EĞİTİM, BİREY VE DEĞİŞİM

 

Makale - Sempozyum - Araştırma - Panel                                              Yard. Doç. Dr. Etem Levent

 
 

İnsan Nedir? 

Psikolog, sosyolog, antropolog, biyolog, fizyolog gibi çeşitli bilim dallarına ilişkin uzmanlar bireyi konu olarak alırlar ve insanı çeşitli yönlerden niteler ve anlatırlar. Bilim adamlarının insan hakkında elde ettikleri bilgiler, insan davranışlarını anlamayı, yorumlamayı, açıklamayı ve bireyin hangi şartlarda nasıl davranacağını kestirmeyi amaçlar. Bireyi tanıma çerçevesinde, insan davranışlarını inceleyen en önemli bilim dallarından biri Psikolojidir.

İnsan davranışlarının biyolojik, fizyolojik, sosyal ve kültürel temelleri vardır. Bireye canlı organizma, insan ve  kültürlenmiş bir kişi olarak bakıldığında:

. Biyolojik ve fizyolojik nitelikleri olan bir canlı,

. Canlı varlıklar içinde kendi sınıfına özgü belirgin özellikleri olan bir kişi,

. Farklı kültürlerde yetişmiş belirli değerlere sahip bir birey

olarak üç aşama içinde incelenebilir ve değerlendirilebilir.

1. Birey biyolojik ve fizyolojik nitelikleri yönünden incelendiğinde tüm canlılar için ortak bazı temel özelliklerinin olduğu görülmektedir:

. Bütün organizmalar protoplazmadan yapılmıştır. Protoplazma canlının fizikî temelidir.

. Bütün organizmalar dış ve iç uyarıcılar tarafından uyartılabilir ve uyarıldığı zaman tepki gösterirler.

. Canlıların hepsinin temel fizyolojik görevleri vardır: Besinleri alırlar, sindirirler, gerekli maddeleri vücutta dolaştırırlar ve işe yaramayan maddeleri dışarı atarlar.

. Evalüasyon kuramı çerçevesinde her canlı kendi cinsini üretir.

. Organizmalar büyüme ve gelişme gücüne sahiptirler.

. Organizmalar iç şartları yönünden dengeli olma eğilimdedirler. Örneğin, acıkan bir organizmanın dengesi bozulmuştur. Besin alınca denge sağlanır.

. Organizmalar biyolojik bir sisteme sahiptirler.

2. Bir insan olarak birey sembolik bir dile, muhakeme gücüne ve birikmiş bir kültüre sahiptir.

3. Birey farklı bir kültürün ürünüdür: İnsan doğduğu zaman dil, konuşma, duygular, düşünceler, yaşam biçimi ile kendisini belirli bir kültürün içinde bulur.

Bireyler toplum kültürünü, eğitim, din, aile gibi toplum kurumları içinde, kendi yaşantıları ile öğrenirler. Bu sebeple farklı kültürler içinde yaşayan bireylerin nitelikleri birbirinden farklı olur. Bireyler arasındaki farklar, hem nicelik ve hem de nitelik farklarıdır. Bireyler arasındaki farkların sebepleri hakkında bazı temel görüşler bulunmaktadır:

. Tüm insanların eşit yaratıldıkları görüşünde olanlara göre, her insanın hemen hemen sınırsız ölçüde geliştirilecek potansiyelleri bulunmaktadır.

. İnsanların doğuştan farklı kalıtımsal potansiyel ve özelliklerle yaratıldıkları, temelde biyolojik olan kalıtımsal özelliklerin çevre şartları ile değiştirme imkânının çok sınırlı olduğu belirtilmektedir (Özgüven,2002:1).

Buna göre:

İlk ve Orta çağ filozoflarını derinden düşündüren, beyinlerini alt üst eden, bazısının fizikî karışımlarla, bazısının gerçekten uzak manevî unsurlarla açıklamaya çalıştıkları insan, 21. yüzyılın başında da bir çok bilim dalının araştırma konusu olmaya devam etmektedir. Ancak gerçeğe ulaşma konusunda deney yönteminden başka ölçüt tanımayan bilim adamlarının sınırlı da olsa meçhulu bulunmaktadır. “İnsan Denen Meçhul” kitabının yazarı Alexis Carrel, bu konuda şöyle diyor:

İnsanlık kendini tanımak için büyük bir gayret göstermiştir. Bilginlerin, filozofların, şairlerin ve mistiklerin gözlemlerinden meydana gelen bir hazine sahibi olmamıza rağmen, insan hakkındaki bilgimiz, bazı görünüş ve parçalardan ibarettir. Besbelli ki, konusu insan olan bütün bilimlerin çabası, yetersizdir ve kendi hakkımızdaki bilgimiz de pek eksiktir (Carrel,1973:24-25).

Evet insan, kendisi “meçhuller”e konu olduğu gibi, çevresi de âdeta meçhul duvarlarıyla örülüdür. Ancak insan, kendini tanımadan, kendindeki bilinmeyenleri keşfe çalışmadan, gözünü çevreye, daha geniş anlamda evrene çevirmiştir. Bu konuda, akıllara durgunluk veren mesafeler de almamış değildir: Ay’a gidilmiştir. Uydular sistemi aracılığıyla, bir ülke, diğer bir ülkeden gözlenir hâle gelmiştir. Evimizde otururken televizyonda binlerce kilometre uzaklıktaki bir ülkeyi seyredebilmekteyiz. Dünyamız, telefon, faks, bilgisayar ve internet ağlarıyla örülü durumdadır. Ancak bütün bu keşifler, teknik gelişmeler, insandaki tüm meçhul perdelerini aralamaya ve neticede kaldırmaya yetmemektedir. Çünkü insanın bilgisi, gücü ve yetenekleri sınırlıdır (Ertürk,1981). Varlık sahnesine çıkışı, kendi irade ve gücüyle değildir. Ana-babasını, ırkını, cinsiyetini, rengini de kendisi seçmemektedir. Evet, böyle bir hüviyetle var olmakta, dünyaya gelmektedir. Hatta varlığa gelişinde, var oluşunu kabule veya redde dahi gücü yetmemektedir..

İşte bu şartlar altında hayata gözlerini açan insanın kendi iç dünyasının meçhulleri... Deney yöntemiyle çözemediği bilinmeyenleri... Bu bilinmeyenler, hayata gelişte olduğu gibi, hayat müddetince de varlığını sürdürmektedir. Şu anda, hücrelerimiz, kalbimiz, sinir sistemimiz çalışmaktadır. Bunların çalışması, bizim irade ve komutumuzla olmamaktadır. Ağzımızdan çıkan ses, fizik biliminin konusudur. Bu fiziksel olayın beyinde düşünceye nasıl dönüştüğü de bizim meçhulümüzdür. Daha doğrusu, bugün deneye dayanan bilimlerin tam cevaplandıramadığı bir bilinmeyendir.

Buraya kadar, insan ve insanın bilinmeyenleri, çok genel ifadelerle olsa da gözler önüne serilmeye çalışıldı. Böylece içte ve dışta bilinmeyenlerle kuşatılan insan, eğitime konu olmakta ve eğitilmek istenmektedir. Bu durumda onun tanınması, keşfedilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle süje insandır. O tanınmadan ya da özelliklerinin sınırı belirlenmeden yapılacak eğitim çalışmalarının başarısızlığa uğraması çok doğaldır.