TÜRK AYDINLARI, VİCDANSIZ
VE SÖMÜRÜCÜ
ABD'YLE FARKIMIZ YOK
‘‘Amerika'dan ve Türkiye'den rastgele sistemle sıradan
100'er insan seçin. Her iki ulusun insanlarını para ve zaman
bilinci, hayata bakış açıları, aile ilişkileri, çocuk
sevgileri, eğitime önem verişlerini, okuma durumlarını aklınıza
yaşamla ilgili ne gelirse karşılaştırın. 25 yıl ABD'de
kalan ve Türkiye'yi tanıyan biri olarak rahatlıkla söylüyorum
pek fark göremezsiniz. Hatta bazı durumlarda Türk insanının
artısı olduğunu görüyorum. Örneğin zor durumda olan Türk
insanının çabucak morali bozulmaz, altından kalklar, öbürü
sallanırken, bizimki ‘Ya Allah' der çabucak toparlanır.
Aile ilişkileri bakımından muazzam derece Türk insanı
fedakardır. Suyu idareli kullanır, olmadığı zaman da allak
bullak olmaz.
NEDEN BÖYLELER?
Yine aynı şekilde iki ulusun ülkeyi yöneten aydın kesimi,
gazeteci, profesör, doktor, öğretmen, devlet yöneticisini
100'er kişi olarak seçin. İşte o zaman Türklerin aleyhine
farkın çok büyük olduğunu görürsünüz. Örneğin,
Amerikalı profesörle karşılaşınca o profesörün kendine
bakışında müthiş kendine saygı vardır. Yalan söylemez,
çünkü aynaya nasıl bakacağını düşünür. İlimi niçim
yaptığını, topluma nasıl katkıda bulunduğunu, öğrencilerini
iyi yetiştirip yetiştirmediğini sorgular.
Bizde bunu görmüyorum. Türkiye'nin aydınlarıyla ilgili bir
sorun olduğu konusunda kuvvetli kanaatim var. Yargılamıyorum.
Bu aydınlar, ‘Biz nasıl mendebur oluruz, bu halka nasıl kötülük
yaparız' diye bir araya gelmiyorlar. Soru şu: Aydınlar neden
böyle? Niye böyle aydın yetişti?
O zaman geldiğim nokta şu: Bizim Türk eğitim sistemi değerler
bilinci ve karakter inşa eden bir sistem değil. Türk eğitim
sistemi, malumat aktarma üzerine kurulmuş.
Amerika'da eğitimden nasibini almamış insanla aynı odada
kalmaktan korkarım. Beş dolar için gırtlağımı kesebilir,
diye düşünürüm. Amerika'da eğitim düzeyi yükseldikçe,
kişinin karakter değişimi, değerler bilinci yücelir. Liseyi
bitirmiş insan olgun vatandaştır, üniversiteli güçlüdür.
Eğitimin değerleri vardır. Master, doktora alan profesör
olan kişinin bilirsin ki temel değerleri vardır. Gerçeğe
saygı, hakkaniyet, kişisel sınırlar ve sorumluluk bilinci
gibi değerleri oluşmuştur. Sistem bunun üzerine kurulmuştur.
Amerika'da eğitim görmemiş birinin değerler bilinci küçüktür.
Türkiye'ye bakınca durum tam tersi. Türkiye'de
bir kişi eğitim görmüşse, şehirleşmişse değerler
bilinci çok düşüktür. Muazzam bencilleşmiş, kendi ve yakın
çevresinden başka hiçbir menfaat tanımayan, sömüren bir
tip haline gelmiştir. Gözünün önünde ölebilirsin
kılı bile kıpırdamaz. Amerika'daki eğitimli insan ise böyle
bir olayla karşılaşırsa uyuyamaz. Oysa Türkiye'nin sıradan
insanlarının değerler bilinci daha yüksektir. Nedir
bunlar; inançları, hakkaniyet duygusu ki halk buna 'helalinden
para kazanma, haram yememe' der; insan onuruna saygı ki, halk
buna ‘gönül incitmeme' der; insan haysiyeti, şerefi ve
onuruna saygı duymadır.
SOL YARIMKÜRE
İçselleştirilmişin değerin bizdeki adı vicdandır. Okumuşunda
vicdan yok. Bizdeki aydının aldığı müfredat malumata yöneliktir.
Beynin sol yarım küresine yönelik bir eğitim alır. Toplumda
en güçlüler vicdansızlar. Değerler bilinci küçük olur.
Neden böyle durum yaratıldı?
Biz din baskısından kurtulmak ve laik düzene geçmek isteyen
düşünce içindeyiz. Bu nedenle eğitimciler değerleri hep
din kaynaklı gördüler. Dinden kurtulmak için değerleri işin
içine almadılar. Çok büyük hataydı. Çünkü; değerler
din kaynaklı olabildiği gibi tamamiyle yaşamdan gelen, yaşam
felsefesinden gelen kaynaklardır. Toplumun olduğu her yerde değerlerin
olması lazım. Burada işte felsefi zayıflık var.
İlk defa ben söylüyorum. Vicdanın hakim olmadığı toplumda
insanların birbirine güven duyması mümkün değil. Yasalarla
vicdan olmaz. Güvenin oluşmadığı bir ülkede de ekonomik
refahı uzun süre ayakta tutmak mümkün değil. Bunlar artık
konuşulmalı, insanlar düşünmeli. Açık seçik şunu söylüyorum.
Türk kültürü hasta. Bilim özellikle aydınlarımızın
gazetede, televizyonda sahnede, ailede, okullarda, üniversitelerde
yaşattığı Türk kültürü hasta. Su hastaysa eninde sonunda
balık hasta olur. Balık hasta diye sürekli balıklarda
kabahat bulma, bilgece bir tavır değil. Suya
bak.
Onları başka yerlerde mi yetiştiriyoruz? Gerçek şu ki,
akvaryum suyu hastaysa sağ balık da koysan o balık da bir süre
sonra hasta olur. Açık seçik söylüyorum ve bunu söylemeye
devam edeceğim. Her yönden işaret veriyor. Türk
kültürü hasta. Biz hala balıklarda kabahati buluyoruz.
Bunun çaresi ne? Önce bir suyun hasta olduğunu kabul edip,
suyu rahatlatacak oksejin pompası ve iyileştirecek damla
yerine geçecek ne var ona bakalım. Türkiye'de müthiş
olanaklar var. Her bir televizyon kanalı, gazete oksijen pompası
olabilir. Yazılan her bir kitap, verilen bir konuşma suya
damlatılan bir damla olabilir. Benim
bilincime göre acı olan bu değerler boşluğunu maalesef çağdaş
bilinç bakımından değişmemesi.
MÜTHİŞ POTANSİYEL
Güven çok önemli bir ihtiyaç. Ben her gidiş gelişimde,
ekonomik krizde bunu görüyorum. Değerler bilinci içinde
umutluyum. Avrupa Birliği (AB) 'değerleriniz nedir' diye
soruyor. Diyor ki, 'bu değerler üzerine anayasa, eğitim ve
devletinizi inşaa edin'. Daha önce birbirini boğazlamış
insanlar AB çatısı altında birleşmeye doğru gidiyor. Değerlerini
birleştiriyor. İnşallah, Türkiye'de değerler bilinci tartışması
başlar. Bu tartışma başladığı anda müthiş
potansiyelimiz var.
Ben halk çocuğuyum. Zihinsel ve düşünsel olarak çok
zenginleştim. Ama gönül bağım Silifke'de, annemin komşusuyla
aynı düzeyde. O zemin hiçbir zaman kaybolmadı. Düşünsel
zeminiminde çok büyük gelişmeler oldu. Bağnaz, dini
taassubun hakim olduğu ortamdan kesinlikle kurtuldum. Özgür
düşünürüm. Sevecenliğimde değişim olmadı.
İnsanları değiştirmek, yargılamak istemiyorum. Pencere açmak
istiyorum. Onlara, eşlerine, çocuklarına böyle bir
pencereden bakabilme kapısını açıyorum. Kendimi pencereci,
pencere açıcı olarak görüyorum. Zaten yapacak fazla bir şey
de yok. Anne-babalar çocuklarına, eşler birbirine pencere açmalı.
Birbirini değiştirmeye kalkamamalı.
Kişi ancak kendisi karar verirse değişebilir. Öğretmenlerin,
düşünürlerin, din adamlarının pencere açıcı olmaları
lazım.
Silifke’den ABD’ye
Silifke'de 1938'de doğdum. Ailenin 11'inci ve en küçük çocuğuydum.
Ortaokul ikideyken Silifke'ye elektrik geldi. Lamba, fener altında
çalıştım. Su ya ortaokul bir veya üçte köyümüze geldi,
evlere değil. Banyo yapılan yere gusülhane denirdi. Akrepler,
çiyanlar çok olduğu için ödüm kopardı. Orada yıkanmazdık,
Annem bizi leğen içine oturtturur, yıkardı. Ben 10 yaşındayken
öldü.
Annemin ölümü beni çok etkiledi. Böyle bir ortamda geldiğim
yer çok anlamlı gözüküyor. Türkiye'de İstanbul Üniversitesi
Psikoloji Bölümü'nü bitirdim. İyi öğrenciydim. Amerikan'ın
gözde üniversitelerinde bilimsel araştırmalar yaptım.
Takdirle karşılandım. İngilizce yayınlarım, bilimsel çalışmalarım
oldu. Amerika'da öğretim üyeliği yaptım.
Can kültürü
Kendi iç dünyama hiç yabancı düşmedim. Sevgi merkezli bir
tasavvuf kültüründe yetiştim diye düşünüyorum. Buna 'can
kültürü' diyorum. Amerika'da 'can kültürü' içinde çevre
oluşturup, çocuk yetiştirdim. Eşim Amerikalıydı, bu kültür
içinde onunla iletişim kurmaya çalıştım.
1996'da Amerika'daki üniversiteden emekli oldum. Kendime
pencere açmak hedefimi koydum. Amerika özellikle iletişim ve
psikoloji alanında dünyanın en üretken toplumu. Bilimsel
anlamda kök saldım. Arkadaşlarımla konuşmak, yeni gelişmeleri
gözden geçirmek, seminerlere gitmek, beslenmek gereği
duyuyorum. Yılda 4-5 ay Amerikadayım. 7-8 ay Türkiyede kalıyorum.
Sürekli gidiş geliş halindeyim, buna aküyü bitirme ve
doldurma diyorum.
Dolmuşa binerim, halkı koklarım
Prof.Dr. Cüceloğlu'nunyaşamı ve kendisiyle ilgili söyledikleri
ise şöyle:
Bilgin olabilir ama alacak insanın olması çok önemli. Nereye
gidersem gideyim, seminerlerim, konferanslarım silme doluyor.
Başı örtülü, garsonu, öğretmeni, polis memuru, subayı
dinliyor. Karşılayacağımın beş misli davet alıyorum.
Çok önemli bir zamanımı okumaya ve yazmaya ayırmak
istiyorum. Şu anda planladığım, dosyasını açtığım 8
kitap var. Okumak, halka karışıp, gözlem yapmak önemli.
Bilincim çok gelişti. Bir ortama girdiğim zaman insan
dinamiklerini, o dinamikler arkasında yatan düşünce tarzlarını,
inançları, heyecanları, beklentileri görebiliyorum. Dolmuşa
binmeye bayılırım. Pazar yerlerine giderim. Yürümek ve halkı
koklamak isterim.
Çocukları, okul bahçelerini gözlemek, öğretmen yürüyüşünü
görmek önemli. Bir ortama gireceğim, ama oradakiler kim olduğumu
bilmeyecekler, ben da rahat gözlem yapacağım. Kahvehanelere
oturur, çaktırmadan insanları gözlerim. O anki gözlemlerimi
kasete aktarırım.
Psikolog
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu 25 yıldır ABD'de yaşıyor. Türkiye'ye
gelerek seminerler veriyor. Son 5 yıldır da yılın 7-8 ayını
Türkiye'de geçiriyor. Cüceloğlu, toplum ve insan davranışları
üzerine sürekli gözlem yapıyor, okuyor ve kitap yazıyor.
‘‘Türk aydınları bencil ve vicdansız‘‘ diyen Cüceloğlu,
aydın kesime ağır eleştiriler getiriyor: ‘‘Eğitim görmüş
ve şehirleşmiş aydınların 'değerler bilinci' çok düşük.
Muazzam bencilleşmiş, kendi ve yakın çevresinde birlikte hiçbir
menfaat tanımayan, sömüren bir tip haline gelmiş. Gözünün
önünde ölebilirsin, kılı bile kıpırdamaz.‘‘
Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu, yazdığı kitaplarla, verdiği eğitimlerle
ve ilginç kişiliğiyle Türkiye'de geniş bir kesim tarafından
tanınıyor. ABD'de ve Türkiye'de yaşıyor. Yılda 30 bin kişiye
hitap ediyor. Cüceloğlu Hürriyet İK Gazetesi okurları için
Türk toplumunun ilginç bir analizini yaptı. İşte Cüceloğlu'nun
ağzından toplum yapımız...