Teknolojiye Sahip Olmak

 

Elektrik-Elektronik Mühendisi

Mehmet Zaim


Ülkemizde kritik savunma projelerini "teknoloji transferi yapmak" veya "teknolojiye sahip olmak" amacıyla kullanmaya çalışıyoruz. Ancak görülüyor ki "teknolojiye sahip olmak" kavramı konusunda bir karmaşa yaşanıyor. Projenin tarafları, ihtiyaç sahibi kullanıcılar, planlayıcılar, uygulayıcılar, sanayi ve hatta kamuoyunun farklı algılamaları ve beklentileri olabiliyor. Örneğin TURKSAT serisi uyduları kullanmaya başlayarak iletişim teknolojileri kullanımında Türkiye çağ atladı. Ancak basınımızda bu haber "Türkiye uydu teknolojisine sahip oldu" şeklinde verildi. Halbuki biz sadece bu teknolojinin kullanıcısı olduk. Bizden daha fazla uydusu olan Suudi Arabistan, uydu teknolojisinde bizden daha ileride değil. Bir yere kadar bu yaklaşımı kamuoyunun özgüvenini artırıcı "psikolojik bir telkin" olarak algılayıp, makul karşılayabiliriz. Ancak, ister tedarik, isterse sanayi tarafında olsun, konunun içinde bulunan profesyonellerin böyle yaklaşımlardan uzak durmaları gerekiyor. Teknolojiye sahip olma süreci uzun ve zahmetli bir süreç. Bu süreci, nedeni ne olursa olsun, kısa vadeli veya gerçekleştirilen programa özel çıkarlara feda etmek ülkeye yarar sağlamaz. Ülkenin gereksiz yere harcanacak bir kuruşu yok. Tüm projeler gerçekçi bir biçimde, uzun vadeli hedeflerimizin gerçekleştirilmesine katkı sağlayacak şekilde ele alınmalı. Bu tip projelerde beklentileri sınırlamaya da abartmaya da gerek yok. Bunu sağlamak için, teknoloji ile ilgili kavramlarda anlayış birliğinin sağlanması gerekiyor. Bir proje ile ilgili planlayıcıların, yöneticilerin ve uygulayıcıların, her an, "Hangi Teknoloji?" sorusuna ortak ve samimi bir cevapları olmalı. Olmalı ki, kaynak kullanımında israf engellensin. Proje başlangıcında "tüm teknolojisine sahip olacağım" düşüncesiyle kaynak ayrılan bir projenin sonunda elimizde kala kala "imalat çizimleri" kalıyorsa, bunun nedenlerini ülke olarak sorgulamalıyız.

Bizim bu tartışmaya yapacağımız ilk katkı kendi tecrübelerimizi aktarmak olabilir. Dolayısıyla, bu makalenin temel amacı "teknolojik yeteneklerin kurumsallaşma süreci"ni incelemek, ASELSAN'da yaşanan süreci de bir örnek olarak okuyucunun değerlendirmesine sunmaktır. Ancak, "teknoloji" ile ilgili kavramlara açıklık getirmeden yazılacak böyle bir yazının okuyucuya istenen mesajı iletmede yetersiz kalacağı açıktır. Bu nedenle, makaleyi teknoloji ile ilgili kavramların ve teknolojinin kurumsallaşma süreci ile ASELSAN örneğinin anlatıldığı iki ayrı makale olarak ele aldık.

Kavramların Önemi ve Bir Örnek

Bilindiği gibi teknolojinin bir klasik bir de genel anlamı var. Klasik anlamı, geride bıraktığımız sanayi çağına ait: "Bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aygıtları kapsayan bilgi"(1). Diğer anlamı ise daha genel ve içinde bulunduğumuz bilgi çağına daha uygun: "Belli bir teknik alanda, bilimsel ilkelere dayanan tutarlı bilgi ve uygulamaların tümü" (2).

Bu durumda teknoloji ile ilgili konuşma ve yorumlarda dikkat edilmesi gereken bir husus ortaya çıkıyor: "Teknoloji" kavramını konuşulan konuya uygun bir tamlama ile birlikte kullanma zorunluluğu. Herhangi bir ürün ile ilgili olarak "Teknoloji Transferi", "Teknoloji Edinme", "Teknoloji Sınıfları" gibi kavramları tartışmaya başladığımızda, bu tartışmanın sağlıklı olabilmesi için, "Hangi Teknoloji?" sorusuna baştan bir cevap bulmuş olmamız gerekiyor.

Örneğin "Teknoloji Transferi" kavramını ele alalım. Teknoloji transferi, uluslararası camiada en genel ifade ile, "Gelişmiş ülkelerin, sanayileşmekte olan Üçüncü Dünya Ülkeleri'ne teknik ve bilgi aktarması"
(2) olarak anlaşılıyor. Sabandan traktöre geçişi çağrıştıran -ki ilk kullanılmaya başlandığında da kastedilenin bu olduğunu düşünüyoruz- bu tanımın günümüzdeki biraz daha gelişmiş karşılığı "Gelişmiş ülkelerden, gelişmekte olan ülkelere üretim tekniklerinin ve bilgilerinin aktarılması" olabilir.

Bu tanım bizlere yabancı değil. Ülkemizde teknoloji transferi denilince çoğunlukla anlaşılan da bu. Üretim teknikleri ve bilgileri ile gelen yabancı yatırımlar da salt bir ekonomik işbirliği aracı olarak değil, aynı zamanda dünya ölçeğinde üretime dönük, rekabet edebilir bir üretim altyapısının kurulmasına yarayacak araçlar olarak görülüyor. Ekonomi yazıları ile tanınan bir köşe yazarımız: "Türkiye'deki sermaye birikimi, teknoloji birikimi dünya ölçeğinde üretime dönük sanayi yatırımlarını gerçekleştirme şansı vermiyor"
(3) derken; bir diğeri: "...Hele hele teknolojinin t harfinden bile yoksun ülkemizde yeni teknolojilere kavuşmanın tek yolu yabancı sermaye değil mi?"(4) diye sorarak, ülke genelinde "Teknoloji"den ne anlaşıldığını ifade etmiş oluyorlar! Bir bilgi toplumu olmayan ülkemizde, teknoloji-üretim ilişkisi kurulurken "üretim" kavramı doğal olarak "malın imalatı" anlamında kullanılıyor; "bilginin üretimi" anlamında değil. Bu durumda "teknoloji" de "imalat teknolojisi" gibi en ilkel anlamına sıkıştırılmış oluyor. Halbuki, "Teknoloji; araştırma, geliştirme, üretim, pazarlama, satış ve satış sonrası hizmeti kapsayan bir sanayi sürecinin, etkin ve verimli bir biçimde gerçekleştirilmesi için kullanılabilecek bilgi ve becerilerin tümüdür" gibi çağdaş bir tanım üzerinde anlaşmaya en çok ülkemizin ihtiyacı var.

Gelişmiş ülkeler de kendi içlerinde teknoloji transferi kavramını bir süreç tanımı olarak kullanıyorlar. Yalnız bu defa kastedilen, ülkenin temel bilim ve teknoloji geliştirme kurumlarından, ülke sanayiine bilgi aktarımı. Bu süreçte, sanayileşme aşamasına geldiğine inanılan bir yüksek teknoloji alanına ilişkin bilgi ve teknikler, bu alandan beklenen yüksek katma değeri yaratmak üzere ilgili kesime yani sanayiye aktarılıyor. Bu anlamdaki teknoloji transferi, çok ender örnekler olsa bile, henüz ülkemizde tanımlı bir süreç değil.

Savunma sanayii ve projelerinde ise daha değişik bir durum söz konusu. Türkiye, ilgili alanda bir "bilim ve teknoloji" altyapısı oluşturmayı hayal ederek başlattığı, yabancı sermayeye ve teknoloji transferine dayalı savunma sanayii kurma girişimlerinin tümünde "imalat bilgisi ve tekniği" ile yetinmek zorunda kaldı. Ülkemiz hep başlangıçtaki, özgün teknoloji ve ürün geliştirme hedefinin gerçekleştirilmesine imkan tanımayan bir metodun seçilmiş olmasının yanlışlığı ile, varılan sonucun ekonomi teorisine ve gerçeklerine uygunluğu gerçeğini bir arada yaşadı. Bunun istisnalarını görmedik değil. Ama bu istisnaların tipik özelliği, bu transferlerin halihazırda özgün ürün ve teknoloji geliştirme yeteneğine sahip bir kuruluşa yapılmış olmaları ve transfer edilen bilginin, kuruluşun güçlü Ar-Ge teşkilatı tarafından özümsenip, yeni ürün ve üretim teknolojilerine dönüştürülebilmesiydi. Örnek mi? ASELSAN'ın ilgili projenin ekonomik fizibilitesi veya idarenin istekleri sonucu gerçekleştirdiği teknoloji transferlerini incelemek yararlı olabilir.

"Teknoloji Transferi" örneğinde görüldüğü gibi, teknoloji ile ilgili herhangi bir tartışmayı, teknoloji ile birlikte anılan kavramlar bilimsel olarak irdelenip, farklı anlamları konusunda bir görüş birliği oluşturulmadan sürdürmek mümkün değil. Bu yazının devamında "Teknoloji" kavramını en geniş anlamıyla kullanacağız. "Teknoloji" ifadesi ile, belli bir teknik alanda, bilimsel ilkelere dayanan tutarlı bilgi ve uygulamaların tümünü kastedeceğiz. Yani "Haberleşme Sistemleri Teknolojisine Sahip Olmak" dediğimizde, kullanıcı ihtiyacını karşılayan modern bir haberleşme sistemini tanımlamak, tasarımlamak, geliştirmek, üretmek, test etmek, işletmek, bu sisteme lojistik destek vermek ve bütün bu süreci yönetmek için gereken bilgi ve becerilerin tümünü ifade etmiş olacağız. Sürecin alt parçalarına ilişkin bilgi, beceri ve yetkinliği, yani "know-how"ı da, o kısma özel teknoloji ifadeleri ile tanımlayacağız. Örneğin tasarım alt sürecine ilişkin teknolojiyi "tasarım teknolojisi" olarak ifade edeceğiz.

Teknolojiye Sahip Olmak

Yukarıda ifade edildiği gibi, bir alandaki teknolojiye sahip olmak demek, o alana özel bir bilgi, beceri ve yetenekler kümesine sahip olmak demektir. Dolayısıyla, her beceri ve yetkinlik sahipliğinde olduğu gibi teknoloji sahipliğine giden yol da, mal sahipliği gibi bir "satın alma" sürecinden değil, eğitime, yatırıma çalışmaya, bilgi birikimine dayalı evrimsel bir yetkinlik geliştirme sürecinden geçer. Nasıl ki resim yapma becerisi satın alınamaz ise, özgün ürün ve üretim teknolojisi geliştirme becerisi de satın alınamaz.

Bu durumda öncelikle bu makalenin sınırları içinde "Teknoloji Satın Almak" gibi bir kavramın var olamayacağını kesin olarak ifade etmemiz gerekir. Konu yüksek teknoloji olduğunda ise bu olmazlık daha net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Çünkü, sahibine uluslararası alanda stratejik rekabet gücü sağlayan bir varlığa bedel ödeyerek sahip olmak, ancak ve ancak, o varlığın sahibine, bu sahiplik nedeniyle beklediği tüm kazancı bir defada ödemek gibi, pratik olarak imkansız bir yöntemle mümkündür. Savunma alanında işin içine giren "gizlilik" ve "güvenlik" gibi kavramlar, bu yöntemi teorik olarak da imkansızlığa sürüklemektedir. Ülkemizin de teknoloji satın alarak yetkin savunma sanayii firmaları kurabileceği yanılgısına düşmesinin nedeni budur.

Peki, "Teknolojiye Sahip Olma" sürecini nasıl ifade edeceğiz?. Bize göre en uygunu bu süreci "Teknoloji Edinme Süreci" olarak tanımlamaktır. Birikim ve özümseme gibi, teknoloji sahipliği sürecini tanımlamada kullanacağımız kavramlar da, satın alımdan daha çok "edinme" eylemi ile bir arada kullanılabilecek kavramlardır.

"Teknoloji Edinme Süreci"ni, bir ürünün ya da üretim yönteminin tanımlanması, tasarımlanması, geliştirilmesi, üretilmesi, kullanıma alınması, desteklenmesi, türev ürün ve üretim yöntemlerine dönüştürülerek kurumsallaşması ile tüm bu aşamaların yönetilmesi için gereken bilgi, altyapı (tesis, makina, cihaz, yetişmiş işgücü vb.) ve becerilerin kazanılması süreci olarak tanımlayabiliriz.

Teknolojinin Kurumsallaşması

Yukarıda da belirtildiği gibi; "Teknolojinin Kurumsallaşması", edinilen teknolojilerin, katma değer yaratacak ürünlere ve tekrarlanabilir, geliştirilebilir, türev ürün ve üretim teknolojilerine dönüştürülebilir olması demektir. Bu açıdan bakıldığında gelişmiş batılı ülkelerin ve bu ükelerdeki yüksek teknoloji şirketlerinin teknolojileri kurumsallaştırma yaklaşımları arasında fark yoktur.

Gelişmiş ülkeler, yüksek teknoloji altyapılarını, yüksek katma değerin dolayısıyla toplumsal refahın en temel kaynağı olarak görürler. Bu ülkelerde teknoloji politikaları, stratejik hedefler paralelinde oluşturulmuş ekonomi politikalarının ayrılmaz bir parçasıdır. Yeni teknoloji geliştirme çalışmaları günlük sanayi ve ticari faaliyetlerden bağımsız salt akademik hedefleri olan çalışmalar olarak değil, bu ülkelerin uluslararası alandaki etkinliğini artıracak yeni ürünlerin ve üretim süreçlerinin geliştirilmesi çabası olarak değerlendirilir. Teknolojik yetenek hedeflerine odaklanmış politikalar ile bu çalışmalar planlı bir biçimde önceden seçilmiş alanlarda yoğunlaştırılır ve ülkenin bu alanlardaki rekabet gücü dünya ölçeğinin üzerine çıkarılmaya çalışılır. Ülkenin altyapısı, bilgi birikimi, coğrafi, ekonomik ve politik konumu dikkate alınarak, hangi alanda, hangi teknoloji ile hangi ürünlere yönleneceği, hangi alanlarda sadece bir hizmet sağlayıcı, hangi alanlarda uluslararası iş ortağı olacağı gibi soruların cevapları, gelişmiş ülkelerin teknoloji edinme süreçlerini yönlendirir.

Hedefler ve iş tanımı belli olduktan sonraki aşamada kritik husus, bu hedeflere ulaşmada kullanılacak organizasyon ve taraflar arasındaki görev dağılımıdır. Gelişmiş ülkeler açısından, temel araştırma, uygulamalı araştırma, ürün ve süreç geliştirme gibi farklı düzeylerdeki işler aslında teknolojinin kurumsallaşma sürecinin entegre parçalarıdır. Modern anlayışta, ülkelerdeki temel araştırma çalışmaları ile yeni ürün ve üretim teknolojisi geliştirme çalışmalarının entegrasyon düzeyi, bir ülkenin gelişmişlik düzeyi olarak değerlendirilmektedir
(5). Bu entegrasyon, ancak süreçlerde görev alacak kurum ve kuruluşlar arasında tam bir koordinasyon sağlanması ile mümkündür. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerde, sistemdeki kurum ve kuruluş sayısı ne kadar fazla olursa olsun, bunlar arasında doğal bir iş paylaşımının mevcut olduğu görülür. Üniversitelerin temel araştırma çalışmalarını üstlenmesi, araştırma kuruluşlarının yetenek belirleyici alanlarda yeni ürün ve üretim teknolojileri geliştirmesi, sanayinin ise uluslararası pazarda rekabet edebilir, yüksek teknolojili ve yüksek katma değerli ürün geliştirme çalışmalarına odaklanması, bu iş paylaşımının sonucundadır.

İş tanımı ve rollerin belirlenmesi (organizasyon) teknoloji edinme ve kurumsallaşma sürecinin başlangıcıdır. Bundan sonra gelen husus özgün teknoloji edinme çabaları için kaynak bulunmasıdır. Ülkelerde bir yaratıcılık teşvik sisteminin bulunması, kamu tedarikine entegre bir Ar-Ge teşvik sisteminin olması, buna bağlı mevzuatın yeterliliği ve tüm bu mevzuatın modern teknoloji edinme politikaları ile beraber uygulanması kaynak problemini en aza indirir. Ülkeler zaten harcamakta oldukları kaynaklarından, yalnızca doğru planlama ve yönlendirme ile, teknoloji edinme çabaları için yeterli pay ayırabilirler. Ülke içinde gerçekleştirilen teknoloji geliştirme çabaları sonucunda artan bilim ve teknoloji düzeyi, yüksek eğitimli ve kaliteli insan gücünün artışı, bunların katma değeri yüksek alanlarda istihdam edilmesi ile sağlanan gelir artışı, yurtdışına beyin gücü kaçışının azalması gibi dolaylı yararlar ise ayrı bir makalede incelenmeye değer boyuttadır.

Ülkelerin, yetenek belirleyici alanlarda gerçekleştirecekleri teknoloji ve ürün geliştirme projelerinin seçimi, kaynak kullanımının ve uzun vadeli hedeflerin başarısı açısından önemlidir. Bugünün bağımsız Ar-Ge projeleri geleceğin ürün geliştirme projelerinin teknolojik altyapısını hazırlar. Örneğin ABD'de Başkan tarafından açıklanan kritik teknolojiler listesi ile Savunma Bakanlığı'nın Savunma Teknolojileri Alanı Planları ve planlanan Ana Savunma Tedarik Programları listesi, bir "ana teknoloji edinme planı" kapsamında ilişkilidir. Devletin üniversitelerine verdiği temel araştırma projeleri ile gelecekte kullanmayı planladığı yüksek teknolojili sistemlere ilişkin projeler arasında organik bağlar mevcuttur. (Şekil-1)

Şekil-1: Teknoloji edinme sürecinde farklı kurumların farklı düzeydeki çalışmaları birbirlerini tamamlar niteliktedir.

Firmalar da ülkeler gibidir. Global pazarda, talep uyandıran, özgün ve rekabet edebilir ürünler ile piyasaya girmek, ayakta kalabilmenin en önemli koşuludur. Firmalar, çekirdek iş alanları veya çekirdek teknoloji denilen hedeflere odaklanarak, rekabet edebilirlik yeteneklerini geliştirmeye çalışırlar. Firmaların hangi teknoloji alanında, hangi yetenek düzeyini hedefledikleri, teknoloji planları ve buna bağlı olarak hayata geçirilen faaliyet politikaları mevcuttur.

Özgün teknoloji edinme ve bunu kurumsallaştırma çabası içindeki firma organizasyonlarında bu çabanın gereği olan fonksiyonel birimlerin çok güçlü bir biçimde yer aldığı görülür. Bu fonksiyonel birimler içinde en önemlileri hiç kuşkusuz Ar-Ge ve mühendislik birimleridir. Özgün ürün ve üretim teknolojilerinin geliştirilmesine odaklanmış firmalarda bu birimlerin gerek insan kaynakları, gerekse makina-cihaz altyapısı açısından firma varlıklarının önemli bir kısmını oluşturduğu görülür. Bu firmalarda, Ar-Ge ve mühendislik birimlerinden üretim hattına ürün verilmesi süreci, teknoloji edinim sürecinin ta kendisidir.

Firmaların Ar-Ge'ye dayalı tedarik projelerine odaklanmaları özgün teknoloji edinme çabalarına kaynak ayrılmasını kolaylaştırır. Belirli ürün projeleri kadar, çekirdek teknoloji alanlarındaki bağımsız teknoloji geliştirme/iyileştirme çalışmalarına kaynak ayrılması, edinilen teknolojilerin kurumsallaşmasını ve türev teknolojilere dönüştürülmesini, dolayısıyla sürekliliği sağlayan en önemli faktördür. Ayrıca, temel araştırmalar ve temel teknoloji problemlerinin çözümü için ülkenin üniversiteleri ve araştırma kurumları ile alt projeler bazında çalışılması, bir yandan firmanın kaynak kullanımı açısından verimliliğini yükseltirken, diğer yandan bu kritik bilimsel varlıkların ülkenin teknolojik yeteneklerinin geliştirilmesi yönünde yapacakları Ar-Ge çalışmalarına da destek olunmasını sağlar.

Firmalarda Teknolojik Yeteneklerin Evrimi

Firmalarda teknolojik yeteneklerin gelişmesi evrimsel bir süreçtir. Firmanın teknolojik varlıklarının en önemlileri yetişmiş insan gücü ve bilgi birikimidir. Bu iki varlık birbiri ile sebep sonuç açısından karşılıklı etkileşim içindedir. Yani, yetişmiş insan gücü daha hızlı bilgi birikimi, bilgi birikimi de daha fazla tecrübeye sahip insan kaynağı demektir.

Firmalarda teknolojik yeteneklerin evriminin bir çok aşaması vardır. Bunlar arasında en jenerik olanı, en düşük bilgi birikim düzeyinden en yüksek teknolojik yetenek sıralaması içinde ve en basit şekliyle aşağıdaki gibi olabilir:

a) İhtiyaç duyulan ürünü tanımlayabilme ve satın alabilme
b) (a) + Montaj yapabilme; lojistik destek hizmeti verebilme
c) (a) + (b) + Üretim alt yapısına ve bilgisine sahip olma
d) (a) + (b) + (c) + Tasarım ve geliştirme altyapısına ve bilgisine sahip olma = Teknolojik Yetenek

Bir ürün ihtiyacını, yani neyi-neden-nasıl istediğini tanımlayabilmek, bilinçli ve bilgili bir kullanıcı olmak demektir. Bu, aslen ülkelerin tedarik sistemleri açısından büyük önem taşıyan bir husus olarak görülse bile, firmalar için de benzer bir durum söz konusudur. Ancak firmalarda bu tecrübenin, ürün tasarımlama ve geliştirme yeteneğine paralel olarak arttığı da bir gerçektir.

Montaj, üretim, değişiklik, lojistik destek altyapısı ve bilgisi (know-how), günümüzde, ekonomik fizibilite sonuçlarına göre "transfer edilebilen" veya diğer bir deyişle "satın alınabilen" öğelerdir. Global rekabet ortamında ürün desteği hizmetinin yerel olarak sağlanması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Dolayısıyla ülkeler ve firmalar bu konudaki bilgi transferlerini pazar koşullarının doğal bir sonucu olarak kabullenirler. Benzer şekilde günümüzde birçok alanda, hatta savunma sanayiinin birçok kesiminde yerel (yerli) montaj ve üretim de, gelişmiş ülkeler ve firmaları tarafından bir pazarlama gereci olarak kullanılmaktadır. Hatta son zamanlarda ülkemizde de telaffuz edilen yeni görüşe göre, globalleşme ve rekabet, klasik üretim hatlarını kârlı bir yatırım olmaktan çıkarmıştır. Dolayısıyla klasik üretim hatları, gelişmiş batılı ülkelerden gelişmekte olan ülkelere transfer edilmeye başlanmış, geride kalan iş gücünün bilgi teknolojileri, biyoteknoloji, genetik gibi yüksek katma değerli alanlara veya bilgi yönetimi, finansal yönetim gibi yönetim alanlarına kayması gündeme gelmiştir. İstihdam ve insan kaynaklarının yüksek katma değerli alanlarda kullanımı konusunda seçici olma şansları olmayan gelişmekte olan ülkeler ise, üretim teknoloji transferleri ile en azından pasta tabağında arta kalanları kapma çabası içinde bu üretim yatırımlarını kendilerine çekmeye çalışmaktadırlar.

Firmalar açısından üretim bilgilerinin transferi iki nedenle gerçekleştirilmek istenebilir. Bunların ilki pazara yakın, yerel üretim yapmanın sağlayacağı yararlar göz önünde bulundurularak, ticari amaçlarla yapılan teknoloji transferleridir. Ülkemizde otomobil sanayiinde yabancı ortaklı bu tür yatırım örnekleri çoktur. Savunma sanayii alanında benzer gerekçelerle, bir projeye özel olarak yapılmış üretim yatırımları mevcuttur. Bu tür yatırımlarda gereken üretim teknolojisi dışarıdan alınmakta, teknolojinin idamesi de benzer bir şekilde sağlanmaktadır.

Firmalar (ülkeler diye de okunabilir) mevcut veya yeni yönelmeyi planladığı bir çekirdek iş veya teknoloji alanında yapacağı yatırımlar için, güncel proje fırsatlarını değerlendirmek ve zaman, para, insan gücü gibi kaynaklardaki kısıtlamaları aşmak amacıyla da üretim bilgisi transferi yapmak isteyebilirler. Bu tip bir yatırım kararı stratejik bir karar olup firmanın (veya ülkenin) teknolojik yetenekleri konusunda ciddi bir atılım isteği içinde olması demektir. Ancak bu amaçla yapılacak bilgi transferleri diğerine göre farklı yöntemler ve süreçler gerektirir. Bir kere üretim bilgilerinin transferi bir amaç değil, daha büyük hedefler için bir araçtır. Dolayısıyla bu tip bilgi transferleri söz konusu olduğunda firmalar (veya ülkeler), alınan teknik bilginin özümsenmesi ve pazarda rekabet edebilecek daha ileri ürün ve teknolojilere dönüştürülmesi için gereken altyapı çalışmalarını da yapma kaygısı taşırlar.

Bu tip teknik bilgilerinin transfer sürecini planlayabilecek, bu sürecin mali açıdan da etkin bir biçimde gerçekleşmesine destek olacak, teklifleri değerlendirecek ve nihayet transfer edilecek bilgileri türev ürün ve üretim teknolojilerine dönüştürmek üzere özümseyebilecek bir Ar-Ge ve mühendislik teşkilatı, bu yatırımın başarısı için en önemli gerekliliktir. Çünkü hangi bilginin ne amaçla alınabileceği, hangi yatırımların kritik olduğu, uluslararası alanda hangi alternatif kaynaklarla çalışılabileceği, hangi mühendislik disiplinlerine ne oranda yatırım yapılması gerektiği, eğitimin boyutlarının yeterli olup olmadığı, hangi alanlarda destekleyici projelere ihtiyaç olduğu gibi hususlar, bu tip teknoloji transferlerinde "teklif edilen" değil, bilinçli bir alıcı tarafından "talep edilebilen" bilgilerdir.

Firmalar için en üst düzeydeki yetenek, tasarım ve geliştirme yeteneğidir. Biz bir teknolojik yetenekten bahsettiğimizde aslında tasarım ve geliştirme yeteneğini kastediyoruz. Firmaların bu yetenekleri edinmeleri farklı ürün düzeyleri için zaman içinde gerçekleşir. Ülkeler için de benzer bir durum söz konusudur (Şekil-2).

Şekil-2: Teknoloji edinme sürecinde bilgi birikimi piramidi

Firmalar tasarım ve geliştirme yeteneklerinin oluşmaya başladığı ilk dönemlerde, bir ürün (yazılım/donanım) ve buna bağlı temel teknoloji alanlarına odaklanırlar. Bir firmanın kendi açısından en kritik gördüğü, çekirdek ürün ve teknoloji alanlarına odaklanması, başlangıçtaki sınırlı kaynakları ve bilgi birikimi göz önüne alındığında doğaldır. Bu çekirdek alanlar zaman içinde, stratejik hedefler ve fırsatlar değerlendirilerek genişletilir. Bu genişleme yatayda olduğu kadar dikey eksende de gerçekleşir. Yani firmalar zaman içinde yalnız belirli bir düzeyde ürün ve hizmet sağlayıcı olma konumundan çıkarak, önce alt sistemler daha sonra da sistem düzeyinde özgün ürün ve hizmet geliştirme yeteneğine sahip olurlar. Örneğin savunma sanayiinde haberleşme teknolojileri alanında ve bir el telsizi geliştirme çalışması ile başlayan teknolojik yetenek geliştirme süreci, önce çeşitli haberleşme ve terminal geliştirme cihazlarının özgün tasarımı, daha sonra haberleşme alt sistemlerinin geliştirilmesi ve en nihayetinde taktik ve stratejik entegre haberleşme sistemlerinin geliştirilmesi gibi aşamaları izler. Bir sistemin alt parçalarına ilişkin kritik teknoloji ve ürün düzeyinde tasarım ve geliştirme yeteneğine sahip firmaların, sistem düzeyindeki teknoloji, ürün ve uygulamalara hakimiyet süreci de daha kısa ve daha başarılı olmaktadır. Bu tip firmaların, sistem ihtiyaçlarının tarifi, sistem mühendisliği, alt sistem ve cihaz tasarımı, sistem entegrasyonu ve test gibi alanlar ile proje yönetim alanlarındaki bilgi birikimleri bu başarının en önemli nedenleridir.

Bu tip bir teknoloji özümseme ve teknolojik yetenek geliştirme süreci, yazımızın başında da değindiğimiz gibi uzun ve zahmetli bir süreçtir. Bu sürecin başarısının ardında, hiç kuşkusuz, firmanın global ölçekte büyüme hedefi ve bunun için uluslararası pazarda rekabet edebilir özgün ürün ve teknoloji geliştirme kararlılığı yatar. Bu kararlılık Ar-Ge ve mühendislik birimlerinin yapılanmasında kendini gösterir. Ar-Ge ve mühendislik birimlerinin sayısal ve nitelik olarak insan gücü, laboratuvar, makina, cihaz ve yazılım altyapısına yapılan yatırım, bu yatırımın idamesinde ve sürekli dünya ölçeğinde tutulmasında gösterilen kararlılık, yönetim anlayışının ve metotlarının yaratıcılığı ve gelişmeyi sağlayacak yapıda olması, bilgiye erişim olanakları, yönetim bilgi destek sisteminin gücü, eğitime verilen önem, uluslararası iletişime ve işbirliğine açık olma ve en nihayetinde bu birimlerin idamesi için ayrılan bütçenin büyüklüğü, firmanın kararlılığının göstergeleridir. Firmanın teknoloji edinme hedeflerinde başarılı olup olmadığı, Şekil-2'de de verdiğimiz yetenek piramidinde, yatay ve dikey eksenlerde zaman içinde nasıl ilerlediği gözlenerek açıkça görülebilir.

Buraya kadar bahsedilen hususları dikkate aldığımızda, "teknolojiye sahip olmak" veya "özgün teknoloji ve özgün ürün sahipliği" gibi kavramların, sübjektif, tartışmaya açık konular olmadığı görülmektedir. Bu tanımlar konusunda ortak anlayış sağlandığında ülkemizde, özellikle savunma alanında gerçekleştirilecek büyük tedarik programlarının, ülke kaynakları en etkin kullanılacak biçimde gerçekleştirilmesi mümkün olabilir. Bu anlayış birliği, mevcut firmaların, üniversitelerin ve araştırma kuruluşlarının imkanlarının daha gerçekçi bir biçimde değerlendirilmesini, mevcut projelerin daha gerçekçi bir biçimde ele alınmasını ve ülkenin uzun vadeli teknolojik yetenek hedefleri doğrultusunda yeni ve ekonomik yatırımların yapılabilmesini sağlayacaktır.

ABD Hava Harp Akademisi Türk ve Orta Asya Çalışmaları bölümünden Doç. Dr. Michael Robert Hickok, "Türk Stratejisi ve Askeri Modernizasyonu Arasındaki Açıklık"
(6) isimli makalesinin bir bölümünde, "bir dış politika stratejisinin gücü, arkasındaki askeri güç kadardır" gerçeğini vurgulayıp, Türkiye'nin yeni bölgesel güç olma hedefi ile askeri yetenekleri arasındaki boşluğa ve bu boşluğu giderme çabalarına dikkat çekiyor. Makalenin genelinden hissettiğimiz, ülkemizin bölgesel güç olmanın bir gereği olarak uygulamaya çalıştığı askeri modernizasyon programlarına dışarıda pek de hoş bakılmıyor. Batılı dostlarımız, şimdilik, stratejik hedeflerimiz ile askeri yeteneklerimiz arasındaki farkı değerlendirip, ülkemizin özgün ürün ve teknoloji geliştirme çabalarını dolaylı yollarla kontrol altında tutma veya örtülü ambargo gibi düşük profilli girişimler dışında bir girişimde bulunmuyorlar. Ancak ileriki yıllarda daha farklı siyasi ve ekonomik baskılara da hazır olmak gerekeceği çok açık. Bu gerçekleri görüp, savunma sanayii ve teknoloji edinme kavramları konusunda spekülasyonu ortadan kaldırmalı; kolektif aklımızı ve gücümüzü, kendi ulusal teknoloji edinme ve sanayileşme modelimizi uygulamaya almak için harcamalıyız.

 


KAYNAKÇA

1.       Oxford Ansiklopedik Sözlük, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük

2.       Larousse Ansiklopedik Sözlük

3.       Milliyet, 14 Ağustos 2000

4.       Hürriyet, 24 Mayıs 2000

5.       Türk Bilim ve Teknoloji Politikası 1993-2000

6.       PARAMETERS, US Army War College Quarterly, Summer 2000