Ücretlerin ve Karın Eşitsizliği*

 

Adam Smith

 

Avrupa’da uygulanan politikalar bazı alanlardaki rekabeti sınırlayıp o alana daha az sayıda kişinin girmesine yol açarak emek ve sermayenin farklı kullanımının avantajları ve dezavantajları arasında büyük eşitsizlikler yaratmaktadır.

Örgütlü ticari faaliyetlere sağlanan ayrıcalıklar, ayrıcalığı bağışlayan şehirlerde ticareti bu ayrıcalığa sahip kişilerle sınırlar. Bu ayrıcalığı elde etmenin yolu genellikle o şehirde ehil bir ustanın yanında çırak olarak hizmet etmek ve bu hakkı kazanmaktan geçer. Korporasyonun kuralları bazen her bir ustanın çalıştırabileceği çırakların sayısını ve hemen her zaman bu çırakların hizmet etmeleri zorunlu olan süreyi de belirler. Her iki düzenleme de o işe girecek kişilerin sayısını sınırlamayı hedeflemektedir. Çırak sayısına getirilen sınırlamalar doğrudan bir kısıtlama getirir. Uzun çıraklık süresi, eğitim için geçen zamanı arttırarak dolaylı olarak sınırlar.

Sheffield’te hiçbir çatal-bıçak ustası, korporasyon kurallarına göre bir kerede birden fazla çırak çalıştıramaz. Norfolk ve Norwich’te hiçbir dokuma ustası, krala ayda beş pound ödemeyi göze alıp iki çıraktan fazla çalıştıramaz. İngiltere’de ve İngiltere’nin plantasyonlarında hiçbir  şapka ustası, ayda beş pound ceza ödemeyi göze alıp –ki bunun yarısı krala, diğer yarısı davayı açan mahkemeye gider- ikiden fazla çırak çalıştıramaz. Bu düzenlemelerin her ikisi de krallığın kamu hukuku tarafından onaylanmış olsalar bile, açıkça Sheffield düzenlemelerinin  korporasyon ruhu tarafından dikte edilmiştir. Londra’daki ipek dokumacıları, örgütlenmelerinin birinci yılı dolmadan bir ustanın bir defada ikiden fazla çırak çalıştırmasını engelleyen bir kural koymuşlardı. Sonra, bu kuralın kaldırılması için parlementonun meclisten özel bir yasa çıkarması gerekti.

Avrupa’da korporasyonlarla düzenlenmiş bütün ticari alanlarda genellikle uygulanan çıraklık süresi yedi yıl olmuştur. Bütün bu korporasyonlar eskiden üniversiteler olarak adlandırılmaktaydılar ki, bu her türlü birleşmeyi kapsayan Latince bir ifadeydi. Demirciler üniversitesi, terziler üniversitesi gibi ifadeler eski kentlerdeki düzenlemelerle ilişkilendirdiğimiz ifadelerdir. Günümüzde üniversiteler olarak anılan kuruluşlar ilk kurulduğunda, bir yüksek lisans derecesi (master of arts) elde etmek için gerekli okuma süresi korporasyonların çıraklık sürelerinden kopya edilmişti. Nasıl yedi yıl kalifiye bir ustanın yanında çıraklık yapmış olmak bir kişinin ustalık sıfatını alması ve kendi çıraklarına sahip olması için yeterli ise, kalifiye bir ustanın gözetiminde yedi yıl okumak da  kişiyi sosyal bilimlerde uzman, öğretmen veya doktor olabilmesini ve kendine bağlı çırakları veya araştırmacıları çalıştırabilmesini olanaklı kılar.

Uzun çıraklık kurumu yeterince kaliteli olmayan malların piyasaya çıkmasını engellemez. Bu olursa sahtekarlıktan kaynaklanır, yeteneksizlikten değil. Ve uzun çıraklık süresi sahtekarlığa karşı bir güvence sağlamaz. Bu suitimali önlemek için oldukça farklı düzenlemeler yapmak gerekir. Tabağın üzerindeki sterling işareti, yünlü ve keten giyisiler üzerindeki damga, satınalan kişiye herhangi bir çıraklık statüsünden daha fazla güvence sağlar. Tüketici genelde bunlara bakar, yoksa yapan kişinin yedi yıl çıraklık yapıp yapmamasına değil.

Uzun çıraklık uygulaması sanayi için genç insanlar yetiştirme eğiliminde değildir. Parçabaşı çalışan bir kalfanın azimle çalışıyor olması muhtemeldir, çünkü üretiminin her biriminden bir fayda elde eder. Bir çırak ise hemen her zaman aylak olma eğilimindedir. Çünkü aksinin olmasından hiçbir çıkarı yoktur. Çalışma hiyerarşisinin alt kademelerinde emeğin getirisi ücretin içindedir. Sektöre önceden girenler işin kaymağını yer ve muhtemelen endüstriyel alışkanlıkları daha kolay elde ederler. Genç bir insan uzun dönem hiçbir fayda elde edemediği için doğal olarak çalışmaya karşı olumuz bir yaklaşıma sahip olur. Yardım kuruluşlarından gelen çırakların zorunlu çalışma süreleri daha fazladır ve bu yüzden daha tembel ve işe yaramaz olurlar.

Çıraklık, eski dönemde yaşayanlar tarafından bilinmemekteydi. Modern hukukta usta ve çırağın karşılıklı yükümlülükleri önemli bir yer tutar. Roma hukuku ise onlara karşı sessizdir. Ben, bugün çıraklığa karşılık gelen, bir uşağın ustası adına belirli bir işte çalışmaya zorunlu olduğu ve bunun karşılığında ustanın ona o işi öğrettiği fikrinin yer aldığı hiçbir Yunan ya da Latin çalışması hatırlamıyorum.

Uzun çıraklık süresi tamamıyla gereksizdir. Ticarete gore daha üstün olan, saat yapımcılığı gibi, zanaatlar uzun eğitim sürelerini gerektiren bir muammayı içermez. Bu güzel makinelerin ilk icadı hatta bunların yapımında kullanılan aletler şüphesiz derin düşüncenin ve uzun zamanın ve insan dehasının ürünüdür. Fakat, her ikisi de keşfedildikten ve iyice anlaşıldıktan sonra genç bir insana bu araçları nasıl kullanıp makineleri yapacağını anlatmak için bir kaç hafta gerekir- hatta belki birkaç gün bile yeterli olabilir. Sıradan ticari faaliyetlerde birkaç gün bile kesinlikle yeterlidir. Bazı çok yaygın ticari faaliyetlerde bile, işlemlerde pratik ve tecrübe yapmadan el alışkanlığı elde edilemez. Fakat genç bir adam başından beri kalfa olarak çalışıyor ve kendisine yaptığı işle orantılı bir ödeme yapılıyor, beceriksizliği nedeniyle ziyan ettiği malzemenin bedeli ödettirliyorsa çok daha fazla bir dikkat ve ilgiyle işini yapacaktır. Bu yöntemle eğitimi daha az sıkı, daha ucuz ve daha etkin olacaktır. Usta bu durumda çıraktan yedi yıl boyunca yaptığı tasarrufu kaybedecektir. Bu durumda belki çırağın kendisi de kaybedecektir. Kolayca öğrenilebilen bir meslekte, daha fazla rakibi olacak ve çalışma zamanı geldiğinde alacağı ücret şimdikinden daha düşük olacaktır. Aynı rekabet artışı hem ustaların karlarını hem de işçilerin ücretlerini düşürecektir. Hem ticaret, hem zanaat alanındakiler kaybedeceklerdir. Fakat halk kazanacaktır. Çünkü bu alanda üretilen ürünlerin piyasa fiyatı ucuzlayacaktır.

Bütün korporasyonlar ve korporasyon kanunlarının çoğu fiyatların ve buna bağlı olarak ücretlerin ve karların düşmesini sağlayacak serbest rekabeti önlemek için oluşturulmuştur. Eski dönemlerde  Avrupa’nın birçok yerinde bir korporasyon oluşturmak için şehir birliği bir otoritenin iznine gerek yoktu. İngiltere’de ayrıca kralın da izni gerekmekteydi. Fakat kraliyete tanınan bu ayrıcalığın korunmasının sebebi kitlelerin üzerine yük getiren tekellere karşı geniş kesimlerin özgürlüğünü korumak değil, bu durumu paraya tahvil etmektir. Krala ceza ödendiği takdirde genellikle ayrıcalık tanınmaktadır. Eğer bir grup imalatçı ya da tüccar imtiyaz olmadan bir korporasyon şeklinde davranmak istiyorlarsa, bu tip yasadışı loncalar her zaman bu haktan mahrum edilmezler. Sadece ele geçirdikleri bu konumu sürdürmek  için krala yıllık bir ceza ödemekle yükümlüdürler. Bütün korporasyonlara veya bunlara ilişkin düzenlemlere bir göz atıldığında bunların kuruldukları şehrin birliğine ait oldukları, bunları disipline eden bir uygulama olmuşsa bunun kraldan değil bunların üst kuruluşlarından geldiği görülür.

Bir şehir birliğinin yönetimi tüccar ve zanaatkarların elindedir. Bu birlikler piyasada arz fazlasını önlemeye çalışırlar. Arzın gerekenden az olması açıkça her birinin menfaatinedir.  Her sınıf kendi amaçlarına uygun düzenlemeler yapmaya isteklidir. Eğer izin verilirse yaparlar ve başkalarını da yapmaya teşvik ederler.. Bu düzenlemelerin sonucunda her bir sınıf iştigal ettikleri malın ticaretini aynı şehirde daha pahalı olsa da birbirlerinden almak zorundadırlar. Buna karşılık, kendi mallarını daha pahalı satarlar. Bu farklı sınıflar arasındaki alışverişler için de geçerlidir. Bu durumda regulasyonlar nedeniyle kimse bir kayba uğramaz. Fakat diğer şehirlerle yapılan alışverişlerde büyük kazançlar elde ederler. Her şehri zengin eden bu tip alışverişlerdir.

Avrupa’daki şehir endüstrilerinin üstünlüğü sadece korporasyonlardan ve korporasyon kanunlarından kaynaklanmaz. Birçok diğer düzenleme ile de desteklenir. Yabancı imalatçılar ve yabancı tüccarlar tarafından ithal edilen mallar üzerindeki yüksek vergilerin tümü aynı amaca hizmet eder. Korporasyon kanunları şehir sakinlerinin kendi hemşerilerinin rekabetinden korkmadan fiyatlarını yükseltmelerine olanak verir. Diğer düzenlemeler aynı şekilde onları yabancılara karşı güvenceye alır. Yüksek fiyatlar sonuçta bu tip tekellerin kurulmasına karşı çıkmayan toprak sahipleri, çiftçiler ve işçiler tarafından ödenir. Bu grupların ne birliklere girme eğilimleri vardır, ne de buna uygundur. Ancak tüccarlar ve imalatçılar çeşitli yollarla onları bir bir alt grubun özel çıkarına olanın toplumun da çıkarına olduğuna ikna ederler.

 



* The Wealth of Nations, Modern Library Edition (New York: Random Hause, 1937), pp.118-128’den alınmıştır.