dB 9. sayı / nisan 2001

Ana Sayfa + dB Yazılar Listesi + Künye  

 
Yunus Güneş


Ben ve Biz
 
13 mayıs 1995

 

        Benim kuşağım gençliğinde “ben” sözcüğünü genellikle sevmezdi. Nedeni, “ben”, özel mülkiyetin çekim merkeziydi, ticari anlam kazanmıştı ya da çoğunlukla da öyle sanılırdı. O yıllarda en çok sevdiğimiz sözcük ise “biz”idi. ”Ben”, ”benim” dediğimizde yüzümüz kızarırdı. ”Ben”sözcüğünü ancak sorumluluk yüklerken rahat kullanırdık. O zamanlar folkloru da çok severdik. Folkloru sevmek rastlantı değildi. Folklor alanında “ben” sözcüğü ve “ben” kavramı en az yer alırdı.

          Benim sanat eğitimi aldığım yıllar, o yıllardı ve  “ben” sözcüğü beni çok düşündürürdü. Sanat, ben’in hareket alanıydı ve sanatçının  “ben sorunu, yaşamsal önem taşır olmalıydı. Bugün de bu sorunun güncelliğini koruduğunu görüyorum. Ben, önemlidir. Ben’den söz edeceğim. Çünkü sanat eserini yaratan birey, özneleşen ben’dir. Özellikle sanatta ben, asıl belirleyicidir. Birey, insan türünün öldürülmeden, kesilip bölünemeyen örnek varlığıdır. Türünü ortaya koyan tek’tir. Birim insandır. Grek dilinde  “atomon” parçalanamaz bölünemez anlamına gelir. Toplumlar (biz’ler) bölündüğünde sorunlu olsa da yaşam sürer. Fakat ben bölündüğü taktirde yaşayamaz, ölür. Bu gerçeklik, biyolojik anlamda olduğu kadar bireyi oluşturan diğer değerler bakımından da işler. Bireyin varlık yapısı (hangi anlamda olursa olsun) zedelenirse, hareket alanı sınırlanırsa ve onu oluşturan değerleriyle oynanırsa, birey doğal sonucunu (eserini) ortaya koyamaz. Bireyi öldürmenin ya da sakatlamanın bir biçimi de budur. Burada birey ve ben’i konusunda  bakışımızı zaman çizgisi üzerinde  azıcık gezdirelim. Ortaçağın ben’i kula kulluktan  Allah’a kulluğa yükselir. Fakat kul olmakta devam eder...

    Onbeşinci yüzyıldan sonra, Avrupa’da Rönesans hareketiyle “ticari ben” kimliğini kazanır. Bu dönemde özel mülkiyetle güçlenen ben, bir zaman sonra (Fransız devrimiyle) bireysel hayal kurarak romantikleşir. İstediği tasavvurda bulunan bu yeni ben, bir değer olduğunu, özgün olduğunu, çeşitli biçimlerde kendini koyarak gösterir. Ben, Fransız devriminden sonra özgürleşir, giderek çeşitli ben’ler kendilerini istedikleri biçimde tanımlamaya koyulurlar.

     Ortaçağ ve öncesindeki ben, kul olduğundan ve kendini hiç  saydığından çoğu zaman ortaya koyduğu eserin altında imza olarak gözükmez.

     Edebi eserlerde ben, sorumluluk nedeniyle belirse bile, kendini aşağılayan sıfatla bazen de aşağılayıcı bir dizi sıfatla tanıtır. Eser girişlerinde ise kulluğunu vurgulamada bütün sözel maharetlerini dökmeyi ödev sayar. Ben, maddi kültürü oluşturan görsel sanat ürünleri altında ise çoğunlukla yer almaz. İşitsel sanatlarda da durum böyle olsa gerektir.

     Oralardaki ben, “bir ustadır”dır. Rönesans hareketiyledir ki ben, kendini belirlemek üzere imza olur, hem hakkının hem de sorumluluğunun sahibi olarak sahnede görünür. Tarihi kültürlerde ve bazı yüksek uygarlıklardaki ben’e ayrıca günümüzde çeşitli felsefi açılardan ben’lere bakarak onları adamakıllı irdeleyerek ciddi tezler hazırlanabilir. Böyle bir çalışma yapılmasının sanat eseri tahlillerinin sağlıkla yapılabilmesi bakımından yararı olacağı görüşündeyim. Burada öyle bir işe kalkışmadan hiç olmazsa güncel olan iki etkin görüşten yararlanarak ve sanata ilişkilendirerek  ben’e “biz” ile birlikte bakıp küçük bir açıklık getirme denemesinde bulunacağım.

   Ben ile biz, birbirinden farklı, birbiriyle ilgili iki tür öznedir. Ben’i birey, biz’i  toplum olarak anlamlandırdıktan sonra, bireyi yaratanın toplum, toplumu oluşturan elemanların da ben’ler olduğu söylenebilir.

Ben ağırlıklı bakışta, bütün düşünme ve felsefi sorunlar, bireye indirgenir, onun her anlamdaki varlık bütünü içinde çözümlenir. Birey, hareket tarzını keyfi olarak belirler. Toplumsal hayatı oluşturan birden çok ben’lerdir. Sanattaki yaratıcılık, ben’in faaliyetinin başarısıdır. Ben merkezli bakış, çok ünlü savunmasında “ben’in varlığı, başka benlerin olmasını zorunlu ve gerekli kılar”, yalnızca kendi ben’ine dayanarak yattığını söyleyen sanatçı ise, başkasının ben’i için yaratır” savlamasıyla ben’i temel almakla birlikte toplumu oluştururken diğer benlerini ve rollerini yok saymaz.  

Biz ağırlıklı, toplumdan yana bakışta ise bireye şekil veren ana faktörün toplum olduğu, sanatçı olan bireyin hareket tarzını toplumun belirlediğini savlar.  Bireyi toplumsal yaşamın ürünü olarak tanımlar. Sanattaki  Yaratıcı Ben'in sonuçta toplumun ürünü olduğu, bireyin toplumdan soyutlanamayacağını, bireyin tinsel yaşamının tarihsel anlamlı olduğunu ileri sürer. Biz ağırlıklı bakış, bireyi asla yok saymaz.

Sanattaki "ben" konusuna daha değinilmesi gerekir.