KALKINMA SÜRECİNDE NGO'LAR

 

Sivil toplum kavramı, “sivil toplum kuruluşları (STK)” nın kalkınmanın aktörleri olarak gündeme getirilmeye başlandığı son yıllarda üzerinde yoğun bir biçimde tartışılmaktadır. Bu tartışmalar, baskı grubu olarak toplumsal mücadelelere katılma işlevini üstlenmiş olanlar ile neoliberal yaklaşımların tümüyle içinde yeraldıkları için birer ajan olarak görülenler arasındaki ayrımın giderek belirginleşmesi ile birlikte kendini göstermektedir. Bu bağlamda STK’ larının özellikle, 2.Dünya Savaşı izleyen yıllarda yaşanan gelişmeler doğrultusunda farklı bir işlev üstlendiği görülmektedir. STK’ larının söz konusu konjonktürdeki yer ve işlevleri, kalkınma yaklaşımlarının öngördüğü devlet müdahaleleriyle aynı doğrultuda oluşmaktadır.

Uluslararası sistemin 1960’ yıllardan itibaren krize girmesiyle birlikte STK’ larının daha çok baskı gruplarışeklinde bir işlev üstlenmeye başladıkları görülmektedir. Az gelişmiş ülkelerde yaşanan kriz, STK’ ları devlet ile karşı karşıya getirmiş; bu kuruluşlar toplumsal mücadelelerde önemli bir işlev üstlemeye başlamışlardır. 1980’ li yılların ikinci yarısından itibaren soğuk savaşın son bulması ve yeni dünya konjonktürünün oluşması ile kalkınma yaklaşımları yerini neoliberal yaklaşıma bırakmıştır. Büyüme merkezli kalkınma yaklaşımları yerine insanı merkeze alan yeni kalkınma yaklaşımları STK’ larını, kalkınmanın yeni aktörleriolarak tanımlamışlardır. Bu tanımlama, neoliberal yaklaşımların, “minimal”, devlet anlayışı ile uyum göstermektedir. Küreselleşme adı verilen bu süreçte STK’ lar yeni ajanlar olarak değerlendirilmektedir. Kavram, uluslararası çevreler tarafından kalkınmacı STK’ lar olarak tanımlanmaktadır. Hükümet-dışı” (Non-governmental Organization), “özel kar amacı gütmeyen”, gibi çok çeşitli açılardan tanımlanan kavram tam bir netlik taşımamaktadır. Bu durum, STK’ larının içinde bulunduğumuz dönemde, neoliberal yaklaşımın gerektirdiği düzenleme araçlarından biri olarak ajan işlevi üstlendikleri yargısını kuvvetlendirmektedir.

 

ÖNCEKİ SAYFA