Sanat ve Şiddet
Prof.Dr. Selçuk
Mülayim
RiB haber (M.Ü. A.E.F. Resim-İş
Böl. Mez. Der. Yayını) 6. sayı Nisan-Mayıs 1995 ©
ders BELGELiĞi, 8. sayı H62 yayınları, Mayıs
2000
Yanardağ
patlaması, deprem, sel, orman yangını, denizdeki fırtına,
bir yaban hayvanının saldırısı... Ne kadar şiddetli
olursa olsun, bütün bunlar şiddet'in kendisi değildir.
Fiziki güç karşısındaki değişme, canlı ve cansız dünyada
sindirilmiş bir enerjinin dışa vurası olarak doğanın
diyalektiğinde hep vardır.
Canlılar
dünyasında hep süre giden, kendine hayat alanı açmak üzere,
diğerini itme, yıldırma ve meydan okuma; sarmaşıktan
kaplana, yılandan akbabaya kadar, bütün tip ve ailelerde
açıkça gözlenir. Burada şiddet yoktur; şiddet, insana
özgü bir meydan okuma türüdür.
İnsanla
birlikte varlık alanına giren planlanmış öfke ve kin,
bunların acımasız yaptırımlara ve kaba güce erişmesiyle
şiddet doğar. Şiddet'in mucidi insandır. En azından
bizim gezegenimizdeki durum bu. Sevgi, barış ve diğer
soylu duygular kadar, kin nefret ve şiddet'i yaratan, üreten,
çoğaltan ve köpürten soy, insan soyudur. Bu bağlamda şiddet'i;
iyi-kötü, güzel-çirkin, ahlaklı-ahlaksız ölçütleriyle
değerlendirmek, bir anlamda orman yangınlarını da aynı
ölçütlerle yargılamaya benzer. Temelde istenen; şiddet'i
kamufle edebilmek, hiç değilse aşağı düzeylerde
tutabilmektir. Kendini gündemde tutmak ve yaşamaya devam
isteyen ego, çevresinde oluşturduğu zırh ve silahlarını
daha etkin hale getirmenin yolunu hep aramıştır. Tarih öncesinde
taş aletlerin, madenden yapılmış silahların tipolojik
gelişimi, bunların gitgide daha sivri, daha keskin yapılması,
insanın sadece avlanma aracı üretmediğini gösterir. Bu
aşamalarda alet veya silahın, hayvan avlamak için mi
yoksa insan avlamak için mi üretildiğine karar vermek güçtür.
Barış,
sevgi, dostluk, komşuluk, gerçekte ansızın baskına uğramaktan
korkan insanların, güvencesiz durumlarını çok iyi
farketmeleriyle oluşturdukları törelere dayalı güvenlik
sistemleridir. Ailenin, cemaatin, sınıfların ve ulusların
şekillenmesinde güvenlik arayışlarının önemli katkısı
olmuştur. Bir arada, toplu ve örgütlü olursanız, şiddet'e
karşı caydırıcı olursunuz. Ama bu topluluklar yeni güç
odakları oluşturduğundan potansiyel şiddet gruplarına dönüşebilir.
Endüstrileşen
kent toplumu olarak her gün ufak-tefek şiddet uygulamalarına
başvururuz; dolmuş kuyruğunda ön sıra kapma çabası,
iskele kapılarının açılmasıyla başlayan omuzlaşma, küçük
dans gösterileri gibi gözükürse de, bunlar gerçekte yoğunluğu
azaltılmış şiddet uygulamalarıdır. Henüz ölümcül düzeylere
tırmanmamış olan bu mücadele; nezaket kuralları, büyüklere
ve kadınlara saygı, sırayı ve düzeni bozmamak şeklinde,
hak ve özgürlükler formülüne bağlanmıştır. Bu suçları
işlemek; ayıp, günah, zararlı veya yasaktır.
Doğa'da
insandan bağımsız olarak şiddet yoktur; ama toplumda
vardır. Tıpkı sevgi ve barış gibi, kin ve nefret de
insanın beraberinde taşıdığı bir özelliktir. Doğa'da
sanat da yoktur, o da insanla birlikte var olmuştur. O
halde diyebiliriz ki; etik ve estetik çerçevede oluşan şiddet
ve sanat bir arada yaşarlar, zaman zaman da örtüşürler.
İkisinin kesişme noktalarının birbiri üzerine yansımaları,
birinin öteki adına kullanılması rastlantıdan öte,
birey-toplum ilişkilerinin tarihinde kaçınılmaz olarak gündemde
kalmıştır. Sanat, soylu ve yüce duygular (sevgi, barış,
aşk, dostluk, sempati, hayranlık vb.) kadar, kin, nefret,
kıskançlık, daha çoğunu elde etme vb. tutkularında
yansıması olmuştur. O halde sanat, hayatın üstüne dökülmüş
bir krema değil fakat, insan ilişkilerinin çeşitliliğini
yansıtan verileriyle toplumsal gelişmenin özünü
bildiren bir alandır. Sanat en üstte ise, bu tepe noktanın
aşağıya doğru genişleyerek açılan piramidinde insana
dair değerlerin hepside yer alır. Bütün ayıklamaya rağmen
en alttaki ilişkilerin detayları süzülerek kat kat yükselir,
çeşitli kıvrımlar yaparak çok özel bir anlatımla
gider tepeye oturur.
Şiddet'in
Sanatsal Bildirisi
Sanatın
binlerce yıllık tarihi, tekdüze bildirilerle yürüyüp
gelen bir mahkeme zaptı veya bir resimli roman olmaktan çok;
insan eğilimlerinin sonsuz çeşitliliğini özümlemiş
bir dildir Bu bakımdan çok çeşitli duygular arasında, açık
veya kapalı olarak kan ve gözyaşını da içermesi doğaldır.
Müzikten
mimariye, heykelden mozayiğe kadar sanatın farklı alanlarına
yansıdığı kadarıyla, gerilim ve endişeleri yer yer
sezmek mümkündür. Bu anlamda mimari, duygulardan arınmış,
soyut, barınma-korunma sorunun rasyonel teknolojilerle çözümlendiği
bir alan olarak görünür. İnsana dair açıkça anlattığı
bir öykü yoktur. Ama Çin Seddi, şato ve sur duvarlarının
kütlesel ve plastik yapılanması, insan ilişkilerindeki
gerilimin ölçülerini anlatan sembollerdir. Bu tür yapılar,
şiddet'e karşı veya şiddet uygulamada kullanılan yöntemlerin
örgütlü-yerleşik toplumlar için ne denli kaçınılmaz
olduğunu açığa vuran çabaların elle tutulabilir ürünleridir.
En
soyut sanat olan müzik, bir yandan "ruhun gıdası",
öte yandan insanlık trajedisini vurmalı sazlarla
aktararak seslendiren, savaş ve bunun getirdiği sefaleti,
ölümü haber veren temalarla dolu bir alandır.
Bethoven'in "1812 Üvertürü"ne yerleştirilen
top sesleri, örgütlü insan toplumunun kıyım ve katliam
boyutlarını yansıtmak için
vurgulanmıştır. Başka telden çalan Vivaldi/"Mevsimler",
bir başka insanlık durumunu anlatmaktadır. Ama müzikte
ikisi de vardır. Bir kısım eserleri (marşlar, halk
ezgileri), muhtemel saldırılara karşı birlik ve bütünlük
mesajlarını pekiştirici formlar olarak karşımıza çıktığı
gibi, şiddet uygulamaları için fon müziği de olabilir.
Stadyum amigolarının başlıca görevleri : taraftarların
sesini yükseltip toplayarak, meydan okuma keyfiyetini
organize etmekter. Bu görev, saldırganlık, yakıp-yıkma
boyutlarına vardığında, genel yapıyı zedeleyeceğinden
önü alınır.
Resim
ve heykelde sanatsal anlatımın : soylu, yüce, pürüzsüz,
çarpıcı olması hayat pratiğinın yolunu kesemez. Anlatımda
hangi yol tutulursa tutulsun (form, üslup, hareket, ışık
vs.) "insanın insana yaptığı"nı sanat
gizleyemez. Hatta bazen bütün abartısıyla ortaya çıkarır.
Korku, tedirginlik, ürperti, endişe açmazları, insanın
ölüm karşısındaki davranış tarzı veya tepkisi olarak
hep gündemdedir. Bu arada kınanan şey insan-insana saldırganlık
ve şiddet'tir. Ancak sorun şurada düğümleniyor; sanat
objesi ile aktarılan saldırganlık mesajının yorumu,
sanatçının ve bizim hangi noktalarda bulunduğumuza bağlı
kalıyor. Sanatçının yorumu (genellikle) konunun belirli
bir yönünü veya tek ucunu allayıp pullayarak sunduğundan,
izleyicinin içeriğe katılması veya hak vermesi her zaman
mümkün değildir. Ressamın sunduğu şiddet manzarasında;
fazladan değil fakat hakkettiğinden çok daha azına razı
olmuş insanları görürüz. Bu, adalet duygusunun çarpıtılması
uğrunda kullanılmış etkin bir acındırma oyunu
olabileceği gibi; tastamam gerçeği de yansıtabilir. Tam
bu noktada güdümlü sanat olgusu acındırma mesajını
yanına alarak bütün, çıplaklığı ile karşımıza çıkıyor.
Ressamı yücelten (ücretimi ödeyen, madalya veren, şöhret
kapılarını açan ve onu dünya nimetlerine boğarak
onurlandıran) parti, kral, aristokrasi veya sınıf diktası
vs.'nın patranajı yoğun bir mesaj yüklemesi
istemektedir. Bunu bir "görev" olarak üstlenen
sanatçı güçlüyse, şiddet'i çok dolaylı yönden, ama
kalıcı bir biçimde plastik kuralları çiğnemeden kotarır.
Zayıfsa, her isteneni tartışmasız bir kadraj içinde afişe
eder ve furyadan kendisine düşen payı alır.
Zaman
zaman yumuşama gösterileri (Op Art, Pop Art kısmen Post
Modernizm) yapılsa bile, sanat doğrudan veya dolaylı biçimde
şiddet'e teslim olur. İyi sanat, bireysel ve kitlesel şiddetin
açık görüntülerinden arınmıştır.
Şiddet'in
bildirisi, olumlu tiplemelerle legalize edilirken idealizmin
tanıdığı imkanları kullanarak bir güç odağı oluşturur.
Görünür mesajdaki "biz güçlüyüz"
ifadesinin/, bilinçaltındaki devamı "direnen ölür"
şeklindedir. Pek tabi bu son cümleyi hiçbir sanatçı
kabul etmez, ancak "bize katılın" denirken
burada gizlenmiş bir şiddeti görmemek mümkün değildir.
Buna karşılık fizik olarak ezilen, yok edilen insan
manzarası bir yandan acıma duygusu, öte yandan sırası
gelince intikam alınacağından, karşı şiddeti bilinç
altına yerleşmektedir.
Evrensel
barışı arayan kesim, plastik çözümler, çizgi mükemmeliği,
yepyeni materyalleri devreye sokarak yumuşatılmış bir
tavırla ortak düzlemi arar ve teklif eder. Sanatçının
bireysel tercihi ve moda akımlarla bu tür esintiler sanat
tarihinde hep var olmuştur. Ne varki, ne barış ne de şiddetin
kalıcılığı yoktur. İnsan ilişkileri kimi zaman çiçek
ve doğa sevgisine yönelirken, kimi zaman da mezhep, parti
şiddeti ve totalitarianizmin buyruğuna giriverir. Şiddet
zirvelerindeki sanat : "Bize katılın, haklı olduğumuz
için öldürmek zorundayız" derken, girdaba kapılan
izleyicinin şiddet'e sempati duyması an meselesidir.
Şiddet'e
karşı olumlu olmak güzel-iyi-olumlu-hoş, ama canlılar dünyasında
bu tür değerler yok. Saldırının güzel-iyi-hoş olması
gerekmiyor. Yaban hayvanının vicdanı, ahlakı, dürüstlüğü,
insafı olmadığı gibi, kitlesel şiddet de bunlardan
yoksundur. Estetik öldürme, ya ruh hastalarında ya da
opera finallerinde görülür.
Dünyadaki
besin kaynaklarının şimdilik herkese yeterli olduğu,
belirli grupların bunları tekeline almasıyla gerginlik
ortamının doğabileceği herkese anlatılabilse bile,
farklı şeylere inananlar aynı gezegende yaşadıkça şiddet
kapıları açık kalacaktır. İnsana ürküntü veren bu
gerçeğin plastik boyutla karşılaşması sırasında
sanatçıya da bir sorumluluk düşüyor. Buna göre
şiddet kazanacak veya azalacaktır. Can yakıcı ve yok edici
vuruşun dile getirilişi diplomatça ve sosyal barışla
azalmıyorsa, sanatçının duygularında hafifletilebilir.