dB 11. sayı / şubat 2003

Ana Sayfa + dB Yazılar Listesi + Künye  

 
Uygarlığın Coğrafyası Var mı?


Erdal Atabek
 

Cumhuriyet, 12 Ağustos 2002

 

Uygarlık bir coğrafya sorunu mu?

Avrupa topluluğu dünyanın belirli bir bölgesini mi simgeliyor?

Bu bölgenin dışında uygarlık yok mu, olamıyor mu?

Biz, uygar olabilmek için mi Avrupa Topluluğu’na girmek istiyoruz?

Biz, Avrupa Topluluğu’na neden girmek istiyoruz?

Doğu-Batı ayrımının temel ekseni nedir?

Kadercilik’, Doğu toplumlarının temel ekseni sayılırdı.

Akılcılık’ da Batı toplumlarının temel ekseni.

Ama ‘Batılı toplumlar’, kadercilikten akılcılığa geçebilmek için yıllar süren, kimileri kanlı mücadeleler verdiler. Ortaçağın karanlıklarından kurtulmak, din bağnazlığının katı baskısı altındaki akıl tutulmasını yenmek, toplumların önyargıları içindeki bireyi özgürleştirmek yüzyılları aldı.

Avrupa tarihi bu serüvenin iniş çıkışlarıyla doludur.

Yeni çağla başlayan Rönesans, aydınlanma kültürü, din bağnazlığına karşı laiklik, matbaanın bulunuşu, üniversitelerin kuruluşu ve hepsinin üstünde yükselen endüstri çağı Avrupa’yı bugünlerinin uygarlığına ulaştırdı.

Uygarlık bir coğrafya sorunu değildir, bir kültür sorunudur.

Kültürünüz ‘akılcılığa’, ‘özgür düşünceye’, ‘insanın yaratıcı var oluşuna’, ‘kendinden başkasının hakkına da saygı duymaya’, ‘toplumsal dayanışmaya ve paylaşma’ya, ‘çalışmayı bir yaşam biçimi saymaya’, ‘sürekli eğitim isteği’ne dayanıyorsa, siz uygarlık yolunda güvenle yol alıyorsunuz demektir.

Ama kültürünüz ‘açık ve örtük kaderciliğe’, ‘başkaları tarafından yönetilmeye’, ‘insanını kaderine bağlı oluşuna’, ‘kendinden başkasına aldırmamaya’, ‘ben dümenime bakarım’a, ‘çalışmadan avantadan yaşamaya’, ‘eğitimden olabildiğince kaçmaya’ dayanıyorsa, sizi hiçbir görüntü uygar yapamaz.

Onun için de bizi uygar yapacak olan, Avrupa Topluluğu’na uyum yasaları değil, uygarlığa yönelik eğitim ve kültür değişimidir.

Bunu biz, Avrupa için değil, kendimiz için yapmalıyız.

Ama ne acıdır ki, ‘kendimiz’ için yapmayı aklımıza bile getiremediğimiz değişiklikleri ‘Avrupa için’ şaşırtıcı bir hızla yapıverdik.

Peki, yaptık da inandırıcı ve güvendirici oldu mu? Elbette ki olmadı.

Kendine değer vermeyi bilmeyenler, başkalarının değer vermesini nasıl bekler?

Bizim bir özelliğimiz de ‘kendinden olana değer vermemek’, ‘kendi dışındakilere çok değer vermek’ değil mi?

Kendimizi tanımayı, kendimizi öğrenmeyi neden başaramıyoruz?

Neden kendimizi olduğumuz gibi kabul ettirmeye çalışıyoruz?

Çünkü kendi eksiklerimizi görmek, kendi yanlışlarımızı kabul etmek zor geliyor.

Çünkü, bunu yapmak cesaret istiyor ve bu cesareti gösteremiyoruz.

En tanınmış yöneticilerimizin bile ‘doğruları görmek ve göstermek           

cesareti’ yok.

Neden başımıza gelen her felakette ‘başsağlığı ve geçmiş olsun dilekleri’ ile yardım etmekten başka bir şey yapamıyoruz?

Neden başımıza gelen her felakette ‘felakete uğrayanların düzeltmemekte direndikleri yanlışları’ dile getirilemiyor?

Neden başımıza gelen felaketler bizim için uyarı, bizim için ders olamıyor?

Neden gerçekleri bilenler bunları söylemek yerine ‘hoşa giden geçici destekler’ vermekle yetiniyor?

Çünkü, doğruları söylemek yerine hoşa gitmek yeğleniyor da ondan.

Çünkü, doğruları kabul etmek başka bir cesaret istiyor da ondan.

Doğrulardan korkanlar, yalanlarla yaşamak zorunda kalırlar.

Uygarlık bir coğrafya sorunu değildir, her adımı bilinçli emek isteyen bir yoldur.

Uygarlığı Avrupa’da değil, kendi içimizde aradığımız zaman bulabiliriz.

Geri yanı, ‘beni al, ne iş olsa yaparım abi’den ibarettir.

H62