BELGELiK
agaçları
|
KİM DEMİŞ AĞAÇLAR OKUMA-YAZMA BİLMEZ DİYE
Belki Bir Gün Nobel Ödülü Bile Alabilirler
Prof.Dr. Tuncay Neyişçi
Akdeniz Üniversitesi
|
Ana
Sayfa + ders
BELGELiGi +
site haritası
|
Yanan Ağaçlar mı, Ciğerlerimiz
mi?
Bu yıl Ağustos ayı ortalarında
peş peşe çıkan orman yangınları dikkatleri yeniden ormanlara
ve ağaçlara çevirdi. Gazete manşetlerinden haber
başlıklarına sıklıkla kullanılan bir deyim vardı,
“ciğerlerimiz yandı”. Ağaç yada ormanın soluduğumuz ve
yaşamsal olarak bağımlı olduğumuz oksijen ile olan
ilişkisini özetleyen bu deyim aslında son on yıllarda
yaşanan köklü değişimleri de dile getiriyor. Çok değil 25-30
yıl önce ağaç yada ormanı beşiğimizin, sıramızın yada
kitabımızın ham maddesini oluşturan bir mal gibi görüyorduk.
Bugün ise ağaç oksijenimizi sağlayan, topraklarımızı koruyan
yaşamsal bir kaynak olarak algılanıyor. Ancak; orman
yangınlarının tamamına yakın (%95-98) bir bölümünün insan
kaynaklı bir nedene bağlı olarak çıktığını duymak yada
okumak bu görüşü henüz anlamlı bir davranış biçimine
dönüştüremediğimizi, bir başka ifade ile, kendi boğazımızı
kendi ellerimizle sıkmakta olduğumuzu belgelemiyor mu?.
Ciğerlerimizin yandığını ileri sürenler bu gerçeği
unutmamalı, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine
getirmelidir.
Sıklıkla karşı karşıya
geldiğimiz bir ormancılık sloganı “Ormanı Sevgi Korur”
diyor. Acaba doğru mu? Yada ne denli doğru? Bilmediğimiz,
tanımadığımız şeyleri sevmemiz mümkün mü? Bilgiye, tanımaya
dayanmayan, kökünde bilgi ve tanıma olmayan sevgi koruduğu
kadar bozabilir de. Gerçek sevgi bilgiye, tanımaya dayanır,
dayanmalıdır. Ormanları, yangın dahil, tüm olumsuzluklardan
korumanın ilk adımı onları oluşturan ağaçları bilmekten,
tanımaktan geçer. Bu yazı ağaçları bilmenize, tanımanıza
yardımcı olarak ciğerlerimizin yanmaması konusunda daha
etkin çaba göstermenize, sorumluluk yüklenmenize katkıda
bulunabilmek amacıyla kaleme alındı. 1980 yılında, orman
yangınlarıyla ilgili bir araştırma için kestiğim 126
yaşındaki kızılçam ağacından aldığım şu kesit, dilinden
anlayıp, okumasını bilene orman yangınlarına ilişkin çok
önemli bilgileri kayıt altına almıştır. Bu şifreyi çözme,
ağaçların ne denli güçlü yazar yada bilim adamı olduklarını
belgeleme işini sonraya bırakarak, ağaçlar konusunda merak
uyandırma denemesine girişelim.
Ağaçlar Neden Yürümez.
Ağaçlar yada daha genel bir
ifade ile bitkiler neden hareket etmezler? Bu soru hemen
hepimizin aklını kurcalamıştır. Ağaçlar dahil tüm bitkiler
toprak ve atmosferden aldıkları maddeleri güneş enerjisi ile
işleyerek besin maddesine dönüştürebilirler. Ne güneş
enerjisine ne suya ve ne de besin maddelerine ulaşmak için
hareket etmek zorunda olmadıklarından hareket etmelerine de
gerek yoktur. Kökleriyle topraktaki su ve besin maddelerine,
yapraklarıyla atmosferdeki güneş enerjisi ve CO2’ye
kolaylıkla ulaşabilirler. Bir tavşan yada tilki ile meşe
ağacı arasındaki en önemli fark bu olgudan
kaynaklanmaktadır. Yaşamını sürdürebilmek için tavşanın
havucu, tilkinin tavşanı arayıp bulma zorunluluğu bu
canlıların hareket yeteneği geliştirmelerine neden
olmuştur. Yanlış anlaşılmasın, hayvanlar ayakları olduğu
için yürümüyorlar, yürümek, hareket etme zorunda oluşları
ayakların ortaya çıkmasına (evrim yoluyla) neden olmuştur.
Yaşamını sürdürebilmek için
tavşan havucun, tilki tavşanın yaşamına son vermek yani onu
yemek zorundadır. Havuç ise yaşamını sürdürmek için bir
başka cana kıymak zorunda değildir. Ağaçlar yada daha geniş
bir ifade ile bitkiler dünyamızın başka yaşamları yok
etmeden yaşamlarını sürdürebilen yegane canlılarıdır.
Ağaçların Gözü Var mıdır?
Diğer canlılarla ağaçlar, yani
bitkiler arasında sözü edilebilecek en büyük farklılıklardan
biri ile ilgili bir başka önemli soru, tavşanın havuca yada
tilkinin tavşana ulaşabilmesi için ayakların yeterli olup
olamayacağıdır. Hem tavşanın hem de tilkinin ayaklara olduğu
kadar göze de ihtiyacı vardır. Ağaçlar hareket etmedikleri
için göze de ihtiyaç duymazlar.
Bilindiği gibi, bitkiler
klorofil yardımıyla fotosentez olarak adlandırılan bir
işlemle topraktan aldıkları su ve besin maddeleri ile
atmosferden aldıkları CO2’yi güneş enerjisinden
yararlanarak glikoza yani otoburdan etobura tüm canlılara
hayat veren besin maddelerine dönüştürürler. Yaprağa yeşil
rengini veren ve güneş ışığına duyarlı klorofil bitkiler ve
hayvanlar için gerekli olan besin maddesini üretir.
Hayvanlar, üretilmiş bu besin maddelerine yine güneş ışığına
duyarlı gözlerini kullanarak ulaşırlar. Dikkatli okuyucular
yaprak ile göz arasındaki ortak paydayı fark etmişlerdir.
Güneş ışığına duyarlı ve beşlenme ile ilgili olmak. Işığa
duyarlı klorofil göze giden uzun evrim yolunun ilk yapı
taşını oluşturur. Bir başka ifade ile, gözümüz organik bir
yapı olarak, klorofilden başlayarak yaklaşık üç milyar
yıllık bir evrim yolunu kat etmek zorunda kalmıştır.
Bitkiler kendileri göremeseler de göze giden evrim yolunun
ilk taşını koymuşlardır.
Üç Milyar Yıl Öncesinin Hava
Kirliliği
Bugünkü durumlarına bakarak
bitkileri masum canlılar olarak tanımlamak yanıltıcı
olabilir. Bitkiler, bir anlamda, tarihin en eski
soykırımcıları olarak da görülebilir. Bilim, bundan yaklaşık
üç milyar yıl öncesine, klorofilli, fotosentez yapabilen
mavi-yeşil algler sahne alıncaya kadar, atmosferde hiç
oksijen olmağını söylüyor. Mavi-yeşil alglerin milyarlarca
yıl sabır ve inatla atmosferimize pompaladığı oksijen
bize yaşamı armağan ederken, ancak oksijensiz ortamda
yaşayabilen anaerob canlıların nerede ise tümüyle ortadan
kalkmasına yol açıyor. Bugün dünyamızın bu ilk canlılarına
ansak çok sınırlı oksijensiz ortamlarda rastlayabiliyoruz.
Bizim için temiz havanın işareti olan bol oksijenin
anaerobik canlılar için soykırıma yol açan bir kirletici
etkisi yapmış olması üzerinde düşünülmesi ve dersler
çıkarılması gereken bir konu.
En … Canlılar
Moda olan ve yazılı basında
sıklıkla yüz yüze geldiğimiz bir soruyu biz de soralım.
Dünyanın en yaşlı, en uzun boylu, en ağır canlıları
hangileridir? Tahmin edilebileceği gibi bu soruların
hepsinin cevabı ağaçtır.
Dünyanın halen yaşamını
sürdürmekte olan en yaşlı canlı varlığı bir çam ağacıdır.
Amerika’daki bu çam ağacı İsa’dan 2600 yıl önce kahve
çekirdeği büyüklüğündeki bir tohumun çimlenmesi sonucu
yaşamına başlamıştır. Bu kısa boylu çam ağacı bugünlerde
4600 kusuruncu yaş gününü kutlama hazırlıkları yapmakla
meşgul. Dünyamızın yaşayan en boylu ağaçlarının boyu 112
metreyi buluyor. Yine Amerika Birleşik devletlerinde bulunan
bu sekoya ağaçlarının boyu 35 katlı bir gökdelenin
yüksekliğine eşittir. Bu dev ağaçların Çapları iki gidiş ve
iki gelişli bir karayolu genişliğine eşdeğerdir (10 m).
Avustralya’da kesilen bir okaliptüs ağacının boyu 140 metre
olarak ölçülmüştür. Aynı zamanda dünyanın en ağır canlısı da
olan dev sekoya ağaçları bilinen en ağır hayvanlardan biri
olan mavi balinaların (yaklaşık 50 Ton) 20 tanesinin toplam
ağılığına eşittir (yaklaşık 1000 ton).
Ağaçlar ve bitkiler dünyası,
meraklısına buna benzer ilginç özellik ve hikayeler
anlatmaya hazırdır. Bir merak kıvılcımı bu kapının açılması
ve soluk kesici serüvenin başlaması için yeterlidir.
Ciğerlerimizin yanmasını engelleyecek büyük sır bu kapının
ardındadır. Açın ve girin!
Şimdi bu sırra ulaşmanıza
yardımcı olacak konuya girebiliriz.
Kim demiş Ağaçlar Okuma Yazma
Bilmez!
Bizimki gibi belirgin
mevsimleri olan coğrafyalarda ağaçların birbiri içine geçmiş
koyu ve açık renkli halkalar oluşturarak büyüdüklerini
hemen hepimiz biliriz. Şaşmaz bir biçimde bir ağaç
ilkbaharda açık, sonbaharda koyu renkli bir halka üretir.
İlkbahar halkası açık renklidir çünkü bu mevsimde su ve
besin maddeleri göreli olarak boldur. Sonuçta büyüme hızlı
olduğundan renk açık olur. Sonbaharda su ve besin maddeleri
kıtlaştığından büyüme yavaşlarken renk de koyulaşır. İşte
size ağaç alfabesinin ilk iki harfi yada kelimesi; her yıl
oluşan halkaları sayarak bir ağacın yaşını bulabiliriz. Yada
ağaçlar yaşlarını iç içe geçmiş yıllık halkalar biçiminde
ifade ederler.
Bu kızılçam kesitindeki yıllık
halkaları sayarak bu ağacın yaşını bulabiliriz. Bir koyu ve
bir açık renkli halka çiftinin bir yıla denk geldiğini
unutmayınız. Halkaları bize bu ağacın 126 yaşında olduğunu
söylüyor. Ben ağacı 1980 yılının son baharında, bilimsel bir
araştırma için kesmiş olduğumdan en dışta , kabuğun hemen
altındaki halka 1980 yılına aittir. Buradan geriye doğru
giderek her halkanın ait olduğu yılı kolaylıkla bulabilir ve
bu ağacın doğum tarihinin 1854 yılının ilk bahar ayları
olduğunu anlayabilirim.
Kesitin üst tarafında görünen
yaralı kısımlar arka arkaya çıkmış orman yangınları
tarafından oluşturulmuş. Bunu yara yılının halkasında
gözlenen kömürleşmelerden anlıyoruz. Yıllık halkaları
sayarak bu yangınların hangi yıllarda çıkmış olduklarını
bulmam hiç de zor değil, 1874, 1902, 1910, 1921, 1948. Bu
saptamalar, henüz orman yangınlarına ilişkin kayıtların
tutulmadığı yıllara ait yangın bilgileri üretmemize
yardımcı olduğu gibi, ortalama yanma sıklıklarını belirleme,
başka ağaçların kesitlerini yani kayıtlarını da inceleyerek
her bir yangının büyüklüğünü, kapladığı alanın sınırlarını,
yangının ekosistem üzerindeki etkilerini, vb. pek çok
bilgiye ulaşmamıza da yardımcı olur.
Antalya Doyran yöresinde 2700
hektarlık kızılçam ormanlarından alınan 49 kesit üzerindeki
toplam 219 yangın izi incelenerek her bir yangının
haritasını çizmeye ve bu ormanlarda yangın konusunun
anlaşılmasına ve gerekli önlemlerin alınmasına yardımcı olan
çok değerli bilgiler üretilmiştir. Bu bilgilerin tümüne
ağaçlar tarafından yıllık halkalar üzerine yazılmış
(kaydedilmiş) veriler kullanılarak ulaşılmıştır.
İkinci kesit 146 yaşındaki bir
sedir ağacına aittir ve dilinden anlayana çok ilginç
hikayeler anlatmaktadır. Merkez çevresindeki yıllık
halkaların simetrik ve dar oluşu bu ağacın ilk 36 yılını
annesinin koltuğu altında geçirmiş olduğunu söylüyor. Kesim
yada başka bir nedenle annenin himayesi (gölgesi) ortadan
kalkınca, daha fazla ışığa kavuşan ağacımız daha hızlı
büyüme şansını elde ediyor. Ancak bu kez bir baka sorun
ortaya çıkıyor. Rüzgar. Ana himayesinin yokluğunda ağacımız
dik kalabilmek için rüzgar almayan tarafında, destek
oluşturmak için daha geniş yıllık halkalar oluşturmak
zorunda kalıyor. Resmin altından üstüne doğru esen hakim ve
sert rüzgar ağacımızı kesildiği güne, 37. yaşından 146.
yaşına kadar etkiliyor. Eksantrik (bir yönde dar diğer yönde
geniş) yıllık halkalar bize ağacımızın bulunduğu yerdeki
hakim rüzgar yönünü de söylüyor.
Sedir ağacımız 76 yaşına
geldiğinde 2-3 yıl süren bir hastalık geçiriyor. Bu yıllara
ait yıllık halkaların dar oluşu bu hastalığı kayıt altına
almış. 96. yaşla birlikte başlayan 6-7 dar yıllık halka
grubu ise uzun sürmüş bir kurak dönem yaşanmış olduğunu
belgeliyor.
Görüldüğü gibi, kelimeleri,
dilbilgisi kuralları bilindiği sürece ağaçların çok iyi ve
hassas okur-yazarlar oldukları anlaşılmaktadır. Nasıl
yabancı bir dili öğrenmeden o dili konuşan insanlarla
iletişim kurmamız çok zor ve sınırlı oluyorsa, dilini
öğrenmeden ağaçlarla da konuşup anlaşmamız mümkün değildir.
Bu dili öğrendiğimiz ve bu dilin kullanımında
etkinleştiğimizde, Nobel Ödülü kazanmaya değer sayısız
hikaye ve romanla karşılaşmamız büyük olasılıktır. Doğa
kütüphanesi keşfedilmeyi bekleyen bu tür eserlerle dolu.
Farkında olmasak da bu aslında
bu aşina olduğumuz bir dil. Yaprakları pörsümüş bir bitkinin
susadığını, yaprakları sararmış bir ağacın sonbaharın
geldiğini fısıldadığının farkındaysak, bu dile aşinayız
demektir. Yapmamız gereken bu seslere kulak vermek, onları
anlamaya çalışmaktır. Ancak o zaman ağacı ve ormanı
gerçekten tanır, ciğerlerimizi yakan feryatlarını duyabilir
ve onların alevlere kurban edilmemesi için aktif sorumluluk
alabiliriz.
Bir başka açıdan, bilim doğanın, tıpkı farklı
kültürlerin farklı alfabelerle yaptığı gibi, farklı
formlarda kayda aldıklarını keşfetme, anlama yada daha doğru
bir deyimle bizim alfabelerimize tercüme etme uğraşı değil
mi? Nobel Ödülleri aslında bu alanda, doğanın tuttuğu
kayıtları çözümleyip tercüme edenlere verilmiyor mu?
|
----- Original
Message ----
From: Tuncay Neyisci <tneyisci@akdeniz.edu.tr>
To: aoztopcu@yahoo.com
Sent: Wednesday, March 28, 2007 5:07:15 PM
Subject: Re: AGAC konulu yaziniz hk.
sayın
öztopçu.
kuşkusuz kullanabilirsiniz. yazının bir kopyası
ilişiktedir.
sevgi ve saygı ile
tuncay neyişçi
|
|