EĞİTİMDE BİLİMSELLİK VE

İDEOLOJİ ARASINDAKİ ÇİZGİ [1]

 

Makale - Sempozyum - Araştırma - Panel                                              Yard. Doç. Dr. Etem Levent

 
 

Bilimsellik ve İdeoloji 

Tarih boyunca manevî ve kültürel değerlerin varlığını görmezlikten gelen, zaman zaman inkâr eden bir bilim anlayışı, korkunç baskı ve diyalektik metotlarla insanın temel haklarını elinden alan bir ideolojiye düşünüyordu. Bu yaklaşım biçimi, insanı sadece maddeden ibaret sayıyor ve onun ruhî özelliklerini dikkate almıyordu. “İnsan insanın kurdudur” felsefesi, “homo economicus/ekonomik insan” anlayışı ve “kuvvetli haklıdır” düşüncesi, insanın bütün değerlerini alt-üst ediyordu. Böylece dünyayı kasıp kavuran bu pozitivist görüş, eğitimde de kendini gösteriyordu. Biyoloji, psikoloji, sosyoloji, ekonomi ve tarih alanlarında, her şeyi maddeye dayandıran, ruhî ve ahlâkî değerleri inkâr eden teoriler, okullarda, sanki fizik kanunlarıymış gibi okutuluyor, eleştirilmeleri şöyle dursun, değişebilirlikleri dahi düşünülmüyordu.

Eğitim etkinliklerinde bilim adamlarının teorilerinin okutulması, bilimlerin gelişme aşamalarının gösterilmesi,  toplumsal gelişme için bir zorunluluktur. Ancak kuramların, yanlışlanabilir, değişebilir (Ertürk,1981:122) olduğu da daima göz önünde bulundurulması gerekir. Eğitim kurumlarında, bilimsel çalışma ilkeleri ve bulguları çerçevesinde çalışma yapılması esastır. Bu ilkelerin başlıcaları; objektif davranma, önyargısız olma, taraf tutmama, duygusal davranmama, hür düşünceli olma, gerçeği olduğu gibi aksettirme, doğru ve dürüst olmadır (Kaptan,1989). Bir öğretmen, bir öğretim üyesi, bu ilkelere uymakla yükümlüdür. Aksi takdirde, bilimsel çalışma temellerine dayanması gereken eğitim, propaganda ve ideolojik çalışmaya dönüşmüş olur.   

Bilimsel çalışmada gizliliğin olmadığı da temel bir kuraldır. Gizlilik bilimde, realite prensibine aykırı düşmektedir. Fizik ve kimya araştırmalarında, bir olaya sebep olan bir etkeni gizlemek ne ise, sosyal olaylarda da durum aynıdır. Daha açık bir ifadeyle, bilimsel bir çalışmada, bu çalışmaya etki eden bir faktör maksatlı olarak gizlenirse, bu bilimsel bir çalışma değil, sonucu daha önceden belirlenmiş ideolojik bir çalışma olur.

O halde bilimsel çalışma ile ideolojik çalışmanın temel özellikleri karşılaştırılacak olursa, konu daha açık hâle gelmiş olacaktır.

Şöyle ki:

Bilimsel Çalışma’da:

1.Varlık ya da olay, objektif olarak tanıtılır.

2. Önyargı yoktur.

3. Taraf tutulmaz (Duygusal davranılmaz, adalet ölçülerine uyulur.).

4. Açıklık vardır.

5. Düşünce ve vicdan hürdür.

6. Sonuç, başta değildir.

7. Taassup yoktur.

8. Tartışma yapılabilir (Alternatifler ortaya konabilir.).

9. Eksik ve yanlış söylenir.

10. Sonucun ve bulguların değişebilirliği her zaman mümkündür.

11. Tabular yoktur.

12. Doğruluk ve  dürüstlük vardır.

13. İnsanın temel hak ve hürriyetlerine saygı ve değer esastır.

14. Araç, bilimsel araştırma yöntemidir.

15. Bilimsel araştırma bulguları, eğitim ve öğretimin temelini oluşturur. 

İdeolojik Çalışma’da:

1. Varlık ya da olay, kişilerce kararlaştırıldığı gibi tanıtılır.

2. Önyargı vardır.

3. Taraf tutulur (Adalet ölçülerine uyulmaz.).

4. Gizlilik vardır.

5. Düşünce ve vicdan hür değildir.

6. Sonuç, önceden empoze edilmiştir.

7. Taassup vardır.

8. Tartışma yapılamaz (Alternatifler ileri sürülemez.).

9. Eksik ve yanlış gizlenir.

10. İçeriğin ve ilkelerin değişebilirliği düşünülmez.

11. Tabular vardır.

12. Her türlü yalan ve hile geçerlidir.

13. İnsanın temel hak ve hürriyetlerine saygı ve değer yoktur.

14. Araç, propagandadır.

15. İnsanın “ne” düşünmesi gerektiği söylenir. Beyin yıkanır, sloganlar kullanılır.

Bu karşılaştırma, eğitim ve öğretim kurumlarında uygulanacak öğretim stratejisi (Büyükkaragöz ve Çivi,1990) ile öğretmenin sınıf yönetimindeki davranışlarının da ölçüsünü vermektedir. Onun için okul öncesinden yüksek öğretime kadar bütün öğretim kademelerinde, insanın temel haklarını ihlâl eden ve doğruyu bulmasını engelleyen bütün ideolojik yaklaşımlardan uzak durulması, dolayısıyla öğretim program ve derslerin bilimsel çalışma prensipleri çerçevesinde belirlenmesi ve sunulması gerekmektedir.

Bir ülkenin öğretim programlarından:

Felsefe  A. Comte’e,

Sosyoloji Durkheim’e,

Psikoloji Pavlov ve Freud’e,

Biyoloji Darwin’e ve

aynı düşüncedeki teorisyenlerin görüşlerine dayandırılarak hazırlanmış olabilir. Böyle bir yaklaşım tarzının bilimsel yönteme uygun düşüp düşmeyeceği irdelendiğinde şunlar söylenebilir:

Teorisyenlerin görüşleri, birer kuramdır. Kuramlar, diğer bir deyişle bilimsel bilgiler, hiçbir zaman asla değişmeyecek bulgular olarak kabul edilmezler (Ertürk,1981); her zaman “eleştirilebilir” ve “yanlışlanabilir” niteliktedirler (Türkdoğan,1989:20-21). Üstelik Durkheimizm, Freudizm, Darwinizm, Marksizm gibi pozitivist görüşü sergileyen bütün teoriler, birçok bilim adamınca eleştirilmişlerdir.

Eğer okul kitaplarında ve derslerde, bu teorilerden bahsedilecekse, bunlara zıt görüşler ileri süren, bunları eleştiren bilim adamlarının görüşlerine de yer verilmesi gerekir. Böylece öğrenciler, karşılıklı kuramlarla eleştirel düşünceleri öğrenirler. Karşılaştırma yapma yetenekleri gelişmiş olur. Aksi takdirde öğrenciler, farkına varmadan bir ideolojik çalışma içine girmiş, tek yönlü ve propaganda temeline dayalı (Brown,1973) bir öğretimle şartlandırılmış olurlar. Bu tutum da, bilimselliğe ve bilimsel yönteme ters düşer.

Bilimsel yöntem, olayların sistemli şekilde gözlenmesi ve yorumlanabilmesiyle ilgili genel prensipler ve kurallar demektir (Kaptan,1989:22). Bilimsel yöntem, problem çözme yoludur.

Bilimsel yöntemde şu aşamalar bulunur:

1. Güçlüğün, problemin hissedilmesi,

2. Problemi belirleme,

3. Bazı çözüm yolları (denenceler/hipotezler) önerme,

4. Doğrulayıcıların tespit edilmesi,

5. Denencelerin test edilmesi.

Bilimsel yöntemde iki ana etkinlik görülmektedir: Keşif ve doğrulama. Tümevarım, bir keşifler yöntemi olarak, daha çok birinci etkinliğe, tümdengelim ise, bir doğrulama yöntemi olarak, ikinci etkinliğe hizmet etmektedir.

Bilimsel yöntemde keşif aşaması, olayları, olguları, fikirleri ve varılan denence ve kuramları oluşturur. Doğrulama aşaması ise, bulguların, kuramların, denencelerin sınanması ve test edilmesi süreçlerini içerir (Kaptan,1989:37).

Bilimsel yöntemle ilgili kurallar, önyargı ve duygusallıktan uzaktır. Onun için bilimsel çalışma yapan kişi, kendi ile obje arasındaki önyargı ve duygusallıkla örülü perdeleri kaldırarak objeyi yalın olarak görmek ve araştırmak ister. Peşin fikirlerin zihinlere vurulmuş birer kelepçe olduğunu bilir. Karşıt fikirlere yer vermeyen, alternatifler sunmayan ve devamlı peşin hükümleri empoze eden ideolojiler, fertleri ve toplumları dar kalıplar içine sokarak bunaltmakta, kişilerdeki özel yetenek ve buluş yönlerinin ortaya çıkmasını engellemektedirler.

Burada akla şu soru gelebilir: Acaba din, bir ideoloji (Mardin,1986) midir?

Bu soruyu cevaplandırmadan önce, konu ile ilgili şu ölçüyü ortaya koymak yerinde olacaktır:

Din, her şeyden önce, insan beyninin ürünü bir sistem değildir. Totemizm, Fetişizm, Budizm, Brahmanizm gibi beşer ürünü dinler, aslında birer felsefî doktrindir, öğretidir. Gerçek anlamda d i n, vahiy ve peygamberlik temeline dayalı, inanç ve davranış biçimlerini içine alan kurallar manzumesidir. Bu çerçevede din, ilahîdir, semavîdir ve tevhid karakterlidir (Sarıkçıoğlu,1999). Bu özelliğiyle din, bir ideoloji olmadığı gibi, deneye konu olan bilimlerin de alanı değildir. Fakat dini bir sömürü aracı yaparak, aslî hüviyetinden çıkaran ve onu dünya çıkarlarına alet eden kişiler ya da akımlar, tarih boyunca var olmuş ve ideolojik davranışlar sergileye-gelmişlerdir.

İlk çağdan zamanımıza kadar insanlar, hangi karakterde olurlarsa olsunlar, diktacı ideolojilere tepki göstermişlerdir (Ertürk,1981). Çünkü bu ideolojiler, bireylerin fikirlerini dondurmaktadırlar. Bu durumda alternatiflere kapalı ve önyargılarla beslenen bireylerin toplum kalkınmasına katılmaları, çağın bilim ve teknolojisini yakalamaları nasıl gerçekleşebilecektir?

Doğu bloğunun tabuları yıkması bir olgudur. Tabuları korumakla, ya da put haline getirdikleri kişilere tapma bağlılığını (Merih, 1982) sürdürmekle, kalkınmanın ve ileri teknolojiye ulaşmanın mümkün olamayacağını anlamış görünmektedirler.

Ancak bu anlayış, toplumsal konularının tüm olarak kavranmasına yetmemektedir. Toplumdaki değişme ve gelişmeleri analiz edebilmek ve bunlara tesir eden faktörleri keşfedebilmek için, o toplumun kültür değerlerinin iyi bilinmesi (Turhan,1972) ve tahlil edilmesi de gerekmektedir.

Kişiler ve toplumlar, kendi kültür değerleriyle kimlik kazanmakta ve bu  değerlerden uzaklaştıkça, ruhsal sıkıntı ya da bunalıma düştükleri gözlenmektedir. Bir milleti ayakta tutan en önemli unsur, kendi kültür yapısı (Turhan,1972:56) dır. Bu yapıyı korumak, milleti ve milletin tesis ettiği en önemli kurum olan devleti korumakla eşdeğerdir. Diktacı ideolojiler, bu sebepten kültüre ve kültür  varlıkları (Mardin,1989 ) na karşıdırlar.

Kültür mirası içinde din’’ ve milliyet”, vazgeçilmez iki değer ölçüsü olarak ortaya çıkmaktadır. Eğer bir toplumda, o toplumun kültür unsurları, özellikle din ve milliyet aşağılanıyor, yabancı kültür unsurları karşısında savunmasız hâle getirilip sanık sandalyesine oturtuluyorsa ve yine kendi kültürlerini yaşayanların davranışları, utanç verici eylemler gibi gösteriliyor, yabancı kültüre angaja olanlar övülüyor, saygı görüyor, üstelik ödüllendiriliyorsa, o toplumda resmen ve derin bir ideoloji var demektir. Bu da geriliğin, bir başka deyişle, çağdışı kalmanın bir sebebi ya da sonucu olabilir.


[1]   Levent, E. (2003). Eğitimde Bilimsellik ve İdeoloji Arasındaki Çizgi TURK BARTER Dergisi. Ağustos, Yıl: 6, Sayı: 67 (42-43).