Enver
Paşa’nın Sarıkamış Harekatına girişirken dillendirdiği amaç 93
Harbinden beri, (1878) Rus işgalinde bulunan Kars, Sarıkamış,
Ardahan gibi doğu illerimizi geri almak, Doğu Avrupa’da Ruslarla
harp hâlinde olan Almanlara yardım etmek ve kazanılacak bir zaferle
Kafkaslar ve Orta-Asya’daki Türk illerinin kapısını açmaktı.
1.
Dünya Savaşı'nın ana cephesi Fransa'da, Verdun'dadır. Roma
İmparatorluğu’ndan beri Avrupa’nın en çok savaşa sahne olmuş 20 bin
nüfuslu bu yerleşim biriminde Cihan Harbi’nin en kanlı çatışmaları
yaşandı ve 300 bin kişi can verdi. Almanya ile karşısındaki
Fransa-Britanya ikilisi cephede öyle bir denge sağlamıştı ki,
savaşın can bilançosunu ağırlaştıran da zaten budur.
Verdun’daki kilitlenme yüzünden, gerek Müttefikler ve gerekse bizim
de mensubu olduğumuz Mihver Devletleri koca dünyayı bir satranç
tahtası gibi görerek çeşitli hamleler yaptılar. Dengeyi değiştirecek
yeni cepheler açmak istediklerinde ise iki tarafın da aklına gelen
ilk ülke Osmanlı Devleti oldu.
Osmanlı'nın görevi, ilave cepheler açarak Rus ya da İngiliz
kuvvetlerini kısmen de olsa Verdun'den ya da Alman cephesinden
uzakta durmasını sağlamaktı. Nitekim Alman Genelkurmayı’nın emriyle
bir fiyaskoyla biten Kanal Cephesini açmamızın sebebi İngiltere idi.
1915'te İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale macerasının sebebi de buna
benzer. Asıl hedef Rusya'yı rahatlatmak ve Almanya'ya arkadan bir
cephe daha açmaktır. Askerlerimizin savaşarak bile değil, donarak
öldüğü Sarıkamış da ise Rusları Kafkasya'da meşgul etmek, böylece
Almanya cephesine asker göndermelerini engellemek istenmiştir. Çünkü
Ruslar Alman cephesine ilave asker gönderemeyince Almanya da
Verdun'den asker azaltmak zorunda kalmayacaktır. Osmanlı Ordusu
savaş boyunca Alman subayı eliyle yönetildi.
Osmanlı Genelkurmayı'nın Almanlar'a teslimi var. 1913 yılında
General Liman Von Sanders başkanlığında 42 subaydan oluşan Alman
Heyeti'ne birer üst rütbe verilerek Türk üniformaları da
giydirilmişti. Böylece Almanya'da tümgeneral olan Liman Von Sanders
mareşalliğe yükselmiş ve ordunun komutasını ele almış Çanakkale
Savaşları'nı da o yönetmişti. II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya’da
Çanakkale zaferinin yıldönümlerinin kutlanması sebebi ise zaten Von
Sanders’in komutanlığından kaynaklanmaktaydı.
Hayaller hüsrana dönüşüyor
Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekatına girişirken dillendirdiği amaç
ise 93 Harbinden beri, (1878) Rus işgalinde bulunan Kars, Sarıkamış,
Ardahan gibi doğu illerimizi geri almak, Doğu Avrupa’da Ruslarla
harp hâlinde olan Almanlara yardım etmek ve kazanılacak bir zaferle
Kafkaslar ve Orta-Asya’daki Türk illerinin kapısını açmaktı.
Kafkas Cephesi diye adlandırılan bu cephedeki durumu, iki Amerikan
bilim adamı , Stanford J. Shaw ve Ezel Kural Shaw şu sözlerle
anlatıyordu: "Enver Paşa, Savunma Bakanı olur olmaz, Erzurum'da
yerleşmiş olan üçüncü orduyu güçlendirmeye yöneldi. Kuzey Doğu
Anadolu'nun Van Gölü'nden Karadeniz'e kadar uzanan bölgesi onun
komutasındaydı." Enver, Sultanın Ermeni tebalarının desteğini
kazanmak için bir son gayret sarfetti. Ancak, Rusya'dan gelen ve
yerli Ermeni önderleriyle Erzurum'da yapılan bir toplantı sonuç
vermedi. Rusya Ermenilere bir bağımsız devlet vaat etmişti. Bu
devlet sadece Kafkaslarda Rus egemenliğindeki toprakları değil aynı
zamanda Doğu Anadolu'nun önemli bir bölümünü içeriyordu. Böylece,
1877'de bu bölgeyi Müslümanlardan temizlemek operasyonu yenilenmiş
olacaktı. Oysa, bölge nüfusunun çoğunluğu Müslümandı. Erzurum
toplantısından sonra, Osmanlı tâbiiyetindeki Ermeni önderlerden bir
çoğu Rus askeri güçlerine katılmak üzere Kafkaslara geçtiler."
Bozkırın ortasında sönen 90 bin meşale
Gecenin içinde yanan doksan bin meşale düşünün. Bozkırın ortasında.
Kutup soğuğuna inat yanan doksan bin meşale. İyice zihninizde
canlandırın o ateş parçalarını. Yıldızların bir olmadığı o göğün
altında yanan doksan bin meşale. Şimdi de hepsinin birden aynı anda
söndüğünü zihninizde canlandırmaya çalışın. Bir anda zifiri
karanlığın doksan bin meşaleye galebe çaldığını düşünün. Bu doksan
bin meşalenin yerinde anası, babası, evladı, karısı, kardeşi,
arkadaşı olan doksan bin adem evladını koyun sonra. İstatistiklerle
anlaşılamayacak doksan bin hayat. İşte Sarıkamış Harekatının
muhasebesi de budur zaten.
2
Sarıkamış unutulmasın
Sarıkamış Harekatı’nın üstünden doksan bir yıl geçti. O günleri
gören Sarıkamışlı bir ihtiyar, yıllar öncesinde yaşanan olayların
vahametini bakın nasıl anlatıyor: “Buradan o dağlara baktığımızda,
üzerinde kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa
yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık.”
Türk bayrağı çekilip, Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman
zırhlısı, Karadeniz’deki Rus limanlarını bombardıman etti. Rusya da
buna karşılık olarak 30 Ekim 1914 tarihinde Türkiye’ye taarruz etti.
Rus-Kafkas ordusu, Karadeniz’den Ağrı Dağındaki hudut üzerinden yedi
kol hâlindeki saldırısıyla Pasinler’e kadar ilerledi. Rus ordusunun
taarruzu, Köprüköy’de durduruldu. Üçüncü ordu, 3-9 Kasım 1914
günlerinde meydana gelen Köprüköy Meydan Muharebesinde Rus ordusunu
yendi. Üçüncü Ordu Komutanı, mevsim şartlarını dikkate alıp, ayrıca
askerin kaput başta olmak üzere, giyim ve iâşesinin yetersizliğini,
top ve süvari atlarının azlığını hesaba katarak, sıcağı sıcağına
düşmanı takip etmedi.
Taarruz emri
Köprüköy Meydan Muharebesinin raporlarını alan, yarbaylıktan
paşalığa terfi ettirilen Harbiye Nazırı (Millî Savunma Bakanı) Enver
Paşa, Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi. Enver Paşa,
Erzurum ve Köprüköy’de birer taburu teftiş etmişti; ancak ordu
birliklerinin tamamı hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Buna
rağmen 3. Ordu Komutanı ve Enver Paşa’nın Harp Akademisi’nden
strateji hocası olan Hasan İzzet Paşa’nın "Bu karda kışta,
teçhizatsız birlikleri savaşa sürmenin cinayet olacağı" demesi
üzerine Enver Paşa "Eğer hocam olmasaydınız, sizi idam ettirirdim."
diyerek taarruzun bahara bırakılması tavsiye eden hocasının
nasihatini kulak arkası etti. Oysa Hasan İzzet Paşa, ordunun harekat
kabiliyetinden mahrum olduğunu, teçhizat ve ikmal maddelerinin
noksanlığını ve dağ yollarının karla kaplı olduğunu anlatmaya
çalışmıştı.
Paşa,
durumu İstanbul'daki eşi Naciye Sultan'a şu satırları yazıyordu:
"Naciye, güzel melek!
Ben yakında avdeti umarken şimdi zuhur eden bir hal beni daha bir
müddetçik buraya bağladı. 3. Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa orduyu
idare için kendisinde cesaret göremediğini söylüyor. Hep umduğum
adamlar böyle çıkıyor. Şimdilik 3. Ordu'yu ben idare edeceğim."
Her ne kadar Enver Paşa o gün yayımladığı bildiride "Başarı
giysilerle değil, her askerin kalbindeki yiğitlik ve cesaretle
kazanılır" diyorduysa da o günlerde kaleme alınan bir er mektubu
meselenin onun bildiği gibi olmadığını ortaya koyuyordu. "Bu yaz,
iki alayımızla Yemen’den buraya naklonulduk. Yola koyulmamızdan dört
ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan’ın cehennemî sıcağı
Köprüköy’deki ayaz yanında nimet-i ilâhi imiş. Burada çadırın
perdesi buza kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Bölük
kumandanım, beni sıhhiyeye nakletmiş ise de, tabip ve ilaç
yokluğundan çaresiz kalıp tekrar takımıma döndüm. Akşam yaklaşınca
Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, gelecek cuma
Başkumandan Enver Paşa Hazretleri’nin teftiş ve hücum için
geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve
paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi.
Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumandan Paşa
Hazretleri’nin gelmesi ile, Moskof’un kahrolacağından ve kâfirin,
karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı
karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak
söktüğünde 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi’nden Moskof obüs yağdırır
ama şükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki
Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil
eyler. Başkumandan Paşa Hazretleri acele gelse ki, ateşe
kavuşsak..." O hayal edilen içlikler hiç gelmedi. Paltolar da…
Üçüncü Ordu Komutanlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa, 18
Aralık 1914 tarihinde, kıtalara, taarruz emrini verdi.
Ve
taarruz
Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle
Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler,
sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına
hazırlıksızdı. Üçüncü Ordunun üç kolordusu (9, 10, 11. Kolordular),
24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve
Kuşatma (İhâta) Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı
resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti. Üçüncü Ordudan bazı
kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı. Ancak,
Allahü Ekber Dağlarını aşarken çetin zorluklar ve kış şartları
sebebiyle gerek miktar, gerekse mevcut silahları yönünden çok zayiat
ve kayıp verdiler.
Sarıkamış harekatının en trajik yönü ise "harita" üstünden
planlanırken yapılan "basit" bir hata idi… Zorlu kış koşullarında
Allahu Ekber dağlarına tırmanan ordunun ani bir baskınla düşmanı
ezmesi planlanmaktaydı. Sarıkamış o sırtın arkasındaydı. Ancak sırtı
tırmanan askerler basit hatanın ne olduğunu gördüler. Sarıkamış
görünürlerde yoktu. Çünkü 1/200.000 ölçekli haritanın harekat planı
yapılan Oltu Paftası’nda yer alan Sarıkamış yazısını yanlış
okumuşlardı. Haritacılık tekniğine göre orada Sarıkamış yazısının
bulunması Sarıkamış’ın orada olduğu anlamına gelmiyor, sadece diğer
paftada bulunan Sarıkamış’a giden yolu işaret ediyordu.
On
dört saatte Allahu Ekber Dağları’nı aşan orduda yapılan sayım
kayıpların büyüklüğü hakkında fikir verir. 150 askerden oluşan
bölüklerin mevcudu 10-15’e düşmüştü. Bazı bölükler tamamen telef
olmuştu. Tırmanışa başlamadan önce 10 binden fazla olan 30. Tümen’in
şimdi 1400 civarında olması ise askerlerin savaşmadan katlolduğunu
gösteriyordu. Sağ kalan askerler ise yaşadıkları kısmi donmalar
yüzünden kangren olma tehdidi altındaydı. Askerler için torbaların
dibinde atların dudaklarının ulaşamadığı arpa taneleri elde kalan
son imkanlarıydı ve o günlerde ulaşabilecekleri tek sıcak yiyecek at
tezekleriydi. Bütün bunlara rağmen sağ kalan askerleri daha çetin
bir düşman bekliyordu. Her askerde yüzleri bulan bitlerin yaydığı
tifüs hastalığı…
Niçin
başarısız?
Sarıkamış Harekâtı; kuşatma harekâtıyla düşman kuvvetlerinin
arkasına düşmeyi hedef alan, başarılı bir plândı. Ancak Sarıkamış
Harekatı, sadece harita üstünde "başarılı" kalmaya mahkum bir
plandı, zira stratejinin zaman faktörlerinden iyi
değerlendirilmemiş, kuvvetlerin böyle bir harekâtı yapacak şekilde
teçhizatlandırılmamıştı. Ordunun kış şartlarına hazır olmaması ve
olumsuz iklim şartları sebebiyle ikmal ve iaşe hizmetlerinin
yapılmayışı, kıtalarda açlığa, hayvanların telef olmasına,
dolayısıyla birliklerin dağılmasına sebep oldu. Enver Paşanın
şuursuzca verdiği gece taarruzu emirleri, kayıpları daha da
arttırdı.
Nitekim Ahmet İzzet Paşa’nın Feryadım adlı hatıratındaki şu
satırlar tam bir feryattır: "Teorik olarak harita üzerinde -tabii
ölçek ve pergel kullanmamak şartıyla- araştırılırsa düzenleme çok
uygun görünmekteyse de, arazinin ve yol şebekesinin durumu, iklim ve
mevsim gereği olarak kışın şiddeti ve bizim askerin böyle bir kış
savaşına yetecek kadar giyecek malzemesi ve diğer şeylerden
mahrumiyeti ve nihayet kumandanların kabiliyetsizlik, acelecilik ve
şiddeti ordunun tamamıyla mahvolmasına sebep olmuştur."
Neticeleri
Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı.
13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce
Van’a, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi.
Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin
karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi.
Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı
müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölü’nün ortalarına kayıklarla
taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar
Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok
fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her
tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve
cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp,
Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler. O dönemde Kafkas Cephesinde bir
subay olan Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam adlı
kitabında o günleri şöyle anlatır: "Çar ordusu dağıldı. Fakat onun
yerini her tarafta onun silahlarına konan, bazı döküntü Rusları da
toplayan Ermeni birlikleri aldı.
Bu
birliklerin karşımızda yer almalarıyla beraber çarpışmalar, artık
muharebe olmaktan çıktı. Devam eden hal artık bir savaş değildi.
Harbin karşılıklı bütün kaideleri ortadan kalktı. Ermeni birlikleri
bir taraftan cephede savaşmaya çalışırken, bir taraftan işgal
ettikleri yerlerde kalan yerli sivil Türk halkı üstünde geniş bir
imha işine girişmişlerdi. Hem düşmanı sürmek, hem de içeride
kalanları bir an önce kurtarmak lazımdı. Aramızdaki savaş artık kör
bir boğazlaşmaydı."
Trajediyi Ruslar da gizledi
Sarıkamış Harekatı’nın üstünden doksan bir yıl geçti. O günleri
gören Sarıkamışlı bir ihtiyar, yıllar öncesinde yaşanan olayların
vahametini bakın nasıl anlatıyor: "Buradan o dağlara baktığımızda,
üzerinde kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa
yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık."
O
günlerde, İstanbul gazetelerini takip edenler ise Genel Karargâh'ın
"Ordumuz Sarıkamış'a dek ilerleyerek kesin başarı kazanmıştır" diyen
zafer bildirisini okudukları için faciayı yıllar sonra öğrendiler.
Ya İstanbul Cerele d’Orient Otelinde Enver Paşa Hazretlerine verilen
ziyafete ne demeli?
Daha da trajiği şu. Enver Paşa’nın Sarıkamış Taarruzu’nun
sonuçlarını Ruslar da gizlediler. Zira Rusya Müttefiklerden
Çanakkale’ye saldırmalarını istiyordu. Rus Kafkas Ordusu
Başkumandanı, o dönemde telsiz-telgraf ile müttefikleri Fransa ve
İngiltere’ye, günde birkaç defa yalvarırcasına başvurarak: "Telefon
konuşmalarını durduran soğuk ve kış, Türk ordusunu engelleyemiyor.
İkinci bir cephe açarak, Türk ordularının ilerlemesi durdurulamaz
ise, zengin Bakü petrolleri, Osmanlı-Alman ittifakının eline geçecek
ve Hindistan yolu onlara açık bulunacaktır!" haberini gönderiyordu.
Üç ay geçmeden Müttefik donanması Çanakkale önlerine ulaştı.
Sarıkamış Harekatının bir başka dolaylı neticesi de Gelibolu
Yarımadasına yağan bombalardı…
Mehmet Akif, Çanakkale Destanında "Bir hilal uğruna ya Rab ne
güneşler batıyor" diye sormuştu. Sarıkamış’ta doksan bin güneş
parçası buz kesti ve bu gerçek yıllar boyu milletimizden saklandı.
Onları hiç unutmayalım ve Fatihalarımızı, hatimlerimizi hiç eksik
etmeyelim…
Enver Paşa çareyi kaçmakta buldu
Allahü Ekber Dağlarını aşan Mehmetçiklerden bir kol da, Sarıkamış’ın
doğusundaki Selim İstasyonuna vararak demiryolunu tahrip edince,
Sarıkamış’taki Rus kolorduları paniğe uğradı. Gayriresmî Türk
çeteleri de, 1915 yılı başında Ardahan’a girdi.
Kış, 3-4 Ocak 1915 gecesi daha da şiddetlendi. Fırtına ile yağan
kar, yolları tıkayıp, çadırları yıktı. Arkasından da dondurucu
soğuklar bastırınca, 150 000 kişilik ordunun 90 bini (veya 60 bini)
donma, dizanteri ve tifo gibi hastalıklarla mahvoldu. Sarıkamış
İstasyonuna giren Enver Paşa, 5 Ocak 1915’te durumun iyice kötüye
gittiğini görünce, ‘Ben İstanbul’a dönüyorum’ diyerek cepheden
ayrıldı. Bardız’dan Erzurum’a kızakla dönerken bir Rus karakol
birliği ile karşılaştı. Ancak Rus askerleri karşılaştıkları kişinin
Enver Paşa olduğunu farketmedi. Paşa, Erzurum’dan otomobille
Refahiye - Suşehri üzerinden İstanbul’a ulaştı. Böylece Napolyon
kadar zafere susayan Enver Paşa, Napolyon’un Moskova’yı ele
geçirmesine karşın uğradığı hezimetin bir benzerini Sarıkamış tren
istasyonunda yaşamış oldu.
Çünkü Sarıkamış’taki Rus ordusu, Türk ordusu gelmeden önce
Sarıkamış’taki tüm erzakı yok etmişti. Enver Paşa’nın bir hedefi de
bu erzaktı.
Sarıkamış’a ulaşmayı başaran, ama kentin hemen dışında soğuğa teslim
olan bir Türk birliğinin askerleri ise Rus kurmay başkanı
Pietroroviç’i Enver Paşa’dan daha fazla etkilemişti. Rus subayı o
günleri şöyle not aldı günlüğüne: “Allah-u Ekber Dağları’ndaki Türk
müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel tanrılarına teslim
olmuşlardı."
Tuğgeneral Ziya Paşa ise anılarında şunları söyler: "Ayaklarımın
üşüdüğü bir sırada hem ayaklarımı ısıtmak, hem de ormanlarda olup
bitenleri anlamak üzere yakınımızdaki ormana girdim. Keşke girmez
olaydım. Dolaştığım yerlerde can çekişmekte olan birçok yaralıya
rastladım. Bunlardan bazıları sönmekte olan bir ateşin başında
yatıyor, bazıları çamların dibinde ah of ediyor, bazıları da iki üç
kişi bir arada pelerinlerine sarılı bir vaziyette son dakikalarını
yaşıyorlardı.Beni gördükleri zaman ‘Aman efendim sen bilirsin bizi
buradan kaldırt donacağız’ diye sızlanıyor, bazıları bir lokmacık
ekmek istiyorlardı. Yanlarına gittim, yüzlerini okşadım. ‘Şimdi
gider sedyecileri bulur sizi buradan kaldırtırım’ gibi kuru teselli
sözleri söyledim..."
Mehmetçikler bile bile ölüme sürüldü
O tarihte kendisinden Orta Asya’nın kapısı açması beklenen Türk
ordusunun Balkan harbindeki kayıpları bile henüz tamamlanamamıştı.
Teçhizat ve donatım kış şartlarına uygun değildi. Birliklerin
çoğunda yazlık elbise vardı. Üstelik denetlemelerde başka
birliklerden teçhizat alınıyor, birlikler komutanlara eksiksiz
olarak gösterilmeye çalışılıyordu. Böylesi bir harekat için ordunun
88.000 ton hububata ihtiyacı varken eldeki miktar 1.250 tondan
ibaretti. Üstelik Erzurum'da bile cepheye erzak nakleden kollar
ancak 6-8 günde varabiliyordu. Buna karşılık Rus ordusu ise, silah
ve teçhizat bakımından daha üstün olup lojistik destek durumu
iyiydi. Sarıkamış Harekatına giden iki kolordumuzu İstanbul’dan yaya
olarak göndermiştik ve bunlar üç, üç buçuk ay yürüyerek oraya
ulaşmışlardı. O askerler ki, ne üstlerinde, ne başlarında vardı; ne
de doğru dürüst bunları yedirebiliyorduk. Mehmetçikler, daha
dinlenme fırsatı bulmadan, savaşa katıldılar. Liman Von Sanders bile
Türklerin Sarıkamış’a, Kafkasya’ya taarruz edeceğini duyunca, tenkit
etmiş ve "Türk ordusu Sarıkamış’ta muharebe yapacak güçte değildir,
mevsim müsait değildir" demişti. Bu eleştiriyi öğrenen Alman
İmparatoru ise "Hemen sesini kes, ses çıkarma, Türkler oraya taarruz
etsin" cevabını vermişti. Çünkü Alman İmparatoru için önemli olan
Osmanlı ordusu değil Verdun’daki Alman ordusu idi…