Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü
Resim Anasanat Dalı / dB çalışma alanı

SSA Resim Dersi
ÇALIŞMA RAPORU

Ana Sayfa + Belgelik Sergileri  + H62 Yayınları

 

 

İhsan OTURMAK
2010-2011 Dönemi
SSA Resim Dersi 3. sınıf Fotoğraf grubu


ÖNSÖZ

 

             Bu raporda dile getirdiğim her kelime benim 2009 yılından beri yaptığım çalışmaların genel bir değerlendirmesidir. İki yıl kadar bir sürede yapmış olduğum bu çalışmalar; benim geçmişte ne yaptığımdan çok gelecekte yapacaklarımın bir göstergesidir.

             Buradaki çalışmaların her biri kendi içinde ayrı bir olguyu barındırırken tüm çalışmalar çoğu yönüyle ortak bir düşünceyi savunmaktadır. Ve bu düşünce oluşturulurken çalışmaların hiçbirinin birbirlerinden bağımsız hareket etmemesi sağlanmaya çalışılmıştır. Bu hareketler: hem desensel, hem renk, hem de düşünce anlamındadır. Tabi ki bu hareket ve düşünce şeması tek başına oluşturulmuş bir sistem değildir. Gerek arkadaşlarımızla içinde bulunduğumuz atölye ortamı, onlarla yaptığımız tartışmalar; gerekse Avni hocamızın yönlendirişi, olaylara bakış açımızı özgünleştirmesi ve yaptığımız çalışmalar üstünde düşünce üretmemizi sağlaması, bu sistemin bir parçası oldu. Bu açıdan baktığımda 2010-2011 yılına kadar geçen bu sürenin beni olgunlaştırdığını ve zenginleştirdiğini düşünüyorum.

İhsan OTURMAK
Haziran 2011

 

GİRİŞ

 

             Resme başladığım ilk günden bu güne kadar kendime resim namına sorduğum bir şey var: ’ Ben bunu ne için yapıyorum? ’ .  Bu sorunun, resmin başında gelmesini ısrarla istememe rağmen nedense bu soruyu resmin ortasında ya da sonunda kendime sorarken buluveriyorum. Bu soru hep aynı yerde olur. Ancak bunu neden başa alamadığıma bir türlü cevap bulamam. Bir insan neden kendini yönlendirme konusunda bu kadar sıkıntı çeker anlamıyorum. Kendimize laf geçirmek bu kadar zor mu? Acaba   biz gerçekten kendimizle konuşamıyor muyuz? ,Bazen düşünüyorum da ; insanlar, resmin kendi içindeki sistemine dalıp düşüncelerini göz ardı mı ediyor? Renkler, desen, hareket ve kompozisyonların o katı ilişkisi bizim düşünce üretmemizi mi engelliyor? Kendimizden ödün mü veriyoruz. Biz matematiğe , kimyaya, fiziğe çok mu meraklıyız. Bu bilimlerin resimde illa da olması mı gerekiyor. Sanatı şekil bakımından matematik kurallara sığdırmaya çalışmak, dehaların özgürlük ve yaratıcılıklarına bazı kısır engeller getirir diye bir söz söylendiğini hatırlıyorum Kübistler için. kübistler düşüncelerini bu sistematik kuralara sığdırmak zorunda mıydılar? Gerçekten renklerin psikofizik etkisini göz ardı mı ettiler?. Ya da Van GOGH  gibi bu psikofizik etkiyi kullansaydılar çok mu şey değişecekti.  Resmin bizim düşüncelerimizi aktaran bir araç olması gerekirken neden bu türlü sıkıntılar yaşıyoruz. Laibnez ’in bir sözü vardır. Der ki: ‘Bütün sanatçılar eserlerinin kusurlarını söyleyebilirler ancak bunun nedenini asla fark edemezler. Bu nedenle sanat eseri hakında verilen yargılar zihinden ziyade hayali ilgilerdir.’ İnsan düşünmeden geçemiyor. Acaba   olmayan şeyler üstünden hesaplar mı yapıyoruz? Yokluğa mı konuşuyoruz? Düşünsenize! söylediğiniz her şey , aslında hiçbir şey.bu biraz da birlerin bile olmadığı sıfırlar arasında varlığı aramak gibi bir şey. Sonunun böyle olmasını istemeyen insanların başında gelen biri olarak görebilirsiniz beni. İşte bu tür sıkıntıları yaşamış biri olarak bu sorunları çok şeyle ilişkilendirdim. Doğamızda var olan o sayısal verilere meraklı kişiliğimizle bunu bazen ayrıntılı hesaplar içermeyen  eskizlerle ilişkilendiriyorum. Ancak sene başında yaptığım eskizler de bana  resim içindeki ilişkilerle ilgili bilgiler vermiştir, benim soruyu başa almama yardım ettiği söylenemez. Bunun yanında aslında eskizsiz de resme başlamıyorum. Bazen bunu küçük kağıtlara geçirerek bazen de tuval üstünde deneyler yaparak bir hazırlık evresi yaşıyorum. bunlar eskiz sayılmazlar mı? Diye çok düşünüyorum…


 

 

    
 

 
   
 

     
  
 

 

 

AÇIKLAMA

 

          8 numaralı atölye çalışmalarımın başlangıcı portrelerle olmuştur. Bu portreler benim atölyemi sevmemde de çok etkili olmuştur. Peki bu sevgi nasıl başladı? Öncelikle hepimizin resimde olmazsa olmazlarından dediğimiz resim elemanlarımız vardır. Kimi insanlar objelerden, kimileri renk ve çizgi ilişkilerinden, kimileri mekanlardan ve kimileri ise figürlerden yararlanarak bu özelliklerini bize gösterirler.Çünkü insanların kendilerini rahat ifade edebilecekleri, onların duygularını bize taşıyacakları bir elemana ihtiyaçları vardır.İşte benim figürü kullanma amacımda tam bu noktada devreye giriyor.Her insanın resim yaparken karşısındaki birine söylemek istedikleri birşeyler vardır.Bunları hangi yolu denerse denesin, hangi elemanı şeçerse seçsin bunu bir şekilde insanlara ulaştırmak zorundadır.bu olayı leke, çizgi, renk, valör ve ya başka bir yolla denersiniz. Denersiniz ama iletme mecburiyetiniz vardır. Kant der ki:’ sadece çizgiden ibaret olan resimler özgürdür ve sınırsızdır. Tıpkı doğada özgür uçuşan kuşlar gibi.’  Bir çizgi ,bir renk ve ya bir leke insana bir şey söylemeseydi, o zaman Kant’ın söylediği bu sözler kulağa böyle şiirsel gelirmiydi. Bir sanatçı elemanlarla bir şey söyleyebilmelidir. Eğer bunu başaramıyorsa yolunu değiştirmeli ya da yürüdüğü yola bir çekidüzen vermelidir. Çünkü elemanların bize söylemeye çalıştığı şeyler vardır. Onlar tuvaldeki yerlerinde anlamsız anlamsız durmuyorlardır. İnanınki onlar çok duygulular ve en az sizin onları düşündüğünüz kadar onlar da sizi düşünüyorlardır. İşte bu noktada ben portrelerin kendilerini daha anlaşılır kıldığının farkına vardım. Evet bir objeninde bize söyledikleri şeyler vardır.Bir tencere ,bir bıçak ve ya bir dolap bize çok şeyler söylüyor olabilir. Ancak bir portrenin gözündeki yaşlar kadar etkili açık ve net değildir.Onun kağıt üstündeki duruşu kadar estetik ve olağan olamayabilir.işte bu sebeplerden dolayı bende ayrı bir portre hazzı doğdu. Bu haz benim kendimi farklı bir gözle görmemden mi geliyordu? Bu portreler sayesinde kendime dışardan bakma imkanı mı bulmuştum. Kendinize farklı bir açıdan bakmak! Böyle sihirli bir şey olabilir mi ? teknolojiyle asla elde edemeyeceğiniz bir şey.

 



  

 

 Üsteki üç  portre de  her türlü altyapısını kurduktan sonra renklendirdiğim çalışmalardır.Tabi renklendirilen çalışmalar;siyah beyaz dengeler kadar kolay olmuyor çünkü artan her ilişki beraberinde düzelmeyi bekleyen  sorunlar getiriyor. Eğer bu sorunlar halledilirse renkliler, siyah beyaz dengelerden daha etkili ve anlaşılır olur. Ancak bu ilişkiler halledilemezse sizi sorunun başına götürür ve başta yapmak istediğinizin çok altına düşersiniz. İşte bu sorunlarla karşılaşmamak için resmin içinde var olması gereken renk, çizgi, kompozisyon, hareket ve yön gibi elemanları çok iyi çözümlemeniz gerekir .Bu elemanlar da ;çok ayrıntılı araştırma ve deneyler isteyen uzun bir süreç.
 

  

  

 

Yumurta ve mutfak kompozisyonlarım, bu ilişkileri güçlendirmek için yapılan çalışmalardır. Bir çalışma yapılacaksa eğer; öncelikle bilinmesi gereken şeyler vardır. Bunların en başını desenin öğeleri alır. Desenin öğeleri; inşaata başlayan bir mühendisin temeli bilmesi gibi bir şey. Bunlardan bağımsız bir resim kesinlikle düşünülemez. Bu resmin içindeki nesne sayısıyla ilişkisiz bir şeydir. Çünkü bazen öyle zamanlar olur ki tek nesneyle hem kompozisyonu, hem hareket ve yönü ,hem de orantıları dengelemek zorunda kalırsınız. Bu dengeleme zorunluluğu insanları en küçük hesaplar yapmaya iter. İşte bu küçük hesaplar insanları resim yaparken duyarlaştırır ve bu duyarlılıkla siz her şeyin olması gereken yerde olmasını istersiniz. Benim yumurta ve mutfak çalışmalarım, bana böyle bir duyarlılık zemini hazırladı. yumurtaların olması gereken yeri düşünüyorum, tencerenin olması gereken yeri, bardağın kitabın ve diğer tüm nesnelerin .  artık hiçbir şey rastlantısal bırakılamazdı .Ve her şeyin bir dengesi vardı. Bu dengeler hem bu resimde kendi içinde çoğu sorunu çözecekti ,hem de başka çalışmalarımın özellikle portrelerimin daha da güçlenmesini sağlayacaktı.

 

 

KURGUDAN DÜŞÜNCEYE GEÇİŞ DÖNEMİM


    

Uzun bir süre renk, kompozisyon ve hareketler üstünde çalıştıktan sonra (yumurta ve mutfak) tekrar bir portre dönemi yaşadım ama bu dönüşüm ilk baştaki gibi otoportreler değildi.artık yaptığım portreler başkalarının portreleriydi.Ve bu kendi portrelerimi çizmekten daha karmaşıktı. Ben çoğu yönümü iyi bilmeme rağmen , birçok yönümü tam anlamıyla çözümleyemiyorum.Ve bunları resme aktarırken sorunlar yaşıyordum.peki ben kendimi tuvale aktardığım dönemde  bu kadar sorun yaşayan biri olarak , hiç tanımadığım insanların ifadelerini düşüncelerini tuvale nasıl aktaracaktım. ‘bir düşünün!’ tuvalinize aktaracağınız insan başka bir dünyadan gelmiyor. Yani sizinle aynı yerde yaşıyor. Evet sizden  düşünce anlamında çok farklılıkları olabilir ama sizden aşırı uçta farklı değil. Sizinle aynı yemeği yiyor. Sizinle konuşabiliyor ve söylediklerinizi anlayabiliyor. Bu özellikler bir insanı anlamak için yeterli olabilir. Belki tam anlamıyla değil ama anlaşılır. İşte bu ‘aynı dünyada yaşıyoruz’ düşüncesi bu dönemde yavaş yavaş aklımı kemirmeye başladı artık insanlara farklı bir şekilde bakmaya başlamıştım. Eskisi gibi insanların birbirlerinden çok farklı olduğunu düşünmüyordum.ve hepsini aynıymış gibi görüyordum.bu belki yanlış bir şey ancak  kendimi, İnsanların çok zayıf ve tek tip olarak görmekten alıkoyamıyordum.bunun nasıl aklıma girdiğni bilmiyorum ancak tanımadığım insanları bu kadar kolay görebilmem aktarabilmem bana bundan başka söyleyecek söz bırakmıyordu. Bundan dolayı artık kendime şunu söylemeye başladım ‘Evet birbirimizden farklılıklarımız çok azdı.
 

 

Biz neyiz peki ! tek başımıza yaptığımız bir şey yok mu ? bizi biz yapan değerlere sahip değil miyiz. Topluluk içinde tekliğimizi kayıp mı ediyorduk. Yok gerçekten dünyalıyız demek artık yetiyor bize. Bizim farklılıklara ihtiyacımız yok. Biz bununla yetinecek kadar zavallıyız. Hiçbir şeyin fazlasını istemiyoruz. Sınırlı mavi bir dünyamız var bizim.  Tek olduğumuzu gösteren tek şey, o yuvarlak top. Biz sadece onun içinde kıvranıp duruyoruz sade ve yalın bir şekilde
 

 

Bizim söyleyecek hiçbir şeyimiz yok kendimizi hep yargılanıyormuşuz gibi hissediyoruz. Yargılanırken bile kendimize bakıp kendimizi göremeyecek kadar da kör ve sadeyiz.

 

 

Dünyadaki tüm insanları bir araya getirip tek düşüncede toplamaya çalışsanız. Bunu yapmakta inanın hiç zorlanmazsınız. Benim bahsettiğim bu düşüce ırksal bir düşüce ya da kişinin zevkleriyle ilgili bir düşünce değil. Benim bahsettiğim bu düşünce insanı mekanikleşmeye aynı yöne baktırmaya zorlayan bir düşünce. Bizi, kendimizi düşünmekten alıkoyan bir düşünce.

 

 

Bizler her zaman gelebildiğimiz yere kadar öylece gelip birilerinin bizlere bir şeyler söylemesini bekleriz . Evet biriktirdiğimiz bazı bilgilerimiz var.  Sahibinin başkası olduğu bilgiler. Hani çok şey öğrenmişiz ya, hani çok şey biliyoruz ya! Bu bekleyiş tarafımız oradan geliyor her halde.

 

 

Öylece durup birilerini bir şeyler söylemesini bekleriz. Ne olacak bizim halimiz?

Aslında bazen böyle karamsar olmamam gerektiği hakkında kendimi düşünmeye çok sevk ettim ve olaya farklı bir yönden bakmaya kendimi çok zorladım. Çoğu kez de şöyle düşündüm ; Belki insanların varoluşlarının gereği olarak sınırlılardı ve bunun sonucunda karşıdan gelen olaylar karşısında kendilerini koruyamadıkları için her önüne gelen dışsal olaylara maruz kalıyorlardı. Acaba Aristonu dedığı gibi insan yanlızca doğaya ayna mı tutuyor? Bu aynaların yansımaları fazla mı çarptı ki birbirine? Hepimiz elimizde aynı aynayı tutar olduk.

Bizler birbirimize çok benzemeye başladık. Sonuçta tüm insanların iki kulağı, iki eli ,gözü ve ayakları gibi organları var. İnsanlar bu organların tamam olduğunu hissederler. Ancak sahip oldukları çok sınırlıdır. Sadece dünyada yaşamalarına yarıyordur bu organlar. Bir tavuğu düşünün elleri yok ama bunun eksikliğini hissetmiyor. belki daha önce onlara bir el verilseydi. Şu anda olmayan o elin eksikliğini hissedebilirlerdi. ama şimdilik hallerinden çok memnunlar tıpkı insanlar gibi

 

 

 

 

 

 

Bizler bir yere gidiyormuşuz gibi davranıyoruz. Ancak  bizim gidecek hiçbir yerimiz yok. O masmavi olan dünya içinde toplumsal bir tekleşmeye mahkumuz ve bizim bizden başka  birçok birimiz var. Ama bir, biz bir olamadık. Biz sokakta evde otobüste kantinde ve sınıfta birbirimiz gibi davranmayı seviyoruz. Çünkü bu durum bizden az soru az düşünce istiyor.