dB 9. sayı / nisan 2001

Ana Sayfa + dB Yazılar Listesi + Künye  

 
Peter Schlemihl


Adelbert Von Chamisso
 
MEB Alman Klasikleri dizisi
Çeviri: Sabahattin Ali

 

...

"Kendileriyle tanışma onuruna kavuşmadığım halde rahatsız etme cesaretinde bulunduğum için beyefendi saygısızlığımı bağışlasınlar, kendilerinden bir ricam var. Lütfen izin buyurun..."

"Fakat, Tanrı aşkına, beyefendi!" diye korkuyla sözünü kestim. "Ben sizin gibi bir insan için ne yapabilirim? Siz ki..."

İkimiz de susup kaldık ve galiba kızardık.

Bir anlık bir sessizlikten sonra o yeniden söze başladı:

"Çevrenize bulunma mutluluğuna ulaştığım kısa bir süre içinde, beyefendi -açıklamama izin buyurun- sizin güneşte ve şöyle soylu bir küçümsemeyle, önem bile vermeden yere fırlattığınız o güzel, çok güzel gölgenizi olağanüstü şaşkınlık ve beğeniyle seyretme olanağını buldum, şu ayaklarınızın ucundaki muhteşem gölgenizi...

Acaba şu gölgenizi bana bırakmaya razı olur muydunuz?"

Sustu ve benim kafamın içinde sanki bir değirmen taşı dönmeye başladı. Benden gölgemi satın almak isteyen böyle garip bir öneri karşısında ne yapabilirdim? Herhalde delinin biridir diye düşündüm ve onun alçakgönüllüğüne daha iyi yakışan bir sesle yanıt verdim:

"Aman, aman, sevgili dostum, kendi gölgeniz size yetmiyor mu? Bu iş bana pek acayip bir öneri gibi geliyor."

Fakat o hemen sözümü kesti:

"Cebimde beyefendimize pek de değersiz görülmeyecek bazı şeylerim var; sizin bu paha biçilmez gölgeniz için verilecek en yüksel bedel bile bence azdır."

Bu anda o korkunç cebi anımsadığım için yeniden soğuk bir ürperme geçirdim ve nasıl olup da bu adama sevgili dostum dediğimi anlayamadım. Yeniden söze başlayarak, sonsuz bir nezaket içinde, olabildiği kadar her şeyi yeniden düzeltmeye çalıştım.

"Fakat beyefendi, bu aciz kulunuzu bağışlayın. Herhalde düşüncenizi iyice anlayamıyorum, gölgemi size ne biçimde..."

O sözümü kesti:

"Ben yalnızca hemen burada şu soylu gölgenizi kaldırıp cebime koymak için yüksek izninizi rica ediyorum. Bunu ne biçimde yapacağımı bana bırakın. Buna karşılık beyefendimize karşı olan minnet duygularımın bir kanıtı olarak, cebimde bulundurduğum bütün değerli eşya arasında seçim yapmayı kendilerine bırakıyorum: Dokunduğu kapıları ve kilitleri açan ve saklı hazineleri ortaya çıkaran sihirli kökler, bütün hastalıklara deva olan, bütün istekleri yerine getiren başka kökler, kendi kendine çoğalan paralar, başka paraları kendine çeken paralar, asılmış adam ipinden yapılmış, insana şans getiren yontucuklar, hep istediğiniz fiyatta... Fakat herhalde bunlar size göre değil, daha iyileri var: Talih külahı, başına giyenin her türlü isteği yerine gelir, dayanıklı bir biçimde yeniden onarılmıştır... Talih kesesi..."

"Talih kesesi" diye sözünü kestim. Korkum ne kadar büyük olursa olsun, iki sözcükle ruhumu avuçları içine almıştı. Başım dönmeye başladı ve gözlerimin önünde iki dukalık altınların parıldadığını görür gibi oldum.

"Beyefendi keseyi gözden geçirme ve deneme lütfunda bulunurlar mı?"

Elini cebine soktu ve orta büyüklükte, sağlam dikilmiş kalın keçi derisi bir keseyi iki sağlam kaytanından çekerek çıkardı ve elime verdi. Elimi içine daldırdım ve on altın çıkardım, on daha, on daha, on daha. Hemen karşımdakine elimi uzatarak: "Haydi alışveriş tamam, keseye karşılık gölgemi alın" dedim. O da uzattı, sonra vakit geçirmeden önümde diz çöktü  ve ben onun şaşırtıcı bir beceriyle, gölgemi başından ayakucuma kadar yavaşça çayırdan ayırdığını, kaldırıp tomar yaparak devşirdiğini ve sonunda cebine yerleştirdiğini gördüm. Kalktı, bir kez daha önümde eğildi ve gül bahçesine dalıp gitti. Orada kendi kendine yavaşça güldüğünü duyar gibi oldum. Fakat keseyi kaytanlarından sıkıca tutmuştum, çevremde yeryüzü aydınlığı içindeydi ve ben henüz kendime gelmemiştim.

**

Sonunda yeniden kendime geldim ve artık yapacak hiçbir işimin olmadığı bu yerden ayrılmaya can attım. Önce ceplerimi altınla doldurdum, sonra kesenin kaytanlarını boynuma sıkıca bağladım ve onu koynuma sakladım, kimsenin dikkatini çekmeden parktan çıktım, caddeye ulaştım ve kentin yolunu tuttum. Düşüncelere dalmış olarak kentin kapısına dalmış olarak giderken arkamdan birinin bağırdığını duydum:

"Genç efendi! Hey, genç efendi... Dinlesenize!"

Dönüp baktım, yaşlı bir kadın bana sesleniyordu:

"Genç efendi, dikkat edin, gölgenizi yitirmişsiniz!"

"Teşekkür ederim, anacığım" diyerek bu iyi niyetli öğüdünden dolayı kendisine bir altın fırlattım ve ağaçların altına girerek yürümeye başladım.

Kentin kapısında nöbetçinin:

"Efendi gölgesini nereye bırakmış?" dediğini ve hemen sonra da birkaç kadının:

"Aman Tanrım! Zavallı adamın gölgesi yok!" diye konuştuklarını duydum. bunlar canımı sıkmaya başladı ve ben güneşe çıkmaktan şiddetle çekinir oldum. Ancak bu, her yerde mümkün olmuyordu, örneğin şanssızlığım yüzünden tam erkek çocuklarının okuldan çıktığı saatte bir yandan öbür yanına geçmek zorunda kaldığı  ana caddede... Tanrı belasını veresi kambur bir yumurcak, hala gözlerimin önündedir, benim gölgemin bulunmadığını hemen fark etti, büyük bir çığlık kopararak beni bu dış mahallenin bütün edebiyatçı sokak çocuklarına haber verdi, onlar da derhal beni eleştiri yağmuruna tutup çirkefe boğmaya başladılar.

"Doğru dürüst insanlar güneşe çıktıkları zaman gölgelerini de yanlarına alırlar" diyorlardı.

Bunlardan yakamı kurtarmak için aralarına avuç dolusu altın attım ve acıma duygusu olan bazı insanların yardımıyla kiralık bir arabaya atladım

Tıkır tıkır giden arabada kendimi yalnız bulur bulmaz acı acı ağlamaya başladım. İçimde gitgide şu duygu beliriyordu:Bu dünyada para, yararlılığa ve değere  ne kadar yeğlenirse yeğlensin, gölgeye paradan bile çok değer veriliyordu. Ve ben daha önce servete nasıl vicdanımı feda ettiysem, şimdi de gölgemi salt para için vermiş bulunuyordum. Artık bu dünyada ben ne yapabilir, ne olabilirdim?...