GEZGiNLER kolu

2004-2005 Dönemi Gezileri

Ana Sayfa +ders BELGELiGi + Kapsama Alanı + Künye


                    
Adres: Büyükada – İstanbul
Gezi Süres: 10 saat
Katılım: 25 Kişi

Sorumlular:
Zahide ÇANAKLI
A. Ercan DOLGUN
Faruk ÇANKAYA
 
Tarihçe: İstanbul Adalarının tarihine ait Bizans öncesinden pek az 
bilgi vardır.  Bunlar Thimkus Artemiones gibi antik çağ yazarlarının 
eserlerinde bulunur. Batı kaynaklarında Adalar, sayısız trajedilerin yaşandığı 
yerlerdir. Bizans tarihçileri bu manastırlardan ancak 8.yy dan itibaren 
söz etmeye başlarlar. Latinler İstanbul’a geldikleri zaman ( 1204 ), 
Venedik dükü Dandola, Latinleri Adaları yağma etmeye kışkırttı. Ancak, Latinler 
Adalara saldırmadılar. Adalar, 1302’de Eğriboz ve Girit korsanlarının 
saldırısına uğradı. Türkler’in Adalara gelişleri, Bizans İmparatoru 
Manuel Paleologos dönemine rastlar. 1412’de Musa Çelebi ile İmparator Manuel 
arasında Yassıada yakınlarında yapılan deniz savaşı, Adaları etkiledi. 
İstanbul’un fethinden yaklaşık bir buçuk ay önce, Fatih Sultan 
Mehmet’in kenti kuşatması sırasında, 17 Nisan 1453’de Baltaoğlu Süleyman Bey, 
Adaları ele geçirdi. Gustav Schlumberger, Adaların trajik tarihini, doğal 
güzelliği bakımından eş tuttuğu Capri’nin tarihine benzetir. Reşat Ekrem Koçu’nun 
Adaların trajik tarihini yorumlayışı ilginç ve çarpıcıdır. “Adalar, 
pitoresk bir tabiat yapısı ile zengin tarih haralarına sahiptir. Her adımda 
yirmi asırlık bir tarihin izine rastlanır. Çam ormanlarıyla örtülmüş 
tepeleri, türlü kır çiçekleri bezenmiş vadileri, Marmara dalgalarının çırpındığı 
kıyıları, bir zamanlar buralarda taç ve tahtından mahrum edilmiş 
imparatorların işkenceler, mahrumiyetler altında ve korkunç bir sefalet 
içinde inleyip mahvolduklarına inandıramaz.” Adalar, Osmanlı 
İmparatorluğu döneminde 19. Yüzyıl ortalarına kadar kendi haline terk edilmiş, 1839 
Tanzimat Fermanı ile yabancılara mülk edinme olanağı tanıyan yasal 
düzenleme sonunda hızla gelişme sürecine girmiştir. İlk kez Fransızlar Adaları 
sayfiye yeri olarak seçmişler, Türklerin yerleşmesi daha sonra gerçekleşmiştir. 
Adalar’ın giderek önem kazanmasına neden olan bir diğer gelişme, 
Adalar’la İstanbul ve Kadıköy arasında 1846’dan itibaren düzenli vapur 
seferlerinin başlatılması olmuştur. İstanbul’un zenginleri, azınlıklar ve yabancı 
uyruklular bu gelişme sürecinde Adaları bir sayfiye yeri haline 
getirmişlerdir. Bu gelişme sonunda İstanbul’da kurulan ilk üç belediye 
dairesinden biri, Yedinci Daire diye anılan Adalar Belediyesi  
olmuştur. ( 1861 ) Heybeliada’da bugün mevcut olan Özel Rum Erkek Lisesi ise; 1913 
yılında çıkarılan ‘Tedrisatı iptidaiye’ kanununda, özel okulların 
durumu ile ilgilidir. 1915 te yayımlanan Mekatibi Hususiye Talimatnamesiyle özel 
okulların statüsü açıklığa kavuşturuldu. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan 
Antlaşmasının 40. Ve 41. Maddelerinde azınlıklara tanınan kültür ve 
eğitim hakları ile yabancı ve özel okullar çalışmalarını sürdürmektedirler.
        1906 yılında kurulmuş olan İngiliz “Prinkipo Yacht Clup”, 
Cumhuriyet’ten sonra “Büyükada Yat Kulübü TAŞ.” Ne geçmiştir. 1937 yılında ise 
“Anadolu Kulübü” ne devredilerek Atatürk’ün direktifi üzerine 1926’da kurulan ve 
önce Ankara’da faaliyete başlayan Anadolu Kulübü’nün şubesi olarak faaliyete 
başlamıştır. Adaları,İstanbul’un diğer ilçelerinden ayıran temel 
özelliği, bunların tümü ile kara bağlantısı olmaması, yazlık bir sayfiye 
yerleşimi oluşudur. Zengin doğal güzelliğiyle Marmara’nın incisi ve İstanbul’un 
doğal  akciğerleri olan ADALAR’ın, İstanbul’un bir sayfiye, dinlence ve 
eğlence yeri oluşu, 20. Yy’ın başından sonradır. Prens Adaları adı ile de 
bilinen İstanbul Adaları Marmara denizinde, şehre bir saat kadar yakınlıkta 9 
adadır.  Haliç girişi ve Kabataş iskelelerinden kalkan vapur veya deniz 
otobüsleri dört adaya muntazam seferler yaparlar. Bizans devrinde 
manastırların kurulduğu Adalar saray mensuplarına yazlık veya sürgün 
yeri olmuş; Heybelideki bakır madenleri de kullanılmıştı. Yine bu adada 
Bizans’ın son yapısı, Meryem’e ithaf edilmiş küçük kilise, Deniz Lisesi üst 
binası avlusunda bulunur.!9 yy Başlarında servis giren buharlı vapurlar ile 
Adlara ulaşım kolaylaşmış, okullar ve oteller de inşa edilince nüfus artışı 
başlamıştı. Büyükçe olan, yan, yana sıralı dört ada yazlık evler, 
villalar,çamlık korularla kaplı olup plaj ve piknik yöreleri ile 
ünlüdürler. Mayıs ayından Eylül sonuna kadar kalabalıklaşan adalar diğer zamanlarda 
tenhadır.
 
        Yerleşim bölgelerinin iskelelere yakın çevrelerde, şehre bakan yönde 
geliştiği, tepeleri çamlıklarla örtülü ada yollarının tek vasıtası 
faytonlardır. Mevsim boyu, bilhassa tatil günlerinde koylar ve plajlar 
özel yat ve motorların, yelkenli teknelerin çekici duraklarıdır. Şehirden 
gelen deniz vasıtalarından ilk görülen konik siluetli Hayırsız Ada ve İkinci 
Yassı Ada da yerleşim yoktur. İlk durak Kınalı Adanın etrafı açık plaj olup 
arkasındaki koy ile meşhurdur. Burada yük arabaları dışında faytonlar 
çalışmazlar. Sahildeki modern küçük camii, eski, güzel konakları dikkat  
çeken yerlerdir. Kınalıdan sonra kayalık sahilleri ile Burgaz adası yer 
alır. Her adada bulunan Yelken ve Su Sporları kulüplerinin ilki ve 
meşhuru buradadır. Roman yazarı Sait Faik Abasıyanık adada yaşarken yaşadığı ev 
müzeye çevrilmiş ve uğrağı, gün batımı ile şöhretli Kalpazan Kaya 
mahalli meşhur bir kafe olmuştur.Heybeli yönünde, şeklinden dolayı 
adlandırılmış, özel Kaşık Adası yer alır. Heybeli Ada ikiz tepeleri arasında Deniz 
lisesi üst binası bulunurken öndeki diğer tepe üzerinde, çamlık içerisinde 
halen öğrenim yapılmayan Rum Ruhban Okulu ilk görülen büyük yapılardır. Ada 
iskelesi yanında Deniz Lisesi sahil boyu uzanır. Lokanta ve çayhaneler 
diğer yöndedir. Yerleşim alanlarının arka cephesinde çok güzel bir koy ile, 
Kaşık Adasına bakan tarafta halk plajı ve Deniz kulübü tesisleri ile 
arkasında meşhur Değirmen Burnu piknik alanı bulunur. Tepeleri çevreleyen 
yollarda, çamların içerisinde güzel ve manzaralı yürüyüş güzergahları adayı 
dolanır. Ada okullar ve sanatoryum tesislerinden dolayı kış aylarında da 
nispeten hareketlidir. Yıl boyu açık Halkı Palas Oteli 19 yy. ortalarında beri 
servis vermektedir. 1995 yılında yenilenmiş ve tüm modern imkanlara 
kavuşturulmuştur. Takım Adaların en büyüğü ve meşhuru Büyük Adadır. 
Fayton turu ile etrafı iki saate yakın bir sürede dolaşılabilir. Ancak bir 
saate dolaşılan yarım tur daha enteresandır. Halk plajlarından Heybeli Ada 
yönündeki Yörük Ali Plajı şahane bir koyda bulunmaktadır. Yanı 
başındaki Dil burnu mesire alanı ile tercih edilen güzel bir yerdir. İskele civarı 
kalabalık yerleşim bölgesinin aksine adanın güney tarafı ıssızdır. 
Buralardaki koylar teknelerin ziyaret yerleridir. Adanın üst 
sırtlarında harap halde bulunan 19 yy. eski oteli, belki dünyadaki en büyük ahşap 
yapı, ihya edileceği zamanın özlemi ile ayakta durmaya çabalamaktadır. Büyük 
Ada iskele civarı lokantaları, çayhaneleri ve dükkanları ile renkli ve 
hareketlidir. Yaz aylarında servis veren 4 oteli vardır. Güzel evler, 
bakımlı bahçeler eşsiz manzaralar Adaları gezenlerde unutulmaz anılar 
bırakır. Sonraki Sedef adası, sakinlerinin dışında gelenlere, plajı ile 
açıktır.
 
Adalar nüfusu;19. Yüzyıl ortalarından beri artış göstermiştir. 1840 
yılında Adalar nüfusu 1816 iken 1865 yılında 6000’e ulaşmıştır. Adalardaki 
nüfus, değişik zamanlarda yapılan sayımlara göre şöyledir:
1927 - 11691 1950 - 15405, 1960 - 19834, 1970 - 17600, 1980 - 18232
Adalar, özellikle yazları yoğun bir iç turizm hareketine sahne olmakta 
, bu nedenle de nüfus yaz mevsiminde önemli artış göstermektedir. Nüfus 
yazın, kış mevsimine göre 10 katına yakın artmakta , hafta sonlarındaki artış, 
bunu da geçmektedir. Evler, daha çok yazlık (ikinci ev) olarak 
kullanılmaktadır.Yerleşik nüfusun bir bölümü İstanbul’da çalışmakta ve
vapurla günübirliğine kente gidip gelmektedir.
 
Gezi Gözlenmesi: 9:20 vapuru ile  Kadıköy’den Büyük Ada’ya doğru yola 
çıktık. Yaklaşık bir buçuk saat sürecek olan yolculuğumuz keyifli 
sohbetler ve nefis bir günle renklendi. Deniz ve güneş daha cömertti ve gün çok 
güzel başladı. Adaya ayak  bastığımızda adanın tarihi dokusu tüm ihtişamıyla 
bizi selamlıyordu. Dar sokaklarda biraz yürüdükten sonra tarihi Hamidiye 
Camisine ulaştık. Osmanlı mimarisini adalara taşıyan Hamidiye Camisini gezdik 
adanın fayton sesleriyle titreyen sokaklarında yürüyüşümüz devam etti. 
Ayayorgi kilisesine doğru tırmanışa çıktık. Uzun ve yorucu bir yolculuğun 
sonunda Kiliseye ulaştık. Adanın büyüleyici dokusunu kayıtlara döktük. Desen 
çizip, şiir yazdık. Şarkılar ve kahkahalarla dolu piknikte biraz dinlendik. 
Dönüş yoluna çıkmadan bisiklet turuna çıktık. Gezdik, çizdik, öğrendik ve 
yorulduk. Adaları fethettik yurda döndük.
Rapor: Zahide ÇANAKLI (ders BELGELİĞİ gezginler kolu çalışma grubu)

 

 
Adres: Böğümceköyü– Beykoz İstanbul
Gezi Süresi: 9 saat
Katılım: 20 Kişi
Sorumlular:
Zahide ÇANAKLI
A. Ercan DOLGUN
Faruk ÇANKAYA
 
Tarihçe : Cam ve cam eşyalarının tarihi, uygarlık tarihi kadar eskidir. 
Cam İslam mimarlığına "revzen" denilen alçı pencerelerle girmiş, kandil, 
bardak sürahi ve tabak gibi günlük eşyalarda geniş ölçüde kullanılmıştır. Cam 
işleri, XII. yüzyıl sonlarında "Memluk" ve "Eyyubi" dönemlerinde en 
parlak düzeye ulaşmıştır. "Selçuklu" ve "Artuklu" dönemlerinde ise, “şemsiye” 
denilen bombeli camlar üretilmiştir. Selçuklulardaki cam işlerinin son 
derece gelişmiş olduğu-az sayıda da olsa-kalan örneklerden 
anlaşılmaktadır. Konya  Beyşehir Gölü kıyısında I. Alaaddini Keykubat’ın yaptırdığı 
"Kubadabad Sarayı" kazılarında mavi, yeşil, kahverengi, mor, sarı 
renkli yuvarlak veya bombeli pencere camları, renkli kadehler, şişe ve 
tabaklar bulunmuştur. Bu örneklerden Selçukluların cam işlerini hem elde, hem de 
çarkta yaptıkları anlaşılmaktadır. Oyma, kesme ve perdahlama 
teknikleriyle, camlara desen vermişlerdir. Osmanlılar döneminde ise, yeni usluplar 
geliştirilerek, cam işçiliği büyük ilerleme göstermiştir. İstanbul 
Bostancı Ocağı’nın bir kolu olarak Camcılar Ocağı kurulmuştur. Camcı esnafı 
Osmanlılar döneminde sağlam bir örgütlenmeye sahipti. "Camgeran" 
denilen camcı ve şişeci esnafının diğer loncalardaki gibi nazır, kethüda, 
nakib, çavuş, yiğitbaşı, duacı ve sahib-i karhane denilen atölyeleri olan 
ustaları vardı. Bunlar üretim kalitesini ve fiatları kontrol ederler, belli 
koşullara uymayan üretimler, nazır tarafından kırılarak işleyen ustalar 
cezalandırılırdı. Cam takan, cam satan esnaf ise, doğrudan 
"mimarbaşıya" bağlı blunuyordu. Cam atölyeleri Eğrikapı’da "Tekfur Sarayı" çevresinde 
toplanmıştı. Bakırköy "Baruthane-i Amire” çevresinde ise, parlatma 
atölyeleri, camhane, güherçile kazan ve ocakları bulunuyordu. Kanuni 
Sutan Süleyman Han’ın "Rodos Seferi" sırasında, Osmanlılar camdan yapılmış 
humbaralar kullanmıştır. III. Murat Han’ın oğlu  Şehsade Mehmet’in 
sünnet düğününü anlatan Surname-i Hümayun’daki minyatürlerde çeşitli sanat 
kollarını temsil eden loncaların Sultanahmet Meydanı’ndaki geçidinde 
camcı esnafına da yer verilmişti. Türk mimarlığında camın geniş uygulama 
alanı bulduğu revzenler, hem alçı, hem cam sanatı açısından büyük önem 
taşırlar. Başta "Topkapı Sarayı" , "Süleymaniye" , "Mihrimah" , "Rüstem Paşa" ve 
"Sultan Ahmet" gibi büyük camilerde. XVIII. yüzyılda "Mehmet Dede" 
adında bir Mevlevi dervişi, İtalya’ya giderek cam işçiliği üzerinde 
çalıştıktan sonra, İstanbul Beykoz’da kurduğu cam atölyesinde ürettiği “Beykoz İşi" 
diye adlandırılan ve ışığa tutulduğu zaman kırmızı rengi yansıtan billur 
kase, sahan, bardak, kupa, şişe, laledan ve gülabdanlar büyük ün salmıştır. 
1848’de Sutan Abdülmecit Han’ın emriyle Paşabahçe’de büyük bir atölye 
kurulmuştur. Çubuklu’da da “çeşm-i bülbül” denilen cam eşyalar 
üretilmiştir. Çeşm-i bülbüller bir şerit cam, bir şerit seramik esaslı maddenin düşük 
sıcaklıktaki fırınlarda uzun süre bırakılarak kaynaştırılmasından elde 
edilmiştir. Geniş şeritleri, Türk zevkine uygun  biçimleri ve kendine 
özgü özellikleriyle Avrupa’da üretilen benzerlerinden ayrılırlar.
 
Gezi Gözlenmesi: 8:30 Kadıköy ve Beykoz grubu Paşabahçe Gümüşsuyu 
İ.E.T.T otobüsleri durağında toplandı. 135 numaralı otobüsle uzun bir 
yolculuğun sonunda cam ocaklarına ulaşıldı.
Daha kapıdan girişte camın büyüsü kendini hissettiriyordu. Özenle 
tasarlanmış modern bir tesis ve hayal gücüne teslim olmuş cam bizi çok 
etkiledi. Rehber eşliğinde ustaların üfleme gösterilerini seyrettikten 
sonra füzyon çalışması için atölyeye girdik. Öyle yemeğimizi dinlendirici 
Riva deresi kıyısında kurbağa sesleri eşliğinde yedik. Tesis öğrencilere 
birçok imkan sunuyor. Havuz, tenis kordu, yemekhane, atölyeler ve yabancı 
öğrencilerin konaklanması için yurtlar bulunuyor.
Kumun cama dönüştüğü, camın renklerle hayat bulduğu bu eşsiz ocaktan 
17: de ayrıldık. Ocağın önünden 135 nolu İ.E.T.T. otobüsüyle şehre döndük. 
Sanatın şeffaf halini de gördük, döndük.
Rapor: Zahide ÇANAKLI (ders BELGELİĞİ gezginler kolu çalışma grubu)