KİTABIN ÖZETİ
Mülkiye
Mektebini bitiren yazarımız Londra’da öğrenim görmektedir. 1 nci
Dünya Savaşının çıkması üzerine, İstanbul’a dönmüş, bir hafta sonra
Aksaray Askerlik Şubesine müracaat ederek Harbiye Mektebine
yazılmıştır.
1914
Haziran’ında Maçka Talimgahında eğitime başlamıştır. Bu arada
gördüğü kıt’a halindeki iki tatbikat onun askerlik hakkında fikir
değiştirmesini sağlamıştır. Meşrutiyet’in ilanı ile temeli atılan
Türk Ocağı Cemiyeti, Türk Yurdu gazete ve dergilerin tesirinde kalan
binlerce genç gibi yazarımız da “ Moskof kini “ ve “Turan” aşkıyla
yanmaktadır. Turan Duası ve Albayrak Marşlarını söylemeyi ibadet
saydığı bir anda idealini gerçekleştirmenin fırsatını bulur. Kafkas
Cephesine gönderilen gönüllü birliklerin içerisinde o da vardır
artık.
Gözyaşları
ile Haydarpaşa‘dan başlar ümitsiz bir hayalin yokluğu. Konya, Niğde,
Kayseri, Erzincan, Erzurum ve birçok beldeden geçer. Bu şehirleri
gören her insan gibi hayal kırıklığına uğrar. Anadolu şehirleri
çamur içerisinde, temiz olmayan sokaklar, bakımsız evleri ile adeta
ortaçağ yadigarı birer harabe gibidir.
Geçtiği
tüm mekanlardaki Anadolu insanında perişanlık hakimdir. Cepheden
dönen yaralı, zayıf, bitkin, hasta insanların acı gerçeği gözler
önündedir.
Enver Paşa
komutasındaki ordunun (9,10,11 nci Kolorduların) yenilgisi tüm Türk
Dünyasını hüzne boğmuştur. Yenilgi sonrası karşılaştığı manzaralar,
şimdiye kadar gördüklerinin askerliğin oyuncak tarafı olduğunu, asıl
askerliğin bundan sonra başladığını anlatır yazarımıza.
Bu arada
savaşta ölenlerden daha çok insan tifo, tifüs salgın hastalıklarıyla
can vermektedir.
Erzurum
Kolordusu yazarımızı 30 ncu Tümen 88 nci Alaya tayin eder. 3 ncü
Tabur, 10 ncu Bölük, 1 nci Takım komutanı olarak ilk çalışma devresi
başlamıştır artık.
Güçlü Rus
ilerleyişini durduramayan Türklerin sorunu sadece savaş değildir.
Askerler aç savaşmaktadır. Sefaletin her çeşidi ile doğanın zulmü
kol koladır.
Karargahında rezaletin her çeşidini yapan Erzurum Ordu Komutanı Arap
Kamil Paşa, şehitlerden geride kalan paraları zimmetine geçiren Alay
Komutanı, örümcek kafalı takım komutanı gibi durumun vahimliğini
görmeyen insafsız, vicdansız, hainlik derecesinde ilgisiz,
kabiliyetsiz insanların varlığı durumu daha da güçleştirmektedir.
Bunun gibi yeteneksiz subayların binlerce olduğunu defalarca
görmüştür yazarımız.
Fakat
yüreğinde taşıdığı ateşle o, namzet adı altında vatan için parasız
çalışmakta, sevmek ve sevilmenin ihtiyaç halini aldığı zor
koşullarda, zamandan habersiz, çamur içerisinden çıkarılmış bir
hasır üzerinde yatarak kaşığın sapını ısıtıp, elbiselerin dikiş
yerlerindeki bit yumurtalarını yok etmekle uğraşarak fedakarane
çalışmaktadır.
Onun en
büyük gururu ve desteği en zor koşullarda bile sabır ve tahammülü
ile dünyaya örnek olan, emre itaati ibadet bilen, en cılız neferi
bile savaşta ateş parçası olan, savaşın yorgunluğuna metanetle göğüs
geren, içten gelen bir cengaverliğin dünyada tek mümessili Türk
neferidir. Zulmü ile Anadolu’yu kana bulayan Ermeni’nin yaralısına
su, ekmek verecek kadar merhametli olan Türk neferi mevzide
söylediği uzun havalar ile yetinip sevinebilen, açlığa, sefalete,
kendisinden güçlü ordulara baş eğmeyen Türk neferi...
Yeteneği
ile 10 ncu Bölük Komutanı olan yazarımız, yanlış verilen bir geri
çekilme kararı neticesinde 1916 Temmuz’unda teslim olmak zorunda
kalır.
Yırtık
postal ve nefer elbisesi içinde, şerefli bir şekilde ölmeyi temenni
ederek bir Türk Subayına yakışır bir tavır sergilemekte, bu konumda
bile şehit arkadaşlarını düşünmektedir.
Cesareti
sayesinde Bahıtlı’da iki defa yendiği Kumandan ile tanışırlar. Bu
sayede Rus ordusu ile Türk ordusunu karşılaştırma fırsatı bulur.
Osmanlının
yüksek düzeydeki subaylarının tantana ve depdebeli yaşamına
karşılık, Rus şehirlerinin (Rostof’tan, Lebidof’a) mamurluğunu,
çalışan hemşirelerinin ahvalini, Rusların sağlığa, eğitime verdiği
önemi, gazete ve dergilerin çokluğunu ve halkın eğitim düzeyini
kendi memleketi ile karşılaştırır. Bizdeki koyu taassubun ve
yobazlığın gerilememizin temel noktası olduğunu bir kez daha kavrar.
1918
Ekim’inde meydana gelen Bolşevik ihtilali sonucunda Ruslar ile savaş
bitmiştir. İhtilalin kargaşasından yararlanan yazarımız esaretten
kaçarak kurtulur.
İstanbul’ a
döndüğünde İzmir işgal edilmiş, Ermeni zulmünden sonra, Yunan, Rum
zulmü Türk Milletini yok etme gayreti içerisine girmiştir. Çapanoğlu
Ethem Bey gibi “padişahım çok yaşa” diyen gericiler de içeride
ayaklanma başlatmışlardır.
Bu sırada
ortaya çıkan Kuvva-i Milliye hareketini yazarımız önce bir macera
olarak yorumlamıştır. Ankara’ya gelişi ile ulu önder Atatürk’ün
çevresinde kilitlenen her yaştan insanın samimiyet, sadakat ve
saadet havası ile ateşli bir çalışma içerisine girdiğini görmüştür.
Bu insanların tek amaçlarının anayurdu kurtarmak olduğunu anlayınca
gerçeği kavramış, o da bu kutlu hareket içerisinde yer almıştır.
İstanbul’ dan İtalyan vapuru ile aldığı malzemeleri, Mersin’e,
oradan da karayolu ile Ankara’ya taşıtmıştır.
Türk
Milletini yok olmaktan kurtaran, yeni Türkiye Cumhuriyetini kuran
ilke ve inkılapları ile yön gösteren, aydınlık geleceğin habercisi
ulu Ata’mızın önderliğinde mutluluğu bulan yazarımız şimdiye kadar
aradığı tüm soruların cevabını bulmuştur artık…