Sarıkamış - Sibirya belgeliği

 
Esaret Anılarından
NTV-MSNBC
14:41 17 Nisan 2006
 

ana sayfa   +   home


Birinci Dünya Savaşı’nda savaşan ve onbinlerce Türk askerinin hayatını kaybettiği Sarıkamış’ta esir düşen, 57 yıl önce ölen Tuğgeneral Ziya Yergök’ün, savaş ve esaret yıllarında yaşadıkları doktor oğlu Nurullah Yergök ve kardeşinin torunu CHP Adana Milletvekili Ziya Yergök’ün katkılarıyla gelecek nesillere kazandırıldı.

Yergök’ün kendi el yazısından oluşan 1800 sayfalık anıları araştırmacı yazar Sami Önal tarafından ele alındı ve “Sarıkamış’tan Esarete” adıyla piyasaya sunuldu.

Kitapta, 1914 yılında Allahüekber Dağları’nda başlayan ve 1920 yılına kadar süren esaretin acı dolu yılları Sarıkamış Harekatı’nın bilinmeyen yönlerini birinci ağızdan öğrenme şansı veriyor.

Milletvekili Ziya Yergök, Birinci Dünya Savaşı’nda Erzurum’daki 9’uncu Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Şerif İlden’in anılarından oluşan “Sarıkamış” adlı kitabından çok etkilendiğini, bunun üzerine adını aldığı büyük amcasının anılarını yaşatmaya karar verdiğini söyledi.

Yergök, kitabın kısa sürede 7’nci baskıya ulaşıldığını belirterek,”Aynı ismi taşıdığım kişinin yaşadığı anılar, beni çok heyecanlandırdı ve duygulandırdı. İnsan okurken bile acı çekiyor. Kitap, o günün koşullarını çok iyi anlatıyor. Sarıkamış’ta, çok az kişi tarafından bilinen, açlık, soğuk ve bitkinlikle boğuşulan acı dolu günlerin kitaplaşması sevindirici” dedi.

Yergök, kitabın sadece tarihe ışık tutmadığını, geleceğe de katkı sağladığını anlattı. Tuğgeneral Ziya Yergök’ün oğlu Dr. Nurullah Yergök’ün katkısıyla kitaptan elde edilen gelirlerin TEV’e bağışlandığını anlatan Yergök, “Kitabın geliri fonda birikiyor. Sonra da TEV aracılığıyla öğrencilere burs olarak veriliyor. 90 yıl önceki yaşanmış anıların eğitime katkıya dönüşmüş olması gurur verici” diye konuştu.

Yergök, şu ana kadar TEV’e 5 bin 250 YTL bağışta bulunulduğunu, anıların devamı olan ikinci bir kitabın da ekim ayında yayınlanacağını belirtti.



ESARET ANILARINDAN

2 Ocak 1915 günü 28’inci Fırka Sıhhiye Bölüğü ile birlikte Ruslara esir düşmüştüm. Bir Rus askeri beni insafsızca, sürükleye sürükleye istasyon civarında bir yere götürmüş, nöbetçiye teslim ettikten sonra içeriye girmişti.

11-12-1330 (27 Aralık 1914) güne güneş doğmuş ve saat 09.00’a varmıştı. Mevzide dolaşırken sol böğrümden vuruldum. (Eyvah! Fena yerden vuruldum. Bağırsaklarım parçalandı. Artık kurtuluş yok) diye bir düşünceye kapıldım. Ölüme hazırlanırken darbenin verdiği sancı geçti. Hemen pelerinimi, kaputumu çözdüm. Ceketimi, düğmelerimi açtım. Kan akıp akmadığını, yaranın şeklini anlamak üzere yeleği çözerken şıp diye yere bir şey düştü. Baktım ki bir sivri kurşun karın üstünde. Yeniden muayeneye başladığım vakit kılıç zincirinin yarısı kopmak üzere kırılmış bulunuyordu. Kurşunu aldım, para çantamda hatıra olarak sakladım.

Ayaklarımın üşüdüğü bir sırada hem ayaklarımı ısıtmak, hem de ormanlarda olup bitenleri anlamak üzere yakınımızdaki ormana girdim. Keşke girmez olaydım. Dolaştığım yerlerde can çekişmekte olan birçok yaralıya rastladım. Bunlardan bazıları sönmekte olan bir ateşin başında yatıyor, bazıları çamların dibinde (ah of) ediyor, bazıları da iki üç kişi bir arada pelerinlerine sarılı bir vaziyette son dakikalarını yaşıyorlardı.

Trenden çıkıp kızaklara binerken bizimle aynı trenin yük vagonlarıyla sevk edilen esir askerlerimiz de vagonlardan çıkarılmış yaya olarak gönderilmeye hazırlanmışlardı. Orada resmi, sivil birçok Rus erkek ve kadın, bizleri seyretmek için toplanmışlardı. Soğuk sıfırın altında 30 derecenin altında idi. Bizim askerler acınacak durumdaydılar. Eski püskü elbise ve kaputlar içinde, ayakkabıları kalik (yırtık, dilenci postalı) halini almıştı. Bunlar arasında bir askerin de ayakkabıları yoktu. Yırtık çoraplarla sıraya girmeye gidiyordu. Bu acıklı görüntüye dayanamayan bir Rus kadını lastiklerini çıkardı bu ere verdi ve bize de birçok küfürler savurdu. (Böyle perişandınız niçin muharebeye girdiniz?) gibi haklı sözler söyledi.

Mekke Şerifi Hüseyin’in düşman tarafına geçmesi ile başlayan Arap ihtilali, esir Arap subaylarını canlandırdı. Bunlar Ruslara (Biz de sizlerdeniz. Bizlere esir muamelesi yapmayın) diye iddia edip dilekte bulundular. Yeni hükümet bu iddiayı dinledi ve Arapları serbest bıraktı.

Bunlar şehirde serbest dolaşmakla kalmayıp kaçma teşebbüsünde bulunan Osmanlı subaylarını ihbar edip yakalatarak esirlikten esirliğe sürüklenmelerine, genel hapishanelere gönderilmelerine neden oldular.

Esaret Dönüşü: Gez Mahallesi’ne geldiğim zaman Enver, Avni ve Ali’yi beni bekler buldum. Konuşarak eve geldik. Kör dayımın elini öptüm. Tevfik Dayım, Erzurum’un düşüşü sırasında cephane infilakında kolundan yaralanmış. Korkularından kimseye duyuramamışlar. Dayım da kangren olmuş, bir hafta sonra da ölmüş. (Hani Meva nerede?) diye sordum. Kimseden ses çıkmadı. Onun da Erzincan’da tifüsten öldüğünü söylediler. Eşimin ölüm haberi üzerine dünya başıma yıkıldı. Niye muhaberede ölmedim diye şansıma küstüm.”