|
Bilimsellik ve İdeoloji
Tarih boyunca manevî ve kültürel
değerlerin varlığını görmezlikten gelen, zaman zaman inkâr eden bir bilim
anlayışı, korkunç baskı ve diyalektik metotlarla insanın temel haklarını
elinden alan bir ideolojiye düşünüyordu. Bu yaklaşım
biçimi, insanı sadece maddeden ibaret sayıyor ve onun ruhî özelliklerini dikkate
almıyordu. “İnsan insanın kurdudur” felsefesi, “homo economicus/ekonomik insan”
anlayışı ve “kuvvetli haklıdır” düşüncesi, insanın bütün değerlerini alt-üst
ediyordu. Böylece dünyayı kasıp kavuran bu pozitivist görüş, eğitimde de
kendini gösteriyordu. Biyoloji, psikoloji, sosyoloji, ekonomi ve tarih
alanlarında, her şeyi maddeye dayandıran, ruhî ve ahlâkî değerleri inkâr eden
teoriler, okullarda, sanki fizik kanunlarıymış gibi okutuluyor,
eleştirilmeleri şöyle dursun, değişebilirlikleri dahi düşünülmüyordu.
Eğitim etkinliklerinde bilim
adamlarının teorilerinin okutulması, bilimlerin gelişme aşamalarının
gösterilmesi, toplumsal gelişme için bir zorunluluktur. Ancak
kuramların, yanlışlanabilir, değişebilir (Ertürk,1981:122) olduğu da
daima göz önünde bulundurulması gerekir. Eğitim kurumlarında, bilimsel çalışma
ilkeleri ve bulguları çerçevesinde çalışma yapılması esastır. Bu ilkelerin
başlıcaları; objektif davranma, önyargısız olma, taraf tutmama, duygusal
davranmama, hür düşünceli olma, gerçeği olduğu gibi aksettirme, doğru ve dürüst
olmadır (Kaptan,1989). Bir öğretmen, bir öğretim üyesi, bu ilkelere uymakla
yükümlüdür. Aksi takdirde, bilimsel çalışma temellerine dayanması gereken
eğitim, propaganda ve ideolojik çalışmaya dönüşmüş olur.
Bilimsel çalışmada gizliliğin
olmadığı da temel bir kuraldır. Gizlilik bilimde, realite
prensibine aykırı düşmektedir. Fizik ve kimya araştırmalarında, bir olaya sebep
olan bir etkeni gizlemek ne ise, sosyal olaylarda da durum aynıdır. Daha açık
bir ifadeyle, bilimsel bir çalışmada, bu çalışmaya etki eden bir faktör maksatlı
olarak gizlenirse, bu bilimsel bir çalışma değil, sonucu daha önceden
belirlenmiş ideolojik bir çalışma olur.
O halde bilimsel çalışma ile
ideolojik çalışmanın temel özellikleri karşılaştırılacak olursa, konu
daha açık hâle gelmiş olacaktır.
Şöyle ki:
Bilimsel Çalışma’da:
1.Varlık ya da olay, objektif olarak tanıtılır.
2. Önyargı yoktur.
3. Taraf tutulmaz (Duygusal davranılmaz, adalet
ölçülerine uyulur.).
4. Açıklık vardır.
5. Düşünce ve vicdan hürdür.
6. Sonuç, başta değildir.
7. Taassup yoktur.
8. Tartışma yapılabilir (Alternatifler ortaya
konabilir.).
9. Eksik ve yanlış söylenir.
10. Sonucun ve bulguların değişebilirliği her zaman
mümkündür.
11. Tabular yoktur.
12. Doğruluk ve dürüstlük vardır.
13. İnsanın temel hak ve hürriyetlerine saygı ve
değer esastır.
14. Araç, bilimsel araştırma yöntemidir.
15. Bilimsel araştırma bulguları, eğitim ve
öğretimin temelini oluşturur. |
İdeolojik Çalışma’da:
1. Varlık ya da olay, kişilerce kararlaştırıldığı
gibi tanıtılır.
2. Önyargı vardır.
3. Taraf tutulur (Adalet ölçülerine uyulmaz.).
4. Gizlilik vardır.
5. Düşünce ve vicdan hür değildir.
6. Sonuç, önceden empoze edilmiştir.
7. Taassup vardır.
8. Tartışma yapılamaz (Alternatifler ileri
sürülemez.).
9. Eksik ve yanlış gizlenir.
10. İçeriğin ve ilkelerin değişebilirliği
düşünülmez.
11. Tabular vardır.
12. Her türlü yalan ve hile geçerlidir.
13. İnsanın temel hak ve hürriyetlerine saygı ve
değer yoktur.
14. Araç, propagandadır.
15. İnsanın “ne” düşünmesi gerektiği söylenir.
Beyin yıkanır, sloganlar kullanılır. |
Bu karşılaştırma, eğitim ve öğretim
kurumlarında uygulanacak öğretim stratejisi (Büyükkaragöz ve
Çivi,1990) ile öğretmenin sınıf yönetimindeki davranışlarının da ölçüsünü
vermektedir. Onun için okul öncesinden yüksek öğretime kadar bütün
öğretim kademelerinde, insanın temel haklarını ihlâl eden ve doğruyu bulmasını
engelleyen bütün ideolojik yaklaşımlardan uzak durulması, dolayısıyla
öğretim program ve derslerin bilimsel çalışma prensipleri çerçevesinde
belirlenmesi ve sunulması gerekmektedir.
Bir ülkenin öğretim
programlarından:
Felsefe A. Comte’e,
Sosyoloji Durkheim’e,
Psikoloji Pavlov ve Freud’e,
Biyoloji
Darwin’e ve
aynı düşüncedeki
teorisyenlerin görüşlerine dayandırılarak hazırlanmış olabilir. Böyle bir
yaklaşım tarzının bilimsel yönteme uygun düşüp düşmeyeceği irdelendiğinde
şunlar söylenebilir:
Teorisyenlerin görüşleri,
birer kuramdır. Kuramlar, diğer bir deyişle bilimsel bilgiler,
hiçbir zaman asla değişmeyecek
bulgular olarak kabul edilmezler (Ertürk,1981);
her zaman “eleştirilebilir” ve “yanlışlanabilir” niteliktedirler (Türkdoğan,1989:20-21).
Üstelik Durkheimizm, Freudizm, Darwinizm, Marksizm gibi
pozitivist görüşü sergileyen bütün teoriler, birçok bilim adamınca
eleştirilmişlerdir.
Eğer okul kitaplarında ve
derslerde, bu teorilerden bahsedilecekse, bunlara zıt görüşler ileri süren,
bunları eleştiren bilim adamlarının görüşlerine de yer verilmesi gerekir.
Böylece öğrenciler, karşılıklı kuramlarla eleştirel düşünceleri
öğrenirler. Karşılaştırma yapma yetenekleri gelişmiş olur. Aksi takdirde
öğrenciler, farkına varmadan bir ideolojik çalışma içine girmiş, tek yönlü ve
propaganda temeline dayalı (Brown,1973) bir öğretimle şartlandırılmış olurlar.
Bu tutum da, bilimselliğe ve bilimsel yönteme ters düşer.
Bilimsel yöntem, olayların
sistemli şekilde gözlenmesi ve yorumlanabilmesiyle ilgili genel prensipler ve
kurallar demektir (Kaptan,1989:22). Bilimsel yöntem, problem çözme yoludur.
Bilimsel yöntemde şu aşamalar
bulunur:
1. Güçlüğün, problemin
hissedilmesi,
2. Problemi belirleme,
3. Bazı çözüm yolları
(denenceler/hipotezler) önerme,
4. Doğrulayıcıların tespit
edilmesi,
5. Denencelerin test edilmesi.
Bilimsel yöntemde iki ana etkinlik
görülmektedir: Keşif ve doğrulama. Tümevarım, bir keşifler
yöntemi olarak, daha çok birinci etkinliğe, tümdengelim ise, bir
doğrulama yöntemi olarak, ikinci etkinliğe hizmet etmektedir.
Bilimsel yöntemde keşif aşaması,
olayları, olguları, fikirleri ve varılan denence ve kuramları oluşturur.
Doğrulama aşaması ise, bulguların, kuramların, denencelerin sınanması ve
test edilmesi süreçlerini içerir (Kaptan,1989:37).
Bilimsel yöntemle ilgili
kurallar, önyargı ve duygusallıktan uzaktır. Onun
için bilimsel çalışma yapan kişi, kendi ile obje arasındaki önyargı ve
duygusallıkla örülü perdeleri kaldırarak objeyi yalın olarak görmek ve
araştırmak ister. Peşin fikirlerin zihinlere vurulmuş birer kelepçe
olduğunu bilir. Karşıt fikirlere yer vermeyen, alternatifler sunmayan ve devamlı
peşin hükümleri empoze eden ideolojiler, fertleri ve toplumları dar
kalıplar içine sokarak bunaltmakta, kişilerdeki özel yetenek ve buluş yönlerinin
ortaya çıkmasını engellemektedirler.
Burada akla şu soru
gelebilir: Acaba din, bir ideoloji (Mardin,1986) midir?
Bu soruyu cevaplandırmadan
önce, konu ile ilgili şu ölçüyü ortaya koymak yerinde olacaktır:
Din, her şeyden önce, insan
beyninin ürünü bir sistem değildir. Totemizm, Fetişizm, Budizm, Brahmanizm
gibi beşer ürünü dinler, aslında birer felsefî doktrindir, öğretidir. Gerçek
anlamda d i n, vahiy ve peygamberlik temeline dayalı, inanç ve davranış
biçimlerini içine alan kurallar manzumesidir. Bu çerçevede din, ilahîdir,
semavîdir ve tevhid karakterlidir (Sarıkçıoğlu,1999).
Bu özelliğiyle din, bir ideoloji olmadığı gibi, deneye konu olan bilimlerin de
alanı değildir. Fakat dini bir sömürü aracı yaparak, aslî hüviyetinden çıkaran
ve onu dünya çıkarlarına alet eden kişiler ya da akımlar, tarih boyunca var
olmuş ve ideolojik davranışlar sergileye-gelmişlerdir.
İlk çağdan zamanımıza kadar
insanlar, hangi karakterde olurlarsa olsunlar, diktacı ideolojilere tepki
göstermişlerdir (Ertürk,1981). Çünkü bu ideolojiler, bireylerin fikirlerini
dondurmaktadırlar. Bu durumda alternatiflere kapalı ve önyargılarla beslenen
bireylerin toplum kalkınmasına katılmaları, çağın bilim ve
teknolojisini yakalamaları nasıl gerçekleşebilecektir?
Doğu bloğunun tabuları
yıkması bir olgudur. Tabuları korumakla, ya da put haline getirdikleri kişilere
tapma bağlılığını (Merih, 1982)
sürdürmekle, kalkınmanın ve ileri teknolojiye ulaşmanın mümkün
olamayacağını anlamış görünmektedirler.
Ancak bu anlayış, toplumsal
konularının tüm olarak kavranmasına yetmemektedir. Toplumdaki değişme ve
gelişmeleri analiz edebilmek ve bunlara tesir eden faktörleri
keşfedebilmek için, o toplumun kültür değerlerinin iyi bilinmesi
(Turhan,1972) ve tahlil edilmesi de gerekmektedir.
Kişiler ve toplumlar, kendi
kültür değerleriyle kimlik kazanmakta ve bu değerlerden uzaklaştıkça,
ruhsal sıkıntı ya da bunalıma düştükleri gözlenmektedir. Bir milleti ayakta
tutan en önemli unsur, kendi kültür yapısı (Turhan,1972:56) dır.
Bu yapıyı korumak, milleti ve milletin tesis ettiği en önemli kurum olan
devleti korumakla eşdeğerdir. Diktacı ideolojiler, bu sebepten kültüre ve
kültür varlıkları (Mardin,1989 ) na karşıdırlar.
Kültür mirası içinde “din’’
ve “milliyet”, vazgeçilmez iki değer ölçüsü olarak ortaya
çıkmaktadır. Eğer bir toplumda, o toplumun kültür unsurları, özellikle
din ve milliyet aşağılanıyor, yabancı kültür unsurları
karşısında savunmasız hâle getirilip sanık sandalyesine oturtuluyorsa ve yine
kendi kültürlerini yaşayanların davranışları, utanç verici eylemler gibi
gösteriliyor, yabancı kültüre angaja olanlar övülüyor, saygı görüyor,
üstelik ödüllendiriliyorsa, o toplumda resmen ve derin bir ideoloji var
demektir. Bu da geriliğin, bir başka deyişle, çağdışı kalmanın bir sebebi
ya da sonucu olabilir.
|
|