İnsanın aklı karışabilir; dünya da din savaşları mı hortladı?..
Filistin’de Musevi ile Müslüman çatışıyor; işin içinde Hıristiyan
da var…
Sanki Hıristiyan-Musevi ittifakına karşı direniyorlar yoksul
Müslümanlar…
‘Kutsal Topraklar’ üzerinde eski tapınaklarda odaklaşan savaş
dinle tütsüleniyor…
Hıristiyan Amerika, Müslüman Bağdat’ı vurmak için hazırlanıyor…
11 Eylül’de Müslüman terörü New York’u kalbinden vurdu; buna
karşın Amerika Afganistan’ı işgal ederek misilleme yaptı…
Kâbil’deki Türk asker değerine
bu bakımdan paha biçilemez; Orta Asya’da din savaşı görüntüsü
Ankara sayesinde bozuluyor…
İslam coğrafyasındaki dinci devletler, Ortaçağ görüntüsündeki
zavallılıklarıyla, Protestan ruhunu taşıyan batı kapitalizminin
avucu içindeler…
Laik Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma
devrimi sayesinde, sanki din savaşlarına tutuşmuş dünyada tek
kalıyor…
Papa’nın ‘Hıristiyan örgütü’ saydığı ‘Avrupa birliği’nin
geleceğine aday tek Müslüman ülkeyiz…
* * *
Ne Batı’da ne Doğu’da, ne Hıristiyan ne de Müslüman
coğrafyalarında, dünyanın bugünkü durumunu Türkiye’deki kadar
görüp tartmak olanağı var…
Laiklik olgusu, Batı’nın tarihsel takviminde kalmış; Aydınlanma,
Ortaçağ’dan çıkış döneminin son aşaması gibi Avrupa’nın belleğine
yazılmış…
Oysa ‘Aydınlanma Devrimi’ni yaşamayan İslam ülkeleri
günümüzde dincilikle güdüleniyor…
Türkiye bu dünyada biricik ve yalnız kalıyor…
İslam ve Hıristiyan dünyaları bu nedenle bizden daha saydamlıkla
hiçbir ülkeden görünemez…
İki dünyanın bitiştiği ve buluştuğu yarım adada yaşamak hem büyük
talih …
Hem küçük talihsizlik!..
Türkiye güncel ve tarihsel işlevini bilinçle üstlenen bir siyasal
iktidara kavuşabilse, 21’inci yüzyılda dünya siyasetine yön
verebilir…
Ancak bölük pörçük koalisyonlarla ve çapsız liderlerle olmaz bu
iş…
* * *
Batı’nın kuklası, ABD’nin emir kulu, İMF’nin şamar oğlanı, AB’nin
ayran budalası bir Türkiye, İslam dünyasında emperyalizmin Truva
Atı işlevini görmekten başka bir işe yaramaz; bugünkü
konuşlanmanın başka adı yok!..
Seçkin, çıkarcı, halktan kopuk, edilgin, ufuksuz bir sermaye gücü,
geniş halk kitlelerini gün geçtikçe ele geçiren dinci, İslamcı,
Arapçı, fırsatçı partilerin karşısında şaşkınlaşmış…
Dış kapitalizmin taşeronu olarak ülkeyi yönetmeye kalkışan bu
gücüne ne demeli? İstanbul’da odaklanmış sermaye gücü gerçekten
güçsüzlüğün ta kendisi mi?.. Ankara’da sahneye koymak istediği her
senaryo fiyaskoyla sonuçlanıyor, geniş tabana dayalı iktidar
oluşturmak girişimleri suya düşüyor, yeğlediği politikalar
Allah’lık…
* * *
Oysa dünyanın eriştiği ‘Küreselleşme süreci’nde Türkiye
‘sermaye ile emek’ ve ‘bürokrasi ile halk’ arasındaki uyuma her
zamankinden daha muhtaç…
Dışarıdaki gücün taşeronu olmakla sınırlı siyasal görüşün
ipoteğinden kurtulmadan, yaşadığımız ülkede hiçbir başarıya imza
atamayız.