mayıs 2000 sayı:8

Ana Sayfa + Kapsama AlanıKünye

KUNDUZ

  

alışkanlık (Os.Ådet, Meleke; Fr. Habitude, İng. Habit) Edinilmiş tutum.
Alışkanlık, canlı bir varlığın yinelenen bir etkiyle edindiği tutum’dur.
Ruhbilimsel alışkanlığın da kendine özgü üç özelliği vardır. Duyarlılığı güçsüzleştirir, çabayı azaltarak edimi hızlandırır, anlağı ve iradeyi güçlendirir... Acemilik çağındaki duyarlığını korumak isteyen ressam Duffy’nin, sağ eli alıştığı için, sol eliyle resim yapmak istemesi bu yüzdendir.
... alışmadan doğan tepki göstermeme edilgin ve alışmadan doğan tepki etkin alışkanlıktır.
Orhan Hançerlioğlu (Felsefe Ansiklopedisi)

alışma (Os. Temrin, İdman; Fr. Exercice, Al. Übung, İng. Exercise) Bir şeyi daha iyi yapabilmek için yinelemeli çalışma... Alışkanlık sağlamak için yapılır.
Alışma sınırı aşılırsa yinelemeler yararsız olur, hatta kolaylaşma ya da öğrenme süreci tersine dönüşebilir. Bu yüzden her türlü alışmalarda dinlenme aralıkları şarttır.
O. Hançerlioğlu

...Psişik hayatımızda da tasavvurlarımız ve davranışlarımız arasında, sırf alışkanlığa dayanan, zaman geçtikçe sıklaşan bağlar kurulur. Böylece insan ihtiyarlığında alışkanlıklarının esiri olur. Max Scheler (İnsanın Kosmostaki Yeri)

görenek (Os. Ådet, Teamül; İng. Custom, Usage) Görgülere dayanılarak alışagelen... Alışkanlık, töre ve gelenek deyimlerinden ayrılmalıdır. Türkçemizdeki “biz babalarımızdan böyle gördük” deyişi göreneğin halk dilinde dilegetirilişidir. Geleneğe göre daha güçsüz, modaya göre daha dayanıklıdır. Bir süre sonra yitip gidebileceği gibi zamanla gelenekleşebilir. O. Hançerlioğlu

gelenek (Os. An’ane, Nakil, Rivâyet, Taklit, Haber, Sünne; Fr. İng. Tradition) Bir toplumun üyelerini birbirine bağlayan, geçmişten gelerek kökleşmiş alışkanlıklar...

Dinsel açıdan gelenek, toplumda, büyüsel ve dinsel birçok törelerin sürüpgitmesini sağlar. Bu bakımdan gelişmeyi engelleyicidir ve yeniliklere karşıdır. Bundan ötürü gelenekçilik bir çeşit tutuculuktur. Katolik inançlarına göre de gelenek, kutsal kitabı tamamlar. Kaldı ki hemen bütün büyük dinler gelenekleri zorunlu olarak içermişlerdir. Birçok dinlerin tutunup yayılmasına engel olacak güçte gelenekler vardır. Örneğin İslamlık, eski Arap geleneklerinin çoğunu bu zorunluk yüzünden özümsemiştir. Gelenekler, çoğunlukla, inanç ürünüdürler ve tartışmasız benimsenirler. O. Hançerlioğlu

töre (Os. Örf ve âdet, Ahlâk ve tebâyi, Ahlâk, Ådet; İng. Customs, Mores, Manners) Gelenek, görenek ve törebilim kurallarının tümü... O. Hançerlioğlu

Hayvanlarda sürü, öncünün yaptıklarını “öğrenir” ve bunu gelecek nesillere iletebilir. Gelenek sayesinde belli bir ölçüde ilerleme de mümkündür. Fakat insanda her halis gelişme, öz bakımından, geleneğin çoğalan bir ayıklamasına dayanır. Bir defa olup bitmiş, bir defa yaşanmış hatıraların bilerek hatırlanması; bir bütün olan geçmiş içinde bir  yığın hatırlama akt’ının benzerliklerinin hiç durmadan yoklanması, (bu belki de sadece insana hastır) geleneğin yıkılmasını hatta gerçek ölümünü meydana getirir. Çünkü gelenekle gelen şeyler, bize daima bir “şimdi” olarak verilirler; onların doğdukları tarih belli değildir. Bizim şimdimizdeki hareketlerimize, doğdukları zaman bilinip, bizim için obje haline gelmeden tesir ederler. Geleneklerde geçmiş bilinmez; onun telkin edici bir tesiri vardır. Max Scheler

...geçmiş de birtakım yüksek değerler ortaya koymuştur. Bunları bilmek benliğimizi genişletebilir, bunları sevmek yaratıcılığın sırlarını bize sezdirebilir, bütün bunlar da ileriyi biçimlendirme gücümüze hız kazandırabilir. Geçmişle ilginin bu şekli hayatımız için yararlıdır. Ancak, bunun tersini yapar da geçmişi putlaştırırsak, onun gölgesine sığınıp bilinmeyen ileriye doğru sokulma cesaretini kendimizde bulamazsak, insanlığımızı sakatlamış, soysuzlaştırmış oluruz. Macit Gökberk (Değişen Dünya Değişen Dil)

Gelenek, dinden farklı olarak, belli bir inanç ve uygulama manzumesine değil, bu inanç ve uygulamaların, özellikle zamanla ilişkili olarak, düzenlenme biçimine işaret eder. Gelenek (uzam içindeki eylemler içinde doğrudan içerimleri olan), zamansallığı yapılandırmanın ayrı bir tarzını yansıtır...

... Gelenek rutindir. Ancak, yalnızca öylesine sürdürülen boş bir alışkanlık olmasından çok, asli olarak anlamlı olan bir rutindir. Zaman ve uzam, modernliğin gelişmesiyle içeriksizleşen boyutlar değildirler; bunlar, yaşanan etkinliklerin doğası içinde bağlamsal olarak vardırlar. Rutin etkinliklerin anlamları, geleneğe özgü genel bir saygı hatta huşu duygusunda ve geleneğin ritüelle olan bağlantısında yatar. Ritüelin genellikle zorlayıcı bir yönü da var, ama aynı zamanda, çok rahatlatıcı bir şeydir de; çünkü belli bir pratikler kümesine bir ayin niteliği katar. Özetle gelenek, güveni, geçmiş, şimdi ve geleceğin sürekliliği içinde sürdürdüğü ve bu tür bir güveni rutinleşmiş toplumsal uygulamalara bağladığı sürece, ontolojik güvenliğe temel bir biçimde katkıda bulunur.
Anthony Giddens (Modernliğin Sonuçları)

Geleneksel toplumlarda bireyler normal olarak aile, yerel topluluk ve ait oldukları işlevsel grupla ilişki içindedirler. Onlar başkalarına, kişisel güvenliklerine destek olan tanışıklıkların kapsamına dayalı dar bir görüş açısından bakarlar. Başka görüşlerin varlığını görme ya da birşeyler yapmanın değişik yollarını değerlendirme yetenekleri pek az olduğundan, onlar yabancı kişi ve adetlerin hepsine düşman gözüyle bakarlar. Ayrıca, geleneksel toplumların bireylerinde kendi statülerini değiştirme beklentileri pek azdır ve onlar çağlık toplumsal düzenin göksel (ilahi) olduğuna, değiştirilemeyeceğine inanırlar. Açıkcası bütün çağlarda çok gezip deneyimler edinmiş bilge kişiler yaşamış ve aynı zamanda belli bir ölçüde yenilik ve sosyal değişme de olagelmiş ve çeşitli türden ayaklanma ve göçler de huzursuzluğun varlığına tanıklık etmiştir. Bununla birlikte göreli bir bakış açısından, geleneksel toplumlar durağan, kapalı ve durgundurlar. C.E. Black (Çağdaşlaşmanın İtici Güçleri)

Çoğu insan dünya görüşlerini dinsel veya herhangi başka bir gelenek yoluyla edinirler. Oysa felsefi bir dünya görüşünü amaçlayan kimse, kendi aklına dayanma cesaretini göstermelidir. Max Scheler (Felsefi Dünya Görüşü, 1928)

Osmanlı Rejiminin en önemli yanı dinsellikten çok gelenekselliktir. Niyazi Berkes (Türkiye’de Çağdaşlaşma)

Dışardan bir korkusu olmadığı yükselme çağında Osmanlılar, batıdan kültür aktarmaları yaparken hiç çekinme göstermemişlerdir. Halil İnalcık (Osmanlı İmparatorluğu-Toplum ve Ekonomi)

...Tarihsizlik, şarklının yapıp-ettiklerinden birbirine zıt gibi görünen, aslında aynı kaynaktan gelen iki şekilde ortaya çıkar : Donmuş gelenekçilik ve kontinuite’den (süreklilikten) mahrum olma. Bu yüzdendir ki şarkta yapılan-edilenin bir kontinuite’si yoktur. Şarklı yapıp-ettiklerinde dünle hesaplaşmadığı, yarını hesaba katmadığı için, o, devam fikrinden yoksundur; onun kontinuite hakkında bir duygusu yoktur. Onun yapıp-ettikleri bir yaz-boz tahtasına benzer... Yapılan tecrübeler kıymetlendirilmez; bunun için de yapılan hata, hata olarak kalır; yapılan hatadan ders almak diye bir şey olmadığı gibi, positiv bir başlangıcın da az sonra kökü kazınır; ancak yapılan hatalara yenileri katılır.

Şarktaki tarihsizlik her alanda kendisini gösterir; ilim de bunun dışında kalmaz. ...herkes kendisi ile başlıyor, ötekileri yok sayıyor...

Şarkın ilim alanında kökünü tarihsizlikte bulan ve tarihsizliği besleyen kötü gelenekleri vardır: Şarklı kaynak vermekten korkar; çünkü o, araştırmanın emek ve zahmetine katlanarak bir neticeye varmak yerine, daima hazıra konmak ister;bu da ancak başkalarının fikirlerini kendi fikirleriymiş gibi göstermekle sağlanabilir...

... Şarklı sadece bir merakın peşindedir; burada ilmi bir gaye yoktur;..

Böylece şarkta değişiklik ve kesintiye uğrama yalnız ilimde, felsefede değil, onun müesseselerinde de kendisini gösterir.

Tarihi bir varlık olan insan daima dünün başarılarıyla, görüşleriyle hesaplaşmak zorundadır; çünkü ilim, felsefe, kurumlar ancak böyle ilerleyebilirler; bu da insanın yaptıkları-ettikleri arasında bir kontinuite kurmasıyla gerçekleşebilir. Halbuki şarklının kontinuite kurmağa, yapılan-edileni devam ettirmeğe tahammülü yoktur. O daima değişiklik ister. Takiyettin Mengüşoğlu (Felsefe Arkivi, 1968)