Dil felsefesi, sadece dilin varlık-yapısı ve bu varlık-yapısının
başka varlık-alanıyla olan ilgisini, dilin hayatla ve sübjektif-sferle
olan bağlarını araştırmaz; aynı zamanda dilin insan için taşıdığı
anlamı da önemli bir problem olarak ele alır. O halde dil, insan ve
onun dünyadaki yeri bakımından nasıl bir anlam taşır?
İnsan, ancak dil ile varlık-dünyasının içine
dalıyor;onun derinliklerinde yürüyor; varlık dünyasını ışığa
çıkarıyor; bu ışığa çıkarılan varlık-dünyasının
determinasyon noktalarını elde ediyor; bu şekilde o, kendisinden
yoksun olunması düşünülemeyen bilginin türlü sferlerini elde
ediyor ; ve bu bilgiye dayanarak bu dünyadaki hayatını düzenliyor.
İnsan dile dayanan bu bilgi ile hem olumlu, hem olumsuz araçlar
meydana getiriyor. Bunlar, hem onun hayatını zenginleştiriyorlar;
onun hayatına hizmet ediyorlar, hayatı için yararlı oluyorlar.Dili
olmasaydı insan bu gibi başarılardan yoksun kalacaktı. Nitekim
bir dile sahip olmayan hayvan, bütün insan başarılarından
yoksun kalıyor.Bu yüzden hayvan, kendi tekliği, sübjektif-sferi içine
kapanıp kalıyor;ve başka hayvanlarla ortak bir sfer oluşturamıyor.Ancak
doğanın kendisine verdiği olanaklardan içgüdüsel olarak yararlanıyor.
Halbuki insan, dili ile 'insanlar arası' ortak bir sfer,
bir bilgi-sferi oluşturuyor; bilgiyi 'insanlar arası' bir kurum haline
getiriyor.Onun tarihte gösterdiği ilerleme ve gelişme, ancak bilgi
denilen bu ortak kurum sayesinde gerçekleşiyor. Dil ile insan kosmosun
en uzak olan cisimleriyle ilişki kurabiliyor, onun sonsuz boyutlarına
dalıyor;onun güzelliğini ya da korkunçluğunu tadıyor; bu şekilde
en uzak şeyler bile, dil ile insanın en yakını olabiliyor.
Fakat dil yalnız insanın kendisiyle, başka varlık-sferleri
arasında bir bağ kurmak, onlarla hesaplaşmak, onlardan yararlanmak,
onlardan zarar görmek, onlarla kendisi arasında birleştirici bağlar
kurmakla kalmıyor;aynı zamanda insanla insan arasında iletişimsel
bir bağ da sağlıyor.İnsan ,ancak dil ile başka insanlarla anlaşabiliyor
ya da anlaşamadığını görüyor.Birbirini anlama veya anlamama da
dilin özel bir başarısıdır.
Dil olmadan insan, sübjektif-sferine kapanıp kalacak ve dışarıya
açılma olanağına sahip olmayacaktı.Dilin bu önemli işlevi,
insanın başka bir insana 'içini dökmesi'nde kendini 'boşaltma'sını
ve böylece yükünü hafifletmesini sağlar.Bugünkü biyo-psişik yapıda
olan bu varlığın başka türlü hayatta kalmasına olanak kalmazdı.Bu,
dilin varlık yapısındaki 'Bildirme' işleviyle gerçekleşiyor.İnsanın
sübjektif-sferini, başkalarına 'bildirmesi' ve iç dünyasını sözlü
ya da yazılı olarak saptaması, dilin en önemli başarılarından
birisidir.Bu 'bildirme' ile insan kendi sferini aşıyor; kendi dünyasının
başka insanların sübjektif dünyasına katılmasını sağlıyor.Bu,
ona yardım ediyor; özellikle insanın üzüntü ve sıkıntılarının
hafiflemesine yarıyor;bazı hallerde de çatışmaların anlaşmazlıkların
doğmasına neden oluyor.
Dilin en önemli foksiyonlarından birisi de saptama işlevidir.
Çünkü ancak dil, düşünülen ve görüleni saptayabiliyor;ve bunun
kuşaktan kuşağa aktarılmasına hizmet ediyor.Böylece bir kuşağın
başarılarından bir sonrakinin ya da çok sonraları gelen kuşakların
yararlanması sağlanıyor. İnsan bilgisi ve 'deneyimi', dilin sözlü
yazılı olarak saptama fonksiyonu olmadan kuşaktan kuşağa geçemeyecek
ve insan da tarihsel bir varlık olmayacaktı; her kuşak, ancak kendi
zamanı içine kapanıp kalan bir varlık şekline sahip olacaktı.
Bundan başka insan düşünmesi ile öteki aktlarının ürünü olan
bilgi ve sanat da hiç ilerlemeyecekti. Her kuşağın bilgisi ve sanatı
kendisi ile birlikte gömülecekti. Ancak dilin saptama işlevi ile
insanların buluşları yaratmaları birbirine katılıyor.
Dilin saptama işlevi olmasaydı, insanın varlık-yapısında
çok önemli eksikliklerle karşılaşacaktık ; fakat dilin kendisi
olmasaydı, insan, bilim, felsefe ve sanattan yoksun kalacaktı.Fakat
dil, bu alanların bir aracı değil, onların temelidir.Çünkü düşünme
ve görme, adlandırma ve bunun değişik şekilleri ancak dille ortaya
çıkıyor.Dilsiz, düşünme ve görme, görüleni ve düşünüleni
saklama olanağı olmayacaktır.Böyle bir durumla hayvanlar dünyasında
karşılaşıyoruz Hatta dili olmasaydı, insanın biyo-psişik yapısının
bile değişik olması gerekecekti.
İnançlar-sferi de ancak dil sayesinde ortak bir alan
oluyor.Çünkü inanç alanında, dilin, konuşmanın insanlar üzerinde
büyük bir etkisi vardır.Mistik bir sferden gücünü alarak 'kalp'ten
gelen kelimeler, yine onların anlamlarını duyabilecek 'kalp'lere
seslenirler; onlarda olası olan etkiyi yaparlar;ya da hiç
etkilemezler.İnanma ve inandırılma gibi bütün fenomenler dilin ürünüdürler.
Dil ile meydana gelen konuşma da insan hayatında büyük
bir rol oynar.Konuşma, iki ya da daha çok insanın bulunmasına bağlıdır.Fakat,
düşünen insan da, kendi kendisiyle konuşur.Konuşmanın varolması,
susmanın, konuşmamanın, insan için bir anlam taşımasını sağlıyor.Eğer
dil ve konuşma olmasaydı, susma, konuşmak istememe hiçbir anlam taşımazdı.Çünkü
susabilme, tıpkı konuşma gibi, insanın varlık yapısı ile, özüyle
ilgili bir fenomendir.Max Scheler, susmayı bir 'öz' fenomeni olarak görür.Konuşmayan,
dili olmayan hayvanın susmasından söz edilemez; onun susması, hiçbir
anlam taşımaz.İmdi konuşma ile onun karşıtı olan susma,
ancak dilin bulunduğu bir yerde bir anlam taşıyabilir.Bu nedenle,
susma, ancak insan, yani konuşan bir varlık için bir anlam ve önem
kazanıyor.
Dilin birbirine karşıt iki işlevi daha vardır: Dil, bir
yandan insanın kendisini, iç hayatını, yaptıklarını, ettiklerini,
niyetlerini olduğu gibi bildirmesini sağlar.Öte yandan insanın
kendisini saklamasına, gizlemesine, yaptıklarını ettiklerini,
niyetlerini başka şekilde göstermesine olanak sağlar.İnsanın
burada ne dereceye kadar başarılı olacağı ya da olamayacağı,
bilgi psikolojisini ve bilgi teorisini ilgilendirir.Bu iki durumdan
birine yalancılık, ötekine de doğruluk diyebileceğimiz için de, başka
bir bakımdan ethiği ilgilendirir.Dil felsefesi için bu fenomenleri göstermek
yeterlidir.Fakat dilin bu iki işlevi hayatta önemli roller oynar.Bu
sayede demagog, yalancı dilediği gibi konuşur, dilediği gibi olayları,
fenomenleri değiştirerek, kendi niyetlerini maskelemeye çalışır;
dürüst insan da olup bitenleri, niyetlerini olduğu gibi anlatır. Dürüstlük
ve yalancılık gibi birbirine karşıt iki fenomen ortaya çıkar.
Bundan anlaşılıyor ki, dilin anlatımları hiçbir zaman
onun taşıyıcısı olan insanın değer-duygusuna, değer determinasyonuna karşı ilgisiz kalamaz. Dilin objektif olduğu, koşulsuz
objektif kaldığı yer, bilim alanıdır.Burada sübjektiflik er-geç
iflas etmek zorundadır.