|
Sonuç
Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla
plânlı ve programlı olarak istenilen değişmeyi meydana getirme sürecidir.
Eğitimin temel ilkelerinin başında kalıtımsal olarak
bireyde var olan güçlerin öğrenme yoluyla geliştirilmesi gelmektedir.
Yetenekler bir kimsenin eğitimden ne derece yararlanabileceği hakkında
tahmin yapmaya imkân sağlar. Eğitim dalını ve mesleğini seçmesinde yardımcı
olabilmek için, her şeyden önce bireyin genel ve özel yeteneklerini, zayıf ve
güçlü yönlerini bilmek gerekir.
Bireyin genel ve özel yetenekleri, başarı ve ilgileri,
beden yapısı, mizacı, duygusal nitelikleri, temel ihtiyaçları, alışkanlıkları,
tavır ve değer yargıları dinamik bir bütün olarak bireyin kişiliğini
oluşturur. Bütün bu nitelikleri ile bireyin uyarıcı bir sistem olarak, kendisi
ve çevresi ile olan etkileşimin niteliği, onun tipik davranışlarını ve uyumunu
belirler.
İnsanın bilgisi, gücü ve yetenekleri
sınırlıdır. Varlık sahnesine çıkışı, kendi irade ve gücüyle değildir.
Ana-babasını, ırkını, cinsiyetini, rengini de kendisi seçmemektedir. Böyle bir
hüviyetle var olmakta, dünyaya gelmektedir. Hatta varlığa gelişinde, var oluşunu
kabule veya redde dahi gücü bulunmamaktadır.
İşte bu şartlar altında hayata gözlerini açan insanın kendi
iç dünyasının meçhulleri! Deney yöntemiyle çözemediği bilinmeyenleri! Bu
bilinmeyenler, hayata gelişte olduğu gibi, yaşam müddetince de varlığını
sürdürmektedir.
Böylece içte ve dışta bilinmeyenlerle kuşatılan insan,
eğitime konu olmakta ve eğitilmek istenmektedir. Bu durumda onun tanınması,
keşfedilmesi gerekmektedir. O tanınmadan ya da özelliklerinin sınırı
belirlenmeden yapılacak eğitim çalışmalarının başarısızlığa uğraması çok
doğaldır.
Okullarımız, bireyi bilgilendirme ve ona meslekî formasyon
kazandırmanın yanında, bireyin kişiliğini geliştiren, iradesini eğiten,
tarihi ve kültürüyle irtibatını sağlayan kurumlar olarak çalışması
gerekmektedir.
Sosyal değerler,
toplum bireylerini birbirine yaklaştıran, birarada tutan ve devamını sağlayan
güçlerdir. Sosyal değerler, toplumun duygu ve düşüncelerini yansıtır. İnsanı
insan yapan vasıfları koruyan sosyal değerler, temelde ahlâkî inanç
ve ilkelere dayanır. İyilik, doğruluk, şefkat, himaye
gibi manevî değerlere saygı, ulvî değerlere bağlılık toplumun temel bağlarıdır.
Bütün toplumlarda, hırsızlık, rüşvet, yalan,
iftira, mala-cana tecavüz gibi, ahlâk ve hukuka aykırı eylemler
yasaklanmıştır. Her toplum, kendi manevî yapısını koruyacak kurumlar tesis etmiş
ve bazı mekanizmalar geliştirmiştir.
Ancak bu değerlere sırt çeviren devlet ve topluluklar,
bugün bir değişim sürecine girmişlerdir. Açıklığı ve
serbest teşebbüsü esas alan bu demokratikleşme hareketi, insana
değer vermenin ve insanın özelliklerine saygı göstermenin haklılığını ortaya
koymaktadır. Siyasî ve ekonomik gibi görülen bu değişim, aslında insanın
onuru, hak ve özgürlükleriyle ilgilidir. Hangi rejim ve ideoloji olursa olsun,
insanın temel hak ve hürriyetlerinden olan düşünce, din, ibadet,
seyahat, mal-mülk edinme, çalışma, eğitim-öğretim ve ticaret yapma özgürlüklerini
yasaklıyorsa, onun topluma barış ve mutluluk getirmesi mümkün görülmemektedir.
|
|