Birebir sözlü iletişimi tartışmakta yarar var. Bugün yaşanılan
sözlü iletişim, Türkçe’mizin tadını duya duya konuşma tarzından
gittikçe uzaklaşıyor. Özellikle öğretmen olacak gençlerimizin
konuşma hızı, bu konuyu gündeme getirmiş bulunuyor. Doğu
dillerinden gelen uzun sesler terk edildikçe bu hız artıyor.
Aslında Türkçe’de uzun ses yoktur. Türkçe’de normalden kısa yalnız
bir ses vardır. Bu ses “ı” sesidir. Dolayısıyla Türkçe günümüz
hızına ayak uydurabilecek mükemmel bir dildir. Bu yönüyle
İngilizce ile boy ölçüşecek güçtedir. Ancak İngilizce’nin hızına
tıpa tıp ayak uydurursak sözlü iletişimde anlam kaybına uğrarız.
Yalnız unutulmamalıdır ki, eskiden kullanılan uzun
sesler, diğer bir değişle şapkalı (hâkim
gibi) sesler yanında, kesmeli (te’sir gibi) sesler de kullanıştan
düştükçe konuşmanın kulaklarda bıraktığı hoş sada kayboluyor.
Sadece sada, âhenk değil anlamı da destekleyen bu sesler
zayıfladıkça mesaj da çok kere alınamıyor. Böylece tam bir
iletişim gerçekleşmiyor, dolayısıyla birbirimizi yeteri kadar
uyaramıyoruz, etkileyemiyoruz.
Günümüzün genci sabırsız, aceleci,
hızlı, bir an evvel sonucu görme, sonucu alma telâşı içindedir.
Etkili olmamak, mesajı hemen doğru olarak vermemek korkusu
gençleri konuşurken adeta koşturuyor. Bu faktörlere bire bir
konuşma esnasında sözü karşı tarafa kaptırmanın, söylemek zorunda
olduklarının hepsini, söz sırası kendisinde iken tamamlayamamak
telâşı yine frekansı yükselten bir etken oluyor. Böyle bir
konuşmayı dinleyeni düşününüz, büyük bir ihtimalle mesajları tam
ve doğru olarak alamıyordur. Alabildiği mesajlar da bölük pörçük
oluyor ve tam bir iletişim kurulamıyor.
Diğer
yandan konuşma hızı aynı zamanda bir enerji boşalımını sağlıyor,
bir gerilimi gideriyor. Böyle bir konuşmada boşalan enerji karşı
tarafı da doldurmuş, gerilime sürüklemiş olabiliyor. Şüphesiz ki
hızlı konuşmanın âhengi zayıf oluyor. Böyle bir ton sinirleri de
gerebilir. Konuşmada her zaman olumlu ya da olumsuz veyahut ılımlı
bir potansiyel vardır. Mesajı net olmayan, kulağa hoş gelmeyen bir
konuşma gerginlik yarattığı gibi mesajı tam olan ve kulağa hoş
gelen bir konuşma insanı mutlu eder ve de rahatlatır. Tıpkı sanat
eseri gibi. Bu bakımdan “Dil ve Düşünce”[i][*]
ayrılmaz bir bütündür.
Türkçe’yi yetersiz bulanlar,
Türkçe’de kelime türetme yollarını bilmeyenlerdir. Japonlar,
Japonca’da ne kadar işlek ek varsa, ne kadar canlı kök varsa,
onları tespit edip, öğrenimleri sırasında gençlere adeta
ezberletmişlerdir. Anlaşılabileceği gibi işlek ekler ve canlı
köklerle kelime türetmek gayet kolaydır. Meselâ, bizim
Türkçe’mizdeki “-m” eki ile bir deneme yapalım: ak-ı-m / akım,
seç-i-m / seçim, sür-ü-m / sürüm, iç-i-m / içim, iç-i-m-lik /
içimlik gibi. Aynı denemeyi bir de “-ı,-i” ile yapalım: yap-ı /
yapı, kap-ı / kapı, yaz-ı / yazı, gez-i / gezi, sez-i / sezi,
çek-i / çeki gibi. Görüldüğü üzre fiil köklerinden “-m ve –ı, -i”
yapım ekleriyle daha bir çok kelime türetmek mümkündür. Bu
kelimeler, isim olan kelimelerdir. Bir dilde isimler çoğalmadıkça
o dilde fikir ve düşünce üretmek de zor olur. Bir dilde fiiller
çoksa o dili konuşanlar arasında daha çok hareket adamları,
kahramanlar çıkar. Aksine isimler çoksa o dili konuşan ve
yazanların arasından daha çok bilim ve fikir adamları çıkar.
Hikâyeler daha çok fiillerle, düşünce yazıları ise isimlerle
yazılır. Tasvirler, betimlemeler sıfatlarla, kulakta hoş sada
bırakan şarkılar, ses zenginliği olan kelimelerle yapılır.
Kelime türetmeye İngilizce çok güzel
bir örnektir. Bu dilde isimler genellikle hiç ek almadan yan yana
getirilerek kelime türetilir. Bu yolla yapılan isim tamlamalarıyla
yüzlerce, binlerce kavram karşılanmıştır. Hatta son zamanlarda
Türkçe’de de İngilizce’nin tesiriyle iyelik ekleri atılarak bir
çok yer adı yapılmıştır. Meselâ, top-kapı/ topkapı-sı, “-sı”
iyelik eki atılmıştır.
Kelime türetirken kök ve ekin
oluşturduğu yeni kelimenin ses yapısı kulakta kalacak şekilde
zengin olmalı, akıcılığı olmalı. Bunlardan daha da önemlisi kökle
işlek ek birleşince kökün anlamına yakın bir anlam oluşturmalı ve
yeni kelimenin anlamı herkes tarafından hemen anlaşılabilmelidir.
Kulakta kalmayı sağlayan ses yapısına bir örnek daha verelim.
Hatırlanacağı üzere tarihte bir “Macar Sındığı” yoktur. Fakat bir
“Sırp Sındığı” savaşı vardır. Çünkü, “Sırp” kelimesindeki “S” sesi
“kırmak” anlamındaki “sınmak” kelimesinden alınmıştır. Başka
savaşlarda da insanlar kırılmıştır ama o yerdeki kırılma ile yer
adı birleşmemiştir. Demek ki kulakta iz bırakacak ses zenginliği,
kelime türetmede önemli bir faktördür.
*
Prof. Dr. Ayhan Songar, “Dil ve Düşünce” adlı araştırması.