erzincan belgeliği

 
Ratip Aşir ACUDOĞLU
 

ana sayfa   +   home
 

 

 

    Erzincan, 26 Aralık 1939'da, 32.372 kişinin ölümü ve bütün kentin yerle bir olmasıyla sonuçlanan zelzele felaketi sırasında ve sonrasında yeniden kurulmasında büyük ilgi göstermiş olan "Milli Şef İnönü" ye şükran ifadesi olarak bir anıt dikecektir. Anıt, Ratip Aşir'e sipariş edildi.

    Ratip, Vakıflardan izin alarak, Yeni Cami'nin arkasındaki Valide türbesinde çalışmaya başladı. Heykeli çamurdan yapacak, sonra alçıya dökecekti. Çalışmaların ilerleyip, sonuca yaklaşıldığı sırada, bir sabah atelyeye girdi ki, kocaman çamur kitlesi parçalanarak yere yayılmış! Zaman daralmıştır.

    Heykelin gelişmesini Erzincan adına denetlemekle görevli bulunan Mahir Tomruk telaş içindedir.

    Neyse ki, eski öğrencisi Hüseyin Özkan yardıma koşar, heykel bu sefer, alçı olarak yeniden büyütülür.
Hüseyin Gezer; Türk Heykeli Türkiye İş Bankası Yayınları, 1984

 

 

 

 

 

ERZİNCANLILARA MEKTUP
Bu satırları 28 Aralık 1973 günü, sabahın çok erken saatlerinde yazıyorum, sizler Tercüman’da günlerce sonra okuyacaksınız.
Bugün, cihan tarihinin büyük asker ve devlet adamlarından İsmet İnönü’nün ölümünün dördüncü günü, muhterem naaşı Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi binasındaki katafalktan alınacak ve yine Ankara’da Anıtkabir’de hazırlanan ebedi istiratgâhına bırakılacaktır.
Ey Erzincanlılar, merhum İsmet Paşa’nın koca Türkiye’de tek heykeli vardır o da sizdedir, Erzincan şehrindedir ve “Erzincan Anıtı” adını taşır. Korkunç bir deprem o tarihi beldemizi yerle bir ettiğinde, Erzincan, Cumhuriyet eliyle ihyası münasebetiyle yapılmıştır. Her gün gözünüzün önünde bulunan o anıt hakkında bilmediğiniz şeyler anlatacağım size ve sanıyorum ki benden başkası da bilmez onları. Anıtı yapan sanatçı, heykeltıraş Râtip Aşir Acudoğu benim en yakın bir dostumdu.
Anıt için bir yarışma açılmıştı, Râtip de şu anda gördüğünüz abidenin maketi ile katılmıştı o yarışmaya. Fakat maket, Güzel Sanatlar Akademisindeki jüri salonuna götürülürken yolda bir kaza geçirdi, düştü kırıldı, hurdahaş oldu ve sanatkâr o salonda tamire çalıştı. Fakat eser o kadar mânalı idi ki, jüri birinciliği o kırık makete verdi.
Râtip işe 1943’de başladı ve beş yıl çalıştı, eser 1948’de tamamlandı. Sanatkâr Cerrahpaşa’da konak yavrusu bir ahşap evde otururdu ve o evde böyle muazzam bir iş için atölye olabilecek bir yer yoktu. Müzeler Müdürlüğü, sanatkâra, Yeni cami arkasındaki Hatice Turhan Sultan Türbesi‘nin methal kısmını tahsis etti ve Erzincan Anıtı’nın üçerden iki grup halindeki 6 heykeli orada yapıldı, çamurdan ilk yapı, sonra kalıpları alınıp bir heykel dökümhanesinde tunçtan tunçtan dökülecektir.
Anıtta kaidenin üstünde ve tabii büyüklükten bir misli büyük 3 heykel. Erzincanlı bir anayı bağrına basmış ve bir elini de küçük bir kız çocuğunun omuzuna koymuştur. Sanatkâr, Paşa’nın yüz çizgileri için fotoğrafla kanaat etmemiş, o çizgileri tespit için iki defa Dolmabahçe Sarayı’na gitmişti. Bağrına bastığı genç kadına gelince, aydın ve âsil bir Türk hanımı, kimyager Mürşide Özgen modellik yapmıştır ve o figür için, şimdi film prodüktörlerinden Naci Duru’nun zevcesidir ve onun soyadı taşıyor. Kız çocuğunun yüzü, muhayyeldir.
Alttaki 3 heykel, insan vücudunun tabii büyüklüğünde, Ortada bir kadın, “Maderi Vatan”, Vatan Ana, sağındaki Erzincanlı erkeğe yeni kurulan şehrin anahtarını verir; soldaki erkeğe, yeni şehri kuran işçi, ameleye de bir çelenk verir.
Râtip, o işçi figürün başı olarak da kendi başını koymuştur, o yüz heykeltraşın yüzüdür ve onun da tek heykelidir.
Türbe methalindeki atölyede ve bir iskele üzerinde çalışırken, kendisi her sabah üstad Neyzen Tevfik ziyaret ederdi ve ney üfleyerek onu şevke, gayrete getirirdi. Evet, Erzincan Anıtı’nın heykelleri, koca Neyzen’in ilâhi nağmeleri arasında işlenmiş, yapılmıştır.
Heykelleri tunçtan döken de heykel dökümcüsü Yusuf Akpınar’dır.
Heykeltraş Râtip Aşir Acudoğu 20 Şubat 1898’de İstanbul’da Molla Gürani’de doğmuş, 15/16 Ocak 1957 gecesi Çubuklu’daki yalısında kalp krizinden ölmüştür, kabri o Boğaz köyünün arkasındaki sırttadır.

ERZİNCANLILARA İKİNCİ MEKTUP
Bugün de sizlere son şahaseri sizde, bulunan Erzincan’da bulunan sanatçıyı tanıtmaya çalışacağım, başarabildiğim kadar.
Babası Hüseyin Aşir Molla medreseden yetişmişti, taşra kadılıklarında bulunmuştu, hür fikirli, seçkin ve aydın kişiydi; Aksaray’da Mahmudiye Rüştiyesini bitiren oğlunun heykeltraş olmak istediğini öğrendiğinde, Râtibi meslek seçmede tamamen serbest bıraktı. İkinci Cihan Harbi’nde askere alınınca meslek tahsili geri kaldı. Harbe 37. Kafkas Fırkasında depo taburuna katıldı. Mütarekede üsteğmenlik ile terhis edildi. Sanayii Nefise Mektebine girdi ve heykeltraş İhsan (Özsoy) Beyin atölyesinde çalıştı. İhsan Bey ilk Türk heykeltıraşıdır.
1921’de babası tarafından Almanya’ya gönderildi, Münih’te Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi, o zamanlar Almanya’nın en kuvvetli heykeltraşı Prof. Belleker’in yanında çalıştı. Almanya’da geçim çok sıkıntılı idi. İstanbul’daki babasının bin sıkıntı içinde yolladığı harçlık yetişmiyordu.
Fransa’ya geçti, orada da bir dev sanatçının, Bourdel’in atölyesine girdi. Yalnız Fransa’nın değil, Cihanın dehâlarından biri olan Bourdel bir gün bu Türk gencine:
– Delikanlı.. heykelcilikte artık benden ve yeryüzünde başka bir fâniden öğreneceğin hiçbir şey kalmadı.. dedi ve gözleri yaşararak ekledi, yapacağın eserlerin neler olacağını bilemem, tahmin ettiğim şey eserlerinde Türk milletinin ruh asaletinin ve kudretinin yaşatılacağıdır.
Ve koca Bourdel’in dedikleri hakikat oldu.
Memleketine döndükten sonra ortaokullarda bir süre resim öğretmenliği yapan Râtip’in heykeltraş olarak ilk büyük eseri Menemen’de Kubilay âbidesidir.
Sonra Bolu’daki Atatürk Heykelini yaptı. Mareşal üniforması ile Türkiye’de dikilmiş Atatürk heykellerinin en güzelidir.
Erzincan anıtından sonra yaptığı son büyük eser de Ankara’da Üniversiteye konulan Atatürk heykelidir. Ankara heykelinde Râtibi sanatının kemâlinde görürüz.
Anıt projeleri yarışmalarında onun maketleri daima bir azamet ifâde ederdi. Türk’ler tarafından İstanbul’un fethinin 500. Yılı hazırlıkları arasında bir Fatih Anıtı için ne düşündüğünü sormuştum, hemen çizdi:
– Şöyle bir şey… dedi, kadim Anadolu medeniyetini temsil eden Hitit Arslanları üzerine oturmuş bir taht.. zerâfetiyle 23 yaşındaki Fatih.. İstanbul Kalesi’nin kapılarını açan kılıcı kucağında… tahtın arkasında üç sütun… iki yanındakiler Roma ve Bizans başlıklı ve o sütunun üstünde de Fatih’in Turası
Sonra güldü:
– Bakarsın Fatih’i ata bindirmeye kalkarım.. ama benim Fatih’im ata binince iş birden büyür.. o atlı figürün etrafında, kabartmalar hariç, en azdan elli figür daha toplanır.
Hiç tereddüt etmiyorum, Ratip Âşir Türk heykelciliğin bir dehâsı idi. Bir gün ona: “Sen bir hunharsın, bir barbarsın, bir delisin..” diye bağırmıştım, beni bağırtan elleriyle yapıp elleriyle yok ettiği şahaserlerdir.. Gayet sakin: “Hamdolsun akıl iddiasında değilim..” demişti. Yok olan şahaserlerden de bahsedeceğim.
8 Ocak 1974 Tarihli Tercüman’da
Reşat Ekrem KOÇU
Kaynak: Tandırbaşı Dergisi, 1974

 


Ratip Aşir Acudoğu, soyadı ACUDOĞLU olarak da yazılır (d. 1898, İstanbul - ö. 1957, İstanbul)
serbest figüratif heykelleri ve anıt çalışmalarıyla tanınan heykelci.
1918'de girdiği Sanayi-i Nefise Mektebi'nde İhsan Özsoy'un öğrencisi oldu.

1920’de gittiği Almanya'da Münih Akademisi'ne girdi ve Resim Sanatları Akademisi’nde (Akademie der Bildenden Künste) bir süre Blecker'in atölyesinde çalıştı. Daha sonra Paris’e geçti. Hayranı olduğu Aristide Maillol'dan ders almayı başaramayınca Maillol ve Emile-Antoine Bourdelle’nin eserlerinin etkisinde serbest çalıştı.
1925’te Türkiye’ye döndükten ve Avrupa sınavını geçtikten sonra yeniden Fransa’ya gitti. Paris’te Académie Julian’da heykeltıraş Henri Bouchard ve Paul Landowski’den eğitim aldı. 1928’de Türkiye’ye dönüşünde Edirne Öğretmen Okulu'na resim öğretmeni olarak tayin edildi. Daha sonra, çeşitli orta öğrenim kurumlarında öğretmenlik yaptı.

Acudoğlu, taş, kil, ve çamur kullandığı heykellerinde, insan vücudunun temel özelliklerinden yararlanarak  güçlülük, sağlamlık ve uyumluluk duygularını vurguladı. Figür ve büstlerinin yanı sıra, duygusal yönü ağır basan ve plastik değer taşıyan olgun anıtlar gerçekleştirdi.

 


Şehit Kubilay Anıtı 1932, Menemen

 

 

Acudoğlu, Ratip Aşir, (1898 - 1958) Born in İstanbul in 1898. After military service in World War I, he went in 1918 to the Academy of Fine Arts in İstanbul, where he studied under sculptor İhsan Özsoy. With the help of his father, he then went to Germany, where he studied at the Akademie der Bildenden Künste in Munich. From Munich he went to Paris, where, after failing to get lessons from Aristide Maillol, he worked independently, inspired by the work of Maillol and Emile-Antoine Bourdelle.

After returning to Turkey in 1925 and passing an examination, he was able to go back to Paris, where he entered the Académie Julian and worked under the sculptors Henri Bouchard and Paul Landowski. He returned to Turkey in 1928 and worked first as an art teacher at Edirne Teachers’ College, and then at various middle schools in İstanbul until his death in 1958.

His principal works included the monument in Menemen (1932) in memory of Mustafa Fehmi Kubilây, a young officer who was shot in the city in 1930 while ordering reactionary crowds to disperse, the monument to İsmet İnönü in Erzincan; and the monument to Atatürk at the Faculty of Agriculture in Ankara. He also worked on portrait busts, that of Fahriye Yen being exhibited at the İstanbul Painting and Sculpture Museum.
"http://www.resimheykelmuzesi.org/tr"

 

 



 Head of Fahriye Yen Plaster,