"Ressam
gibi alık (kafasız, akılsız)".
Murgen'in
"Bohem Hayatı" zamanına, 1880'li yıllara kadar geri götürülebilen
bu fransız deyimi bugün de hâlâ tartışmalarda ressamlarla
dalga geçmek için kullanılmaktadır.
Sanatçı
niçin öbür insanlardan daha az akıllı görülüyor. Bu, sanatçının
becerisinin, akılla doğrudan bir ilişkisi kurulamayan, esasta, el
işçiliğine dayanmasından mıdır?
Genelde,
ressamın, büyük bir sanatçı olabilmek için, özel bir eğitim
almasına gerek olmadığı kanısı hakimdir.
Ancak,
bu düşünceler bugün artık geçerli değil. Sanatçıyla toplum
arasındaki ilişkiler, geçen yüzyılın sonlarında, sanatçının
özgürlüğünü ilan etmesiyle değişmiştir.
Sanatçı
Kilise ya da bir hükümdar tarafından kullanılan bir zanaatkâr
olmak yerine bugün özgürce resim yapıyor; mesenlerin hizmetinde
de değil artık; aksine onlara kendine özgü estetiğini empoze
eder duruma gelmiştir.
Başka
bir deyişle, sanatçı şimdi toplumla tam anlamıyla bütünleşmiştir.
Bir
yüzyıldan bu yana toplumca rüştünü ispat etmiş sayılan sanatçı
bugün normal bir vatandaşla aynı haklarla donanmış özgür bir
adamdır ve eserlerinin alıcısıyla eşit statüde konuşmaktadır.
Bu
özgürleşme, sanatçıyla, karşılık olarak, zihinsel bakımdan
aşağı seviyede bir köle gibi kabul edildiği dönemlerde
bilmediği, yerine getirmesi gereken bir çok görev yüklemiştir;
bunların en önemlisi, sanatsal dehanın biçimlenmesinin temelinde
alınmasa da, zihnin eğitilmesidir.
Sanatçılık
mesleğinin günümüz toplumunda liberal (serbest) mesleklerin düzeyinde
yerini aldığı açıkça gözükmektedir. Bu meslek, bundan böyle,
bir tür yüksek zanaat sayılamaz.
Sanatçı
bu düzeyin gereği olarak, doktorların, avukatların v.d. aldığı
kalitede bir üniversiter eğitim almalıdır.
Evet,
modern toplumda, sanatçı, bir zanaatçının (bir imalâtçının)
ya da bir soytarının (bir eğlendiricinin) rolünden, daha önemli
bir rol üstlenmektedir.
Sanatçı
kendini, herşeyin maddi refah doğrultusunda geliştiği kaba bir
maddecilik üzerine kurulmuş bir dünyayla karşı karşıya
buluyor. Bu dünyada din, büyük miktarda alan kaybederek
zihinsel değerlerin dağıtıcısı olmaktan çıkmıştır.
Bilimin,
gündelik işlevselciliğe yaptığı katkı nedeniyle kör bir
hayranlığa mazhar olduğu günümüzde sanatçı, bu işlevselcilikle
mutlak karşıtlık içinde görülen zihinsel değerlerin bir
garip toplanma yeri durumundadır. Kör bir hayranlık
diyorum; çünkü, insan varlığının temel sorunlarına hiç
dokunamayan teknolojik çözümlerin herşeyden daha önemli
olduğuna inanmıyorum
Örneğin,
gezegenler arası seyahat sözde "bilimsel gelişme"nin
ivmesini arttırıcı gibi görülüyor. Oysa, son çözümlemede,
bunun sadece insanın kullanımına sunulan arazi miktarını arttırmakla
ilgili olduğu anlaşılıyor. Bunu, ben, bireyin zihinsel
faaliyetini gün geçtikçe daha fazla dumura uğratan güncel
maddiyatçılığın bir çeşidi olarak alıyorum.
Bu
bizi günümüz sanatçısının önemli meşguliyetine götürür:
O da, bana göre, bu sözde gündelik maddi gelişme konusunda uyanık
olmak ve de bilgilenmektir.
Üniversiter
bir eğitimle donanmış olan sanatçı çağdaşlarıyla ilişkilerinde
komplekse kapılmaz: Bu eğitim sayesinde, zihinsel değerler çerçevesinde
kendine saygı kanalıyla maddiyatçılığın yüceltilmesine karşı
çıkmak için uygun araçlara sahip olacaktır.
(...)
Sanatçının
dağıtıcılığını üstlendiği, yukarıda sözünü ettiğimiz,
zihinsel değerler ayrı başına alınmış bireyle ilgilidir.
Genel değerlerse bireye toplumun parçası olması bakımından
eklenir.
Ve
insan türünün bir örneği olarak demeye çalışıyorum ki
birey, gerçekte, tamamen yalnız ve biriciktir. Bu, türe özgü,
kitlesel, tüm bireylere ortak özelliklerin kendinde bir bireyin
kendi başına olmasıyla bir ilişkisi yoktur.
Geçtiğimiz
yüzyılda, Max Stirner bu farklılığı çok açık bir biçimde
ortaya koymuştur. Eğer eğitimin büyük bir kısmı genel
karakteristiklerin geliştirilmesi yönünde uygulanıyorsa, üniversiteler
eğitimin bir başka kısmı da, bu da aynı önemde alınarak,
zihinsel mirasımızın öğrenilmesine ve kendi kendini çözümlemeye,
bireyin en derin yetilerinin geliştirilmesine hasredilmelidir.
İşte
sanatçının Üniversite'de edineceği önemli nitelikler bunlardır.
Ve bu kaliteler,
dinle
ilişkisinin koptuğu anlaşılan, büyük zihinsel geleneğin canlı
tutulmasını sağlayacaktır.
Sanatçının,
sadık tercümanı olduğu, zihinselliğin ateşini harlı tutma
misyonunu üstlenmesi gerektiğine bugün daha fazla inanıyorum.
İşte bu görevi yerine getirebilmesi için sanatçının en yüksek
derecede eğitim alması zorunlu olmaktadır.
Bu
metin Hofstra'da (A.B.D.) 13 Mayıs 1960' ta düzenlenen bir
kollokyumda Marcel Duchamp' ın yapmış olduğu konuşmanın
metnidir.