve sonrada onları gerçekleştirmek için araçlar seçiyor. Eğer bizim hayatımız, eylemlerimiz için hiçbir planımız, amacımız, hedefimiz yoksa, o zaman yarın, öbür gün kör rastlantılara bırakılmış demektir. Böyle bir durum insan için tehlikelidir. imdi istesin istemesin, o yarını, öbür günü düşünmek, yakın veya uzak bir zamandaki eylemleri için planlar yapmak, amaçlar koymak zorundadır.

Öte yandan, insanın aktif olması, yapıp-eden, değerleri duyan tavır takınan bir varlık olması, ancak önceden görme ile önceden belirleme sayesinde bir işlev ve anlam kazanır. Nitekim aktiflik, yapıp-etme, değer duygusu, tavır takınma zamanın gelecek boyutuna, gelmekte olana yönelmiştir. Eylemleri yönetmek demek olan önceden görme ve önceden belirleme olmadan aktiflik anlamsız bir devinim, değer duygusu ise çekilmez bir yük olurdu. Zaten insan hayatının ağırlık noktası da onun aktivitesinin, değer duygusunun, tavır takınmasının şekil vereceği gelecek üzerinde bulunuyor. Geçmiş, kapanmış, değişmeyen bir zaman sferidir; insan bu sferden anımsama yeteneği ile ders alabilir; tavır takınmasını, aktivitesini yönlendirmede ona bilgi kaynağı olabilir; fakat geçmiş, bitmiş, kapanmış bir zaman boyutudur. “šimdi” ise gelip geçici, kısa süreli bir zaman sferidir. šimdi, insan için bir ödevdir; çünkü insan varlığının en değerli öğesi eylemin gerçekleştiği yerdir. Gerçi insana yapıp-etmelerinin, tavır takınmalarının, inisiyatifinin eylem alanı olarak, henüz açık olan, henüz belirlenememiş bir zaman sferi olan gelecektir, gelmekte olandır ve insan ancak zamanın bu sferine bir yön verebilir. Fakat bu yön verme, zamanın bu gelip geçici noktasından, şimdisinden başlamak zorundadır.

Önceden görme ile önceden belirleme arasında birbirini tamamlayan karşılıklı bir bağ vardır. Önceden belirleme yapıp-etmelerimizde zincirin ilk halkasıdır. En başta önceden görme harekete geçmelidir ki, önceden belirlenecek olan şeyden söz edilebilsin. insanın önceden görmesi nereye kadar uzanırsa önceden belirlemesi de oraya kadar uzanabilir.

Bu bölümün vardığı sonuç kısaca şöyle özetlenebilir: Önceden görmek önceden belirleyebilmek, ancak aktif olan, kendisine amaçlar koyan, onları gerçekleştirebilen bir varlık için söz konusu olabilir. Böyle bir varlık kendi yapıp-etmelerini değer duygusuna göre yöneten, olup-bitenden yana veya ona karşı hareket edebilen biricik varlık olarak tanıdığımız, insandır ve yalnız insandır. insanın yetenekleri ve başarıları onun somut bütünlüğü içinde birbirini tamamlarlar. Nasıl aktif olma, tavır takınma, değerleri duyma gibi yetenekler, önceden görme, önceden belirleme olmadan işlevlerini ve anlamlarını gerçekleştiremezlerse, önceden görme ve önceden belirleme de birbirine ve yukarıdaki yeteneklere dayanmadan kendileri ve insan için anlamlarını yitirirlerdi.