1914 Aralık ayı başlarında Erzurum'da büyük bir heyecan vardı.
Özellikle 1878 Osmalı-Rus Savaşı'nda (93 Harbi) Kars'tan gelen
göçmenlerin yaşlıları, davul-zurnalarla gençleri savaşa uğurlarken
Sarı Moskof'tan intikam alma zamanı geldiğinin sevinci içindeydiler.
İstanbul'dan
Enver Paşa'mız geldi,
Açıldı gönlümüz yüzümüz güldü,
Ordu Sarıkamış'a harekat kıldı,
Kış günü bize gülistan gelir.
şeklinde kahramanlık
türüleri-manileri söyleniyordu.
Hasan İzzet
Paşanın savaş için uygun mevsim olmadığını, askeri koşulların
yetersiz olduğnu belirtmesine rağmen Enver Paşa kararlıydı ve
hazırlık safhasında hastaneleri dolaşmaya başlamıştı bile. 14
Haziran 1914 tarihinde hastaneleri gezerken Erzurum Valisi'nide
yanına almış ve gördüklerinden suratı asılmıştı. Her yerde pislik,
düzensizlik ve yokluk sırıtıyordu. Hastanenin durumu yürekler
acısıydı. Koğuşlar pis ve kalabalıktı. Hastalar, yaralılar kucak
kucağa yatıyorlardı. İyi bakılmadıkları ortadaydı. Enver Paşa,
hastane sorumlusu olan doktor yarbaya hastalara iyi bakılmadığını
azarlar bir biçimde söyledi. Dr. Yarbay "Sağlık malzemesinin az,
ilaçların yetersiz olduğunu belirterek eldekilerle ancak bunların
yapılabildiğin, eğer yetecek miktarda ilaç ve sağlık malzemesi
verilirse, hastanenin kısa zamanda düzene kavuşturulabileceğini"
anlatmıştı. Herkes Enver Paşanın yokluktan yakınan bu doktorun
gönlünü almasını, ilaç ve malzeme konusunda ona umut vermesini
beklerken o Hasan İzzet Paşaya dönerek "Bunu er olarak cepheye
gönderin" demiştir. Hal böyle iken birçok raporda sağlık hizmetleri
açısından hertürlü hazırlığın yapıldığı ve bir okadarınında
yapılacağını belirten raporlar hazırlanıyordu.
Daha Sarıkamış'a
yürüyüş başlamadan 26 Kasım 1914 akşam itibariyle 3. Ordu Sıhhiye
Reisliği'ne Erzurum ve Hasankale'deki askeri hastanelerden gelen
günlük rapora göre durum şöyleydi: Günlük gelen hasta sayısı
560, Hastalıktan ölen sayısı 29,Toplam hasta sayısı 6929. Bu
süreç içerisinde memleketi kuşatan her türden mahrumiyet Edirne'de
Kolera, Konya ve Musul'da Lekeli Tifo Bağdat'ta ise Veba kılığında
vahim bir tablo arzetmekteydi. Enver Paşa bir hastane ziyaretinde,
beşinci kez yaranmış olan bir ere yaklaşarak "Pazarlık ölünceye
kadar" demişti.
5.Ekim.1914
tarihinde gelen raporlar; "Üçüncü Ordunun (150.000'den fazla
mevcutlu) insan sağlığı ile uğraşacak sağlık teşhis ve teşkilleri
Erzurum'daki sıhhiye deposunun desteği ile malzeme seferberliğini
ikmal veya yeniden teşkile çalışılmaktadır" diyordu. Üçüncü Ordunun
seferi kuruluşuna geçmeden önce mevcut hastaneleri şöyle rapor
edilmekte idi: Askeri Merkez ve Mevki Hastaneleri: Erzurum,
Erzincan, Trabzon, Van Muş, Giresun, Sivas, Samsun, Amasya,
Diyarbakır ve Harput. Mahalli (Mülki) Hastaneler:Erzurum, Erzincan,
Trabzon, Samsun, Elazığ ve Diyarbakır. Yabancı
Hastaneler:
Merzifon ve Erzurum.
Bu hastanelerde
askeri hekim sayısı çok azdı. Gelen raporlara göre Başkomutanlık
Vekaleti Karargahı Sağlık Dairesi'nin yakın ilgisiyle emekli ve
yedek subaylarla 243 olan hekim sayısı 425'e yükseltilmiştir.
Erzurum'daki Mevki Hastanesi, Erzurum Müstahkem Mevki
Komutanlığı'nın emrine verilmiştir. Erzurum'da iki seyyar hastane
teşkil edilmiştir. Kolorduların seferi kuruluşundaki altı seyyar
hastanenin üçü 18 Ekim 1914 tarihinde lağvedilerek, piyade
tümenlerine birer seyyar hastane verilmiştir. Seyyar hastaneler
oluşturulmadan evvel tümenlerde birer sıhhiye bölüğü vardı. Seyyar
hastanelerin taşıma aracı dört tekerlekli öküz ve kağnı
arabalarıdır. Yağan, Badicivan, Hertev köylerindeki hastanelere
hekim ve eczacı gönderilmiştir. Kızılay harekete geçirilmiş
Sivas'tan gelen yaylı arabalar Korucak'tan Erzurum'a hasta ve yaralı
taşımaya hazırlanmıştır. Elazığ Kızılay Hastanesi, Darman'a
gönderilmiştir. 29 Aralık 1914'ten itibaren depo taburları ileri
hareket ettirilmiş. Teşkil edilen 14 deve kolu ile nakliyat
arttırılmıştır. Yeni teşkil edilenlerle menzil kolu adedi 39'a
yükselmiştir.
Bu raporlar
sürekli olarak gidip gelirken hiç birisi gerçeği aksettirmemekte ve
durum vahametini muhafaza etmekte idi: Henüz teşekkül etmekte
olmakla 14 menzil nokta komutanlığından ancak Erzurum, Kelkit ve
Bayburt nokta komutanlıklarına hekim verilebilmişti. Hiçbirisinde
sıhhi malzeme ve teçhizat yoktu. Hasta, yaralı, güçsüz ve tedbil
yaralıların geriye gönderileceği anayollar üzerinde sıhhiye
istasyonları ve konaklar kurulamamıştı. Hasta nakliye araçları
yoktu. Bu arada Ordu Sağlık Teşkilatı'nın savaşa hazır olduğu
konusunda rapor yazan Ordu Sertabibi Albay Kemal Bey hastalık
bahanesi ile Erzurum'dan ayrılmıştı. Gerçekte ordu sıhhiyesi harbe
hazır değildi. İstanbuldan gönderilen "harp paketi" (sargı
malzemeleri içeren paket)asker sayısının çok altında kaldığı gibi,
bunların büyük bir kısmı da yollarda kalmış ve askerin eline
ulaşmamıştı.
Harekatın
başlangıcında tüm hazırlıklar 3 gün sonra Sarıkamış alınacak inancı
ile yapıldığı için cephedeki tüm sağlık hizmetleri inanılmayacak
kadar yetersiz idi. Yıllar sonra Sağlık Daire başkanı olan 91. Alay,
2. Tabur Tabibi Derviş Kuntman yayınlanın anılarında anlatıyor: 25
Aralık'ta (1914) Pertek sırtlarına tırmanıyoruz. Sıhhiyecilerle
beraber bende taburu takip ediyorum. Birkaç neferin yaralanmış
olduğunu gördüm. Hepsini sardım ve boyunlarına işaret takarak aşağı
inip şoseyi takiben Oltu'ya gitmelerini tenbih ettim. Bunlardan
birisi çok iyi tanıdığım bir onbaşı idi. Kurşun tam göğsünden
girmiş, arkasından çıkmıştı. Kurtulacağından emin değildim. Boynuna
ağır yaralı etiketi takarak geriden bizi takip etmesi icap eden
Sıhhiye Bölüğüne emanet ettim. Yanından ayrılırken onbaşi: " Aman
doktor beni bu dağ başında bırakma, şoseye indir" diye yalvardı.
Bende bu kahramanın son arzusunu yerine getirmek için 4 neferle
sedye içinde şoseye indirdim. 29 Aralık'ta mevzii taarruz
yapıyorduk. Elimize geçen beş-on neferi hücuma kaldırıyorduk.
Ruslar mukavemet ediyor, top mermilerini ormanın içine savurup
duruyorlardı. Bu esnada yakınımızdaki bir neferin bacağının obus
parçasıyla ağır surette yaralandığını gördüm. Hava okadar soğuktuki
hiçbir cerrahi aleti tutarak müdahale yapmak mümkün değildi. Koştum
hemen sardım, nakledecek vasıtam olmadığı için neferi olduğu yerde
bıraktım. Tesadüfen oradan geçen Hafız Hakkı paşaya hitaben: "Bu
neferin yarası ve hali çok ağırdır, geriye gönderecek bir vasıtam
yoktur, ne yapayım" dedim. Cevap olarak "Şimdi Sarıkamış'ı alırız.
En yakın yer orasıdır" dedi. Görünüşe göre; -25 derecede, çaresizlik
içinde olan bir hekimin, bir kolordu komutanına yaptığı konuşma,
askeri teamülleri aşmaktadır, fakat ordu komutanının verdiği cevapta
ise hiçbir mantık yoktur.
Aralık ayının son
günlerinde ortaya çıkan tablodan panik içinde olan Enver Paşa'da
artık muhakeme hataları yapıyordu. "Kızılkilise ve Bardız'da ağır
yaralılar için hastaneler açılacak, hafif yaralılar İd ve Erzurum'a
gönderilecek" derken sağlam insanların yollarda donarak can
verdikleri bu ortamda ağır yaralıların Kızılkilise ve Bardız'a nasıl
gönderileceğini, at arabalarıyla bile yola çıkanların kaçta kaçının
oralara varabileceğini hesaplayamıyordu. Daha sonra hafif
yaralılardan medet umuyor, onları ulaşım kollarında
görevlendiriyordu. Ulaşım kollarında her ere iki, en fazla 3 yük
hayvanının yönetimi verilmişken, bu sayı hafif yaralılalarda Enver
Paşa'nın emri ile beşe kadar çıkabilmekteydi. Yani yaralılardan
daha çok işi bekleniyordi. Çaresizlik Enver Paşa'yı öyle bir
bunalıma sokmuştuki tüm düşünce sistemi sarsılmış, birbirine zıt ve
tutarsız emirler vermeye başlamıştı. Emrin bir bölümünde hafif
yaralılara görev veriyor, başka bir bölümünde ise "Hafif yaralılar
İd ve Erzuruma gönderilecektir" derken kuşkusuz onların 10 günlük
yolculuk sırasında kurda kuşa yem olacaklarını düşünemiyordu.
İhtiyat Süvari
Tümen Komutanı, Albay Aziz Samih İlter hatıralarında şunları
anlatıyor: Köprüköy'den Hasankale'ye geliyordum. Yolun hali tarife
değer; kar yağmaya başlamıştı, her taraf donmuş, yolun üstü
arabalar, hastalar, deve ve mekkarelerle yolun iki tarafıda bunların
ölüleri ile doluydu. Hasankale'de bulunan 4000 aded hastaya bakacak
sadece bir doktor mevcuttur: Dr. Rıfkı Ali bey. Hastaneler kafi
değil açıkta kalanlar bile vardır. Hastanenin önünde sedye içinde
ölmüş bir jandarma neferi duruyordu. Doktor diyorki: "Bütün bu
hastalara bakıp teşhis ve tedavi değil, hepsine bir bardak su
vermeye bile yetişilemiyor". Kağnılarla bu mevsimde hasta ve
bilhassa yaralı naklini görmek insanın yüreğini parçalıyor. Sağları
bile donduran Deveboynu'ndan, bunların geçip Erzurum'a gitmeleri bir
mucizedir.
Dr. Derviş
Kuntman hatıralarında şunları not etmiştir: 17 Şubat 1915, İd
kasabasında hastane açıldığını duydum ve yakın olduğu için gidip
görmek ve arkadaşlarımla görüşmek istedim. Havanın soğuk ve her
tarafın don olduğu bir günde hastanenin kapısı önünde büyük bir
furgun arabası içinde birbiri üstüne yığılmış birsürü cenaze gördüm
ve şaşırdım kaldım. Hastanedeki doktorlar çaresizlik içindeydiler,
hertaraf buzdan taş kesildiğinden, mezar kazdırıp ölüleri
(şehitleri) defnetmek mümkün olmamıştı. Bu feci vaziyet karşısında
içeriye giremedim ve ayakta arkadaşlarımdan telefatın pek çok
olduğunu, Erzurum'da yüz kadar doktor öldüğünü, hatta Ordu Komutanı
Hafız Hakkı Paşanın da tifüsten vefat ettiğini teessürle öğrendim.
Dr. Kuntman hatıralarında kendisinin ayakta kalabilmesini de Balkan
Harbi'nde tifüse yakalanıp bağışıklık kazanmasına bağlıyor. Bu dram
esnasında yaşamını kaybeden sağlık personelinin isim listesi Prof.
Dr. İlter Uzel tarafından derlenmiş olup Erzurum Askeri Çakmak
Hastanesi'de yer alan bir abide üzerindeki mermer plaketlerde
ölümsüzleştirilmiştir. Ortaya çıkan sonuç şöyledir: 132 doktor, 25
eczacı, 1 dişhekimi, 7 tabip muavini (stajyer doktor-tıp ögrencisi)
olmak üzere toplam 165 sağlık personeli yaşamını kaybetmiştir. Bu
grup içerisinde 21 Rum, 15 Ermeni, 1 Yahudi sağlık personelinin
bulunması Osmanlı'nın o günkü mozaiğini yansıtmaktadır. "Tabib
Muavini" ünvanı ile gönüllü olarak savaşa katılan ve hayatını
kaybeden 7 Tıp öğrencisinin isimleride bu mermerler üzerinde hüzün
verici bir şekilde yeralmaktadır.
Bu sırada sağlık
personellerine Sağlık Müfettişi Dr. Süleyman Numan Paşa'dan bir
telgraf gelir:
Tifüs atlatan tıp
elemanları bünyece zayıf düşmüş ve moralce çöküntüye uğramış
oldukları için temiz, savaş çalkantısından uzak, güneşli yerlerde
dinlenerek, kısa sürede eski sağlıklarına ulaşabilirler. Bu amaçla
ilgili personelin İstanbul'a gönderilmesi ve yerlerine yeni
doktorlar getirilmesi planlanmıştır.
Bilginize,
Prof. Dr. Numan
Paşa
Hasankale ve
Erzurum Askeri Hastaneleri'nde bulunan doktorların ortak bir karar
olarak verdikleri cevap çok kahramancadır:
"Erzurum ve
Hasankale'ye gelen her doktorun tifüse yakalanması kaçınılmazdır.
Ülkenin büyük özverilerle yetiştirdiği doktorlarını ölümün kucağına
atmak doğru değildir. Tifüs geçirerek bağışıklık kazanan bizler için
artık tehlike yoktur.
Bizler burada
kalmaya razıyız."
Bu savaşa
başlanırken söylenen manilerin;
Allahuekber
kar dağı,
Mübarek şehit yatağı,
Allahuekber diye söndü,
Doksan bin evin ocağı.
şeklinde biteceği kimsenin aklına gelmemişti.
KAYNAKLAR:
1.Bir Doktorun
Harb ve Memleket Hatıraları. Dr.M.Derviş Kuntman, Silahlı Kuvvetler
Dergisi; Sayı: 215, Ek:1, K.K İstanbul Basım Evi, 1965.
2.İstiklal Harbi
Sıhhi Raporu. Müdafaa-i Milliye Dairesi, Hicri 1340.
3.Birinci Dünya
Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3.Ordu Harekatı. T.C. Genelkumay
Başkanlığı, Cilt II, Ankara Genel Kurmay Basımevi, 1993.
4.İkinci
Meşrutiyet Döneminde (1908-1918) Osmanlı Ordusunda Sağlık
Hizmetleri. Diş.Tbp.Kd.Alb.Prof.Dr. İlter Uzel, Dördüncü Askeri
Tarih Semineri Bildiriler, 1989.
5.Harp
Hatıralarım. Ali İhsan Sabis, İkinci Cilt, Ankara Güneş Matbacılık,
1951.
6.Sarıkamış
Dramı. Aptekin Müderrisoğlu, Cilt 1, Kastaş Yayınları 2.Basım, 1997.
7.Sarıkamış
Dramı. Aptekin Müderrisoğlu, Cilt 2, Kastaş Yayınları 2.Basım, 1997.
8.Sarıkamış
(Anı). Em.Kur.Yarbay Köprülü Şerif (İlden), Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul Şefik Matbaası, 1998.
9.Birinci Dünya
Savaşı'nda Bir Yedek Subayın Anıları. Faik Tonguç, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul Şefik Matbaası, 2.Basım, 2001.