Kütüphanemde, senelerden beri itina ile
sakladığım bir günlük vardır: 1914’teki Sarıkamış faciası sırasında
Allahuekber Dağları’nda eriyip giden 3. Ordu’nun kumandanı Hafız
Hakkı Paşa’nın günlüğü...
Bugüne
kadar bırakın kitap haline getirmeyi, bir yazıda bahsetme fırsatını
bile bir türlü bulamadığım bu günlüğün bazı bölümlerini, öncülüğünü
seneler boyu binlerce kişiye
hayat veren Sarıkamış doğumlu kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür
Sönmez’in yaptığı ‘90. yılda 90.000 şehit anılıyor’ sloganıyla
başlayan Sarıkamış programı sayesinde yayınlayabiliyorum. İşte,
Sarıkamış faciasının sorumlularından olan Hafız Hakkı Paşa’nın
kaleminden Birinci Dünya Savaşı’na girişimizin ve Allahuekber
Dağları’nda yaşanan büyük hüznün öyküsü...
SARIKAMIŞ’taki şehitlikte bugün büyük bir heyecan rüzgárı
esmekte... Karlarla kaplı Allahuekber Dağları’nda 1914 Aralık’ının
son günlerinde yaşanan, tarihlerimize ‘Sarıkamış faciası’
diye geçen ve onbinlerce Mehmetçik’in canına málolan büyük bozgunun
90. yıldönümü münasebetiyle düzenlenen anma törenine katılan
binlerce kişi, şu anda şarkılarla, marşlarla ve dualarla
şehitlerimizi yádediyorlar.
Öncülüğünü bugüne kadar binlerce kişiye hayat veren Sarıkamış
doğumlu kalp cerrahı Bingür Hoca’nın yani Prof. Dr. Bingür
Sönmez’in yaptığı ‘90. yılda 90.000 şehit anılıyor’
sloganıyla başlayan böylesine geniş çaplı Sarıkamış programı, bana
kütüphanemde senelerden beri itina ile sakladığım bir günlükten
sözetme fırsatını verdi: Sarıkamış bozgununun önde gelen
isimlerinden olan Hafız Hakkı Paşa’nın günlüğünden...
‘Sarıkamış bozgunu’nun ayrıntılarını bilmeyebilirsiniz, zira
bahsi pek geçmeyen bir faciadır, bu yüzden kısaca anlatayım:
Kars ve Ardahan, ‘93 Harbi’ diye bilinen 1876-1877
Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar’ın eline geçmiş ve Sarıkamış
kasabasına kuvvetli bir Rus garnizonu yerleştirilmişti.
SARAYIN DAMATLARI
Birinci Dünya Savaşı’na girmemizden hemen sonra, o günlerde
devletin en güçlü adamı olan ve ‘Harbiye Nazırı ve Başkumandan
Vekili’ ünvanını taşıyan Enver Paşa, Anadolu’nun doğusunu
Rus işgalinden kurtarıp Kafkaslar’a uzanabilmek için Sarıkamış’ı
hedef alan bir harekát hazırlığına girişti. Paşa’yı bu harekáta
yönlendirenlerin başında, onun gibi ‘sarayın damadı’ olan bir
başka asker, Albay Hafız Hakkı Bey vardı.
Ve, çoğumuzun hálá bilmediği bir husus: Türkiye’nin o günlerdeki
genelkurmay başkanı Türk değil, bir Alman generaliydi: General
Bronsart von Schellendorf!
Enver Paşa, diğer kumandanların ‘ordu hazırlıksız, üstelik
kış bastırmak üzere’ yolundaki uyarılarına dinlemedi, Erzurum’a
gitti, komutayı üstlendi, 10. Kolordu’nun başına Albay Hafız
Hakkı Bey’i getirdi ve harekát 22 Aralık 1914’te başladı. İşin
sonunun kötü olacağını kestiren bazı komutanlar, o günlerde ardarda
istifa etmişlerdi.
DAĞLARA TIRMANDILAR
Paşa’nın savaş plánına göre, üç kolordudan meydana gelen 3.
Ordu’nun bir bölümü Allahuekber Dağları’nı yürüyerek aşacak ve
Sarıkamış kuşatılacaktı. Ama bazı komutanların ‘Sarıkamış’a ilk
giren olma’ hayaliyle kendi başlarına harekete kalkışmaları,
Hafız Hakkı Bey’in kaçan Rus birliklerini takip ederek kuşatma
hattını lüzumsuz yere genişletmesi ve onbinlerce askeri kışlık
elbiseleri olmadan karlarla kaplı Allahuekber Dağları’na
tırmandırması büyük feláketi getirdi.
Birliklerimizden bazıları Sarıkamış’a girmeyi başarmalarına rağmen
Ruslar tarafından yokedildiler ama asıl facia dağlarda yaşandı:
Ruslar’a karşı henüz tek bir kurşun bile atmamış olan onbinlerce
askerimiz soğuktan donarak sonsuz bir uykuya daldı, binlercesi de
tifüsten kırıldı. 25 ve 26 Aralık günlerinde vaziyetimiz çok daha
kötüleşti ve 3 Ocak’ta artık herşeyin bittiğini anlayan Enver
Paşa, Albay Hafız Hakkı Bey’i ‘Paşa’ yaparak 3.
Ordu’nun başına geçirdikten sonra Erzurum’a döndü. Daha birkaç gün
önce onbinlerce askeri Allahuekber Dağları’na süren Hakkı Paşa
4 Ocak’ta geri çekilme emri verecek ve Sarıkamış harekátı
böylesine büyük bir hüzünle noktalanacaktı.
GÖRÜLMEMİŞ SANSÜR
Enver Paşa, Erzurum’dan İstanbul’a dönüşünde Türkiye’de örneğine
bugüne kadar bile rastlanmamış olan bir sansür uyguladı ve basında
Sarıkamış harekátı ile ilgili olarak tek bir satır haber yahut resim
çıkmadı. Sansür öylesine yoğundu ki, halk, Sarıkamış’ta nelerin
yaşandığını seneler sonra öğrenebilecekti.
Ders kitaplarında bile sadece birkaç satırla geçiştirilen ama bizler
için aslında Çanakkale Savaşı kadar önemli olan Sarıkamış faciası,
Prof. Dr. Bingür Sönmez’in senelerdir devam eden çabaları
sayesinde gündeme bu sene böyle yoğun bir şekilde geldi ve çoğumuz
belki farketmedik ama, bu hatırlayış Türkiye’de bir ilke de öncülük
etti: Şimdiye kadar sadece zaferlerini ve mutlu günlerini hatırlayan
Türkiye, geçmişindeki bir bozgun feláketini de ilk defa Bingür
Hoca’nın sayesinde anıyor!
Prof. Bingür Sönmez neşteriyle bugüne kadar binlerce kişiye
hayat vermişti, öncülük ettiği Sarıkamış organizasyonuyla da şimdi
onbinlerce şehidin ruhunu şádetti.
Hakkı Paşa cephede öldü karısı sürgünde can verdi
HAFIZ Hakkı Paşa, sorumlularından olduğu Sarıkamış faciasını
16. asırda düşmanlarına esir düşen Fransa Kralı Birinci Fransuva’nın
‘Şereften başka herşey mahvoldu’ cümlesiyle özetlemişti.
1879’da Manastır’da doğan Hafız Hakkı Paşa, 23 yaşında kurmay
yüzbaşı oldu, Balkanlar’daki çetelerle uğraştı, bir ara Viyana’ya
askeri ataşe olarak yollandı ve 1914’te henüz yarbay iken
Genelkurmay İkinci Başkanlığı’na getirildi.
7 Aralık 1914’te Kafkas Cephesi’ndeki 10. Kolordu’nun kumandanı oldu
ve Sarıkamış bozgunundan sonra ‘Paşa’ yapılarak 3. Ordu’nun
kumandanlığına tayin edildi. Ancak paşalığı 1,5 ay kadar sürecek,
akıbeti Alahuekber Dağları’nda can veren askerlerin akıbetiyle aynı
olacak ve tifüse yakalanan Hafız Hakkı Paşa hayata 1915’in 15
Şubat’ında, Erzurum’da veda edecekti.
‘Vicdani’ takma adıyla gazetelere çok sayıda makale yazan,
‘Şanlı Asker’ ve ‘Bozgun’ adında iki de kitabı olan
Hafız Hakkı Paşa, Sultan Beşinci Murad’ın torunlarından
Behiye Sultan ile evlenmiş ve ‘Dámád-ı Şehriyári’, yani
hükümdar damadı olmuştu. Kocasının hatırasına hayatının sonuna kadar
sıkı sıkıya bağlı kalan Behiye Sultan, 1924’te Osmanlı
Hanedanı’nın bütün mensuplarıyla beraber Türkiye’den sürgüne
gönderilecek ve hayata 1940’lı senelerde Kahire’de büyük bir yokluk
içerisinde veda edecekti.
Hafız Hakkı Paşa’nın Osmanoğlu ailesi vasıtasıyla bana
intikal eden günlükleri, 1915’in 12 Ocak günü yazılan satırlarla
nihayete eriyor, zira Paşa, o tarihten itibaren kendisini ölüme
götürecek olan hastalığın pençesine düşmüş bulunuyor.
Aşağıda, Hafız Hakkı Paşa’nın günlüklerinden Birinci Dünya
Savaşı’na girişimizin ve Sarıkamış Harekátı’nın öncesi ile
sonrasının anlatıldığı bazı bölümleri, diline ve üslubuna dokunmadan
naklediyorum:
KASIM 1914: Mateessüf, sabah, donanmamızın düşman
donanmasıyla harbe tutuştuğu haberi geldi ve hemen Alman erkán-ı
harbiyyesi (genelkurmayı) ile temas edildi. Mezkur erkán-ı
harbiyyenin bizden şunları istediğini anladık:
- Hemen, Karadeniz’de hareket.
- Mısır istikametinde mümkün mertebe çabuk ilerlemek.
- Cihad-ı mukaddes (kutsal savaş) ilán etmek.
Ben, bunların üçünü de saçma addediyorum fakat ne yapayım? Madem ki
müttefik? Dik Alman kafasına láf anlatmak da kabil değil. Bir kerre
de harp başlamış! Artık olacak!
Harp nasıl başladı: Donanma kumandanına şöyle bir emir hazırlanmış
idi: ‘Rus donanmasını mahvederek Karadeniz’de hákimiyet
kazanınız’. Bu emir, benim kasamda duruyordu. Ancak icabında ve
zamanında verilecekti. Bizim hareketimizden evvel, Nazır (Harbiye
Nazırı Enver Paşa) emri istedi. ‘Şuson’a (Alman amirali)
vereceğim. Kapalı bir zarf içinde. Lázım olduğu zaman emri aç!
diyeceğim’ dedi. Ben şüphelendim, rica ettim, dinlemedi.
Halbuki, iş büsbütün başka türlü imiş ve Şuson kendisi Alman
kafasıyla yapmış, etmiş, bizi vakitsiz bir harbe sürüklemiş. Bundan
sonra artık vaziyeti selámete çıkarmak için canla-başla çalışmak
lázım.
ARALIK 1914: Hastaların yemekleri ve háli bir türlü
düzelemiyor. Bugün yine birçok adam dövdüm ve derken yine bir
feláket karşısında bulundum:
Hastahane yanında bir hasta nefer, titrek ayaklarıyla matarasını
doldurmaya gidiyor! Sordum:
- Niçin gidiyorsun?
- Ne yapayım efendim, para ile su satıyorlar. Benim param yok!
- Kim satıyor?
- .....
- ..... kim?
- Hademe.
- Haydi göster.
Yürüdük. Zavallı, canlı cenaze gibi. Hastahaneden ahıra girdik. Yine
iki ölü vardı.
İçeride bir teláş. Su değil, ekmek satılıyordu. İri yarı bir çavuş.
60 para, beş kuruşa ekmek satıyordu. Öldüresiye vurdum. Taşla
kafasını ezdim. Firara koyuldu (kaçmaya çalıştı). Yanımdaki mülázım
(teğmen) Küçük Münir yetişti, herifi altına aldı. Bir kasatura
buldum, kafasını gözünü parçaladım.
10 OCAK 1915: Hava güzel, ben hastayım. Derece-i hararetim
(ateşim) 37,5. Her tarafım ağrıyor. Vaziyet yine sakin.
...Yaralılara maaşlarına mahsuben 10 kuruş verdirdim. ... yaralı
çavuşların Erzurum’a sevkini emrettim.
Ve, Bingür Hoca’ya küçük bir not: Paşa’nın günlüğünü o kadar
istemenize rağmen 25 Aralık’a yetiştiremedim ama merak etmeyin,
yakında yayınlayacağım...
Hürriyet
Gazetesi>>
http://www.hurriyetim.com.tr/yazarlar/yazar/0,,authorid~28@sid~9@tarih~2004-12-26-t@nvid~515548,00.asp
|