İnsan
Nedir?
Psikolog, sosyolog, antropolog, biyolog, fizyolog gibi
çeşitli bilim dallarına ilişkin uzmanlar bireyi konu olarak alırlar ve insanı
çeşitli yönlerden niteler ve anlatırlar. Bilim adamlarının insan hakkında elde
ettikleri bilgiler, insan davranışlarını anlamayı, yorumlamayı, açıklamayı ve
bireyin hangi şartlarda nasıl davranacağını kestirmeyi amaçlar. Bireyi tanıma
çerçevesinde, insan davranışlarını inceleyen en önemli bilim dallarından biri
Psikolojidir.
İnsan davranışlarının biyolojik, fizyolojik, sosyal
ve kültürel temelleri vardır. Bireye canlı organizma, insan ve
kültürlenmiş bir kişi olarak bakıldığında:
. Biyolojik ve fizyolojik nitelikleri olan bir
canlı,
. Canlı varlıklar içinde kendi sınıfına özgü
belirgin özellikleri olan bir kişi,
. Farklı kültürlerde yetişmiş belirli değerlere
sahip bir birey
olarak üç aşama içinde incelenebilir ve
değerlendirilebilir.
1. Birey biyolojik ve fizyolojik nitelikleri yönünden
incelendiğinde tüm canlılar için ortak bazı temel özelliklerinin olduğu
görülmektedir:
. Bütün organizmalar protoplazmadan yapılmıştır.
Protoplazma canlının fizikî temelidir.
. Bütün organizmalar dış ve
iç uyarıcılar tarafından uyartılabilir ve uyarıldığı zaman tepki gösterirler.
. Canlıların hepsinin temel fizyolojik görevleri
vardır: Besinleri alırlar, sindirirler, gerekli maddeleri vücutta dolaştırırlar
ve işe yaramayan maddeleri dışarı atarlar.
. Evalüasyon kuramı çerçevesinde her canlı kendi
cinsini üretir.
. Organizmalar büyüme ve
gelişme gücüne sahiptirler.
. Organizmalar iç şartları yönünden dengeli olma
eğilimdedirler. Örneğin, acıkan bir organizmanın dengesi bozulmuştur. Besin
alınca denge sağlanır.
. Organizmalar biyolojik bir sisteme sahiptirler.
2. Bir insan olarak birey sembolik bir dile, muhakeme
gücüne ve birikmiş bir kültüre sahiptir.
3.
Birey farklı bir kültürün ürünüdür: İnsan doğduğu zaman dil, konuşma,
duygular, düşünceler, yaşam biçimi ile kendisini belirli bir kültürün içinde
bulur.
Bireyler toplum kültürünü, eğitim, din, aile gibi
toplum kurumları içinde, kendi yaşantıları ile öğrenirler. Bu sebeple farklı
kültürler içinde yaşayan bireylerin nitelikleri birbirinden farklı olur.
Bireyler arasındaki farklar, hem nicelik ve hem de nitelik
farklarıdır. Bireyler arasındaki farkların sebepleri hakkında bazı temel
görüşler bulunmaktadır:
. Tüm insanların eşit yaratıldıkları görüşünde
olanlara göre, her insanın hemen hemen sınırsız ölçüde geliştirilecek
potansiyelleri bulunmaktadır.
. İnsanların doğuştan farklı kalıtımsal
potansiyel ve özelliklerle yaratıldıkları, temelde biyolojik olan kalıtımsal
özelliklerin çevre şartları ile değiştirme imkânının çok sınırlı olduğu
belirtilmektedir (Özgüven,2002:1).
Buna göre:
İlk ve Orta çağ filozoflarını derinden düşündüren, beyinlerini alt üst eden,
bazısının fizikî karışımlarla, bazısının gerçekten uzak manevî unsurlarla
açıklamaya çalıştıkları insan, 21. yüzyılın başında da bir çok bilim dalının
araştırma konusu olmaya devam etmektedir. Ancak gerçeğe ulaşma konusunda
deney yönteminden başka ölçüt tanımayan bilim adamlarının sınırlı da olsa
meçhulu bulunmaktadır. “İnsan Denen Meçhul” kitabının yazarı Alexis
Carrel, bu konuda şöyle diyor:
İnsanlık kendini tanımak için büyük bir gayret göstermiştir. Bilginlerin,
filozofların, şairlerin ve mistiklerin gözlemlerinden meydana gelen bir hazine
sahibi olmamıza rağmen, insan hakkındaki bilgimiz, bazı görünüş ve parçalardan
ibarettir. Besbelli ki, konusu insan olan bütün bilimlerin çabası, yetersizdir
ve kendi hakkımızdaki bilgimiz de pek eksiktir (Carrel,1973:24-25).
Evet insan, kendisi “meçhuller”e konu olduğu gibi, çevresi de âdeta
meçhul duvarlarıyla örülüdür. Ancak insan, kendini tanımadan, kendindeki
bilinmeyenleri keşfe çalışmadan, gözünü çevreye, daha geniş anlamda
evrene çevirmiştir. Bu konuda, akıllara durgunluk veren mesafeler de almamış
değildir: Ay’a gidilmiştir. Uydular sistemi aracılığıyla, bir ülke, diğer bir
ülkeden gözlenir hâle gelmiştir. Evimizde otururken televizyonda binlerce
kilometre uzaklıktaki bir ülkeyi seyredebilmekteyiz. Dünyamız, telefon, faks,
bilgisayar ve internet ağlarıyla örülü durumdadır. Ancak bütün bu keşifler,
teknik gelişmeler, insandaki tüm meçhul perdelerini aralamaya ve neticede
kaldırmaya yetmemektedir. Çünkü insanın bilgisi, gücü ve yetenekleri
sınırlıdır (Ertürk,1981). Varlık sahnesine çıkışı, kendi irade ve gücüyle
değildir. Ana-babasını, ırkını, cinsiyetini, rengini de kendisi seçmemektedir.
Evet, böyle bir hüviyetle var olmakta, dünyaya gelmektedir. Hatta varlığa
gelişinde, var oluşunu kabule veya redde dahi gücü yetmemektedir..
İşte bu şartlar altında hayata gözlerini açan insanın kendi iç dünyasının
meçhulleri... Deney yöntemiyle çözemediği bilinmeyenleri... Bu
bilinmeyenler, hayata gelişte olduğu gibi, hayat müddetince de varlığını
sürdürmektedir. Şu anda, hücrelerimiz, kalbimiz, sinir sistemimiz çalışmaktadır.
Bunların çalışması, bizim irade ve komutumuzla olmamaktadır. Ağzımızdan çıkan
ses, fizik biliminin konusudur. Bu fiziksel olayın beyinde düşünceye
nasıl dönüştüğü de bizim meçhulümüzdür. Daha doğrusu, bugün deneye dayanan
bilimlerin tam cevaplandıramadığı bir bilinmeyendir.
Buraya kadar, insan ve insanın bilinmeyenleri, çok genel
ifadelerle olsa da gözler önüne serilmeye çalışıldı. Böylece içte ve dışta
bilinmeyenlerle kuşatılan insan, eğitime konu olmakta ve eğitilmek
istenmektedir. Bu durumda onun tanınması, keşfedilmesi gerekmektedir. Diğer bir
deyişle süje insandır. O tanınmadan ya da özelliklerinin sınırı
belirlenmeden yapılacak eğitim çalışmalarının başarısızlığa uğraması çok
doğaldır.
|