EĞİTİM, BİREY VE DEĞİŞİM

 

Makale - Sempozyum - Araştırma - Panel                                              Yard. Doç. Dr. Etem Levent

 
 

Sonuç 

Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla plânlı ve programlı olarak istenilen değişmeyi meydana getirme sürecidir.

Eğitimin temel ilkelerinin başında kalıtımsal olarak bireyde var olan güçlerin öğrenme yoluyla geliştirilmesi gelmektedir. Yetenekler bir kimsenin eğitimden ne derece yararlanabileceği hakkında tahmin yapmaya imkân sağlar. Eğitim dalını ve mesleğini seçmesinde yardımcı olabilmek için, her şeyden önce bireyin genel ve özel yeteneklerini, zayıf ve güçlü yönlerini bilmek gerekir.

Bireyin genel ve özel yetenekleri, başarı ve ilgileri, beden yapısı, mizacı, duygusal nitelikleri, temel ihtiyaçları, alışkanlıkları, tavır ve değer yargıları dinamik bir bütün olarak bireyin kişiliğini oluşturur. Bütün bu nitelikleri ile bireyin uyarıcı bir sistem olarak, kendisi ve çevresi ile olan etkileşimin niteliği, onun tipik davranışlarını ve uyumunu belirler.

İnsanın bilgisi, gücü ve yetenekleri sınırlıdır. Varlık sahnesine çıkışı, kendi irade ve gücüyle değildir. Ana-babasını, ırkını, cinsiyetini, rengini de kendisi seçmemektedir. Böyle bir hüviyetle var olmakta, dünyaya gelmektedir. Hatta varlığa gelişinde, var oluşunu kabule veya redde dahi gücü bulunmamaktadır.

İşte bu şartlar altında hayata gözlerini açan insanın kendi iç dünyasının meçhulleri! Deney yöntemiyle çözemediği bilinmeyenleri! Bu bilinmeyenler, hayata gelişte olduğu gibi, yaşam müddetince de varlığını sürdürmektedir.

Böylece içte ve dışta bilinmeyenlerle kuşatılan insan, eğitime konu olmakta ve eğitilmek istenmektedir. Bu durumda onun tanınması, keşfedilmesi gerekmektedir. O tanınmadan ya da özelliklerinin sınırı belirlenmeden yapılacak eğitim çalışmalarının başarısızlığa uğraması çok doğaldır.

Okullarımız, bireyi bilgilendirme ve ona meslekî formasyon kazandırmanın yanında, bireyin kişiliğini geliştiren, iradesini eğiten, tarihi ve kültürüyle irtibatını sağlayan kurumlar olarak çalışması gerekmektedir.

Sosyal değerler, toplum bireylerini birbirine yaklaştıran, birarada tutan ve devamını sağlayan güçlerdir. Sosyal değerler, toplumun duygu ve düşüncelerini yansıtır. İnsanı insan yapan vasıfları koruyan sosyal değerler, temelde ahlâkî inanç ve ilkelere dayanır. İyilik, doğruluk, şefkat, himaye gibi manevî değerlere saygı, ulvî değerlere bağlılık toplumun temel bağlarıdır.

Bütün toplumlarda, hırsızlık, rüşvet, yalan, iftira, mala-cana tecavüz gibi, ahlâk ve hukuka aykırı eylemler yasaklanmıştır. Her toplum, kendi manevî yapısını koruyacak kurumlar tesis etmiş ve bazı mekanizmalar geliştirmiştir.

Ancak bu değerlere sırt çeviren devlet ve topluluklar, bugün bir değişim sürecine girmişlerdir. Açıklığı ve serbest teşebbüsü esas alan bu demokratikleşme hareketi, insana değer vermenin ve insanın özelliklerine saygı göstermenin haklılığını ortaya koymaktadır. Siyasî ve ekonomik gibi görülen bu değişim, aslında insanın onuru, hak ve özgürlükleriyle ilgilidir. Hangi rejim ve ideoloji olursa olsun, insanın temel hak ve hürriyetlerinden olan düşünce, din, ibadet, seyahat, mal-mülk edinme, çalışma, eğitim-öğretim ve ticaret yapma özgürlüklerini yasaklıyorsa, onun topluma barış ve mutluluk getirmesi mümkün görülmemektedir.