CHOMSKY İLE MÜKALAT
Radyo B92, Belgrad 17
Eylül 2001
Sizce bu saldırılar
neden oldu?
Bu soruyu cevaplayabilmek için
önce cinayetleri kimin işlediğini tespit etmek zorundayız.
Anlaşılır bir şekilde, bu saldırıların kaynağının
Ortadoğu Bölgesi olduğu, saldırıların muhtemelen Usame
Bin Laden'in şebekesine, yani yaygın ve karmaşık bir örgütlenmeye
uzandığı genel kabul görüyor. Bu şekilde ilhamını şüphesiz
Bin Laden'den alıyor ama, eylemlerini onun denetimi altında
gerçekleştirdiği kesin değil. Gelin, bunun doğru olduğunu
kabul edelim. O zaman sorunuzun cevabına dönersek, aklıbaşında
bir insan Bin Laden'in görüşlerini ve bütün bölgede
sahip olduğu geniş taraftar deposunun haleti ruhiyesini değerlendirmeye
çalışacaktır. Bütün bunlar hakkında geniş bilgiye
sahip durumdayız. Son derece güvenilir Ortadoğu uzmanları
geçen yıllar boyunca Bin Laden'le çok etraflı röportajlar
yapmışlardır. Özellikle bütün bölge hakkında
derinlemesine bilgi ve onyıllardır doğrudan tecrübesi
olan ve bölgenin önde gelen muhabiri Robert Fisk (Londra,
Independent gazetesi) bunların başında gelir. Suudi
Arabistanlı bir dolar milyoneri olan Bin Laden, Rusları
Afganistan'dan püskürtme savaşı sırasında bir islam
militanı haline geldi. Bin Laden, Ruslara maksimum zarar
vermek amacını güden CIA ve Pakistan istihbaratı tarafından
görevlendirilen, silahlandırılan ve finanse edilen pek çok
köktendinci ve aşırı kişiden biriydi. CIA ve müttefiklerinin
bu çabaları, birçok analizcinin şüphelendiği gibi, büyük
ihtimalle Rusların Afganistan'dan çekilmesini geciktirdi.
Bu çalışmalar sırasında Bin Laden'in CIA ile doğrudan
temas halinde bulunup bulunmadığı kesin bilinmiyor ve ayrıca
bunun özel bir önemi de yok. CIA, hiç de şaşırtıcı
olmayan bir şekilde, seferber edebileceği en fanatik ve
zalim savaşçıları tercih etti. Bütün bunların nihai
sonucu da, "ılımlı bir rejimin yıkılıp, Amerikalıların
pervasızca finanse ettiği gruplar arasından fanatik bir
rejimin yaratılması" oldu. (London Times'in bölge
uzmanı olan bir diğer muhabiri Simon Jenkins.) Çoğu, Bin
Laden gibi Afgan olmayan ama "Afgani" diye adlandırılan
bu kişiler, Rusya-Afganistan sınırının iki tarafında
da terör operasyonları yürüttüler, ama bu operasyonları
Rusya'nın çekilmesinden sonra kestiler. Onların savaşı,
nefret ettikleri Rusya'yı değil, Rus istilâsını ve
Rusya'nın Müslümanlara karşı işledikleri suçları
hedef alıyordu.
Ne var ki, "Afgani"
faaliyetlerini sona erdirmediler. Balkan Savaşlarında
Bosnalı Müslüman güçlere katıldılar; ABD buna itiraz
etmedi, tıpkı İranlıların onlara verdiği destek gibi,
buna da göz yumdu; bunun çok karmaşık nedenleri var ve
burada bunlara girmeyelim. Sadece, şunu not etmekle
yetinelim ki, Bosnalıların acı kaderi bu nedenlerin başında
gelmiyordu. "Afganiler" şimdi Çeçenistan'da
Ruslarla da savaşıyorlar ve, Moskova'da olsun, Rus
topraklarının başka kesimlerinde olsun, terör saldırıları
düzenliyor olmaları çok muhtemeldir. Bin Laden ve "Afganileri"nin
1990'da ABD aleyhine dönmeleri, ABD'nin Suudi Arabistan'da
sürekli üs kurması üzerine oldu. Bin Laden'in açısından
bu, Rusların Afganistan'ı işgaline tekabül ediyordu, ama
Suudi Arabistan'ın mukaddes yerlerin koruyucusu olmak gibi
çok özel statüsünden dolayı bu olay ötekinden çok
daha önemliydi.
Bin Laden ayrıca, bölgedeki
yolsuzluğa batmış ve baskıcı rejimlerin tümüne de
temelden muhalif, çünkü hepsini "İslamiyet dışı"
olarak görüyor. Bunların arasında Suudi Arabistan, yani
Taliban dışında dünyadaki en aşırı İslami köktendinci
rejim olan ve kuruluşundan beri ABD'nin yakın müttefiki
olan Suudi Arabistan da var. Bin Laden, bu rejimleri
desteklediği için ABD'den nefret ediyor. Ayrıca, bölgedeki
diğerleri gibi o da, İsrail'in şimdi 35. yılına girmiş
bulunan zalim işgaline karşı da büyük bir öfke
duyuyor. Bütün o cinayetlere, yıllar yılı süren ağır
ve yıkıcı kuşatmaya, Filistinlilerin gündelik hayatta
maruz bırakıldıkları aşağılanmaya, işgal altındaki
toprakların Güney Afrika'daki Bantustanlar gibi kantonlara
ayrılması ve kaynaklara el konması için düzenlenmiş
yerleşimlerin durmadan yayılmasına, Cenevre Sözleşmelerinin
ağır şekilde çiğnenmesine ve -bunlardan birinci
derecede sorumlu olan ABD dışında dünyanın büyük bölümünde
suç olarak kabul edilen bütün öteki eylemlere karşı öfke
ve infial duyuyor. Ve, ötekiler gibi o da Washington'ın bu
suçlara kararlı bir destek vermesini Irak sivil toplumuna
karşı ABD ile Britanya'nın on yıldır yürüttüğü
tasallut-saldırı eylemleri ile karşılaştırıyor. Bu
saldırılar ki, toplumu mahvettiği gibi yüzbinlerce kişinin
ölümüne yol açmış, ayrıca Saddam Hüseyin'i de güçlendirmiştir.
O Saddam Hüseyin ki, Kürtlerin gazla öldürülmesi de
dahil olmak üzere tüm feci eylemlerini işlediği sırada,
ABD ile Britanya onun sonuna kadar can dostu ve müttefiki
idi. Olguları Batılılar unutmayı tercih etseler de bölge
halkları bütün bunları gayet iyi hatırlıyor. Bu
duygular son derece yaygın bir şekilde paylaşılmaktadır.
Wall Street Journal gazetesi 14 Eylül sayısında, Körfez
bölgelerindeki zengin ve ayrıcalıklı Müslümanlar (ABD
ile sıkı bağları olan bankerler, serbest meslek
sahipleri, işadamları) arasında yapılmış bir kamuoyu
araştırması yayımladı. Bu insanlar da hemen hemen aynı
duygu ve düşünceleri dile getiriyordu: ABD'nin İsrail'in
işlediği suçları desteklemesine diplomatik bir çözüm
için uluslararası görüş birliğine varılmasının yıllar
yılı önünü tıkamasına, ve bu sırada Irak sivil
toplumunun mahvedilmesine, tüm bölgede sert, baskıcı
anti demokratik rejimlere arka çıkmasına, "baskıcı
rejimlere payanda olmak suretiyle" ekonomik gelişmenin
önüne set çekmesine duydukları tepkiyi dile
getiriyorlardı. Derin bir sefalet ve baskı altında
inleyen büyük halk çoğunluğu arasında, benzeri duygu
ve düşünceler çok daha köklü ve işte bunlar intihar
saldırılarına yol açan öfke ve umutsuzluğun kaynağıdır-
gerçek olgularla ilgilenenlerin ortak olarak kavradığı
şey budur.
ABD ve Batı dünyasının
çoğunluğu daha rahatlatıcı bir hikâye duymayı tercih
eder. New York Times'ın 16 Eylül tarihli sayısındaki ana
yorum yazısında bu eylemi gerçekleştirenlerin "Batı'da
baştaçı edilen özgürlük, hoşgörü, refah, dini çoğulculuk
ve genel oy hakkı gibi değerlere karşı duyulan
nefret" ile hareket ettikleri yazılıyordu. ABD'nin
eylemleri konu dışıdır, bu yüzden değinilmeye bile değmezler.
(Serge Schmemann'ın yazısı). Bu amaca uygun bir tablodur
ve buradaki genel duruş da entelektüel tarihte hiç de
yabancı olduğumuz bir şey değildir; aslında, genel
kabul gören norm'lara yakındır. Bildiğimiz herşeyden
farklıdır, ama kendine methiye düzmenin ve kuvvete kayıtsız
şartsız destek vermenin bütün erdemlerini de içerir.
Ayrıca, Bin Laden'in ve
onun gibilerin "Müslüman devletlere büyük bir saldırı"
olsun diye dua ettikleri ve bu sayede "fanatiklerin
onun davasına koşacakları" da yaygın kabul gören
bir görüştür. (Jenkins ve pek çok başkası bunu hep
yazıyorlar). Bu da çok aşina olduğumuz bir görüş. Tırmanan
şiddet çevrimi, her iki taraftaki en haşin ve zalim
unsurlar tarafından da tipik bir biçimde sevinçle karşılanır.
Bir tek örnek vermek gerekirse, Balkanların yakın
tarihinde açıkça ortaya çıkan bir gerçekliktir bu.
Bu saldırıların
ABD iç politikası ve Amerika'ın kendini algılaması açısından
nasıl sonuçları olacak?
ABD politikası daha şimdiden
resmen açıklandı zaten. Dünyaya "çırılçıplak
bir seçme" hakkı tanınıyor: Ya bizimle birlik
olursun ya da belirli bir ölüm ve yokoluş olasılığı
ile karşı karşıya kalırsın. Kongre, Başkanın saldırılarla
ilgili olduğuna karar verdiği tüm bireylere ya da ülkelere
karşı kuvvet kullanma yetkisi verdi ki bu, tüm
destekleyenlerin bile aşırı-suç olduğunu kabul ettiği
bir doktrindir. Söylediğimi kolaylıkla ispat edebiliriz.
Şunu sorun yeter: ABD, Uluslararası Adalet Divanı'nın
Nikaragua'ya karşı "yasa dışı kuvvet
kullanma"sını yasaklayan kararını tanımayıp
reddettikten ve bütün devletleri uluslararası hukuka
uymaya çağıran Güvenlik Konseyi kararını veto ettikten
sonra Nikaragua bu doktrini benimsemiş olsaydı, aynı
insanlar nasıl tepki gösterirlerdi acaba? Üstelik,
oradaki terör saldırısı, bu yapılan katliamdan çok
daha ağır ve yıkıcıydı.
Bu meselelerin burada,
Amerika'da nasıl algılandığı konusuna gelince, bu çok
daha karmaşık bir iş. Şunu akılda tutmamız gerekir ki
medya ve entelektüel elitlerin genellikle kendi özel gündemleri
vardır. Dahası, bu sorunun cevabı, önemli ölçüde, bir
karar meselesi: Birçok başka vak'ada olduğu gibi,
yeterince gayret ve enerji harcanırsa, fanatizmi, kör
nefreti ve otoriteye körükörüne bağlılığı tersine
çevirmek mümkündür. Hepimiz bunun böyle olduğunu gayet
iyi biliyoruz.
ABD'nin dünyanın
geri kalanına karşı politikasını derinlemesine değiştirmesini
bekliyor musunuz?
İlk tepki, terör saldırısına
destek zeminini sağlayan öfke ve infiale yol açan
politikaların daha da yoğunlaştırılması yolunda, yönetimin
en şahin unsurlarının gündemini daha da yoğun bir şekilde
izlemek yolunda bir çağrı oldu: Askerileştirmenin arttırılması,
içte hizaya getirip denetim altına alma, sosyal
programlara saldırılması. Beklenebilecek tek şey de
budur. Bir kez daha, terör saldırıları ve bunların
genellikle doğurduğu şiddet sarmalındaki tırmanış,
otoriteyi ve toplumun en haşin ve baskıcı unsurlarının
prestijini güçlendiriyor. Oysa, bu sürece girmenin hiç
de kaçınılmaz bir yanı yoktur.
İlk şokun ardından,
ABD'nin cevabının ne olacağı yolunda bir korku sardı
ortalığı. Siz de korkuyor musunuz?
Muhtemel tepkiden aklıbaşında
herkesin korkması gerekir. Yani, zaten açıklanmış olan
ve muhtemelen Bin Laden'in dualarının kabulü demek olan
tepkiden. Bu tepki büyük bir olasılıkla şiddet sarmalını,
herkesin bildiği şekilde, ama bu durumda çok daha büyük
bir ölçekte tırmandıracaktır.
ABD, daha şimdiden
Pakistan'dan yiyecek desteğini ve öteki destekleri
kesmesini talep etmiş durumda. Oysa, bu destekler
Afganistan'ın açlıktan kırılan halkının hiç olmazsa
bir kısmını hayatta tutuyor. Eğer ABD'nin bu talebi
yerine getirilirse, terorizmle uzaktan yakından hiçbir
ilgisi olmayan sayısız insan ölecek -muhtemelen
milyonlarcası. Tekrarlayayım isterseniz: ABD,
Pakistan'dan, kendileri de zaten Taliban'ın kurbanı olan
milyonlarca insanı öldürmesini talep ediyor. Bunun öç
almakla bile en ufak alâkası yok. İntikamdan bile çok
daha düşük bir ahlâki düzeyde bu talep. Olayın önemini
daha da artıran şey, bunun öyle satır arasında söyleniyor
olması. Hiçbir yorum filân da eklenmeden. Büyük olasılıkla
farkedilmeyecek dahi. Bu talebe gösterilecek tepkiyi gözlemek
suretiyle, Batı'da hakim entelektüel kültürün ahlâk düzeyi
hakkında çok şey öğrenebiliriz. Şundan makûl ölçüde
emin olabiliriz ki, eğer Amerikan toplumu, kendi adına
neler yapıldığı hakkında en ufak bir fikre sahip olsaydı,
dehşetten donakalırdı. Tarihteki örnekleri arayıp
bulmak öğretici olurdu.
Pakistan bu talebi ve
ABD'nin diğer isteklerini kabul etmezse, kendisi de doğrudan
bir saldırıya uğrayabilir pekâlâ -ve bunun sonuçları
kestirilemez. Pakistan ABD taleplerine boyun eğdiği
takdirde, oradaki hükûmetin tıpkı Taliban benzeri
kuvvetler tarafından alaşağı edilmesi düşünülemeyecek
bir olasılık değildir- yalnız, bu durumda yeni yönetimin
elinde nükleer silahlar da olacaktır. Bununsa, petrol üreten
ülkeler de dahil olmak üzere bütün bölgede bir etkisi
olacaktır. Bu noktada, insan toplumunun büyük bir bölümünü
yok edecek bir savaş olasılığından bahsediyoruz.
Böyle olasılıkları
kovalamaktan vazgeçsek dahi, muhtemel olan şu ki,
Afganlara yapılacak bir saldırı, birçok yorumcunun
beklediği etkiyi yaratacaktır zaten: Çok büyük sayıda
başka insanı Bin Laden'in saflarına çekecektir bu. Tam
da kendisinin umduğu gibi. Bin Laden öldürülse bile,
hemen hiçbir şey farketmeyecektir. Sesi, İslam dünyasının
dört bir yanında zaten dağıtılan kasetlerde duyulmaya
devam edecektir ve Bin Laden muhtemelen bir şehit muamelesi
görecek, başkalarına ilham kaynağı olacaktır. Şunu akılda
tutmakta yarar var: Tek bir intihar saldırısı, yani bir
Amerikan üssüne sürülen bir kamyon, dünyanın en büyük
askeri gücünü 20 yıl önce Lübnan'dan püskürtmeye
yetmişti. Bu tür saldırılarda bulunmak için sonsuz fırsat
var. Ve, intihar saldırılarını önlemek son derece zor
bir iş.
"Dünya 11 Eylül
2001'den sonra bir daha eskisi gibi olmayacak". Siz de
böyle mi düşünüyorsunuz?
Salı günkü dehşet
verici saldırılar dünya siyasetinde oldukça yeni bir
olguyu meydana getiriyor. Yenilik, bu saldırıların ölçeğinde
ya da niteliğinde değil, hedeflerinde. ABD için bu, 1812
Savaşı'ndan bu yana kendi ulusal toprağında değil saldırıya,
bir tehdide bile maruz kalmasının ilk örneği. Daha önce
ABD'nin kolonileri saldırıya uğramıştı, ama ulusal
toprağı asla uğramamıştı. Bütün bu yıllar boyunca
ABD yerli nüfusu neredeyse tümüyle ortadan kaldırdı,
Meksika'nın yarısını fethetti, çevre bölgelere şiddet
kullanarak müdahale etti, Hawaii ve Filipinler'i fethetti
(ve bu arada yüzbinlerce Filipinoyu katletti), ve özellikle
geçen yarım yüzyıl boyunca da kuvvete başvurma yöntemini
dünyanın büyük bir bölümünde yaygınlaştırdı.
Kurbanların sayısı muazzamdır. Ve şimdi, ilk kez,
topların namlusu öbür yana döndü. Aynı şey Avrupa için
de geçerli, hem daha dramatik bir biçimde. Avrupa canice yıkımların
altında kaldı, ama iç savaşları yüzünden. Öte
yandan, aynı Avrupa, dünyanın büyük bir bölümünü müthiş
bir zalimlikle fethetmekle meşguldü. İngiltere'de IRA
gibi ender örnekler dışarıda tutulursa, kendisinin dışındaki
kurbanların saldırısına uğramadı. Dolayısıyla,
NATO'nun ABD'nin yardımına koşması doğaldır; yüzlerce
yıl imparatorluk şiddeti entelektüel ve ahlâki kültür
üzerinde muazzam bir etki yaratmış durumdadır.
Bunun, dünya tarihinde
yeni bir olay olduğunu söylemek doğru olur. Maalesef,
fecaatin boyutları yüzünden değil, seçilen hedef yüzünden.
Batı buna nasıl tepki göstermeyi seçecek, işte bu olağanüstü
derecede önemli bir mesele. Eğer zengin ve güçlü takımı
yüzyıllardır süren geleneğine bağlı kalmayı seçer
de aşırı şiddete başvurursa, bir şiddet sarmalının tırmanmasına
katkıda bulunmuş olur. Ki, bu çok bildik bir dinamiktir
ve uzun vadeli sonuçları insanın kanını donduracak
kadar korkunç olabilir. Tabii, bu hiçbir şekilde kaçınılmaz
birşey değildir. Daha özgür ve demokratik toplumlarda yaşayan
uyanmış bir kamuoyu, hükümetlerin politikalarını çok
daha insani ve onurlu bir güzergâha yönlendirebilir.
Çeviren:
Ömer Madra
www.acikradyo.com