SELÜKE belgeliği

Salih Küçükkaya'dan

ana sayfa

 

 
            BENİM ANAM

            Herkesin anası kendine kıymetli galiba ama benim anam bir başkaydı sanki; Erzincan’ın Yeşilçay köyünden, İsmail kızı Ayşe’den doğma, Reşit Ağa’nın oğlu Vehbi ile evli dört evlat sahibi Fahrünnisa (Fahriye) Küçükkaya idi benim anam...

            Son yıllarda iki büklüm olmuştu çalışıp didinmekten. Aynı anası gibi. Şimdi anlıyorum ki, hiç güldürüp yeterince mutlu edemedik onu.

            Gerçi çok problemimiz olmadı. Hiçbirimiz de onu çok üzmedik, ama yeterince faydamız olmadı gibi geliyor bana. Anam evimizin hep büyük orta direğiydi, babamın en büyük yardımcısıydı, yerine göre onun işçisi, ırgatı yerine göre patronu, çokça da onun gönül ve dert ortağıydı.

            Bizlere hep iyi bir anaydı. Çokça; insan olmayı, insan sevmeyi öğretti bize. Hep kendi babası gibi olmamızı isterdi. Babası da yiğit bir adamdı, Selüke’li eski muhtar İsmail Efendi, kendi deyimiyle Sarıkamış harbinin İsmail Çavuşu...

            Anası da anaydı anamın. Ayşe Hanım, yada İsmail dedemin deyişiyle Ayiş Hanım. Sanırım anam hep Ayiş Hanım olmaya çabaladı. Ne kadar başardı onu da Allah biliyor...

            Anam, kimseye hakkını yedirmezdi ama kimsenin hakkını da yemezdi. Tek kelimeyle yiğit bir kadındı. Zaman zaman babamın garibanlığını istismar etmek isteyenlere dersini hep anam vermişti. Anam duygu yüklü bir kadındı, hemen hemen her duygusal ortamda ağlaması ile meşhurdu. Hiç unutmuyorum; eşimle aile arasıda nişanlanıyoruz, kız tarafı duygulanmış ağlıyor, eşimin bacıları, kendisi ağlıyor. Baktım anam onlardan daha çok ağlıyor. O zaman daha genç ve toyum, sordum; ana bunlar kız tarafı ağlıyor, sana ne oluyor da ağlıyorsun? Dediğimde henüz beş gün önce tanıştığı eşim için; onun anası yok, zaten ben artık onun da anasıyım, onun için ağlıyorum diyecek kadar, sevecen, içten, duygusal ve yürekli bir kadındı.

            Çok tahsili yoktu, herşeyi çok fazla bilmezdi belki ama şimdi daha iyi anlıyorum ki; baştan ayağa sevgi, baştan ayağa duyguymuş. Baştan ayağa feraset sahibiymiş.

            Cenaze merasimi sırasında ve sonrasında hısım akrabamın, teyze, hala, amca çocuklarımın, abla, emi ve yengelerimin ve anamın komşularının ondan hep iyilikleriyle bahsetmelerinden anlıyorum ki; ömrünce kimseye kötülük etmemiş, yiğit bir kadındı benim anam...

            Anamla ilgili tek üzüntüm, Erzincan’da beyin kanaması geçirdikten sonra ona müdahale etmesi gereken birilerinin zamanında müdahale etmemesidir.

            Ümidim, inşallah başkalarının analarına bundan sonra zamanında müdahale ederler.

            Ben ana kaybetmenin acısını yeni yaşamış biri olarak beni tanıyan tanımayan herkese şunu söylemeliyim;

            Analarınızı sevin, analarınızı arayın, sorun, ilgilenin, tek kelimeyle analarınıza evlatlık yapın, onlara layık olun. Ben bugüne kadar anama layık olmaya çalıştım, bundan sonra da layık olacağım.

            Rahat uyu benim saf, temiz yürekli, insancıl, yiğit anam. Mekanın cennet olsun.

Salih KÜÇÜKKAYA
Bu yazı 04.05.2001 tarihinde Annem Fahrünnisa KÜÇÜKKAYA’nın ölümü üzerine yazılmış ve 04.05.2001 tarihli Erzincan Doğu Gazetesinde yayınlanmıştır.

 

HİZMETKARLAR GÜNÜNDE ÇATLAKLARA ZİFT DÖKMEK

Yazının başlığını görünce sanırım banyo ya da balkon çatlaklarına zift dökmek gelmiştir aklınıza.

Oysa Anadolu insanı nasırlı el ve ayaklarındaki, el ve ayak çatlaklarına acısı dinsin yarıklardaki yeni deri dış yüzeyle temas edip acı vermesin diye zift döker.

Güzel babacığım, yiğit babacığım, sabahtan akşama akşamdan sabaha, gece gündüz, yaz kış  bağda bahçede, ahırda ağılda çalışmaktan el ve ayakları kalın kalın nasır bağlamış yer yerde nasırlar çatlamıştı.

Çatlak dediysem öyle çizik gibi düşünmeyin, çatlaklara  çocuk elleri girerdi  koca koca  çatlaklar, koca koca yarıklar, sanırsın sabanla sürülmüş buğday tarlası…

Yatsıdan sonra  yorgun argın eve dönen babam yer sofrasında Allah ne verdiyse karnını doyurur, çorbasını içer, takatı varsa yatsıyı kılar, sonra vazelinle yumuşasın diye ellerini vazelinler;sıra asıl işleme geldiğinde seslenirdi anama,

Fahriye, gaz lambasıyla az biraz zift getir diye.

Anacığım duvardan gaz lambasını yer tahtasına indirir. Gazete parçasıyla sarılmış el kadar, taş kesilmiş  kapkara zift parçasını koyardı babamın önüne.

Babam meraklı bakışlarımız altında zift parçasını lambanın açık ucunda ısıtır, tam damlamak üzereyken elindeki ve ayağındaki çatlaklara zifti, katranı doldurur donmasını beklerdi.

Sıcak zift soğuyup donuncaya kadar epeyce canını yakardı babacığımın. Acısını bize belli etmemek için de  bıyık altından ince ince gülerdi. Gözleriyle de  bana sanırım okumazsan seni de  gaz lambasıyla zift bekliyor der gibi bakardı.

Aradan yıllar geçti yaşlandı güzel babam. Elleri de ayakları da nasırlaşmaz oldu. O günleri belki de arar oldu kendi içinde, gözleri buğulanarak,içini çekerek o günlere özlem duyarak…

2010 yılının bir haziran günü bahçeye gittiğimizde yağmur ve dolu iki saat aralıksız yağınca Babam:

- Bugün tam “Hizmetkarlar Günü” ne güzel yağıyor mübarek rahmet deyince, ben hemen aşağı yukarı bildiğim, tahmin ettiğim konuda konuşturmak için babamı, neymiş o hizmetkarlar günü benim babam deyince babam anlatmaya başladı:

- Yazın böyle yağışlı günlerde hizmetkarlar iş olmadığından öküzleri meraya salar, üçü beşi bir araya gelir kırda bayırda bayram eder dinlenirler, oyun oynar eğlenirler. O günlere de hizmetkarlar günü, hizmetkarlar  bayramı denir. Hizmetkar ne diye sormayacaksın herhalde dedi. Hizmetkarın ne olduğunu babama sormadım ama açıklayayım; Hizmetkar köy yerinde çiftçilerin çalışmak için yanlarına aldıkları ve en az    6-8 aylığına çalıştırdıkları ve gücünün yetebileceği her işte çalıştırılan ücreti de yıl sonunda pazarlıkla ödenen vasıfsız ırgat işçi demektir.Benim çocukluğumda Selüke’de çiftçilik yapan her evde bir hizmetkar olurdu.

- Desene babacığım sen de bayram ederdin. Çünkü benim bildiğim kadarıyla Selüke’de çiftçi olsanda Reşit Ağa’nın en özel hizmetkarı sendin diye söylediğimde,

- Hayır dedi ben o günlerde  bayram etmek, dinlenmek şöyle dursun el ve ayaklarıma zift dökmeye ancak fırsat bulabilirdim. Hizmetkarlar Günü ben de zift günü olurdu.

Bunları söylediğinde gözlerimi kaçırdım babamdan gözlerindeki buğuyu,özlemi,hasreti görmemek için.Ömrün uzun olsun sevgili babam. Nasırlı, ziftli ellerine kurban olurum senin.

27 Haziran 2010

Salih KÜÇÜKKAYA


BİZİM KÖYDE KİMLER VARDI

                 Yaşlandık değil mi,gençken böyle şeyleri çok fazla düşünüp önemsemezdik, o zaman daha büyük hayallerimiz vardı. Ama artık ailemizden köyümüzden başlayıp ülkeye dünyaya açılma zamanı...
           İsmail Çavuşu; Sarıkamış harbinin İsmail çavuşunu hatırlayan mı var şimdi, nerde çocukları, torunları; mezarını bilen mi var. Selükenin  bilinen en eski muhtarı olduğunu  hatırlayan  mı var? Birincisi öldü, ikinci karısı aç mı, susuz mu, ölümü , sağ mı  hatırlar mı kimse? Kızları Semiha’da, Fahriye’de öldü. Taziye için çocuklarını arayan oldu mu?
            Şıkkıdı Hakkı amca vardı her cumartesi tüm köyün çocuklarına şeker dağıtan hatırlıyor musunuz Selükenin o zamanki çocukları.
            Pakize Teyze, Sümbül Teyzeler vardı. Genç yaşta dul kalmış hanım efendiler, nerdeler nasıllar bileniniz, soranınız var mı.
            İki kardeştiler ikisi de köyde muhtarlık yaptı. Fahri  ve Abdullah Mersinlioğlu'nu kaçımız hatırlıyoruz. Kaçımız Selçuk’a  Recep’e  hal hatır sorup eski  günleri yad ediyoruz.
            Ecepşir'ler, Özarslan'lar nerdeler. Allah razı olsun Hasan beyden köye yazlık ev yaptırmış ne iyi olmuş köye sahip çıkıyor hiç değilse.
            Terzi Osman amca Anamdan bir yıl önce öldü. Allahtan Rahmet diliyorum. Atilla beye Sülayman beye kaçınız taziyede bulundunuz.
            Hakkı Eryücenin dayımın  yani;  ortanca oğlu Haşim kalp ameliyatı oldu. Salahla taburcu edildi herkese duyurulur.
            Evet sakın unutmayın  Selüke'yi  soracaksınız acele edin. Eğitmen büyük emmim Mehmet efendi Mehmet KÜÇÜKKAYA ve Halam  Mahinur hanım hala hayatta. Her ikisi de 100 yaşını  aştılar. Evleri Erzincan’da  devlet hastanesine bakıyor.
            Ömer İNANÇ, Özcan İNANÇ Zekeriya efendinin çocukları  Baba  ocağına  sahip çıkmaktalar.Teşekkür ediyoruz kendilerine.
            Halide Teyzem, Nahide Teyzem İstanbuldalar kızlarıyla torunlarıyla beraber yaşıyorlar  ellerinden öpüyor uzun ömürler diliyorum.
            Yalçın KARSLI’yı bilmeyenmi var.Yalnız hocam Selükeyi bıraktın mı ne, Selüke gecelerinin yaratıcısı ayağa kalk ve  bu sayfanın bu sitenin Erzincan ayağı ol.Sahip çık lütfen.
            Karartılar Selüke'de her zaman büyük bir aile, hepsini seviyoruz, seviyorum. Ölenlerine rahmet  kalanlarına uzun ömürler diliyorum. Fahri amca, İbrahim amca, İsak amca, Dursun amca ne iyi insanlardır. Hele  Fahri  amca Kemah’ta çok iyiliğini gördüm. Rahmet diliyorum kendisine. Avni Öztopçu Selüke'nin İstanbul'da  adını yaşatıyor. ALLAH  ondan razı olsun.
            Yazmadıklarım kusura bakmasın, herkes kendi soy ağacına sahip çıkacak, çıkmalı, çıkmalıyız. Saygılarımla

Salih KÜÇÜKKAYA

                                                                                                                 SELÜKELİ AİLELER

1-ECEPŞİRLER
Hasan ÖZARSLAN-Erzincan’da petrolcü, Yücel ÖZARSLAN Erzincan  Sağlık Müdürlüğünde Şube Müdürü,  Yusuf ÖZARSLAN-Erzincanda Kuyumcu

2-ABDULLAH MERSİNLİOĞLU (Eski Muhtar)
elçuk MERSİNLİOĞLU  Sümerbank Erzincan  Şubesinde Memur,  Haluk MERSİNLİOĞLU   Erzincanda ikamet ediyor.

3-ULUSOYLAR (Aile tamamen İstanbul’da)

4-HALİT ÖZARSLAN  Aile İstanbul’da market işletiyor.
Ömer ÖZARSLAN

5- AHMET KAHRAMAN+FATMA (EVLİYAGİL) KAHRAMAN
Nahide KAHRAMAN ÖZTOPÇU, Nurten ÖZTOPÇU USLU, Filiz ÖZTOPÇU SUMER, H. Avni ÖZTOPÇU

6-NURİ KAHRAMAN
Tevhit KAHRAMAN Erzincan Meslek Yüksek Okulunda Hoca,  Orhan KAHRAMAN

7-MEHMET KARSLI (Çolakgil)
Yalçın KARSLI Erzincan Fırat İlkokulu Md.Yrd, Rasim KARSLI Gençlik Spor İl.Md Memur

8-FAHRİ  MERSİNLİOĞLU
Recep MERSİNLİOĞLU ( Erzincan  ilkokulunda öğretmen)Necdet MERSİNLİOĞLU ( Erzincan Şeker fabrikasında çalışıyor)

9-ŞIKKIDI HAKKI
İlhami Bey, Orhan Bey

10-HAKKI  ERYÜCE
Haşim ERYÜCE Emekli Ziraat Teknisyeni Erzincan’da ikamet ediyor, Halil ERYÜCE Erzincan SSK Hastanesinde Memur

11-ALİÇAVUŞGİL
İsmail YURTALAN (İstanbul’da yaşıyor)

12-NECMİYE HANIM
Yavuz KAHRAMAN (Haluk Kurtar Biliyor İstanbulda Serbest Muhasebeci)

13-AHMET KURTAR
Edip KURTAR Erzincan Halk Eğitimde görevli, Kadir KURTAR Erzincan Köy Hizmetlerinde görevli

14-MEHMET KURTAR + EKREM KURTAR+FİKRET KURTAR
Haluk  KURTAR İstanbulda sanayici
Tamer KURTAR Manisada sanayici           

15-OSMAN KURTAR
Müşerref Hanım

16-MEHMET YÜCEL + MUSTAFA YÜCEL (İzmirde yaşıyor)
Erdal YÜCEL (İstanbulda),  Ali YÜCEL (İstanbulda), Ahmet YÜCEL (İstanbulda)

17-CEMAL EFENDİGİL
Nurettin AKYILDIRIM, Şerafettin AKYILDIRIM (Akçay ‘da oturuyor), Hüsamettin AKYILDIRIM

18-GANİ İNANÇ
Ertan İNANÇ-Aydın İNANÇ-Ercan İNANÇ (İstanbulda)

19-BEŞİR İNANÇ Ankara’da emekli ( Erzincan İmam Hatip Lisesi  eski Müdürü)

20-NALBANTGİL
Mustafa HÖKEREK (Ankara’da oturuyor)

21-KAZIM KAYMAZ-NAZIM  KAYMAZ
İlhan KAYMAZ Erzincan’da, Erdem KAYMAZ

22-MEHMET KÜÇÜKKAYA SABAHATTİN-SAMİ-SABRİ-ABDULLAH Mustafa KÜÇÜKKAYA+Ufuk KÜÇÜKKAYA

23-(LİMAN GİL
HAMDİ EFENDİGİL)
Sadet  Hanım  (Turan TOPTAŞ Erzincan’da Emekli), Nevzat Bey (İzmitte yaşıyor emekli)

24-FAHRETTİN BUYRUK
Mehmet BUYRUK Erzincan Doğu Gazetesi sahibi, Necmi BUYRUK    Erzincan Şeker fabrikasında çalışıyor.

25- REŞİT KÜÇÜKKAYA  + İSMAİL KÜÇÜKKAYA
Vehbi KÜÇÜKKAYA, Şefik KÜÇÜKKAYA, Fuat KÜÇÜKKAYA,
Salih KÜÇÜKKAYA
(Ankara Tarım Bak.çalışıyor.), Ebru KÜÇÜKKAYA, Sema KÜÇÜKKAYA, Halit KÜÇÜKKAYA, Suat KÜÇÜKKAYASemra  KÜÇÜKKAYA, Ümit  KÜÇÜKKAYAHarun KÜÇÜKKAYA

26-ZEKERİYA İNANÇ
Turgut   İNANÇ, Ömer İNANÇ Erzincan Ağır Bakimda, Özcan İNANÇ Erzincanda öğretmen, Fatih  İNANÇ, Emniyet Genel Müd komiser, Ünal  İNANÇ,  Seval İNANÇ

27-MEHMET ERYÜCEL (Uzun aga) (Memo aga)
Nihat ERYÜCEL (İstanbul ‘da emekli)

28-ABDÜLKADİR-İLHAMİ-İDRİS ERYÜCE (MEMO AGA)
Tülay DEMİRKAN Ankara Sayıştayda Bürokrat,  Melda ÇAĞLAR Hacettepe Hst.Prof Sencan ERYÜCE Diş Tabibi İzmir, Özcan ERYÜCE İstanbul’da SSK’da Doktor

29-AHMET GEÇİM
Sami GEÇİM (Erzincan’da.Öğretmen)

30-NURİ GEÇİM

31-PAKİZE HANIM
Ömer KIRTILOĞLU, Ülkü, Ülker
Yadigar KIRTILOĞ (Erzincan Sivil Savunmada Memur)

32-SÜMBÜL HANIM
Güler+ Gönül+Emine   Hanım

33-POSTACI  VEHBİ
Vehbi  GEÇİM

34-MUSTAFA GEÇİM
Murat GEÇİM Erzincanda, Fırat   GEÇİM Erzincan TEDAŞ da Teknisyen

35- KATİPGİL
Işık Hanım

36- KARARTILAR
Fahrettin KARARTI, Metin KARARTI, Ömer  KARARTI, Dursun KARARTI, Atilla  KARARTI, Ahmet  KARARTI, İsak KARARTI, Şefik    KARARTI, Refik    KARARTI , İbrahim KARARTI , Şakir KARARTI, Zafer  KARARTI, Zakir  KARARTI

37- POLİSGİLİN  RAHİME, SEMİHA HANIM

38- TERZİ  OSMAN
Atilla  ÖZGÜL (Ankara’da emekli) , Süleyman  ÖZGÜL

 

 

SELÜKE DİYE BİR KÖY

            Selüke Erzincan’a 17 km uzaklıkta, yeni ismi Yeşilçay gibi yeşillikler içinde yemyeşil bir köy.Benim köyüm.İnsanı sevecen, çalışkan, bilgili, kültürlü bir köy.

            Yıllar öncesi hatırlıyorum Erzincan’ın  elit  ailelerini bağrından çıkarmış bir köy.Köyün tarihçesine baktığımızda  Osmanlı döneminde  subay ailelerine Tımar arazisi olarak verilmiş bir köy.Savaşta kocaları ölmüş, asker, subay eşleri köy delikanlıları ile evlendirilmiş ve bu  birkaç aile köyün bir anda genel sosyal seviyesini yükseltmiştir.Bundandır yıllar öncesinde bir çok subay ailesinin selüke kökenli olması.

            Civardaki köylerin insanları çocukluk yıllarımda hatırlıyorum bizim köye ücretli işci olarak gelirler veya bizim köyün ailelerine yarıcılık, marabalık yaparlardı.Zamanın  en gelişmiş en zengin köyü selüke.

            Ancak 1960, 1970,1980 li yıllarda köye sahip çıkması gereken Elit ailelerin köye el uzatmamaları 1980 li yıllar ve sonrasında köyün kan kaybetmesine sebep oldu.Aslında bu Tarım  toplumundan sanayi toplumuna geçişte bütün Türkiye’nin yaşadığı sorundu ve tüm ülkenin köyleri gibi bizim köyümüzde bundan  nasibini aldı.

            Burda benim amacım Türkiye  çınarının, Erzincan ağacının altındaki Selüke fidanını kurutmamak. Kendi  anasını, kendi ailesini, kendi köyünü sevmeden bu ülkeyi bu milleti sevmenin mümkün olmadığını düşünenlerdenim.

            Köyünü, ilini, ülkeyi sevmenin inancın, imanın, sevginin,aşkın, milliyetçiliğin, demokratlığında hümanizminde temeli olduğuna inanıyorum.

            Amacımız belki yılda bir, belki beş veya on yılda bir  topluca selüke'de bir semaver çay içmek ve bunu özlemeyi temin etmektir. Bu belki de yok olmakta olan memleket sevgimizi, doğa sevgimizi, eş dost akraba sevgimizi yaşatmayı sağlayacaktır.

            Mutlu günlerde Selüke’de   görüşmek, tanışıp kaynaşmak dileğiyle 12.03.2002
Salih  KÜÇÜKKAYA
0 312 418 12 62

      

 
GÖLDE ÇİMMEK

             Çocukluğumu hatırladığımda Selüke’yi hatırladığımda burnumu sızlatan anılardan biridir gölde çimmek. Deniz bölgesi olmadığından hepimiz yüzmeyi köyün yukarısında değirmen başında köyün akarsuyunda arkta, yada köyün altında gölde öğrenirdik.1960’lı yıllar 60-65 arası ortalama 7-15’li yaşlarımız.

             Ben Salih Küçükkaya, Selçuk Mersinlioğlu, Recep Mersinlioğlu, Yalçın Karslı, Murat Geçim, Mustafa, Ufuk Küçükkaya, Ömer, Özcan İnanç, Mustafa Hökerek, imamın çocukları Sami, Selami, daha küçükler Halit, Haluk, Halil, Fırat, Kelkit’li çocuklar Turan, Bayraktar, Süleyman, dayı oğlu Haşim Eryüce, hala oğlu Necmi Buyruk, Karartıların Zafer, Ömer, Atilla; Tevhit, Orhan Kahraman  ve diğerleri.

             Saat sabahın 10’undan akşamın 16-17’sine kadar yüzerdik el kadar su birikintisinde. El kadar dediğim doğru eni 10 metre, boyu 20 metre, derinliği 2-2,5 metre bir çukur.

             O yıllarda o çocukların içinde belkide yüzmeyi en az bileniydim. Hatta en az oyun  oynayanı.Babam biraz anlayışı gereği çok çalıştığından bizi oynamak yerine hep çalışmaya yönlendirmişti. Bu yüzden  hayatım hep  çalışıp çabalamakla geçti. Hiç oyun bilmedim, bilemedim. Bu hep içimde bir yara olarak kaldı.

             Gölde çimmek dediğim biraz oyun biraz spor gibiydi.gölün tabanı ve duvarları toprak olduğundan yüzüp temizlenir mi yoksa çamurla kirlenirmiydik belli değil. Ama en son çıkmadan suyun ağzında  arkta duşumuzu alırdık.

             Acıkanlar karnını Polisgilin bahçede, hoppağında, aşağı bağda, Reşitağa, Zekeriya efendi yada muhtarın bahçelerindeki sebzelerle meyvelerle doyururlardı. Ölenlerine Rahmet kalanlarına sıhhat diliyorum. Bahçe sahiplerinede, yiyenlerede. Elmaların, Eriklerin, Hıyar Domateslerin tadı ayrı bir yazının konusu.

             Gölde yüzmek yada o günkü söyleyişiyle çimmek yoluyla hepimiz yüzmeyi öğrenmiştik. Sanırım Selüke’nin o günkü tüm çocukları şu an yüzmeyi bilen koskoca adamlar oldular. Hepsini saygıyla selamlıyorum.


Salih KÜÇÜKKAYA

SalihK@kkgm.gov.tr

 

ERZİNCANIM ANAVATANIM

Şevki Başkan çıkacak özel Erzincan bülteni için yazı istediğinde doğrusu düşündüm. Neleri yazmalı nasıl yazmalıydım. Kimlerden, nelerden, nerelerden bahsetmeliydim. 50 yıllık ömrü bir sayfaya nasıl sığdırmalıydım. Yaşı 40’ı geçen insanlar genellikle iki şey yapmayı çok severler biri anılarını, hatıralarını  yazmak, diğeri antika biriktirmek. Anı yazmak için bundan güzel fırsat olamazdı. Yayınlanırmı bilmem ama ben Erzincan’la ilgili anılarımı yazacağım.

Erzincan benim için Ana demek, Vatan demek, Yurt demek. Erzincan benim için Babam demek, elleri nasırlı köşeli kasketli çalışkan yorgun yaşlı yiğit babam demek. Çile demek, dert demek, ektiğini hasat edememek, hasat ettiğini değerine satamamak demek. Erzincan çocukluğum demek. Daha 5-6 yaşlarında tabela okuyarak öğrendiğim okuma yazma demek. Erzincan ilk tahsilimi yaptığım okul demek. Köyden köye okumak için adam boyu karda bata çıka minik ayaklarında lastik çizmelerle okula gitmek demek. Üşüyüp hastalanıp soba kenarında terleyerek iyileşmek demek. Yiğit öğretmenim adıyla özdeş Sabri KABADAYI demek Belkıs HAYLİ öğretmen demek Kur’an öğrendiğim Bilal Hoca demek.

Erzincan benim için çocuk yaşta eyersiz çıplak ata binmek demek, uçsuz bucaksız Erzincan Platosunda delicesine  at koşturmak demek. Erzincan Merkez Ortaokulu demek, Müdür Mustafa YÜCEL, Almancacı Filiz Hoca, Coğrafyacı Işık Hoca, Matematikçi Satılmış Hoca demek, yoklukla yoksullukla okumak demek, dolmuşa binmek yerine yürümek demek, Baba ocağından ayrı Amca evinde sığıntı gibi yaşayıp okula gitmek demek. Benim için Erzincan Ziraat Okulu demek. Devlet adına Leyli Meccani okumak demek. Müdür Hilmi GÜRKAN, Makineci Rüstem BAŞAK Bey, Tarlacı Nihat ERHAN Bey, Bahçeci Ali İNCİ Bey ve Gıdacı, Süs Bitkici Ayten TAVŞANOĞLU demek.

Erzincan benim için gençlik demek gençlik yıllarım demek. 12 Eylülün çalkantılı yıllarını, kavgasını görmek, yaşamak demek. Harcanan gençlik enerjisi demek. Koca çınar değerli büyüğüm, Samet ÇAKMAK Bey demek. Çalkantılı yılların 13 yaşındaki şehidi Mehmet KAYA ve ağabeyi meslektaşım rahmetli Dursun KAYA demek. Benim için Erzincan, gece yarısı kar üzerinde topluca kıldığımız şükür namazı demek. Erzincan benim için meslek büyüklerim Hüsnü POLATER, Necmi Bey, Ertan Bey, depremde kaybettiğimiz Kenan GÜRKAN Bey, genç yaşta kaybettiğimiz Dursun KAYA Bey demek.

Erzincan demek deprem, acı, ölüm demek her depremden sonra anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğmak hayata direnmek demek. Benim için Erzincan hayat ve ölüm demek dünyaya getirdiği için sevindiğim erken ve ani kaybettiğim can demek Erzincan benim için ana demek anam demek. Ben Anavatan anlamını Erzincan’la özdeşleştirdim tam tamına  Erzincan benim için canvatan demek.

Yaş ilerledikçe iki şey özlenir ya ben bir başka özlüyorum anamı da, vatanımı da. Erzincan ve annem ikisi bir benim için; ne annemin güzelliği ne Erzincan’ın güzelliği unutulur. Ne anamın ne Erzincan’ın yiğitliği dürüstlüğü unutulur. Ne anamın ak yüzü ak sütü ne Erzincan’ın kar yağmış ak başı unutulur. Ne Erzincan’ın duru suları ne anamın duru yüreği unutulur. Ne anamın ne Erzincan’ın helal ekmeği unutulur.

Anama rahmet vatanıma saygı sunuyorum. Rahat uyu anacığım var olasın vatanım çok yaşa bin yaşa canvatanım.   25/04/2006

Salih KÜÇÜKKAYA

ERZİNCAN VE GELENEKLERİMİZ

Bugün Erzincan ve Geleneklerimizi yazmak istedim size, düşününce köydeki geleneklerle şehirdeki geleneklerin bir birini tamamlayan gelenekler olduğunu gördüm. Köyde geleneği çalışma şartları, toprak ve emek belirlerken şehirlerdeki geleneklerin kaynağı bizzatihi yaşamın kendisidir.

Selükeli bir köy çocuğu olarak öncelikle bu yazıda şehirdeki güzel geleneklerimizden onların damağımızda dimağımızda yaşantımızda bıraktığı tatlardan bahsedeceğim.

Çocukluğumun Erzincanında  Ramazanlar bir başkaydı bir başka yaşanırdı Ramazan Erzincanda.

İkindiden itibaren ekmek fırınlarında pide kuyruğuna girilir oruç tutan tutmayan topun atılmasıyla yada Ezan sesiyle Nar gibi kızarmış pidelerle açardık orucumuzu. İftar sonrası teravih namazı tam bir dini merasime dönüşür, huşu ile eda edilirdi teravihler tesbih namazları.

Tek tük açık lokantalar siyah perde çekerlerdi camlarına, herhangi bir zorlama olmazdı oruçlusun değilsin diye, oruç tutanda tutmayanda hoş görülü davranır kimse kimseyi rahatsız etmezdi asla.

Bayram namazları bir başka coşkuyla kılınırdı Büyük camide, diğer camilerde. Çoluk çocuk kış yaz demeden dolardı tüm camiler. Namaz sonrası gidilmeyen tek bir akraba, tanıdık evi kalmaz, öpülmeyen büyük eli bırakılmazdı.

Kurban dağıtılmayan kurban verilmeyen tek bir tanıdık tek bir fukara tek bir ev kalmazdı. Kurban tam anlamıyla bayram edasıyla geçer çoluk çocuk herkes gerçekten bayram ederdi. Bayram çadırları olmasa da bayram sabahı mutlaka çeşit çeşit bayram yemekleri yenir, yemek sonrası ev ev kuru yemiş fındık fıstık şeker toplardık tüm çocuklar.

Fındıkla para taşlamak, yada fındıkla oynanan kuyu oyunları bayramın kendine has oyunlarıydı.

Herkes alış verişini pazardan yapardı pazartesi kurulurdu sebze pazarı, buğday pazarı, hayvan pazarı, panayır yeriydi her üç pazarda. Çerciler, seyyar satıcılar yazın dondurmacılar, kışın sahlepçiler pazarların değişmezleriydi.

Buğday pazarının müdavimleri Alaftarlar, hayvan pazarının müdavimleri celepler sebze pazarının müdavimleri kabzımallardı. Bu üç Pazar arasında At arabaları dönüşümlü servis yaparlardı. Büyük şehirlerin tornetçilerinin yerine sırt hamalları ipleriyle sırtlarında koca koca yükler taşırlardı nasırlı elleriyle. Buğday pazarındaki altın sarısı arpa, buğday tecleri bir başka güzellikti.

Her üç pazarda da hem satıcı hem alıcı oldum yıllarca, satamayıp döktüğümüz soğan çuvalları aklımdadır hala, yada yok pahasına sattığımız buğday çuvalları, yok pahasına celeplerce alınan hayvanlar içimin yarasıdır, beynimden yüreğimden silinmeyen. Pazar dönüşleri yediğimiz taze fırın ekmekleri yada aşağı çarşıdaki hoşafçılarda içtiğimiz üzüm hoşafları değme yemekten daha lezzetliydi tadı silinmedi damağımdan silinmeyecek.

Bu günkü gibi süper marketler yoktu , aşağı çarşıda bakkallar, terziler, manifaturacılar, ayakkabıcılar, semerciler seyyar dondurmacılar vardı Yenişehir sinemasından hemen aşağıda sabit tablacılar vardı çakı çakmak ayna tarak satarlardı hafta sonu genellikle asker ihtiyacı karşılarlardı.

Sanayi çarşısında bakırcılar, demirciler, sobacılar  tamirciler vardı ve tüm alış veriş buralardan yapılırdı. Her esnaf sanki akrabamızdı para soran olmazdı alışveriş ederken. Plastik para, kredi kartı bilmezdik hiçbirimiz. Borçlar ya buğday hasadında ya meyve hasadında ödenirdi, ücretli maaşlı çalışanlar daha şanslıydı sanırım onlar aydan aya öderlerdi borçlarını.

Her esnafın bir veresiye defteri vardı, borçlar o deftere yazılırdı, ölümünden sonra varisler kapatırlardı borç alacak hesaplarını.

Herkes kıt kanaat geçinirdi, herkes tasarruflu yaşardı pantolonlara dizlik, ceketlere dirseklik yapmak adeta modaydı ve kimse ayıplanmazdı bu giysileri için hiç kimseyi.

 Her bir esnaf gönüllü postacımızdı aynı zamanda. Mektupların üstüne gönderen adresi olarak Aşağı çarşıda Bakkal Halit Bey eliyle yazardık mesala, yada Terzi Osman Bey eliyle Vehbi Küçükkaya Erzincan yazardık alıcının adresine ve ulaşırdı mektup babacığıma.

Herkes yardımlaşırdı birbiriyle tek gözlü bekar evlerinde kalırdık orta okul lise yıllarında ve konu komşu yemek taşırdı bizlere. Soğuk günlerde akraba evlerine giderdik yada akşama yemeğimiz kalmadıysa okul arkadaşlarımıza misafir olurduk o gece. Hemen hemen bütün gençlik ya okurdu ya bir iş tutardı kimse gezmezdi aylak aylak ilkokuldan itibaren her çocuk baba mesleğine göre yaz tatillerinde bir iş tutar para kazanmanın yollarını öğrenirdi, çalışıp didinirdi kendi çapında.

Ekim ayı gelip okul açıldığında gene istekle okullara koşardı tüm gençlik. Okumamak okulu yarım bırakmak en büyük ayıp sayılırdı.

Belediye Hopörlorü en önemli iletişim aracıydı, kayıp ilanları, belediyenin ve diğer devlet organlarının duyuruları, kan anonsları, ölüm ilanları şehre gelen devlet ricali dikkat dikkat diye başlayan anonslarla tüm şehre tüm ahaliye duyurulurdu.

Cenaze selası can kulağıyla dinlenirdi genellikle camii kebirden, büyük camiden kaldırılırdı cenazeler.

Büyük küçük herkes koşardı helallık vermeye cenaze namazını kılmaya ve cenaze sırasında açık tek bir esnaf kalmazdı. Herkes cenazeye saygı gösterirdi kalpten, gönülden.

Terzi Baba adeta kutsal bir mekandı Erzincanlı için, hepimiz için. Bir ayrıcalıktı Terzibabaya cenazemizi defnetmek. Dini bayramlarda özel günlerde oluk oluk ziyaret edilirdi o kutsal mekan. Dualar edilirdi tüm geçmişlere, tüm ecdada.

Güzeldi Erzincan hala güzel köyüyle kentiyle dağıyla ovasıyla yaylasıyla Fıratıyla güzel. İnsanıyla kadını, erkeği, çocuğuyla güzel. Delisiyle akıllısıyla okumuşu okumamışı ile güzel.

Canlısı cansızı elması, armudu, kayısısı, dutuyla güzel, kurdu, kuşu, atı, iti, köpeğiyle, çiçeği böceğiyle güzel, geleneği göreneğiyle, yaşantısıyla düğünü , derneği, gündüzü, gecesi her şeyiyle güzel.

Salih KÜÇÜKKAYA 5 Mart 2008
0312 4181262 salihk@kkgm.gov.tr