H.
Avni Öztopçu
|
ELEŞTİRİ
|
ana
sayfa
+
home
|
|
“Korunaklar
ve Tek’ler”
Lütfiye Bozdağ,
ÇAĞDAŞ 1985; sayı:18 - Ekim 2014
İstanbul Mine Sanat Galerisi, Nişantaşı mekânında H. Avni
Öztopçu’nun 1985 başlangıçlı "tek"lerini ve yakın
zamanlarda gelişen "korunak"larını “Korunaklar ve
Tek’ler” başlığı ile sergiliyor.
Resim sanatına perspektifin girmesiyle birlikte, insan ve doğa
arasındaki bütünlük ilişkisinin kavranması mümkün olmuş, tarihi
boyunca sanat, doğa ve insan arasında bütünlüğün arandığı bir mecra
haline gelmiştir. Evreni anlamaya çalışan insan, sorular sormuş,
bazı kavramları açıklamaya çalışmıştır. Sanayi devrimi ile başlayan,
bilimsel ve teknolojik gelişmeler, insanın daha önce deneyimlemediği
yüksek hızla tanışması, yeni bir zaman algısıyla yüz yüze gelmemize
yol açtı. Özellikle de fotoğraf makinesinin keşfinden sonra, iki
boyutlu yüzeyde perspektif yaratma kaygısı bir makine tarafından
yapılır olunca, sanatçılar resim yüzeyinde, görüneni yansıtan
tasvirler yerine, görünenin arkasındaki zihinsel boyutu irdelemeye,
“mekan ve zaman” ilişkisini düşünsel bir kaygıyla ele almaya
yöneldiler.
İnsan için en temel kavramlardan olan “zaman ve mekan”, H. Avni
Öztopçu’nun resimlerinde de en temel sorunsallar olarak ele aldığı
kavramlar.
1985 yılından itibaren “mekan ve zaman” ilişkisini düşünsel bir
kaygıyla ele alan sanatçı, çoklu görme pratikleri geliştirerek
analitik bir yaklaşım sergiliyor. H. Avni Öztopçu, sadece nesnenin,
mekana aidiyetiyle değil aynı zamanda nesnenin zamana aidiyeti ile
de ilgileniyor. Nesnenin zaman-mekan ilişkisi içinde
sorgulanmasında; sanatçının amacı ne sadece elimizden kayıp giden
zamana karşı dondurulmuş bir anı belgelemek, ne de zaman ile
birlikte varolan bir anı yakalayarak, sonsuz kılmak.
Sanatçı, nesne ve uzay diyalektiği içindeki karşıtlıkların oluş
halini, plastik dünyanın dilinde bir bütünün birbirini tamamlayan
parçaları; boşluk ve doluluk, yatay ve dikey gibi kontrast
kavramları döngüsel bir akış içinde okumamıza olanak veriyor. H.
Avni Öztopçu; resimlerinde uzay kavramını, nesneler arasındaki
boşluklar ve birbirini kesen ya da ardışık gelen düzlemlerle,
perspektifi de kullanarak üç boyutluluk yanılsaması ile
ilişkilendiriyor. Uzayın kurallarını kendisinin belirlediği bir
kurgu ile sanata özgü sınırlanmış bir yüzeyde, sanatsal
enstürmanların oluşturduğu bir dünya kuruyor. Referansları dış
dünyadan gelmesine karşın, kompozisyonun içinde yer alan tüm ögeler
sanatçının iç dünyasının yansımaları olarak da okunabilir.
H.
Avni Öztopçu’nun resimlerinde hiçbir nesne tesadüfen mekanda yer
almıyor. Nesne, zamanın içinde süregelen bir hareketliliğin ögesi
olarak aidiyetini gösteriyor. Sanatçı, nesnenin zaman ve mekan
aidiyetini çok yönlü bir perspektifte sorguluyor. Bu perspektif
sanatçının resimlerinde 1985 yılından itibaren ele aldığı, her
dönemin tavrı içinde kendi "Tek"lerini oluşturuyor; geçmiştekilerle
hesaplaşarak kendi içindeki dönüşümlerle korunaklı alanlarda farklı
arayışlara giriyor. Bu arayış yolculuğunda her dönemin; kendi
düşünüş ve duyuş perspektifinden hareket eden sanatçının
üretimlerinden tek’ler görüyoruz. Her dönem yeni arayışlara yönelen
sanatçı, resimlerinde temel aldığı “zaman ve mekân” algısı içinde
görünür olan ile duyulur olanın döngüsünü izlememize olanak sunuyor,
otuz yıldır ele aldığı problematiği, kendi dönemleri içinde oluşan
kurgusal değişimleri, bir bütün içinde görmemize olanak veriyor.
H.
Avni Öztopçu’nun resimlerinde ele aldığı mekan-zaman ilişkisi,
fiziki bir durumun ötesine geçen, duygu ve düşüncenin
birlikteliğinde, sanatçının iç görüsü ile tasavvur ettiği imgesel
bir sürecin yansımaları olarak karşımıza çıkıyor. Sanatçının
düşüncesinde gelişen kurgu, resim yüzeyine aktarılırken, her
elamanın kendine ait verileri oluşuyor ve oluşan bu veriler, formun,
hareketin optik bir ifadesi olarak somutlaşıyor. Kullanılan tüm
öğelerin hareketi ve ona karşı direnç gösteren yüzeyin yapısı,
düzlemler ve ışık-gölge ile dikkati çekiyor. Yüzeyi bölen, tasnif
eden her geometrik parçanın yeni bir düzlem oluşturma ihtimali
gözleniyor. Dikeyler, yataylar, resim düzlemi üzerine yerleştirilen
her parça, kendine ait bir anlam üretiyor. Plastik değerler, resim
yüzeyinin boşluğunda sayısız şekilde bir araya gelirken, düzlem
çeşitlemeleri zaman ve mekan algımızı da zenginleştiriyor.
Düzlemlerin kestiği mekanlar, oluşturduğu koridorlar, nesne ve zaman
arasında yeni ilişkiler kurmamıza neden oluyor. Öte yandan fiziki
mekan, yapıtın kendisine dönüşerek, mekanda yer alan zaman algısını
da eserin içine dahil ederek dördüncü boyut hissini yaratıyor. Bu
nedenle H. Avni Öztopçu’nun resimlerinde yüzeyler, önemli bir
sorgulamaya hizmet ediyorlar. Nesneler arasındaki boşluk, sadece
nesneleri gösteren alanlar değil, aynı zamanda uzamın parçaları.
Nesnelerin arasındaki boşluk bir tasarım ögesi olarak hem bir figür,
hem de uzamın bir parçası. Uzam içinde birbirleriyle ilişkili olan
planlar, bir yandan bir düzlemin yüzeyini oluştururken, diğer yandan
düzlemin yüzeyini bölerek azaltıyor. Yatay dikey ya da düzensiz olan
bu yüzeyler, diğer yüzeylerin bütünlüğünü bozacak şekilde mekanı
kesiyorlar. Görsel dünyaya baktığımızda bir obje, diğer bir objenin
ya önündedir ya da arkasında. Bitişik veya birbiri üzerine gelen
yüzeyler arasında ise geçiş basamakları vardır, geometrik formlar
gibi düzlemler de bazı faktörlerin etkisi ile üst üste gelmiş
gözükürler. H. Avni Öztopçu’nun resimleri bu ardışıklığın gözlendiği
kurgularıyla dikkati çekiyor.
Sanatçının resimlerini, sadece yapıtı meydana getiren plastik
düzenin çözümlenmesi olarak değil, aynı zamanda onun oluştuğu yer ve
zaman bağlamı açısından kavramsal olarak da değerlendirmek yerinde
olacaktır. Zamanın gelip-geçici olması, değişim ve süreklilik
içermesi, kurgudaki diyalektiğin kavramsal olarak önemini artırıyor.
Paul Virilio'ya göre, yeni küresel enformasyon teknolojisinde öne
çıkan şey artık mekan değil, zaman. Modern sonrası yeni dönemde,
zamanın hızı, gerçeklik algımızı hem yoğunlaştırıyor, hem de
hızlandırıyor. Bu durum dünyasal zaman ve mekanın doğallığını
parçalayarak, gerçekliğin salt bir zaman dışılık ve mekan dışılık
olarak algılanmasına sebep oluyor. Ancak H. Avni Öztopçu’nun
resimlerinde hız ve parçalanmışlık yerine bütünlüğün, dinginliğin,
yalınlığın ifadesi öne plana çıkıyor. Sanatçı, resimlerinde, sadece
yüzeysel olan görüntüyü değil, ögelerin birbiriyle oluşturduğu
karşıtlıkların dengesini önemsiyor. Bu karşıtlık tek tek ele
alındığında, resim düzlemi üzerinde yer alan her dikey ve yatay
kesit ile kendini gösteriyor ve yüzeyi etkileyerek onun iki boyutlu
niteliğini bozuyor, düzlem üzerinde kendi etki alanını oluşturarak
diyalektik bir devinime araçsallık ediyor. Sanatçı, her elemanın
varlığını, zıt bir güce gösterdiği dirençle dengeliyor. Bu dirençte
karşıt güçlerin nasıl birbirlerini güçlendirdiği veya zayıflattığını
görüyoruz. Karşıtlıklar aynı zamanda oluşturdukları gerilimle bir
dinamizim sağlıyor. Karşıtlıkların arasındaki dinamizm, bazen yatay
ve dikeylerle, bazen ışık-gölge kontrastlığı, bazen de sıcak ve
soğuk renklerin karşıtlığında görülüyor. H. Avni Öztopçu, bu
sergisinde renklerin kontrastlığı yerine yatay ve dikey düzlemlerin,
açık ve koyu değerlerin kontrastlığı üzerine odaklanarak minimalist
ve yalın bir anlayışın izlerini sürüyor. Kompozisyonlarına bakarken
bu dinamikleri birbirleriyle karşılaştırıp tek tek analiz etmemize
daha sonra da bu parçaları bütünlememize imkân sağlıyor.
H.
Avni Öztopçu’nun resimlerinde bütünlük önemli bir yer tutuyor,
düşünsel boyutta olduğu gibi duyusal boyutta da görsel elamanları
ilişkilendirerek bir bütün içerisinde düzenlemeye yönelik bir algı
geliştirmemize olanak tanıyor. İki boyutlu resim düzlemi ile
sınırlandırılmış yüzey üzerinde, görsel unsurların uzamsal
dağılımları algısal bir etki oluşturuyor. Sanatçı, algının bilinç
zemininde yarattığı etki ile izleyicinin duyarlılık düzeyini provoke
ederek duyusal algının kapılarını aralıyor. Yaptığımız analizde bu
ayrıştırmanın bir bölümünü, biçim üzerinden dışsal etkileri göz
önünde bulundurarak, bir kısmını da duyumlar üzerinden içsel
tepkilerle yapmamıza vesile oluyor.
H. Avni Öztopçu,
İstanbul Mine Sanat Galerisi, Nişantaşı mekânında “Korunaklar ve
Tek’ler” başlığı ile sergilediği
resimlerinde ele aldığı en temel sorunsal olan “zaman ve mekân”
algısını sorgularken, plastik sanatların imkânlarından nasıl
yararlandığını, sanatın temel ögelerini nasıl ele aldığını görmemize
imkan sağlıyor. Sanatçının bu ögelere yaklaşımını, 1985 den itibaren
tarihsel bir döngüde görmek mümkün.
Her çalışılan sanatsal üretim, içinde bulunduğu döneme göre
şekillenir ve yorumlanır. Zaman-mekan sorunsalını, plastik dilin
imkanları üzerinden yorumlayan H. Avni Öztopçu’nun “korunaklar ve
tek’ler” sergisi, dönemlerin kendi içindeki koridorlarında süren
arayışın izlerini sürerken, kendi iç dinamikleri içinde dönüşerek,
değişerek geleceğe yol alıyor.
|
Alan Denemeleri ve Tekler
Pınar Sumer Biber
"ÇAĞDAŞ 1985" sayı:28 - Ağustos 2016
Avni Öztopçu’nun resimlerindeki sürece baktığımızda aynı
tavrın çoğalan katmanları üzerinden ilerlediğini ve zaman
zaman önceki denemelerini yeniden deneme alanlarına
çektiğini görüyoruz.
Farklı isimlerde olsa da kendi içinde değişimlerini geçirmiş
Tek’leri kendi adlarıyla “Tek Dğ” ve “Tek Bt” da (1995)
görebiliriz. Tek’lerin öncesi 1985 yılının merkezli
resimleridir, bu sergideki resimlerin hazırlayıcılarıdır. Bu
çalışmalar yalın ve mutlak biçim üzerinden huzur alanları
ararken; yalnızlığa, biricik insana, insanın kendi alanına
dokunma isteği güçlüdür.
Avni Öztopçu’nun
“Dönemler”
sergisi
sonrasında “Tek’ler
ve Korunaklar” 2014
yılında açtığı son sergiydi. İki sergide de sanatçı,
otuz yıl içinde ele aldığı problematiği, kendi dönemleri
içinde oluşan kurgusal değişimleri, bütün içinde görmemize
olanak veren bir mekanda bir araya getirmişti. "Alan
Denemeleri ve Tek'ler" sergisinde yeni denemelerin bir
bölümüyle karşılaşacağız.
Bu denemelerde; karanlık alanın sınırsızlığında, açık-koyu
vurgusu ile diğer tarafta ise rengin tüm halleriyle devinimi
arttırdığını görürüz. Yer çekiminin güçlendiği, sürekli
tetikte olma çabasıyla, dengede kalmayı destekleyen
ilişkiler karşısındayız. İki karşıtlık ve vurgu sıralamasını
aynı mekan alanında göreceğiz.
Karanlık
ve rengin değer karşıtlığıyla ilgili tavrını Avni
Öztopçu'nun 1986'daki raporunda rastlarız.
"...Resimlerimde yapma bir görünüşle ifade eden renklere
bürünen geometrik veya karşıtı serbest şekillere bu renkler
bazen kaba bir süs görünüşü verirler ve hiç bir şeyin tayin
etmediği, sınırsız görünen bir mekan içindedirler. Bu mekan,
içinde yıldızların hareket ettiği uzaydır ve her zamanki
deneylerimizin o kadar dışında bulunurlar ki, bize hayali
birer mekan gibi görünürler" (1) Renk karşıtlığının
güçlendirildiği dönemi için 1989 tarihli raporunda:
"...geometrik süsler yerini 1986 sonlarında serbest
şekillere bırakır. Bu serbest şekiller, kurulan bileşimde
birçok aktiflik yanıyla rolünü 1987 nin başında benimser.
Bunlar artık, yıldızların hareket ettiği karanlık bir
mekanda değildirler; fakat yine birer hayali mekan
içerisindedirler. Yeni süsler kıpırtılı yanlarıyla rengin
üç öğesini de yanında taşıyarak resimdeki heyecanı
üstlenmişlerdir." (2)
Karşıtlığın iki halinde de devinimin uçlarda kullanılma
isteği yüksektir. Bu çizgisel yapıyı beslemiştir.
"...Karşıtlığın uç noktalara açılımı ile açıklık, kesinlik,
sağlamlık aramam beni çizgisel bir yapıya
yaklaştırmıştır. Biçim uğraşısı çizgisel yapıyı beslemiştir.
Biçimi görme yöntemim belirliliğin görevine
girmiştir. Bu, mutlaka her biçimin başlı başına belli olması
gerektiği demek değildir; sadece her biçimde kendini
belirtmek için güçlü bir eğilim vardır. Elemanları tam bir
açıklık ve kesinlikle görülebilir hale getirme uğraşısına
girişilmiştir. Vurgu, nesnenin sınırları üzerindedir.
Çizgisel görüş, nesneleri birbirinden ayırır. Amaç, tek tek
nesneleri kalımlı, elle tutulur gerçeklikler olarak
kavramaktır. Her biçim, kendisi için en tipik olan yolda
görünmeye zorlanmıştır. Tek (kendi başına olan) motifler
anlamlı karşıtlıklar halinde geliştirilmiştir.
Resimlerimde her parça tüme sıkı sıkıya bağlı olmakla
birlikte, daima bir çeşit bağımsızlığa sahip olmaya
çalışırlar. Bu, başıboşluk değildir; tekler tüme tabi
olmuştur, ama kendi başına var olmaktan çıkmamıştır. Bu,
izleyiciyi ekleye ekleye görmeye, bir parçadan ötekine geçe
geçe bakmaya zorlar; bağımsız kısımların bileşimiyle birlik
uğraşısıdır.
... Resimlerimde belirlilik, biçimlerin görünürlüğünde
kalmıştır. Tüm olarak izlendiğinde anlamda bir belirsizlik vardır.
Burada söz konusu olan, sadece eninde sonunda gene de
çözümlenebilecek bir bilmecenin daha da zorlaştırılması
değildir; tersine burada daima belirsiz bir tarafın kalması
uğraşısıdır. Bu belirsizlik görevi tek tek biçimlerin
görünürlüğüne değil, bileşimin tümdeki anlamına verilmiştir.
Bileşimin tümünde anlamın bağlantı kurduğu şey yoktur, var
olması da gerekmez. Biçimlerdeki bellilik, karşıtlığın
açılımıyla elde edilir. Biçimler salt düşünsellikte
olabildiği gibi bütünsellikten yoksun doğa da bölük pörçük
girer. Doğadan soyutlanmış elemanlar artık düşünsel soyut
varlık olma yolundadır. Her iki halin de bir arada
bulunabildiği bileşimlerin tümde bağlantı kurduğu şey
düşüncededir." (2)
H. Avni Öztopçu'nun resimlerindeki belirlilik -
belirsizlik halinin dereceleri değişmiş olsa da devam
eder. TEK'in ya da TEK'lerin hali, halleridir; his alanıdır;
ve Tek’ler tek olarak kalırken aynı zamanda diğer teklerle
mesafeli birlik olma çabası vardır. Biricik insana daha
fazla dokunabilme ve bulunulan alan üzerinden geniş zamana
ulaşma isteği hissedilebilir. (3)
1 - Öztopçu, H.Avni: Işık-Mekân-Obje,
İstanbul 1986, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Resim Anasanat Dalı Yüksek Lisans Çalışma Raporu.
2 - Öztopçu, H.Avni: Kurgusal Mekan, İstanbul 1989, Mimar
Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Anasanat
Dalı Sanatta Yeterlik Çalışma Raporu.
3 - Sumer Biber, Pınar: 2015-2016 H. Avni Öztopçu atolye
konuşmalarından notlar.
|
bakınız
>>>> "kurgusal
mekan"
1989
|
H. Avni Öztopçu'nun "UZAM YOLU",
Muammer Öner
Sanat Çevresi, sayı: 121 Kasım 1988 istanbul
Avni Öztopçu, ilk araştırmaları
sırasında Espas kavramı üstünde önemle durdu. Kant'ın
"Mekan dış duyarlılığın şeklidir. Mekan ve zaman aklın
her türlü deneyden önce gelen sezişlerdir. Herkes mekan ve zamanı
gördüğünü sanır. Aslında görülen şeyler mekan ve zamanın
taşıdığı şeylerdir." yargısındaki yorumuna dayanarak,
bu yorumunu biçimlendirme sorununu ele aldı. Yeni Espas anlayışını
"Soyut Espas" veya "Hayali Mekan" olarak
niteledikten sonra resim, çalışmalarını "Mekan-Işık-Obje"
kavramları bağlantısında "Kurgusal Mekan" bütünlüğüne
ulaştırmaya çalıştığını görüyoruz. Biçim elemanı olarak
açık-koyu'nun güçlü kontrastlarına öncelik verirken bu eğiliminin
gerekçesini "açık-koyu"nun geriliminden yararlanmak
istiyorum" olarak dile getiriyordu.
1985 Büyük Oylum
İlk
çalışmalarında (1985), "karanlık" olarak nitelediği
siyah ile "ışık" ve "aydınlık" olarak
nitelediği beyazı ana gereçler olarak ele alıyordu. Koyu alanlar
içine yerleştirdiği mekanik yapıdaki nesnelerin beyaz-gri
derecelenmelerle sağladığı ışıklı kristal parlaklıkları
ile, amorf motifleri içeren düzlemlerin diyagonal konumlarının
da katılımıyla meydana getirdigi katmanlı kotrasların geometrik
kurgusal bütünlügünü, bağlantılı hareket, tekrar ve
doku ögeleriyle pekiştimeye çalışıtıgını görüyoruz.
Daha sonraki çalışmalarında
ise (1986) başlangıçtaki hareket kontrastları, yerini yatay ve
dikey kontrastlara bırakırken, kontrast biçimler (Amorf-Kristal)
terkedilip yerine mekanik nesnelerin geometrik düzlemlerini oluşturan
ritmik öğelere yer veriliyor (İki Pencere'de).
1986
Meşale
Gri-beyaz derecelenmelerinin de
renk derecelenmelerine dönüşmesinin yanı sıra "Travers
Espas" oluştuma çabasının "Volumetrik" yönü,
saklı tutularak "Planimetrik Espas"a geçme eğilimi
kendini gösteriyor (Yapraklar'da).
1986
Yapraklar
Bu devrede ritmik tekrar öğeleri
ise mekanik yapısını sürdürerek yer ve rolünü aramaya devam
ediyor.
Avni Öztopçu'daki bu değişimin nedeninin, resminde giderek önem
kazanan "renk" ve "motif" eğilimiyle yakından
ilgili olduğunu görmek çok güç olmasa gerek. Gerçekten de,
sonraki çalışmalarında (1987) bu iki öğe, resminin temel yapısını
oluşturduğunu görüyoruz. İlk çalışmalarında açık-koyu
(siyah-beyaz) kontrasına yüklediği işlevin, sonraki çalışmalarında
renk kotrasına yüklendiğini görüyoruz (Tütün Çiçeği).
Siyah-beyaz kontrast tutkusu ise grileşerek, bütünleyici alan ve geçişlere dönüşmüş olarak resmindeki yerini alıyor.
1987
Tütün Çiçeği
Mekanik süslemeler, organik doku
örgüleri, (Sarmaşık, Çiçekli Sütun v.b.) olarak kendini gösterirken,
Espas anlayışı bu yaklaşımın kaçınılmaz sonucu olarak
"Planimetrik" yapıda karar kılmış oldu.
Üç yıl önce Kant'ın üstündeki "yıldızlı gök yüzünden" kalkan Avni
Öztopçu, şimdi, "mavili-yeşilli" ve "çiçekli" bir "geçit" de
bulunuyor.
Muammer ÖNER; H. Avni Öztopçu'nun
"Uzam Yolu", Sanat Çevresi, Sayı: 121 Kasım 1988 İstanbul
|
Soyut biçimlerdeki hareketlilik
Ümran Bulut
Cumhuriyet
Gazetesi, 25 Ekim 2008
Soyut resim 1900 lerin başında
öncü bir duruşla gerçekleştirilmişti. Günümüze kadar birçok
resimsel anlayışla çarpıştı; yerini hep korudu. Kübizm,
fütürizm gibi yüzyıl içinde yaşanan birçok sanat akımının
hemen yanı başında olmasını kuşkusuz birçok sanatçının
soyut arayışı yeğlemesi, açılan büyük sergiler, yayınlar
sağlamıştır.
Soyut resimde görüntüler
insanın tinselliğiyle barışık bir alt yapı üzerine
oluşturulur. Onlara bakıp kendince görmek ve algılamaksa
tamamen izleyiciye bırakılır. Bu durumda natüralist
resimdeki gerçeğe bağlı izlemenin dışında bir izleme
gerçekleşir. Bu özgürlükçü bir izlemedir. Başka deyişle
soyut resim, sanat yapıtına şanslı bir seyredilme edimimi
sunar.
Türk resminde soyut eğilimli
ilk sanatçılara 1940lı yıllarda rastlıyoruz. F. Zeid’in,
H. Anlı’nın, C. Bingöl’ün, Z.F.İzer’in,
S. Berkel’in ardından gelişme çizgisinde önemli
sanatçılarımız var. Günümüzde de soyut çalışan birçok
sanatçı geometrik soyut, lirik soyut, dışavurumcu soyut gibi
farklı açılımlarla ilgililer.
H. Avni Öztopçu Mine Sanat
Galerisi’ndeki sergisinde soyut resimleriyle bizimle.
Sanatçı seçkisini son ondört yıldır sürdürdüğü
çalışmalarından oluşturmuş.
Öztopçu resminde kullandığı
resimsel öğelerle öncelikle sanatsal mekan için kurgulama
yapıyor. Bol bol soyut biçimlerle ve renklerle uğraşıyor.
Yatayları güçlü kılan dikeyler, eğriler, küçükler, büyükler,
dairesel olanlara karşın köşeli biçimler hepsi birden bir
anlatım içindeler. Çizgi, hareket, renk ögelerinin unutulmaz
bütünlüğü için oluşturulmuş düzenlemelerde bazen ritm,
bazen ise belirgin olan ile olmayan görüntülerin istifi öne
çıkmakta.
Sanatçı mekanın algılanmasını
sorgularken tamamen soyut düşünmüş ve biçimsel olanın
tanımlanmasından yana hiç olmamış. Biçimler sadece ufak
tefek benzerliklerle sınırlılar; ama bu arada soyut birçok
görüntünün armonisini sunmaktalar. Çizgiselliğin yanında
koyu ve açık renkler ya da netlik ve fluluk hemen
farkedilenlerden. Hareketlilik ise resimlerin her yanında
davetkar ve çözümcül rolü ile kurguyu güçlendiriyor.
Sonuçta birçok parçalamadan oluşan biçimsel hareketlilikle
problemin doruğunda çalışılanan bu resimler, aynı zamanda da
tuvaldeki bütünlük için kararlı oluşun bir kazanımı.
Resim sanatında birçok
sınıflamalara girebilecek soyut eğilimler bilinir. Bunlar
soyut biçimlerde ya da biçimsizlikte rengin, çizginin
zamana, ışığa, yere, bakışa göre sergilenebilecek değişik
görünümlerinden sorumludur. Natüralist olanlardakiler gibi
bunlarda da sayısız soyut nüvelerin bulunması
kaçınılmazdır. İsterseniz onları bütünün oluşturulmasındaki
görsel tekil belirtgeçler şeklinde tanımlayalım. O zaman
Öztopçu’nun bahsedilen parçadan bütüne varma olgusuyla
uğraştığını; mekan kurgulamasını yeğleyen tavrını ve onu
olgunlaştıran birçok soyut biçimini kanıksarız. Bazen
yoğunluk bazen ise gayet açık ve dingin oluşa yakın
hissedeceğiniz bir sunumla başbaşa olacağınız bu sergiyi
13 Kasıma kadar izleyebilirsiniz.
2008, caddebostan
istanbul
|
İKİLEMLERİN HAREKETLİ GÖRÜNTÜSÜ
Oğuz Alp Dedeoğlu
Mart, 2011
Türkiye’de soyut resmin önemli
temsilcilerinden oluşan kadrosuyla Mine Sanat Galerisi,
Türkiye’de soyut resmin gelişiminin tanıklığını yapmamızı
sağlıyor. Günümüzde “çevre”den “evren”e giden yolda
getirilen güncel yorumları izleyiciye sunan ve bunun için
Asya ve Avrupa’dan seslenen Galeri, bugünlerde, resimleriyle
çok yabancı kalamayacağımız karşıtlıkların gösterimini ve
etkileşimini sunan Avni Öztopçu’nun soyutlamalarına yer
vermiştir. Sergide sanatçının 2010 tarihli son çalışmalarına
da tanık olacaksınız. 1985’ten beri soyutlamalar yapan
sanatçı, yaşadığı deneyimler ölçüsünde oluşturabildiği anlam
derinliği üzerinden yolculuk yapar. Bu derinlik ise farklı
anlatım yollarıyla biçime uğrayarak izleyiciye ulaştırılır.
Anlamdan biçime, biçimden anlama karşıtlıklarla göndermeler
yapan sanatçının izleyiciyi soyut bütüne dahil etme kaygısı
taşıdığını düşünüyorum. Bu soyutlamaların izleyiciye
geçişliliğini yaşadıklarımızdan hareketle sorgulamamız
gerekir.
Doğada,
doğa diyemediğimiz yerde; yaşayabildiğimizi düşündüğümüz
veya düşündüklerimizi kısıtlı hayalgücümüzden sıyrılarak
realize edemediğimiz mekânları tasavvur ederiz. Kimi zaman
sınırların derinliği üzerine değil de biçimleri üzerinde iki
çalı çırpıdan yapılmış yuvaya tünediğimiz on yıllarda
yaşarız. kalabalığın gürültüsü kimi zaman Tchaikovsky’nin
1812 uvertüründeki top sesleri kadar güzel gelir kimi zaman
da yerinden eder ve şeye sıla başlar. Yaşam, ses, hayalgücü,
kalabalık veya tek; hepsine hepimiz tanığız ki bu dünya
üzerinde var olan şeylerdir. İster içeriğine bakın ister
yapısal yönden. Çağımızda dünya üzerinde olup bitenler
arasında olan bu olgular aynı zamanda çağımızın doğasında da
var demektir. Doğayı gerçek anlamında kullanıp bu olgulara
baktığımızda reklam ve endüstri çağının yüce nesneleri ile
karşılaşırız ki bu bizdeki hareketi değil bağlanmışlığı,
tutsaklığı ifade eder. Peki aynı olgulardan yola çıkarak
hareketi, problematik uyarımı nasıl yakalarız. Cevabı
basittir: Durağanlığı ve bir şeyleri aşabilecek ruh haline
ulaştığımızı hissettiğimizde... Dolayısıyla önümüzden hızla
geçen görüntüler üzerinde derin düşünecek kadar zaman
kazanırız. Zaman kazandıkça ayrıntıya ineriz. Ayrıntılar
bütünü farklı görmeye ittikten sonra bu sefer daha ilerisini
görmeye çabalarız. O zaman yetersizliğin sonu gelemeyeceği
gibi itki ile ateşlenen duygular harekete geçer. Yaşamın
hızı ve yavaşlığı, sesin gürültüsü ve armonisi, kalabalığın
çekici ve iticiliği, yalnızlığın güçlüğü ve kolaylığı gibi
oluşan ikilemleri bir anlamda hareket olarak
algılayabiliriz. Çünkü bu saydıklarım ve benzerleri,
sorgulayan-öznenin, ikilemler içindeki kutuplar arasında
çarpışmasına sebep olur. İkilemler bu sefer fenomen yani
birer nesne durumuna girer. Ve buradan tamamen farklı
biçimlerde gösterime sunulurlar. Onlar doğanın kopyası
olarak reklam veya bir endüstri ürünü de olabilir. Sanatın
doğası olarak hiç olmayan bir mekânda; kendileri için tinsel
anlamda en dolgun ifadeyi bulabilecekleri bir alanın içinde
de olabilirler. Reklam ürünü olarak tutsaklığın
durağanlığını yaşarken öte yandan sanatçının hiç girilmemiş
doğasında hareketliliği daim de ettirebilirler. Günümüzde
her ikisi de kuşkusuz sanattır. Ama ikincisinin, tinsel
coşkunun görüntüsünü ve çözüm getirebilme, şeye anlam
verebilme yetisini izleyiciye aksetmesi bakımından
günümüzdeki insana daha sıcak gelmesi gerektiğini
düşünüyorum.
Ressam H.
Avni Öztopçu’nun eserleri, evrende olup bitenlerin özne
üzerindeki etkisini tema alır. Bu temanın içinde ise nesne
soyutlamalarından beslenen karşıtlıkları biçeme yansıtma
kaygısı ve bu kaygının yapabildiklerinin ana temadan
kopmaksızın ama türlü yollarla tinsel gösterim çabası
vardır.
Çalışmalarına yapısal yönden bakıldığında; çerçevesini,
sanatçının klişe anlamda penceresine benzetmekten çok
ikilemlerin –karşıtlıkların- çarpışma alanı olarak
görebiliriz. Örnek olarak sergide yer alan 2010 tarihli
“Dayanak” adlı resminde çerçevenin sınırlarının uzaklarında
merkeze dikey yerleştirilmiş anıtsal nesnenin hemen arka
planında motife yaklaşan ama olmayan belirsizlikler
merkezdeki ana nesnenin –bütünün- çekim alanına
girmişlerdir. Böylece bütün ile çerçeve arasında geniş bir
aralık kalmıştır aralık renk olmayan siyah ile doldurulması
bir yana tek boyanın kullanılması bütünün çekim alanının
etkisini çerçeve içinde sınırsız harekete çevirmektedir.
Hareketin etki alanı yorumsuz bırakılarak izleyici resme
davet edilir. Ve böylece öndeki belli olarak gösterime
sunulan nesnenin arkasındaki belirsizlikler renk ve yüzeysel
biçimlerle desteklenerek karşıtlık; boş, yorumsuz, mekânda
harekete dönüştürülmektedir.
Aynı
sergide yer alan 2010 tarihli “Yüzer Korunak” adlı
soyutlamasında ise yine merkeze yerleştirilmiş bir nesnenin
arkasında bu sefer çerçeve dışına taşma azmini gösterebilen
bir hareketle karşılaşırız. İkilemlerin oluşturduğu çekim
alanı bu sefer genişletilmiş ve rahatlatılmış, yerini
nesnenin belirginliği, mekânın belirsizliği ile birleşerek –
gerçek yaşantıda olması belki de imkansız- anın vermiş
olduğu rahatlama hissi yakalanmış olur. Bu iki örnekte
dikkat edilmesi gereken nokta -diğer resimler de bu farklı
farklı yollarla denenmiştir.- hem öndeki anıtsal biçim
kazandırılmış nesnede hem de bunu sebebleyen anlamı ifade
eden belirsiz boşlukta siyah-beyaz veya açık-koyu
tonlandırmalara rastlamamızdır. Bu tonlandırmaların
yarattığı belirli belirsizlikler resimde perspektif etkisi
yaratmakta ve bu da dikkati merkeze toplayıp kuvvetli
karşıtlıkların gözü yorma eğilimi yok edilmektedir.
Resimdeki karşıtlıkların başatlığını, bahsettiğim dinginlik,
huzur hissi ile birleştirip seyirci olarak kendimize
yöneldiğimizde şu soruyu sormam gerekiyor: Karşıtlıklar
kafamızda çarpışıp dururken bu sayede gelişen anlık huzura
nasıl ulaşıyoruz? Her şeye olduğu gibi buna da kendimizi
olaylardan soyutlayarak yaklaşamayız. Kendimizi de
soyutlamamız gerekir. Kendimizi de nesneleştirmemiz gerekir
ve nihayetinde kendimizi de ikilemlerin alanına dahil
etmemiz gerekir. O zaman tüm karşıtlıkları kontrastı, siyah
ve beyazı, gürültü ve armoniyi, kalabalığı ve yalnızlığı
içimizde barındıran “kendimiz” biçime dönüşebilir. Peki
biçime dönüştüğümüzü ve artık anlam kazanabilir olduğumuzu
nasıl fark ederiz? Kendimizin varoluşunun farkındalığı
biçimimizin eşdeğer karşıtlığını gördüğümüz an gerçekleşir.
Karşımdaki, bana göre bir anlamdır; karşımdakine göre de ben
bir anlamımdır. Deneyimlerimle biçim kazanan ben,
karşımdakinin var oluşuyla derinlik kazanır anlam kazanır.
Anlık huzur dediğim şey ise bu farkına varmanın bir
ifadesidir.
Kant,
Yargı Yetisinin Eleştirisi’nde “doğanın erekselliği”
kavramından söz eder. Buna göre doğanın bize vermiş olduğu
yasalar bizim ona yönelik derin düşüncemiz sonucu oluşan
yasalardır. Doğa, karmaşık yapısıyla yine doğadır ve yasa
koyucu değildir. Doğa bir erek değildir ama erek veren
yapısı bizi ona yönlendirir. Dolayısıyla doğa ile derin
düşünme yoluyla iletişime geçen insan kendini bir
sorumluluğun içinde bulur. Bu felsefe romantizmde,
Nietzscheci yaklaşımda ve sonrasında 20. Yüzyıl
sanatçılarının eserlerinde de kendisini göstermiştir. Bu
açıklama ile Avni Bey’in resimlerinde bir ego ve belli bir
sınıftan bahsetme kaygısı olduğunu söylemiyorum. Ressam Avni
Öztopçu’nun 1985 yılından başlayarak soyutlamalarında
tutarlı şekilde ilerlediği gözlemlenir. Birbirinden farklı
kurgularla bu soyutlamaları gerçekleştirse de resimlerinin
ana iletisi, bu yargıyı izleyiciye taşımanın sürecidir. Bu
yargılamalar, soyutlamalardaki birbirini sebepleyen
nesnelerden doğar ve izleyiciyi beni, o resmin karşısında
yoruma götürerek derinliğin ve ikilemlerin tinsel hareketine
dahil edene kadar devam eder.
Sonuçta
Avni Öztopçu, klasik felsefeden ve güncel yaşamdan
etkilenerek bir erek taşımayan yaşadıklarımızı
karşıtlıklarla, belirsizliklerle, kontrast ve mekân
kurgularıyla erek haline getirir. Edinilen amaç izleyici
üzerinde bir kıvılcım yaratma kaygısını taşır. Bu aslında
soyutlamaların psikoloji ile bağlantısından çok mekân
–coğrafya olarak da algılanabilir- fark etmeksizin kaotik
çağımızda ereksizliği hatırlatan güçlü uyarımlar olarak
algılamak gerektiğini düşünüyorum. Bu uyarımların alanına
şüphesiz insanoğlunun ihtiyacı vardır. Yazımın başında
yetersizlikten bahsetmiştim. Kendimizde veya herhangi olguda
eğer bunu görebiliyorsak içtepi olarak üretilen farklı
tutarlı doğalara veya anlık da olsa çözüme ulaşma kaygısı
taşıyan bilinç haritalarına bir göz atmanın bile yeterli
olacağını düşünüyorum. Bu sefer hayalgücümüzün olgulardan
çok da uzaklarda olmadığını, aksine olgulara derinliğine
yaklaşabildiğine tanık olabilirsiniz. Mevz-u bahsin
temsillerinden biri çok uzakta değildir. 31 Mart 2011’e
kadar Mine Sanat Galerisi’nin Asya mekânındadır.
K a y n a
k ç a :
Kant, Immanuel; Yargı Yetisinin Eleştirisi,
çev: Aziz Yardımlı, İdea, İstanbul, 2006
Öztopçu, H. Avni,
http://www.avnioztopcu.com
içinde “Kurgusal Mekân” 1989
2011, caddebostan
istanbul
|
KARŞITLIK ANLARI
Oğuz Alp Dedeoğlu
ÇAĞDAŞ 1985,
Kasım-Aralık 2011 sayı:2
Mart
2011 tarihinde gerçekleştirilen H. Avni Öztopçu’nun kişisel
sergisinde siyah rengin hâkimiyetinde kendisini çok daha ön
plana atan çalışmalar izlemiştik. Bu çalışmalar, “tek”
nesnelerin gücünü yoğun şekilde sorgulayan bir kompozisyona
sahipti. Kalabalık, siyah-beyazlıkla karşıtlığı destekleyen
ve belirginliğin çelişkisini içererek kavramsal bir anlatıya
geçiş sağlayan bu çalışmaların yer aldığı Mart 2011
sergisinde siyah-beyaz tonların vurgu yollarına tanık
olmuştuk. İçtepi ile seçimi ve sonucu beliren bu
çalışmalarda “kurgusal mekân”ın kavramlarından yola çıkarak
anlatıma gitmiştim. Ancak sanatçının Kasım 2011 sergisi söz
konusu olduğunda, resimlerin oluşum-gelişme çerçevesinde
beliren yetilerini ve bu yolla hissedilen kendine dönük bir
zaman olgusunu da sergi ile birlikte düşünmemiz gerekir.
I.
Zamanın,
evrenin hareketlerinden en küçük olaya kadar
yorumlayabileceğimiz tanımına ortaklık ettiğini hissetmemiz
zor değildir. Ancak bu tanımın kendisini görünür kılmak ve
yorumlamaya çalışmanın sanırım en iyi yollarından biri,
zamanı olduğu gibi görmek, dolayısıyla onu kendi kendine
bırakmaktır. Buradaki yalnızlaştırma, onun kendisini görünür
kılarken o anın içinde kalan her şeyin de yalnızlaştığını;
sadeliği ve kendisine gelen tüm etkilerden arındığını da
düşünebiliriz. Böylece karşımızda zamanın yüce tanımından
insanın sıradan yaşamının derinliklerine doğru üzerinde
düşünülmeye müsait bir anlam yolu vardır. Bunun güncelliği
ise parça haline gelen zamanın tüm gerçekliği ve katıksız
her şeyi ile birlikte sabitlenmiş olmasıdır. Hepsi kendisine
sabitlenmiştir. Ve kendisini yöneten düzenleyen bir etki
olmadığı için ne yok olandır ne de var olan. Süresizce
kendisini ilan edebilir veya yok edebilir. Sanatçının 1985
tarihli çalışmasından 2011 tarihli çalışmalarına kadar
hepsinde merkezde biçim bakımdan kendisini ön plana iten bir
nesneye rastlamamız resimlerin ana temasının varlığını
hissettirebilir. Bir yandan bu tema, kendisini merkezde
gösteren ve arkasındaki soyutlamalarla ile birlikte
ifadesini anlamamızı sağlayan portre sanatının kavramsal
boyutunun soyut mekân kurgusuna dönüştürülmesi olarak da
algılanabilir. Yalnız yerleşkenin ortasında duran bu merkezi
nesneler kendi konumlarını dahi hiçe sayabilecek bir kurgu
ile karşı karşıyadırlar. Bu kurgunun içinde mekân ve nesne
birbirlerinin göstereni ve aynı zamanda bir gerilimin başat
iki aktörü olarak temanın çeşitlilik sağlamasına olanak
tanır.
II.
Beyaz
üzerine yapılan 1996 tarihli “Çiçekli Merkez Krz.” ve
“Çiçekli Merkez Syh.” çalışmalarında biçimsel
uyuşmazlıkların saf alanda eritildiği görülür. Renklerin
çeşitleri kullanılarak bu keskin ortamın beyaz ile örtüşmesi
desteklenir. Üzerinde gerilim ve hareket halinde olup
bitenlerin ne altında ne üstünde sadece boşluğun temsili
olarak beyazın barışçıl bir hava kattığını hissedebiliriz.
Renk alanın doldurduğu boşlukta yaşanılanların yansıması
elbet vardır. Renkler aracılığı ile nesnelerin belirginliği
nesnelerin aracılığı ile tüm alanın belirgin durumunun
sorgulanması merkezden uzama yayılan bir yaşam anı olarak
görülebilir. Renk ve nesne arasındaki gerilimi sanatçının
tüm resimlerinde görebileceğimiz gibi küçük boyutta
çalıştığı “K. Merkz Krz.” İsimli çalışmasında da
bahsettiğimiz ilişkiyi hissedebiliriz. Burada biçim saflığı
ile içi içe geçmiş bunu destekleyen yine saf bir rengi mi
görmeliyiz? Yoksa onun içine dâhil olmaya çalışan rengin
gerilimini mi hissetmeliyiz? Burada ikinci soruya verilecek
olumlu cevap birinci soruya verilecek olumlu cevaptan çok da
farklı değildir. Adeta bu resim diğer resimlerin bir
habercisi gibi olarak algılanabilir. Ancak sonuç bu da
değildir. Bu sadece rengin nesnenin en saf halini kendisine
dâhil ederek belki de saf halin yaratabileceği huzuru
sorgulamanın minimal halidir.
Yukarıda
bahsettiğim farklı dönemlere ait üç çalışmasında da
gördüğümüz farklı mekân kurgularında son dönem işlerde boyut
ve biçimin niceliğinin artması dikkatimizi çekiyor. 2010 ve
2011 tarihli “Yüzer Korunak” ve “Keskin Korunak” isimli
çalışmalarda görülebileceği gibi ikilemlerin oluşturduğu
çekim alanı bu sefer genişletilmiş ve rahatlatılmıştır.
Kalabalık mekânın üzerine yerleştirilen nesneler ile
çevresinde yaygın olan siyah beyaz tonlar taşıyan ve belki
de kendisini temsil eden korunak arasındaki gerginlik burada
daha açık bir şekilde dışavurulmuştur. “Çizgili Destek”,
“Denge”, “Siyah Korunak” isimli işlerde ise nesnenin
yüzleşme alanı tamamıyla siyah bırakılmıştır. Bunun an
itibariyle yaşantımıza yakın çağrışımlarla dolu bir
kompozisyon olduğunu söyleyebiliriz. Merkezdeki nesnenin,
kendi zamanında yaşadığı etki alanı ile birlikte bu etki
altında büründüğü ifadelerin hareketi olarak
algılayabileceğimiz kurgular, aynı zamanda bu resimlerin bir
deneyim alanı olduğunu bize gösterir. Kendi içlerinde
taşıdıkları yoğun ikilemlerin tuvalin dışına yansıyan
hareketleri bu deneyimlerin izleyiciye ve bulundukları
mekâna geçiş sağlamalarına sebep olmaktadır. Dolayısıyla
karşımızda zaman, yaşanılan, yaşayan ekseninin reflekslerini
gösteren psikolojik süreçlerin ağırbaşlı sunumları yer
almaktadır. Belki de bu sebeple çerçeve içinde görülen
nesneye çok geniş bir açıdan bakmalıyız. Yaşayan (zaten var
olan) ile onunla iletişime geçtikten sonra önümüze dikilen,
dirilen, görülen olan her şey beynimizde oluşabilecek
çatışmaların habercisidir. Gözlerimiz o çatışmalara bakarak
görmeye başlar. “Dönemler” sergisi zamanın evirebildiği
soyut görüntüler değil, anların tanıklığına her dönem en
katıksız halde bakabilen portrelerin içidir.
Çalışmalar
içinde 1985 tarihli iki çalışmanın Mine Sanat Galerisi ile
birleşme noktasını ayrıca vurgulamak gerekir. “Portre I” ve
“Büyük Oylum” kendisinden sonraki çalışmaların biçim ve
kavram yönünden öncülüğünü yaparken; Galeri, aynı tarihte
Çağdaş Türk Sanatına katkı sunmaya başlamıştır.
|
500 TÜRK SANATÇISI / PLASTİK SANATLAR
Ayla Ersoy
Altın Kitaplar Yayınevi, Kasım 2004 istanbul
İçerikten çok biçimin önem taşıdığı geometrik non figüratif
çalışmalarından birisi (>>>
Gezgin Tr.)
Soyut bir mekanda kolaj etkisi veren renkli geometrik
şekillerin iç içe, üst üste gelerek oluşturduğu bir
kompozisyon. Tamamen kurgusal bir biçimlendirmenin ürünü,
açık-koyu zıtlıkları, yatay-dikey çizgiler oluşumlar ve düz
boyama yöntemiyle hiçbir nesneye benzetilemeyen görüntü,
mekanik çağrışımlar yaptırıyor. Formların yukarı doğru
yükselişiyle renkler ve formlar arasında yaratılan
zıtlıkların uyumu, mekan-ışık-nesne üçgeni bağlamında
kurgusal çözümler yaratarak özgün bir yapıta dönüşüyor.
|
GÜNÜMÜZ TÜRK
RESİM SANATI
Ayla Ersoy
Bilim Sanat Galerisi Yayınları, 1998 istanbul
Soyut bir espasta mekan ışık nesne kavramları bağlantısını
siyah-beyaz, açık koyu kontrastlarla vermeye çalışırken,
açık-koyunun yarattığı gerilimden de yararlanmaktadır.
Geometrik kurgusal koyu alanlar içine mekanik nesneleri
yerleştirmekte ve bu nesnelerin ışıklığı parlaklığı
geometrik kurguya bağlı hareketlerin tekrarı ile bütünlük
sağlamaktadır. Yatay ve dikey yönlenmeler ve ritmik
düzenlenmiş nesnelerle kompozisyonlar oluşturmaktadır. Son
çalışmalarda renge daha fazla yer vermekte ve bazı organik
nesneler motif olarak geometrik öğelerin yanında doku
örgüleri olarak kendilerini göstermektedir. (>>>
kitaptaki resim "Bileşim")
|
GENÇ SANATÇILAR SERGİSİ
Abdülkadir Günyaz
Etibank Sanat Galerisi
Katalogu, Mayıs 1993 istanbul
Grafik öğelere
yakınlık gösteren şematik, çizgici bir tavır sergilerken
kendine özgü bir resim dili oluşturma çabasını sürdürüyor.
|
MEKTUPLAR
düşünceler>>>>>
|
|