Dwight R. Lee
Özel avantajlar elde etmek maksadıyla özel mülkiyetin kullanımının aşırı kirlenmeye yol açtığı ve bu problemin çözümü için de piyasa kararlarında devlet kontrolünün genişlemesi gerektiği fikri geniş kesimler tarafından kabul görmektedir. Her iki görüş de olgularla tamamen çelişmektedir. Kirlenme, özel mülkiyet çok fazla olduğu için değil çok az olduğu için aşırı bir hal almıştır. Dahası, kirliliği doğrudan devlet kontrolü ile kontrol altına alma çabası, sadece özel mülkiyetin olması durumunda sağlanabilecek enformasyondan mahrum olduğu için tamamen başarısızlığa mahkumdur. Aslında, devletin kirliliği azaltma çabası ile ilgili sorun, tamamen, başlangıçta aşırı kirliliğe yol açan soruna benzer.
Altındaki temel ekonomik problem olan kıtlık sorunu kavranmadıkça çevre kirliliği sorunu tamamen anlaşılamaz. Basitçe, kaynaklarımız tüm taleplerimizi karşılamak için yeterli değildir. Hayatımızı ve sağlığımızı sürdürmek ve estetik duyarlılıklara sahip olabilmek için temiz hava, temiz su ve kirlenmemiş toprak isteriz. Hayatı devam ettirmek ve kalitesini arttırmak için çevrenin bir çöp tenekesi olarak kullanılması da aynı derecede önemlidir. Giriştiğimiz her üretici eylem –nefes alıp vermek, buğday yetiştirmek veya elektrik üretmek- doğaya atılacak istenmeyen yan ürünler ortaya çıkarır. İnsan yapımı malları üretmenin maliyetlerinden biri de doğanın kalitesinin feda edilmesidir. Aynı şeklide daha kaliteli bir çevrenin maliyeti bunun için vazgeçilen insan yapımı mallar cinsinden hesap edilmelidir. Daha temiz bir çevre isteğimizi ifade etmemiz bize çevrenin biraz daha temiz ya da biraz daha kirli olmasına karar verme konusunda bize yol göstermez. Daha temiz bir çevre istiyoruz ama aynı zamanda daha fazla ev, eğlence, sağlık araştırması, okul, iyi şarap, hızlı etkili deterjan, kışın ısınma, yazın havalandırma, uygun ve güvenli taşımacılık, güzel giysiler vs. istiyoruz. Bu durumda uygun soru şu olmalı: birinden daha fazla elde etmek için diğerinden fedakarlık yapmamız gerektiğini dikkate alarak, çevre temizliği ile arzu ettiğimiz şeyler arasındaki en uygun bileşim ne olmalıdır?
İdeal bir dünyada (ama kıtlığın olduğu) kaynaklara ilişkin her karar, söz konusu kaynakların alternatif kullanımlarındaki değerlerine ilişkin enformasyona bağlı olacaktır. Bu ideali gerçekleştirmenin bir yolu -en azından kavramsal olarak- önce herkesin kaynakların farklı kullanımlarına verdikleri değerleri birbirleri ile paylaşmalarını sağlamaktır. Sonra, insanların birbirleriyle dürüst bir şekilde iletişim içinde olmalarını ve kimsenin kendi faydasına diğerlerin faydasından daha fazla ağırlık vermemesini sağlamaktır. Bu şartlar altında kaynaklar en fazla değer kazanabilecekleri kullanımlarına doğru yönlendirilebileceklerdir. Eğer biri size belirli bir kaynağın kendisi için sizin için olduğundan daha değerli olduğunu söylerse siz bu ifadenin doğru olduğunu bilirsiniz ve -onun çıkarı için- kaynağı ona bırakırsınız.
Tabii burada söylediklerimiz ütopik bir rüya olarak görülebilir. Teknolojik gelişmelerin bile belirli bir kaynağın kullanıcıları ya da alternatif kullanıcılarının aynı anda iletişim kurmalarını sağlamasını hayal etmek bile zordur. İletişimin önündeki teknolojik sorunlar çözülmüş olsa bile hala insanların dürüst bir biçimde iletişim kurması ve başkalarının çıkarlarını kendi çıkarlarıyla eşit düzeyde düşünmesi gibi ahlaki problemler varlığını sürdürecektir. Eğer cehennem korkusu ve cennetin güzelliklerine ulaşma dürüstlük ve kardeşlik için yeterli olmuyorsa, sıradan etkin kaynak dağılımı hedefinin bu erdemleri doğuracağına inanmak için çok az neden vardır.
Ütopik görünse de insanların dürüstçe ve başkalarının çıkarını düşünerek yaptıkları iletişim sonucu kaynakların etkin dağıtılabileceği fikri gözardı edilmemelidir. Aslında kullandığımız kaynakların çoğunda olan budur. Kaynak kullanım eylemlerimizin önemli bir kısmında bu enformasyon ve anlayış sistemi bizim eylemlerimiz ile çıkarlarımızı başkalarının eylemleri ve çıkarları ile -etkin kaynak kullanımını sağlayacak şekilde- koordine etmektedir. İlaveten, bu iletişim ve anlayış sistemi o kadar sessiz sakin bir biçimde işlemektedir ki gerçekleştirilen şaşırtıcı görevin çok az kişi farkındadır ve takdir etmektedir.
İşin ilginci bu iletişim ve anlayış sisteminin üzerine inşa edildiği sosyal kurum, sosyal iletişim ve işbirliğini teşvik edilmesine ilgi duyan kişilerce her zaman eleştirilmiş olan, özel mülkiyettir. Özel mülkiyetin büyük servetlerin kaynağı olması bazı kişilerce büyük bir problem olarak görülmektedir. Fakat iktisatçılar için bireylerin özel mülk üzerinden kar etmesi onun en önemli avantajıdır. Bireylerin kaynaklara sahip olmaları ve bu yüzden bu kaynakların kullanımının sonucunda ortaya çıkan değerin –tamamı olmasa bile- büyük bir kısmını elde edebilmeleri onların bu kaynakları dikkatli kullanmaları ve en verimli kullanım alanlarına yönlendirmeleri için güçlü bir motivasyon sağlayacaktır. İnsanlar kendi sahibi oldukları kaynakları ortak sahip olunan kaynaklara göre daha akıllıca kullanırlar. Bu yüzden bir grafitti görmek istiyorsanız özel bir tuvaletin değil bir umumi tuvaletin duvarına bakmanız gerekir.
Etkin kaynak dağılımı için insanların sahip oldukları kaynakları en fazla getiri sağlayacakları alanlarda kullanmaları yeterli değildir.Başka birisi bu kaynağı kaynak sahibinin sağlayacağından daha yüksek getiri sağlayacak bir alanda kullanabilecek olabilir. Herkes sahip olduğu kaynağın başkaları için değeri hakkında nasıl bilgi sahibi olabilir ve bu değeri bütünüyle dikkate almaya motive edilebilir? Bunun cevabı, özel mülkiyetle mümkün olabilecek bir aktivitedir: mübadele.
Kaynakların mübadelesi ancak mülkiyet hakları iyi tanımlanmış ve korunmuş ise mümkündür. Siz bir kaynağın, size bu kaynak üzerinde kontrol ve bu kaynağı kullanma hakkı veren, transfer edilebilir mülkiyet hakkına sahip olmadıkça kimse size bu kaynak için ödeme yapmayacaktır. Bir kaynak için transfer edilebilir mülkiyet hakkı varolmadıkça bu kaynağın alınıp satıldığı bir piyasa ortaya çıkmayacaktır. Piyasada oluşan fiyat, eğer bir kaynağı satın almak istiyorsanız en az bu kaynağın sahibinin biçtiği değer kadar ödeme yapmanız gerektiği ve bu fiyatın diğerlerinin bu kaynağa biçtikleri değer ve buna göre ödemek istedikleri paradan da daha az olmaması olgusunu yansıtır. Başka bir deyişle, piyasa mübadelesi sonucunda oluşan fiyatlar herkese sözkonusu kaynakların değerini dürüstçe iletir. Bu iletişim süreci sadece muazzam ölçüde bir enformasyon sağlamaz, bu enformasyonu bütün ilgili karar vericilerin dikkate alacağı şekilde sunar.
Piyasa fiyatı kaynağın sahibi için de, onu satın almak isteyen için de bu kaynağın maliyetini yansıtır. Eğer ona sahipseniz ve sahip olmayı sürdürmek istiyorsanız, piyasa fiyatı onu satmamakla vazgeçtiğiniz değeri yansıttığı gibi satın almak zorunda olsaydınız ödeyeceğiniz değeri de yansıtır. İnsanlar, sadece başkaları da o kaynaklara en az kendileri kadar değer biçerlerse, özel mülkiyet tarafından sahip olunan ve kolayca el değiştiren kaynakları kullanma eğiliminde olacaklardır. Başka bir deyişle, insanlar kendileri kadar başkalarının da çıkarı olduğunu düşündükleri durumlarda ekonomik kararlar vermeğe eğilimlidirler.
Kaynakların bir iletişim ve anlayış sistemi aracılığıyla dağılımı, ve bu sistemin doğru düzgün işleyebilmesi için gerekli piyasa alışverişlerinin ve kurumların veya mülkiyet haklarının incelenmesi tartışması bizim ana konumuz olan çevre kirliliği probleminden uzak gözükebilir.İyi işleyen bir iletişim ve anlayış sisteminden kaynaklanan kaynak dağılım etkinliğine bakıldığında, bu sistemin iyi işlememesinden kaynaklanan problemler daha iyi anlaşılabilir. Bu bizi kirlilik sorununa geri götürür.
Şimdi neden kirliliğin aşırı olduğunu açıklayacak durumdayız. Hava, su gibi doğal kaynaklar özel kişiler tarafından sahip olunmak ve kontrol edilmek üzere bireyler arasında bölüştürülemez. Kaynaklar özel mülkiyete tabi olmadığı için piyasa mekanizması bu kaynakların nerede kullanılacağını belirleyemez. Bu kaynakları atıklarımızı dökmek için kullanırız çünkü kaynak kullanımında bize yol gösteren iletişim ve anlayış sistemi mevcut değildir. Birçok ekonomik aktivitemizde bize çok iyi hizmet eden enformasyon ve anlayış sistemi bir çok çevre kaynağının kullanımına gelindiğinde iyi çalışmaz. Çünkü bu kaynaklar özel mülkiyete tabi değildir.
Otomobilinizle işe gitme kararınız düşünün. Bu yağ, benzin, otomobili iyi durumda tutmayı sağlayan emek gibi başkaları tarafında da değer ifade eden kaynakların kullanımını gerektirir. Bu kaynaklar özel mülkiyete tabi olduğu ve piyasada kolaylıkla el değiştirdiği için ödediğiniz fiyatlar aracılığıyla bu kaynakların başkaları için değerini tamamıyla dikkate alırsınız. Fakat aynı şey otomobilinizi kullanırken çıkan eksoz gazını bıraktığınız temiz hava için geçerli değildir. Kirlettiğiniz havanın başkaları için değeri sizin tarafınızdan bilinmemektedir. Çünkü temiz hava piyasada el değiştirmez. Temiz havanın başkaları için değerini gösteren bir fiyatı yoktur. Bir şekilde bu değeri biliyor olsanız bile ödemeniz gereken bir fiyat olmadığı için bunu dikkate almak için çok az bir motivasyonunuz olacaktır. Sizin kirletme eyleminizin zararlı etkileri neredeyse tamamıyla başkalarına yüklenecektir. Normal olarak, sizin kirliliğin maliyetinden çok faydasıyla ilgilenmeniz beklenir.
Özel mülkiyete tabi kaynaklarda insanlar eğer kullandıkları kaynağın onlara sağlayacağı değer en az başkalarının kullanması durumunda ona verecekleri değere eşit oluncaya kadar o kaynaktan kullanma yönünde enformasyon ve motivasyona sahip olacaklardır. Ortak mülkiyete tabi kaynakları insanlar bunu yapmanın getirisi pozitif olduğu müddetçe, diğerlerinin bunun sonucunda ne kaybettiğini dikkate almaksızın, kirletmeye eğilimli olacaklardır. Kaynakların etkin dağılımı açısından kaynaklarımız çevre kalitesinin sağlanması için gerekli düzeyden daha fazla kullanılmıştır (kirlilik aşırı derecededir).
Birçok iktisatçının aşırı kirlenme sorununu çözmek amacıyla tavsiye ettikleri yaklaşımı tartışmadan önce ideal çözümün getirisini tanımlamak faydalı olacaktır. İlk, ve en açığı, kirliliğin kaynakların etkin kullanımını sağlayacak –kaynaklardan üreteceği değeri maksimize edecek- seviyeye düşmesini istiyoruz. Diğer bir deyişle, kirliliği bir birim daha düşürmenin çevre kalitesinde yaratacağı değer artışı bunun karşılığında vazgeçilen üretimin maliyetinden büyük olduğu müddetçe kirliliği düşürmek istiyoruz.
İkinci hedef, kirliliği mümkün oldukça ucuza düşürmektir. Burada iki ayrı düşünce vardır. Her kirlilik kaynağı minimum maliyette azaltılmalıdır. Maliyeti düşürmenin birçok yolu vardır ama bir tane en az maliyetli yol vardır. Fakat kirletenlerin her birinin mümkün olan en düşük maliyetle kirliliği düşürmesi, zorunlu olarak, bir bütün olarak kirliliğin en az maliyetle düşürülmesi anlamına gelmez. Bireysel kaynaklar kirliliği azaltmada ne kadar başarılı olur? En düşük maliyetli kirlilik azaltma yolunda kirliliği bir birim daha düşürmenin maliyeti (azaltmanın marjinal maliyeti) bütün kirleticiler için aynı olacaktır.* Bazı kirleticiler kirlilik azaltılmasında diğerlerinden daha etkin olacağı için en düşük maliyetli kirlilik azaltma biçimi farklı kirleticilerin farklı seviyelerde kirlilik düşürmesi yapmasını gerektirir.
Kirlilik yönetimi programının üçüncü hedefi kirlilik düşürme teknolojisindeki ilerlemeleri motive edecek teşvikler vermektir. Bu dinamik kirlilik kontrolü bakışı önceki iki paragrafta tartıştığımız anlık –veya statik- bakış açıları kadar önemlidir.
Bu üç hedef –(1) etkin kirlilik seviyesine ulaşmak, (2) en düşük maliyetli kirlilik azaltma yolu, (3) kirlilik kontrol teknolojisindeki ilerlemeleri teşvik- muhtemelen asla tamamıyla gerçekleşmeyecektir. Bu özellikle birinci hedef için doğrudur. Örneğin atmosferin tanımlanmış ve sınırları çizilmiş kısımlarının mülkiyeti mümkün olmadığı için kimse bir kirleticiye kendi istediği bir şeye karşılık (bu genellikle para karşılığı olacaktır) kendi, ama sadece kendi, temiz havasını kirletmesine izin verecek durumda değildir. Bu tip alışveriş olanağının olmadığı durumda insanların temiz havaya verdiği değeri gösteren fiyat ortaya çıkmaz. Bu enformasyon olmadan da etkin hava kirliliği seviyesini belirlemenin imkanı yoktur.
Aynı şekilde, göllerimizde, nehirlerimizde ve okyanuslarımızdaki suyun tanımlanmış ve sınırları çizilmiş kısımları üzerinde özel mülkiyet mümkün olmadığı için etkin su kirliliği seviyesini belirlemenin uygun bir yolu yoktur. Piyasa alışverişleri ile etkin kirlilik seviyesini belirlemek mümkün değilse bunu siyasal süreç ile yapmak zorunda kalırız. Demokratik bir siyasi düzende oylama ve lobicilik faaliyetlerinin sağladığı enformasyonun siyasi süreci vatandaşların tercihlerine duyarlı yapacağı varsayılır. Öyleyse, siyasi karar vericilerin etkin seviyeden çok da uzak olmayan bir kirlilik seviyesine ulaşacaklarını ümit edebiliriz.
Siyasi olarak kabul görmüş bir kirlilik seviyesinin belirlendiğini varsayarsak kirlilik kontrol programının diğer iki hedefi ele alınabilir. Devletin, çevrenin bir atık deposu olarak kullanılması konusunda bir mülkiyet hakları sistemi yaratması ve güvence altına alması ile bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde önemli bir yol katedilebilir. Temel fikir devletin, sahip olana, örneğin haftada bir kere, havayı bir birim kirletme hakkı veren transfer edilebilir kirletme hakkı belgesi çıkartmasıdır. Çıkarılan hak belgelerinin sayısı siyasi süreçte belirlenen hedef kirlilik seviyesine uygun olmalıdır. Bu uygulama haklara yeterli güvence sağlanırsa kirliliğin kabul edilebilir bir seviyede kalmasını sağlayacaktır. Ayrıca kirliliği elinde tuttuğu haklar izin verdiği seviyeye düşürmek zorunda olan her bir kirletici bunu en düşük maliyetle yapma eğiliminde olacaktır. Kirletme hakları yaklaşımının temel avantajı hakların devredilebilmesinden gelir.
Haklar devredilebilir olduğu için bunlar için bir piyasa oluşacak ve bu piyasadaki alışverişler sonucunda bu hakların fiyatı belirlenecektir. Buna göre her hafta ilave bir birim kirlilik yaratmanın maliyeti kirletme hakkının fiyatına –başkalarının kendi kirliliklerini arttırabilmelerine verdikleri değere- eşit olacaktır. İnsanlar ilave kirlilik kendilerine en az başkaları kadar fayda sağladığı müddetçe çevreyi bir çöp tenekesi olarak kullanmaya eğilimli olacaklardır. Bu izinverilebilir kirlilik seviyesinden elde edilen değeri maksimize eden bir kirletme eylemi biçimini ifade eder. Bunun başka bir ifadesi, kirliliğin kabul edilebilir seviyesine düşürülmesi en düşük maliyetli (alternatifler arasında minimum fedakarlık) düşürme yoluyla yapılmalıdır.
Kirletmenin pozitif bir fiyatı olunca her bir kirletici kirliliğin en düşük yolunu bulmak ve onu uygulamak için her türlü motivasyona sahip olacaktır. Her bir kirletici kirliliği bir birim daha düşürmenin maliyeti kirletme hakkının fiyatından yüksek olduğu müddetçe kirliliği düşürmeye eğilimli olacaktır. Tüm kirleticiler için kirletme hakkının piyasa fiyatı aynı olduğu için tüm kirleticiler için kirliliği bir birim azaltmanın maliyeti de aynı olacaktır. Bu da en düşük maliyetli kirlilik düşürme yolunun gereğinin bir başka ifadesidir. Özel mülkiyet ve piyasadaki alışverişlerin yarattığı teşvikler ve enformasyon otomatik olarak arzulanan en düşük maliyetli kirlilik düşürme yoluna yol açacaktır.
Kirletme hakları yaklaşımı kirleticilere kirliliği azaltma teknolojileri geliştirme yolunda da teşvikler yaratır. Tarih daha az toprak ve emek kullanarak insan yapımı çıktılar üretilmesine olanak veren teknolojik gelişme örnekleri ile doludur. Çevrenin çöp tenekesi olarak kullanılmasını sınırlandıran teknolojik gelişmelerin yokluğu ise dikkat çekicidir. Toprağın ve emeğin piyasa fiyatı bu kaynakların tasarruflu kullanılması için güçlü teşviklerdir. Suları veya atmosferi kullanmanın fiyatının olmaması bu kaynakların ekonomik kullanılması üzerine endişelenmeyi karlı olmaktan çıkarmaktadır. Piyasada el değiştirebilir kirletme hakları bu ihmali ortadan kaldıracaktır.
Kirletme hakları yaklaşımının avantajlarına rağmen, bizim çevreye ilişkin konulardaki siyasi tepkimiz kirliliği indirmede doğrudan hükümet düzenlemesi ve kontrolünü benimsemek olmuştur. Kirlilik kaynaklarının çevreyle hiçbir alakası olmayan doğrudan düzenlemelere tabi olmasının siyasi popularitesi için sebepler mevcuttur. Bazı durumlarda çevre konuları sonuçta çevre kalitesinin düşmesiyle sonuçlanacak gizli gündemleri uygulamaya koymak için uygun bir araçtır. Bu art niyetli süreçlerin anlaşılması siyasi karar verme süreçlerinin yetersizliğinin incelenmesinde yarar sağlar. Bu eksiklik özel piyasa ortamında aşırı kirlenmeyi açıklayan probleme çok benzer.
Hükümet programları, harcamaları, ve koruma önemli ölçüde belirli endüstrilere, mesleki birliklere, veya sosyal gruplara çıkar aktarır. Tarımdaki fiyat desteklemeleri, ayakkabı ithalatındaki sınırlamalar ve denizciler birliğini koruyan kanunlar bunlardan sadece birkaçıdır. Faydalanan grupların kendi programlarını korumak ve mümkünse genişletmek amacıyla siyasete girmeleri için önemli bir teşvik mevcuttur.
Bu grupların her biri kendi siyasi eylemleri için bir biçimde bağımsız olarak örgütleneceklerdir. Böylece siyasi karar vericileri kollektif olarak etkilemek nispeten kolay olacaktır. Tabii ki, bu özel çıkar programları halk üzerine daha yüksek vergiler ve fiyatlar şeklinde bir maliyet yükleyecektir. Fakat, toplumu bu programlara karşı bir siyasi muhalefet amacıyla örgütlemek de aynı sorunları doğuracaktır. Eğer diğerleri bir özel çıkar programını kontrol altına almada başarılı olurlarsa siz bu çabaya katkı yapsanız da yapmasanız da sizin vergileriniz düşecek, faydanız artacaktır. Eğer bir program birkaç kişiye çoğunluk aleyhine menfaat sağlıyorsa, siyasi temsilcilerimizin çok sayıda kişiden değil bir azınlıktan bilgi alacağını bekleyebiliriz. Bunun siyasi sonuçlarını tahmin etmek de güç değildir.
Aşırı çevre kirliliğinden muzdaribiz çünkü çevreyi kirletmemizden dolayı elde ettiğimiz çıkarın bedelini büyük ölçüde savunmasız halk ödüyor. Siyasi kirlenmeden veya devletin aşırı müdahalesinden muzdaribiz çünkü hükümet programlarından elde edilen farklı özel çıkarlar da yine büyük ölçüde savunmasız halk tarafından ödeniyor. Tabii her birimiz kirlilikten zarar görüyor ve başkalarının hükümet programlarını finanse ediyoruz. Sebep olduğumuz kirliliği azaltmak ve çoğunluğun menfaatine olan hükümet programlarını uygulamak için herkesin buna uygun davranması gerekir. Ne yazık ki bu gerçekleşmez. Siyasi süreç, temiz çevre için piyasa ile aynı nedenle iyi çalışmamaktadır: Özel mülkiyetin ve mübadelenin olmadığı yerde insanlar dürüstlük ve karşılıklı çıkarları sağlayacak şekilde tercihlerini ifade edemezler.
Çevre kalitesi üzerindeki ilgi, azınlığın organize çıkarlarının organize olmayan çoğunluk aleyhine genişleten siyasi gücün işletilmesi için bir meşruluk tabanı olmuştur. Bu siyasi kirlenme daha yüksek fiyatlar, ülke içinde kaynakların daha etkinsiz dağılımı ve -daha fazla kirlilik olmasa bile- ödediğimizden daha az bir kirlilik azalması şeklini alır. Bu siyasi kirlenmeyi azaltmanın ve çevre kirliliği ile mücadele etmede ciddi biçimde ihtiyaç duyulan enformasyon ve teşvikleri sağlamanın en iyi yolu özel mülkiyet ve serbest piyasa mübadelesine daha fazla dayanmaktır.
Devletin kirliliği düşürme çabaları akılcı değildir. Temel çevre kaynaklarında özel mülkiyet haklarının yokluğunda, piyasa hareketleri aşırı kirlenmeye neden olacaktır. Bu durumda iyi oluşturulmuş bir hükümet politikası herkesin yararına çevreyi koruyabilir. Fakat kirliliği çözmede açık görünen hükümet çözümüne sarılmadan önce bir uyarıda bulunmakta yarar vardır: bir devlet kurumuna kirlilik kaynaklarını kontrol ve düzenleme gücünü vermek. Siyasi güç iyi işleyen bir piyasa sistemini karakterize eden bir iletişim ve anlayış mekanizmasının olmadığı bir ortamda işlemektedir. Sonuç olarak kendine siyasi bir konum elde edebilenler, çevreyi kirletenlerin başkalarına maliyetini yükleyip kişisel çıkar elde etmeleri gibi, maliyetini başkalarının üzerine yükleyerek özel menfaatler elde edebilirler. Bir kere belirli hedeflere ulaşmak amacıyla siyasi güç tesis edildi mi, bu hedef ne kadar ulvi olursa olsun, bu gücün kendi dar kişisel çıkarları için kullanılmayacağını beklemek safdillik olur.
Neyseki, devletin piyasa aksaklıklarını gidermesi halinde, gücün birkaç kişinin elinde toplanmasına izin vermeyerek istenen hedeflere varmak her zaman mümkündür. Kirlilik kontrolü olayında bu aksaklığın giderilmesi çevreyi bir çöp tenekesi olarak kullanılması konusunda transfer edilebilir mülkiyet haklarının yaratılması ve bu hakların garanti altına alınması şeklinde olacaktır. Böyle bir kirletme hakları sistemi yürürlükte olunca, kirletme eyleminin özel avantajı kirliliği mümkün olduğunca ucuza düşürmeyi ve diğerlerinin çevreye verdiği değerin tamamen dikkate alınmasını gerektirecektir. Böyle bir politikada birkaç siyasi alanda etkili grubun hükümeti geniş kesimlerin aleyhine kendi kişisel çıkarları için kullanması için çok az fırsat olacaktır. Kirletme hakları yaklaşımının avantajı çok sayıda kişinin kirliliğin azaltılması kararlarını etkilemesine fırsat vermesi ve çevreyle ilgili konulara en düşük maliyetli çözümü bulmamız için gerekli teşvikleri ve enformasyonu sağlamasıdır.
* International Institute for Economic Research (IIER), Original Paper 39, September, 1982’den IIER’nin izniyle alınmıştır.
* Eğer marjinal azaltma maliyetleri tüm kirleticiler için aynı değilse, kirliliğin seviyesini arttırmadan kirliliğin maliyetini düşürmek mümkün demektir. Örneğin, marjinal azaltma maliyetinin kirletici A için 5 dolar, kirletici B için de 10 dolar olduğunu varsayalım (yani, kirliliği bir birim daha azaltmanın maliyeti A için 5 dolar, B için 10 dolardır). Açıktır ki eğer A bir birim daha fazla, B bir birim daha az kirliliği azaltsa kirliliğin seviyesi aynı kalacaktır ama kirliliği düşürme maliyetleri 5 dolar daha azalacaktır. Her iki kirletici için kirliliği azaltmanın marjinal maliyeti eşit oluncaya kadar, A tarafından yapılan kirliliği azaltma işlevi arttırılıp, B tarafından yapılan kirliliği azaltma işlevi azaltılırsa aynı kirlilik seviyesine daha az maliyetle ulaşılmış olacaktır. Bu duruma, gayet gerçekçi olan, marjinal azaltma maliyetinin kirliliğin azaltması faaliyeti arttıkça artacağı varsayımının kabulü ile ulaşılacaktır.