dB 10. sayı / nisan 2002

Ana Sayfa + Kapsama Alanı + dB Yazılar Listesi + Künye  

 
Özdemir Altan'a Sorular

Aleattin Aksoy, Gökhan Anlağan, Mustafa Ata, Yusuf Taktak
 

Lami Sanat, 13 Ocak 1990
Çeviren: Berna Can

 

TAKTAK - Yapıtlarınızda, gülmece mizah unsuru ağır basıyor diye genel bir kanı var. Bugüne kadar sanatınız hakkında yapılan birçok tanımlama da benzer birçok  açıklama  görüyoruz. Sizin bu açıklamalara ilave etmek istediğiniz bir şey var mı?

ALTAN - Bu unsurun benim kişiliğimden kaynaklandığı açık bir yerde bana o kadar malolmuş ki neredeyse içgüdüsel diye açıklayacağım. Ben yaşamımla sanatımı bir bütün olarak görüyorum, bu açıdan gülmecenin daha doğrusu mizah unsurunun   sanatıma   yansıması   doğal.  Bir  konferans sonucunda  ayrı  iki kişi

“-Özdemir Bey bize bir resim yaptınız.” dediler. Benim yapım bu, mizacımla ilgili özelliklerim fiziki görünümlere kadar uzanıyor. Her yerde, özellikle ciddi toplantılarda aklı hemen mizaha kaçan bir kişiliğe sahibim. Ve daha da ilerisi, aklıma gelenleri söyleyip uygulayamadığımda da bu tip ortamlarda genellikle sıkılırım.

ATA - Retrospektif serginizi incelediğimizde, başlarda piktural bir yapı görüyoruz. Daha sonra, şimdi kesin tarihini veremeyeceğim eklektik ve illüstratif bir yapıya dönüşüyor. Bunun nedenlerini açıklar mısınız?

ALTAN - Retrospektif sergimde 1973’lerden bu yana kesintisiz süren bir düşünce birliğini izleyebilirsiniz. Fotogerçekçi veya kolaj kökenli, birbirine yabancı öğelerin birleşmişliği, 1984’den itibaren ise malzeme olarak farklı kavram olarak aynı biçimde sürmektedir. Eklektik yani seçmeci tavır, bilinen sanat formlarından tercih edilenler arasından toplanarak elde edilen bir sonuçtur. O halde resimlerimin asamblaj oluşunun söylediklerinizle bir ilgisi yok. Illüstrasyona gelince, ben de 1965’lerde Linchteinstein’ı illüstratif bulmuştum. Sanırım birkaç yıl sonra söz konusu çalışmalarım izleyene daha farklı gelecektir. Kaldı ki, yapıtı işin başında niteleyen ne illüstratif oluşu, ne de başkası. Yargılamadan önce biraz beklemede yarar vardır. Piktural yapı ise gerilerde kalmış bir deyim. Ilk dönemimdeki geleneksel sanatla ilintileri  1968’lerde TEPEGÖZ VE SINEK KRALIN OĞLU’ nda soyut espas ve simetriyle şükürler olsun terkettiğimi görüyorum. Bilmem anlatabildim mi?

ATA - Bir yapıtta teknik birliğin olması gerektiğini göz önüne alırsak, son dönem çalışmalarınızda, farklı tekniklerin bir arada kullanılmasıyla bozulan birliği nasıl açıklıyorsunuz?

ALTAN - Teknik birlik, Türk sanatında her zaman kurulmaya çalışılan bütünlüğü “yapışık sanata” dönüştürmede en etkin unsurdur. Ben, birbirinin aynı olan öğelerle yüzeyi tıkayan sanata karşı “yabancı öğelerin birlikte oluşturduğu bütünlüğü” geliştirmek istedim.

ATA - Bunlar bir öykünün betimlemesi olabilir mi?

ALTAN - Yapıtın bitiminde, bana rağmen gelişmekte olan anlam benim yanı başımda taşıdığım fark edemediğim sonuca katılım sağlayan ikinci bir kapasitem olmalıdır. Bu da “Yapıtın anlamını kendisinin bulmasına izin verilmelidir.” sözümle eşanlamlıdır.

AKSOY - Sanat insanın kendini aşması için başvurduğu uğraşlardan biri. Bütün sanat tarihi içinde bu olguyu  görürüz. Sanat çoksesliliğe   gidebildiği ölçüde artı değere ulaşabiliyor. Sanatınızda insanlığın ortak kaygılarını göremiyorum. Insanı dışlamakla tek boyutluluğa düşmüyor musunuz?

ALTAN - Sanat doğada bazı mevcutlara özellik tanıyan (torpillilere servis veren) popülist, konu illüstrasyonu, bir betimleme aracı olmayıp, aksine belki bunları da içine alan çok geniş kapsamlı her araç ve malzemeyle sanatsal bir olguyu gerçekleştirme eylemidir. Insanın etkinlikleri ve yaratıcılığı yerine, onun fiziki görünümünü saygın bulmak, devrimci bir eylemin tam zıttıdır. Bu, insanları görmek istediğimiz gibi dondurma içgüdüsünün tipik bir örneğidir.

ATA - Sanatınızın demokratik olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?

ALTAN - Orasını bilemem ama yüksek Rönesansa kadar çocuksu bir ışığa sahip olan 19. yüzyılın ortalarına kadar büyümüş sanatın bir insanın iç sıkıntısını taşıyan ve yüzyıl sonundan günümüze kadar ve gelecekte yeniden ilk safiyetine dönmesini, insanlığın giderek özgürleşmesine bağlıyorum.

TAKTAK - Espas olgusunu gündeme getiriyorsunuz. Zeki Kocamemi ile Ali Çelebi’nin döneminde bu kavramların sanatımıza girdiğini görüyoruz. Günümüz sanatçısı bu öğeyi problem etmiyor. Resimlerinizi sadece espas olgusuyla açıklamak yeterli midir?

ALTAN - Ali Çelebi ve Zeki Kocamemi Hofmann’ın onlara ders verdiği dönemdeki anlayışından kaynaklanan espas görüşüne takıldılar. Bu genel olarak klasik sanat tarihçilerinin, konunun önden arkaya dizilişi bağlamında kalmış bir görüştü. Ayrıca Almanca konuşan bir entellektüelin, ne dediğinin yeterince anlaşılıp anlaşılmadığını da hesaba katmak gerekir. Nitekim Hofmann, ardından soyut espası farkederek yüzyılımızdaki bulguların en önemlilerinden birinin sahibi oldu. Şimdi sorduğunuzun yanıtını birlikte bulmaya çalışalım.

AKSOY - Son dönem resimlerinizde görsel sanatın geçmiş dönem yargılarını bir anlamda reddederek yeniye ulaşmayı hedeflediğinizi söylemiştiniz. Oysa bütün bu reddedişe rağmen resminizde, örneğin üçüncü boyutu araştırırken, iki boyuta düşmeniz, bir anlamda reddettiğiniz doğu minyatürüne sarıldığınızı gösteriyor. Sonuçta yenilikçi olmak gayreti içinde eskiye sarılmış olmuyor musunuz?

ALTAN - Sorunuz, espası az önce açıkladığım gibi, yani perspektif ve konu dizilişiyle hacim bağlamında sınırlı görme yanılgısı içinde olduğunuzu gösteriyor. Üçüncü boyut sanıldığı gibi, yalnızca hacime ve konu perspektifine bağlı olmayıp, onları da içeren ama özellikle malzemeler arasındaki strüktür farklılığından gelişen, elemanlar arası uyuşmazlığın yarattığı bir “git-geldir”. Iki farklı eleman ayrı şeylerdir, o halde aynı yüzeyde durmazlar, bu hareket sonsuza dek sürer. Eskiye sarıldığımı sanmıyorum. Sorunuz eski ile yeni arsındaki ayırım anlayışınızdan kaynaklanıyor. Geçmiş çağların gerçeği deforme ederek sunma ilkesine karşı, çevreyi doğal haliyle değerlendirmeyi benimsemem aynı şeyler nasıl olabilir? Benim çevremdeki  verileri ters mantıklarıyla bir araya getirmem ise sanatımın dilidir.

ATA - Sanatınızdan hiç şüphe ettiniz mi?

ALTAN - Sıradan bir adam olmadığımı biliyorum ve kendimi sürekli aşmaya çalışıyorum.

ANLAĞAN - Anlaşılır olmamayı seçmenizdeki neden, izleyeni sanatçının düzeyine çekmek isteğinden mi kaynaklanıyor?

ALTAN - Böyle bir amaç taşımıyorum. Ama yaptıklarımız toplulukların düşünce düzeyinin üzerindeyse, galiba en olumlu eylemi yani çevremize kültürel hizmeti de dolaylı olarak vermiş oluruz? Kaldı ki yaptıklarımın değerini ve kapsadıklarını içtenlikle söyleyeyim, ben de çözümleyemiyorum.

TAKTAK - Resimde yalınlık, az unsur kullanımı hakkında ne diyorsunuz?

ALTAN – Resimde yalınlıktan eleman azlığını kastediyorsanız “düşünsel birlik ve dolaysız sonuç yalınlıktır” biçiminde yanıtlayabilirim sizi. Minimalistlerin tavrındaki matematiksel yaklaşım, sayısız seçeneklerden biridir. Yani seçenekler sınırsızdır. Mozart, döneminde  bir melodi cümlesinde çok nota kullanmasıyla eleştirilmişti. Bulgusundaki zenginliği ancak şimdi kavrayabiliyoruz.

ANLAĞAN - Çoksesli ve çok yönlü uygulamalarınızda kontrol mekanizmamız nasıl olmalı? Resimlerinizi açıklamamız ve yargılamamız için...

ALTAN - Böyle bir şeyi biçimlemek istemem. Ben bile yaptıklarımı zaman içinde farklı görüyorum.