ders BELGELİĞİ  FELSEFE kolu

ders BELGELiGi   +    H62 

Sorunumuz TÜBA’dan Büyük
Doğan Kuban,
Cumhuriyet B.T. sayı: 1277


Bilimler Akademisi yeniden örgütlenecekmiş.
Türkiye’de her profesör olan kendini önemli bir bilim adamı varsaydığına göre, dünyanın en büyük bilim akademisini kurabiliriz. Birdenbire yüzlerce üyeli bir bilim akademisini niteliksiz hocalar pek beğenecekler.

Doğan Kuban

Avrupa’nın 17 yüzyılda kurmağa başladığı akademileri 2011’de yeniden kurarken, onlara bir çırpıda yetişip geçmek için, aradaki 350 yıllık farkı düşünerek, her geç kalınan yıl için 3 kişi hesabı ile 1000 kişilik bir akademi oluşturabiliriz. Her üniversiteden, bilim adamlıkları unvanlarından menkul 5-6 Dr. Profesör seçsek, en büyük bilimler akademisi bizimki olur.

Kurumların yapılarını değiştirerek nitelikleri değiştirilebilir. Fakat onlara can veren düşünceler olmazsa, kurumlar kiralık dükkanlara benzer. Bilim adamları Bilim Akademisini oluşturur. Fakat Akademi Üyeliği bilim adamı yaratmaz. Üniversite profesörü bilim adamı belki olur, fakat çoğu kez sadece bir konuyu bütün ömrü boyunca yarım yamalak anlatan bir memur-hocadır. Din eğitimi alanların bilmesi gerek. Her medrese bitiren müçtehid olmaz. Kendi isteği ile müçtehid olan bir din adamı nasıl olmazsa, kendi isteği ile bilim akademisi üyesi olan bir üniversite hocası da olmaz.

BİLİMLE İLGİLİ SORUNLAR

Kaldı ki bütün bunların ne bilimle ne de akademi ile ilgisi yoktur. Türkiye’de bilimle ilgili sorunlar nelerdir? Hangi sorunlar, yanıtları gerçekleşirse, Türkiye’yi dünya ortalamasında saygıdeğer bir konuma getirebilir? Bu değişiklikleri İslamcı bir parti yapmak istediğine göre, önce İslam peygamberinin sözünü ettiği davranışı anımsayalım: “Soru sormak (yani doğru soru sormak) bilimin (yani bilgiye ulaşmanın) yarısıdır.”

. Türkiye bir bilim toplumu olmayı istiyor mu?

. Türkiye bilimsel araştırmada neden geri?

. Osmanlı geçmişinden kalan bir birikim var mı?

.Üniversitelerin araştırma olanaklarını sağlayan kaynaklar var mı? Bunlar nasıl dağıtılıyor?

. Araştırma konularını hangi ölçütlere göre seçilmiş bilim adamları saptıyor?

Eski bir üniversite hocası ve üniversitelerle ilişkileri devam eden bir gözlemci ve araştırmacı olarak, bu soruların tümüne verilecek yanıtların olumsuz olduğuna kesinlikle inanıyorum. Ne yazık ki üniversite öğretimi, bir sayı ve para kazanma batağında yozlaşmaktadır.

Yukarıdaki soruların hiçbirini karşısına koyup yanıt vermeğe çalışmamış bir toplumda, iyi niyetle, ve bilimsel örgütlenmede çok geri kalmış olmanın utancını taşıyarak, bir Bilimler Akademisi kurmuşuz. Şimdi bir başkasını kurmak istiyoruz. On yedinci yüzyılda olmasa bile, 19 yüzyılda bu sorunu çözmemiz gerekirdi. Ama Türkiye’de, değil Osmanlı döneminde, Cumhuriyette de ancak 1993’de bir Bilim Akademisi kurabilmek şunun kanıtıdır: Bilimsel düşünce birikiminin Osmanlı döneminde de, Cumhuriyet Döneminde de, ilk Cumhuriyet Dönemi dışında, olmadığının...

18 yüzyılın birinci yarısında bir Humbarahane kuruldu. Gelişemeden kapatıldı. 19. yüzyılda binalarını yaptık ama doğru dürüst bir üniversite kuramadık. Islahat döneminde bir Encümen-i Daniş kurduk. On yıl dayandı. Bir Güzel Sanatlar Akademimiz vardı. Profesör olmak isteyen sanatçılar eliyle idam edildi. Bir Anıtlar Yüksek Kurulu kurmuştuk. Sonunda bir plandan bile anlamayan sanat tarihçileri, arkeologlar, avukatlar, belediye memurları, mimarlık tarihi bilmeyen mimarlar tarafından yoz, işe yaramaz bir kurum oldu. Ortadan kalktı.

İlk Bilim Akademisi de Avrupa’dan 350 yıl sonra kuruldu. Yirmi yıl dayanmadı.

Bu bilimin toplumda yerleşmediğini açıkça gösteren tarihi bir süreçtir.

Biz matbaayı da Avrupa’dan iki yüz yetmiş sekiz yıl sonra kurduk. Bunlar İslam’ın bugünkü geri kalmışlığını da gözler önüne seren tarihi bilgilerdir.

Her üniversite hocası bilim adamı olmaz. Bilim adamı olması arzulanır. Fakat isteyenin istediği yerde üniversite kurduğu bir ülkede bu söz konusu değildir.

YÖK VE HÜKÜMET KARAR VERİCİ OLAMAZ

Bu düşünceler halka anlatmak için şöyle özetlemek gerek:

Köprüleri mühendisler yapar. Genetik araştırmasını biyologlar, ilaçları kimyagerler, Ameliyatı operatörler, resimleri ressamlar yaparlar.

YÖK müçtehid, hükümet müçtehid, her üniversite hocası müçtehid, yani içtihad kararı veren, olmaz. Kendi alanındaki bilim adamını ancak o alanda çalışan bilir. Haberi olmayan da çoktur. Einstein ve Heisenberg bir bilim akademisine seçilecek uzmanları bilebilirlerdi. Bilim Akademisine üye seçimi bir uzmanlar arası seçimdir. İlk İslam’da buna ‘İcma’ denirdi. Dünya’da bilim akademileri üyelerini bilgileri yayınları ve çalışmalarına bakarak kendileri seçerler. Bilimi politikaya yamamaya çalışan komünistler ve Naziler kendi ülkelerinin bilimsel itibarını çok sarsmışlardı. Gerçi bizim fazla bir itibarımız olmadığı için, sarsılması da söz konusu değil.

 TÜBA’nın başının üstünde bir çatısı bile olmadığı için, içindekiler doğru seçilmiş bile olsalar, toplumsal etkinliği sınırlıydı. Her etkinlik hükümetlerin atıfetlerine bağlıydı. Bu bilim çağında durumun komik oluğunu anlamak için Avrupa akademilerinin statülerini incelemek yeterlidir. Toplumun ileri gelen düşünürleri tarafından geliştirilmiş bir felsefi temele oturmadan bir bilim kurumu kurmak bilimsel değil, politik bir olgudur. Bu o kurumu daha başından zayıflatır.

Burada bir soru var: Felsefe geleneği olmayan ve din adamından başka hiçbir uzman yetiştirmemiş olan Osmanlı toplumunda bir eğitim ve bilim felsefesi nasıl formüle edilebilirdi? Bunu bugüne kadar beceremediğimiz için bugün yaptığımızı yarın bozuyoruz. Kaldı ki bilimsel ahlak bilim adamları arasında gelişmemişse, toplumun başka kesimlerinde de gelişmiyor.

ALMANYA’DA KURUMLAŞTI

Sevgili Okurlar,

Çağdaş öğretiminde 19 yüzyıl Almanya’sını örnek olarak alan bir kurumlaşma etkili olmuştur. O gelişmedeki bazı düşünce ve uygulamaları eğitim tarihinden haberi olmayanlara anlatmakta yarar var.

1.            1850’den sonra Alman üniversiteleri bilgi nakletmek yerine araştırmayı amaç alan kurumlara dönüştüler. Üniversite hocalarının öğretim yanında en büyük sorumlulukları kendi bilim alanlarında araştırma ve yeni bilgilerin bulunması oldu. Prusya devleti kitaplıklar, laboratuarlar, seminer çalışmaları ve araştırmalar için üniversitelere büyük maddi kaynaklar sağladı.

2.            Üniversite hocaları bir üniversitenin üyesi olma dışında aynı alanda çalışan başka bilim adamlarının kurduğu enstitüler ve yayınladığı dergilerin de yazarları ve üyeleri idiler. O dönemde her ilim alanında pek çok ünlü bilimsel dergi çıkarılmaya başlandı.

3.            Bilim adamlarının en önemli görevi, kendi alanlarının ulaştığı sonuçları içeren üniversite ders kitapları yayınlamaktı. Bugün Türkiye’de iki ‘paper’le profesör olunan bir furya içinde yaşıyoruz.

4.            O dönem bir bilim ideolojisi yarattı. (Wissenschaft Ideology). Bu ideoloji çağdaş insanı yaratacaktı. Bu düşünceler’in arkasında Fichte, Schelling, Schleiermacher, von Humbold gibi adlar vardır. Bu düşüncelere uyan yöntemler bütün dünya üniversitelerinde, özellikle Amerikan üniversitelerinde bilim adamı yetiştirme felsefesini ve üniversite çalışma programlarını etkilemiştir. Türkiye’de üniversiteyi kuran Alman profesörler, bugüne kadar geçerli kalan bu düşünce ve kuralları bize de öğrettiler.

Akademinin ortaya çıkması tarihi bu düşüncelerden çok daha eskidir. Fakat üniversite ve Akademinin ortak kaynağı olan bilim adamını, bu düşünceler ve uygulamalar yarattı. Bu uzmanlar kendileri gibi bilim soluyarak yetişenlerle bütünleşerek, Akademi denen uygar kurumun üyesi olurlar.

Gerçek bilim adamı her köşede, her gün yetişmiyor. Dünya bilim tarihine tek bir ad bile verememiş bir toplum, yüzlerce kişilik bilim akademileri kurmaz. Bildiğim kadar yüzlerce yıl önce kurulmuş Fransız Bilimler Akademisinin 68, İngiliz Bilimler Akademisinin 100 üyesi vardı. Büyük sayı, kontrolü zor bir bataklıktır. Küçük sayı az gelişmiş ülkede bir zenginliktir.