dB 4. sayı

Ana Sayfa + dB Yazılar Listesi + Künye  

 
Modernist ve Postmodernist Sanatta Alıntılar Sorunu


Yalçın Sadak
 

Çağdaş Düşünce ve Sanat Plastik Sanatlar Dernegi, 1991


... Aydınlanma projesi, en genel anlamıyla insanlar arasındaki din, kültür, ırk vb. kaynaklı farklılıkların değil, benzerliklerin peşindedir ve dünyanın bir bütün olarak ve kuşkusuz ussal temeller üzerinde yeniden yapılandırılmasını öngörür. Modernist evrensel stil yine genel anlamda bu öngörünün estetik planda araştırılmasının ürünüdür. insanlık tarihi boyunca sanatsal aktiviteyi, dinsel/kültürel sınırlar içinde, uzlaşmaz farklılıklar olarak karakterize eden nitelikler modernizmle ortadan kalkar. Sanatsal dilin geleneksel sınırlar içindeki ‘anlaşmalı’ niteliği, modernizmle yerini merkezsiz bir öznelliğe bırakır. Modernist stil hiçbir geleneğin içinden konuşmaz, hiçbir belleğe mal olmaya yanaşmaz. Hiçbir geleneğe sahip çıkmamak, bütün geleneklere el koymaktır, modernizm de bunu yapar. Tarihi topyekün kazanmak için, tarihin dışına çıkar. Ama bu tarihdışılık köktenci bir kopuşun olduğu kadar, köktenci bir bağlanışın da ifadesidir. En derin anlamda bir içselleştirme ve dışsallaştırmadır. Bunun nasıl gerçekleştiğine bakarken çok bilinen bir deyime, “organik” deyimine başvuracağım. Tarih-dışı bir göz olarak tarihe yönelen modernist sanatçının önünde artık tek bir gelenek yok, gelenekler var ve o bu geleneklerden, kendini hiçbir kısıtlama altına sokmadan biçimler aktarır. Ancak aktardığı bu biçimleri çoğunlukla tanınmayacak bir sınıra kadar dönüştürür, ögelerinin toplamına indirgenemeyecek o şeye, bütüne katılıncaya kadar başkalaştırır. Böylece bir zamanlar başka bir bütünün taşıyıcısı olan öğeler yeni bir bütünün taşıyıcılarına dönüşürken, hem geldikleri geleneklere içten bağlanır, hem de onları karşılarına alırlar. Bu dönüştürmede izler ne kadar örtükse, kazanımın sınırları da o kadar geniştir. Modern bir yapıtta geçmiş, şimdinin belleği olarak yeniden kazanılan şeydir. Dolayısıyla geçmişin örtülmesi söz konusu değil burada, organik bir biçimde dönüştürülmesi söz konusudur. Böyle bir yapılanmanın ürettiği söylemin, ne türden olursa olsun yayılmacı amaçlar için kullanılır olmayacağı açıktır, çünkü, her şeyden önce, yayılmacı amacın yaydığı şeyi, başka deyişle, merkez aldığı geleneği köktenci biçimde olumsuzlamaktadır. Avrupa-merkeziyetçiliğiyle sınırlanamayacak anlamıysa, kendi tarihsel anının üretim ilişkilerine, örtük ya da açık bu ilişkilerin yükümlediği ideolojik açılımıyla karşılık gelmesidir.

Postmodernizmin başat ifade biçimi olan eklektizmde ise durum çok farklıdır. Eklektik bir bütün tam da öğelerinin toplamından ibarettir. Bütünü oluşturan öğeler birbirlerine eklemlenmiş değil, eklenmiştir, öğeler arasında yanyanalık ilişkisidir belirleyici olan ve her öğe bir başınalığını korur; bulunduğu yere ait olmamazlık durumundadır ve bizi sürekli olarak asıl dizgesine geri götürür. Yanına katıldığı öğelerle bir anlam üretemez, bir başınalığı içindeyse aslının ‘benzeşimidir”. Ne ki, bu anımsatış hiçbir dizgeye dayanmadığından, geçmiş cansız imgelerin rasgele toplandığı bir depodur yalnızca. Ama giderek, toplamanın yoğunluğu arttıkça, ‘benzeşim’ kendi belleğini kurar ve böylece sahici geçmiş silinir, anımsanan olarak bile ortada kalmaz. Modernist bir yapıtta alıntılar düzlem değiştirir, postmodernist bir yapıtta ise düzlem kaydırma söz konusudur. Birinci durumda alıntılanan şey, bir tarihsel düzlemden diğer bir tarihsel düzleme geçerken aldığı konumuyla yeni bir tarihsel değer yüklenir, ikinci durumda alıntılanansa tarihselliğinden arınarak doğal bir konuma çekilir, yeni bir içerik yüklenmez. Eklektik bir bütünde öğeler tam da bu doğal konumlarından ötürü hiçbir çatışma üretmezler aralarında, keyfi biçimde kazandıkları yerlerini her an terketmeye hazırdırlar; tam bir kayıtsızlık içinde değiş tokuşa girebilirler. Farklılıklar böylece silinir, eski-yeni, seçkin-sıradan, her şey aynı değer düzlemine çekilerek eşitlenir. Eşitlenmez aslında, her türlü farklılık tam bir tarafsızlıkla onaylanırken, tam da bu biçimde, bütün farklılıklar yok sayılır, mutlaklaştırılır. Yalnız geçmiş değil, yalnız yaşanan anın gerçeği değil, gelecek de bu noktada yitirilir asıl, daha doğrusu kamufle edilir...

Biz modernizmi büyük ölçüde atladık. Tek tek sanatçıların çabalarında saptanabilen bir tür geç modernizmden söz edilebilir ancak; genel olarak tartışmalara bakıldığında modernizmi atladığımız görülüyor. O atlamanın ardından gelen bir telaş, bir panik de var. Korkarım postmodernizm bu paniği kompanse eden bir şey oldu. Postmodernizm sayesinde bu gecikmeden ve onun getirdiği eziklikten kurtulmuş olduk. Modernizmle kaçırdığımız avantajları postmodernizmle yakaladığımız sanısına kapıldık birden. Kimlik sorunumuzu aştığımızı düşünür olduk. Oysa bu avantaj modernizmle yakalanabilirdi. Çok da uygun bir yerdeydik, iki kültürün birleştiği yerde. Açıkcası ne doğulu ne de batılı olamayan ama bunların toplamı olmaktan da kurtulamayan kültürel kimliğimizi, her iki koldan da terk ederek kazanma şansımızı kullanamadık. Bu dönüştürmeleri yapamadık çünkü modernizmin kuramsal temellerine inemedik. Postmodernizm modernizmin eriştiği mükemmellikten kaynaklanıyor yargısına gelince: Böyle bir yaklaşım postmodernizmi yalnızca tepkisel düzeyde bir hareket olarak sınırlar ki, bu kanımca sakıncalıdır...

...Üslubun ve özgünlüğün ortadan kalktığı yolundaki görüşler sanatçıyı her şeyi yapmaya hakkı olduğu sonucuna çıkarıyor kolayca. Bir nesnenin sanat yapıtı olması için  öyle sunulmasının yeterli olacağı sanılıyor.  Sanatçı bir yandan böylesine aşırı  bir özgürlüğün havarisi kesiliyor, öte yandansa paradoksal biçimde kişiliksizlik içinde kişilik  olmaya, starlaşmaya çalışıyor.  Her şey sanatsa, hiçbir şey sanat değil demektir. Bu gerçek unutuluyor. içinde bulunduğunu sandığı tam bağımsızlık halinin, gerçekte tutsaklık hali olduğunun ayırdın da değil sanatçı. Kimse geçmişi aynı biçimde sürdürme savında olamaz; bu doğru ama geçmişin doğallaştırılmasına da razı gelemez. ideolojilerin sonu geldiyse insanın sonu geldi demek değil  bu. Keşfedilecek yeni özgürlük alanları, sözü yürütecek yeni dayanaklar olmalı. Dünya hiçbir zaman onunla tam barışmamıza hak edecek kadar âdil olmadı.

H62