dB 10. sayı / nisan 2002

Ana Sayfa + Kapsama Alanı + dB Yazılar Listesi + Künye  

 
Edebi ve Artistik Yaratma

F. Challaye
 

Freud ve Freud Doktrini
Çeviren: Halis Özgü / Özgü Yayınevi, 1968

 

“Çocuğun en çok ilgilendiği şey oyundur.” “Oyun oynayan her çocuk, kendisine ait bir dünya yaratmak suretiyle, bir şair gibi davranır. Daha doğrusu, yaşadığı dünyanın nesnelerini dileğine tamamiyle uygun yeni bir şekle sokmak suretiyle bir şair gibi hareket eder.” Bu oyunu çok ciddiye alır. Duyarlığının büyük bir kısmını oyuna ayırır.

Oyunun aksi ciddiyet değil gerçekliktir. Çocuğun gerçek dünyadan çok iyi ayırdığı oyun dünyası esasen görünen ve yoklanabilen bu dünyadan sağlanan unsurlarla meydana getirilir. Oyun, çocukta, arzularla, çocuğun yetişmesine yardım eden arzu, büyük, yetişkin olmak arzusu ile yönetilir. “Çocuk yalnız kendisi için oynar veya oyun amacıyla kendileriyle beraber kapalı ruhsal bir sistem meydana getirdiği başka çocuklar için oynar.” Yetişkinler için oynamaz. Yalnız onlardan saklanmaz. Çünkü büyük olmak arzusunu onlardan gizlemek için hiçbir sebep bulmaz.

“Yaşça ilerleyen insan oynamayı bırakır. Oyundan sağladığı hazdan görünüşte vazgeçer. Yalnız, insanın ruh hayatını tanıyan herkes bir kimse için daha önce tattığı bir hazdan vazgeçmek kadar zor bir şey olmadığını bilir. Gerçekten, hiçbir şeyden vazgeçmeyiz. Sadece bir şeyi bir başkasıyla değiştiririz. Vazgeçme gibi görünen şey gerçekten yer değiştirmeden başka bir şey değildir. Mesela, ergen büyüdüğü için oynamaktan vazgeçmez. Onun yaptığı şey sadece gerçek nesnelerde bir dayanak noktasını aramaktır. Oynamak yerine hayaller kurar. Ispanya’da şatolar kurar. Gündüz rüyaları denen hayallerin arkasına düşer. Insanların çoğunun hayatlarının bazı evrelerinde gündüz rüyalarını gördüklerine inanıyorum.”

Yetişkin “ciddi adı verilen işlerini çocukluk oyunlarına benzetebilir. Bu işleri yaparken hayatın çok ağır baskısından kurtulur ve neşenin üstün hazzını tadar.” Bununla beraber, genellikle, hayallerinden utanır. Bunları başkalarından saklar. Yalnız kendisi bilir. Topluluğun kendisinden, hayallerine kapılmasını değil de gerçek dünyada iş yapmasını istediğini bilir. Aynı şekilde, hayallerini yaratan bazı yasaklanmış arzuları saklamaya çalışır.

Sağlam kimselerde de yer alan olayları sinir hastaları psikanalist hekime tanıtmamış olsalardı esrarla örtülü bu veriler hakkında az bir şey bilirdik. “Mutlu insanın fantazmaları (gündüz rüyaları) yoktur. Yalnız tatmin edilmemiş kimse fantazma yaratır. Tatmin edilmemiş arzular fantazmanın kaynaklarıdırlar. Her fantazma bir arzunun gerçekleşmesidir. Fantazma tatmin etmeyen gerçekliği telafi eder. Fantazma canlılığını sağlayan arzular cinslere, karaktere ve kendisini fantazmaya bırakan kimsenin hayat şartlarına göre değişirler. Fakat bu arzular başlıca iki yönde kolayca gruplanabilir. Bunlar kişiliği yükseltmek amacını güden, ihtiraslı ve cinsel arzulardır. Genç kadınlarda cinsel arzular hemen hemen tamamiyle hakim olurlar. Genç erkeklerde, bencil ve ihtiraslı arzular daha aşikar bir şekilde görünürler...”

Fantazma, kuvvetli bir arzu yaratan şimdiki bir izlenimden meydana gelir. Bir hatırayı, en ziyade, çocukluğa ait bir hatırayı, bu çeşit isteklerin tatmin edildikleri geçmiş bir zamanın bir hatırasını canlandırır. Insan arzusuna uygun bir geleceği tasarlar. Iş istemek için bir patronun yanına giden kimsesiz bir çocuk hayatının güven içinde olduğu aile ocağını hatırlar. Patronun güzel kızıyla evlenmek, patronun yerini almak ve böylelikle, mutlu bir aile hayatını kurmak rüyasını görür. “Arzu, geçmiş modeline göre bir gelecek hayalini yaşatmak için ortaya çıkan bir fırsattan yararlanır.”

Bu gündüz rüyalarını yine arzularla, özellikle, bilinçaltına itilmiş arzularla meydana gelen gece rüyalarıyla mukayese edebiliriz.

Şimdiye kadar söylediklerimiz edebi eserin yaratılmasını anlamamızda  bize yardım edeceklerdir. “Şair, oynayan çocuk gibi yapar. Kendisine, çok ciddi saydığı bir hayal dünyasını yaratır. Yani, büyük sayıda duygusal verilerle donattığı mühayyen bir dünya yaratır. Şiir dünyasının bu gerçeksizliğinden artistik teknik bakımdan çok önemli sonuçlar meydana gelmektedir. Çünkü, gerçek oldukları takdirde yaratamayacakları hazzı, fantezi yolu ile yaratmayı başarırlar. Aslında acı birçok heyecanlar dinleyici veya seyirci için bir haz kaynağı olabilirler.

Öte yandan, edebi eserler ergenlerin ve yetişkinlerin gündüz rüyalarına benzerler. Halk romanları daima ilginin üzerinde toplandığı bir kahramanı karşımıza çıkarırlar. Bu kahraman bütün felaketlerden kurtulur. Bu “dokunulmazlıkta”, “bütün romanların olduğu gibi bütün gündüz rüyalarının kahramanı olan haşmetli ben kendini ele verir.” Bütün kadınlar bu kahramana aşık olurlar. Diğer kişiler arasında iyi kimseler ona yardım edenlerdir. Fenalar onun düşmanlarıdırlar. Halk tipindeki bu roman ile daha fazla işlenmiş diğer eserler arasında her çeşitten ara romanlar bulunabilir. Psikolojik denen romanlarda kahraman içten anlatılır. Objektif eserlerde, Zola’nın bazı romanlarında olduğu gibi, başkalarının sefaletlerini ve işlerini seyreden bir kahraman vardır. “Edebi eser, gündüz rüyası gibi, geçmişteki çocukluk oyununun yerini alır ve oyunu devam ettirir.”

Şüphe yok. Destan ve trajedi yazarları gibi bazı yazarlar kendileri bulacakları yerde hazır konulardan yararlanırlar. Fakat, bir yandan, onların bağımsızlıkları bu konuların seçilmesinde ve yenileşme tarzlarında kendini gösterir. Öte yandan da bu konular folklordan, masal ve efsanelerden meydana gelmektedirler. Masallar “milletlerin tümünün şekilleri bozulmuş arzu fantazmalarının kalıntıları, genç insanlığın çok eski rüyalarıdırlar.”

Bu edebi eserlerin yarattıkları izlenimleri nasıl izah edebiliriz? Bu, yazarın ve kullanıldığı tekniğin sırrıdır. “Sanat gündüz rüyasının karakterini hafifletir. Açık estetik haz karşılığında yani, fantazmalarının tasarımında sağladığı estetik haz karşılığında bizi aldatır. Daha derin ruhsal kaynaklardan meydana gelen üstün bir hazzın yaratılması için bize sunulan bu çeşit hazdan yararlanmaya aldatma primi veya haz hazırlığı adı verilmektedir. Yaratıcı tarafından bizde meydana getirilen her estetik hazzın bu haz hazırlığı karakterini taşıdığını sanıyorum. Fakat, edebi eserin gerçek kudreti ruhumuzu bazı tansiyonlardan kurtarmasından gelmektedir. Yaratıcının bize kendi fantazmalarımızdan endişe duymadan, utanmadan yararlanmak imkanını vermesi belki de bu sonuca geniş ölçüde yardım etmektedir.”

Her ne şekilde olursa olsun, yaratıcının duygularını paylaşmamız, maksatlarını sezmemiz, kısacası, ele aldığımız eserin gerçek anlamını, muhtevasını görmemiz gerekmektedir. Psikanaliz bu işte bize yardım etmektedir.