ERETNA
BEYLİĞİ DÖNEMİ
îlhanlı
împaratorluğu'nun parçalanması sürecinde 1317'de, Ebu Said
Bahadır Han'ın başkomutanı Çoban Bey'in oğlu Timurtaş
Erzincan Valisi oldu. Timurtaş kentin îlhanlı yönetiminden hoşnut
olmasını sağlamak amacı ile birçok girişimde bulunduğu sırada,
babası ile kardeşinin Ebu Said Bahadır Han'ın emriyle öldürüldüğünü
öğrendi ve kendi hükümdarına karşı ayaklandı. Timurtaş,
Erzincan'da bulunan îlhanlılar'ın önemli adamlarından biri
olan Balto'nun, Melikşah ve Sultanşah adlı oğullarmı öldürdükten
sonra Mısır Memlukleri'ne sığındı. Timurtaş'tan sora
Erzincan'ın yönetimi 1335 yılında Alaeddin Eretna adlı
komutana geçti. Böylece, yörede daha sonra Erzincan üzerinde
de egemenlik kuran Eretna Beyliği'nin temelleri atılmış
oluyordu.
Ancak,
Celayiroğulları ile Çobanoğulları'nm Erzincan üzerindeki bağımlılık
taleplerini, gerek savaş ve gerekse diplomatik yollarla çözümleyerek;
Amasya, Tokat, Sinop, Çorum ve Sivas'ı da içine alan bölgede büyümesini
sürdürdü. Başkenti Kayseri olan Eretna Beyliği'ni kurmayı başardı.
Adaletli ve iyi bir hükümdar olan Alaeddin Eretna'nın 1352 yılında
ölmesi ile, tahta çıkan oğlu Gıyaseddin Mehmed'in, Vezir Hoca
Ali'nin güdümünde kalacağım gören Eretna Bey'in kardeşi ve
Erzincan Valisi Burak Bey, bu duruma büyük bir tepki göstererek
bağımsız bir Erzincan Beyliği kurdu. Çok kısa süreli olan
bu beylik daha sora Ahi Ayna yönetimine geçti. 1362'ye kadar 12
yıl süren bu beylik tam bağımsız olarak kalmış, Gürcüler'den
Ahalsıh, Samsıh ve Azgur kentlerini alarak, 1360 yılında
Trabzon'a da bir sefer düzenleyebilmişti.
MUTAHHARTEN
VE ERZİNCAN BEYLİĞİ
Eretna
Beyliği, Hükümdar Alaeddin Ali'nin dirayetsiz yönetimiyle dağılma
sürecine girmiş, bağımlı kent beylikleri merkezden kopmaya başlamışlardı.
Erzincan'ın Eretna Emiri Pir Hüseyin'in 1379'da ölmesiyle
kentin yönetimi Uygur kökenli bir Türk olan Mutahharten'in ele
geçirmiş ve bağımsızlığını ilan etmişti. Bu bağımsızlık
hareketinde Akkoyunlular'ın desteğini alması, Eretnalılar'ın
karşı girişimlerini sonuçsuz bıraktı.
Mutahharten daha da ileri giderek, zayıf Eretna yönetiminin güçlü
adamı Kadı Burhaneddin'i tasfîye etmeyi hedefledi. Ancak Eretna
Beyi Alaeddin Ali'nin ölümü üzerine, yönetimi eline geçiren
Kadı Burhaneddin Ahmed, diğer güçlü bir karakter ve hükümdar
olarak Mutahharten'in karşısına dikilmiş, onun en korktuğu düşmanı
haline gelmiştir.
Orta Çağ Türk tarihinin en ilginç hükümdarlarından biri
olan Mutahharten'in siyasi yaşamı ve eylemleri hakkında yazılmış
makale ve kitaplar bulunmaktadır. Erzincan Beyliği'ni güçlendirmek,
büyük hükümdarlar ve istilacılar karşısında kişisel varlığını
ve beyliğini ayakta tutabilmek için gösterdiği olağanüstü
çabaların herbiri, hırsı, güç çatışmalan, güçlüden
yana olma açmazları ve serüvenlerle doludur.
Mutahharten, Kadı Burhanettin'in tasfîyesi için komşu
emirlikler ve Akkoyunlular'm desteği ile iki kez Sivas'ı kuşattıysa
da başarılı olamadığı gibi, Kadı Burhanettin'in karşı
saldırıları karşısında da çok güç durumlarda kaldı. Herşeye
rağmen, Kemah, îspir, Erzurum, Tercan'ı da egemenliğinde
bulunduran Trabzon Rum Krallığı'ndan bağımlılık vergisi
alabilen Şebinkarahisar üzerinde söz sahibi olan güçlü bir
beylik olarak varlığını sürdürmekteydi.
1387 yılından itibaren Timur adımn Anadolu'da duyulmaya başlaması,
Mutahharten ve Beyliği için çok sıkıntılı yıllann
habercisi oldu. Öte yandan Akkoyunlulaı^la iyi ilişkiler
kuramaması, Karakoyunlular'la yandaş olması, Kadı
Burhanettin'in Akkoyunlular'la barışmasına neden olmuştu.
Yaklaşmakta olan Timur tehlikesine karşı dayanışma içinde
olması gereken bu beylikler arasında savaş ve çatışmalar
eksik olmuyordu. Sonuçta, 1398 yılında Kadı Burhanettin,
beklenmedik bir şekilde en zayıf düşmanı olan Kara Yölük
Osman'a tutsak düştü ve başkenti Sivas'ın surları önünde
dramatik bir biçimde öldürüldü.
Erzincan Beyliği için diğer bir tehlike de, Konya, Larende,
Develi ve Aksaray'ı alarak Karaman Beyliği'ne bir süre son
veren, Kadı Burhanettin'in öldürülmesinden yararlanarak,
Sivas, Tokat, Kayseri ve Kırşehir kentlerini alarak, yıldırım
hızıyla Erzincan sınırlarına yöneldi. Osmanlı Sultanı I.Bayezid
idi.
14. yüzyıl sonlannın en güçlü iki hükümdarı Timur ile
Bayezid arasında sıkışıp kalan Mutahharten, öncelikle daha güçlü
ve tehlikeli gördüğü Timur'un yandaşı olmuş, onun
Anadolu'ya yaptığı öncü seferlere katılmıştı. Ancak Yıldınm
Bayezid'in, Erzincan ve Erzurum'un kendisine bağlanması ve vergi
verilmesini istemesi karşısında Bayezid'e de bağlılığını
sundu. Ancak Timur'un Sivas'ı almasına yardımcı olduğunu
bilen ve ona güvenmeyen Bayezid, Erzincan'ı ve Kemah'ı ele geçirerek,
Erzincanlılar'ın isteği üzerine, Mutahharten'in, kendisine bağlı
olmak kaydıyla hükümdarhğını tanıdı. Buna rağmen
Mutahharten, Timur ile olan ilişkisini sürdürmüş ve Timur'un,
Bayezid'den Kemah kalesini Mutahharten'e vermesini sağlayacak
girişimlerdi bulunmuştu. Timur, diğer Anadolu beyliklerinin de
yasal hükümdarlarına geri verilmesini Bayezid'den istiyordu.
Böylece başlayan gerginlik, karşılıklı küçümseyici
mektuplar, inatlaşmalar ve Bayezid'in kışkırtıcı tavırları
ardından savaş kaçınılmaz hale geldi. Timur, bütün hırsıyla
batıya yönelmiş, 1402 yılında yapılan Ankara Savaşı'nda
Osmanlı ordusu yenilmiş, Yıldınm Bayezid tutsak edilmişti.
Mutahharten de hemen sonra 1403 yılında öldü.
ERZÎNCAN'DA
AKKOYUNLU VE OSMANLI DÖNEMİ
Osmanlı
Devleti'nin Batı Anadolu ve Balkanlar üzerinden Avrupa'ya genişlemesine
rağmen; Doğu Anadolu, îran'da kurulan güçlü Türkmen
Devletleri ile Mısır Memlukleri'nin siyasi egemenlik alanı ve
topraklarının bir bölümünü oluşturmaktaydı. Osmanlı
Devleti'ni batı yönündeki genişlemeleri açısından büyük
bir engel olarak gören bu devletler; soydaş ve Müslüman da
olsalar, Osmanh Devleti'nin güçlenmesinden endişe duymakta ve
bu engeli ortadan kaldırmayı amaçlamaktaydılar. 15. yüzyılda
Ön Asya'nın en güçlü devletlerinden biri haline gelen
Akkoyunlular'ın ünlü Hükümdarı Uzun Hasan, bu amaç doğrultusunda
bir dizi eylem ve Batı Avrupalılarla siyasi yandaşlıklara girişti.
Erzincan yöresinde Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar etkili
olamadılar. 1419'da önce Karakoyunlu Bey'i Kara Yusuf Erzincan'ı
elde ederek, Pir Ömer Beyi buraya vali tayin etmişti. Daha sonra
1455'te Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan Erzincan'ı alarak kaleyi
yeniden onardı. Erzincan, Fatihle Uzun Hasan arasında çıkan
rekabet ve çekişmelerle birlikte Ağustos 1473 tarihine kadar
Akkoyunlular'ın yönetiminde kaldı.
Erzincan ve içinde bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi'nin Osmanlı
birliğine katılması ve Anadolu'nun bütünlüğü açısından
tarihi bir dönem ve olaylar dizisi olan Akkoyunlu Osmanlı ilişkileri
ile Otlukbeli Savaşı'nda noktalanan Osmanlı başarısı, Doç.Dr.Salim
Cöhçe'nin bu konudaki araştırmasında, kısaca şöyle açıklanmaktadır:
"..."Bayındır Hanogulları" veya "Bayındıriyye"
adlarıyla anılıp "Tur Aliler" de denilen
Akkoyunlular'ın Anadolu'ya gelişleri konusunda çeşitli görüş
ve iddialar vardır.
15.
yüzyıl îran tarihçilerine dayanan bir kısım Osmanlı tarihçisi,
Akkoyunlular'ın Karakoyunlular'la birlikte, Türkler'in efsanevi
atası Oğuz Han'ın fütuhatı döneminde Anadolu'ya geldiklerini
kaydeder. 15. yüzyıla çok az bir zaman kala Akkoyunlular'ın da
içinde bulunduğu Doğu Anadolu'nun görünümünü; her an değişen
ittifaklarla birbirlerine yaklaşıp, uzaklaşan gruplar, dostluk
veya düşmanlıklardaki değişkenliğin yarattığı
belirsizlik, bu çekme ve itme süreci içerisinde meydana
getirilen kalıcı olmaktan uzak gevşek teşkilatlanmalar ile sürekli
çatışmalar ve kargaşanın neden olduğu güvensiz bir ortam şeklinde
tanımlamak mümkündür. Akkoyunlular'ın bir ulus haline gelmeye
başladıkları zemini böylece tesbit ettikten sonra, tekrar bu
zeminde gelişecek sürece dönebiliriz. Akkoyunlular sayesinde
Erzincan ve çevresindeki hakimiyetini pekiştiren Mutahharten kısa
bir süre sonra onlara saldırmaktan çekinmedi.
Hanedan mensupları arasındaki çekişmeyi sona erdirerek birliği
sağlayan Uzun Hasan, Akkoyunlu sınırlannı da genişletmeye başladı.
1457 ve 1462 yıllarında Gürcistan üzerine yaptığı iki
seferle bölgeyi etkisi altına alırken, 1458'de Trabzon Rum împaratorluğunu
sıradan bir vassal devlet haline getirdi. Yapılan anlaşma
sonucu imparator Kolo îonnes'in (1429-1464) kızıyla (Katerina
ve Despina Hatun) evlenerek, kendisinden önce sonraki bazı
Akkoyunlu beylerinin adeta gelenek haline getirdikleri bir
uygulamaya, o da katılmış oldu. Aynı zamanda Akkoyunlular'ı
Selçuklu ve îlhanlılar örneğinde olduğu gibi yeniden teşkilatlandı
Otlukbeli Savaşı'nın yapıldığı alandaki devleti büyük bir
imparatorluk haline getirecek yolu açtı. Onun için Doğu ve Güneydoğu
Anadolu'yu harap eden aşiret kavgalarım, mer'a ve otlak anlaşmazlıklarını
sona erdiren kanunlar çıkardı. Daha sonra Safevilerce uzun süre
kullanılan ve bir kısmını Osmanlılar'ın dahi yürürlükte bıraktıkları
bu düzenlemeler halen bölge halkının hafızasında yaşamakta
ve "Hasan Padişah Kanunlan" olarak anılmaktadır.Teşkilatçı
kişiliği ve kanun koyucu vasfıyla Uzun Hasan, doğuda göçebe
Türk topluluklarından büyük bir imparatorluk meydana getirmeye
çalışırken, batıda da Fatih Sultan Mehmed, îstanbul'un
fethini gerçekleştirmiş bulunuyordu.
Memluklu
ve Osmanlı topraklannı zapt etmek tasavvuhuyla ihtiyaç duyduğu
ateşli silahları temin edebilmek için Avrupa devletleriyle münasebetlerini
artıran Uzun Hasan, Venedikliler ve Akkoyunlular, Osmanlı
Devleti yok edilmeden savaşı bırakmayacaklar, tek başlarına
barış yapamayacaklardı.
îstanbul'da
dahil olmak üzere, Anadolu Akkoyunlular^a, geriye kalan bütün
Rumeli, Venedik ve müttefîklerine ait olacaktı. Osmanoğulları
hanedanı yıkılacak, Uzun Hasan îstanbul'da tahta oturacaktı.
Türkler'in yüzyıllardan beri yüzbinlerce şehit vererek
fethettikleri ve o sıralarda büyük ölçüde tam bir Türk
yurdu haline getirdikleri Balkanları, Osmanlılar'dan daha çok Türk
olduğunu idda eden Uzun Hasan'ın Avrupalılar^ı bırakması Türklük
ve îslamiyet'e büyük bir ihanet olarak görülebilir. Ama
Akkoyunlu sultanı Osmanlılar'ı ortadan kaldırdıktan sonra
devleşeceğini ve Balkanlar'ı kolayca geri alabileceğini düşünmüş
olmalıdır. Görüldüğü gibi üzun Hasan, on yıl önce
Trabzon'a sefer düzenleyen Fatih Sultan Mehmed'in karşısına çıkmaktan
çekinen hükümdar değildi. Artık o, Osmanlı sınırını geçerek
Tokat'ı yakan, Karamanoğulları topraklarını işgale kalkışan,
Timur rölüne soyunmuş, hatta kendisini ondan daha büyük gören
birisiydi.
Diyarbakır'daki merkezinden doğuya doğru yayılıp, kısa sürede
îran, Azerbaycan ve Doğu Anadolu ile yetinemeyen büyük bir
devlet olmuş, genişleyebileceği bölgeler olarak, Osmanlı ve
Memluklu toprakları kalmıştı. Ayrıca ateşli silahlar ve
deniz gücünden mahrumdu ve Avrupa'dan gelecek yardım da Osmanlılar
tarafından engellenmekteydi. Uzun Hasan, îskenderun Körfezi'ne
inmek suretiyle Akdeniz'e ulaşmak ve ateşli silahlara kavuşmak
istediği müddetçe böyle bir çatışmanın çıkması da
tabiidir."
Bütün bu gelişmeler, Fatih Sultan Mehmed'i harekete geçirdi ve
uzun bir hazırlıktan sonra, bir dizi fetih ve siyasi girişimlerden
biri olarak; Akkoyunlular'ın yandaşı Trabzon Rum împaratorluğu'nu
ortadan kaldırdı. Uzun Hasan, önemli bir limanı kaybetti.
"Şehzade Cem'i îstanbul'da saltanat naibi olarak bırakan
Fatih Sultan Mehmed 11 Kasım 1473'te hazırlıklarım tamamlamış
olarak Üsküdar^dan hareket ederken, artık Türkiye'nin
istikbalinin Fırat havzasında halledileceğini anlamış ve o doğrultuda
dahiyane bir harp planı geliştirmişti.
Osmanlı öncü birlikleri 4 Ağustos 1473'te Tercan yakınlarında
bugünkü Mercan ile Edebük köyünün arasında Fırat'ı geçtikleri
anda pusuya düşürülerek imha edilmişlerse de, esas savaş iki
büyük ordunun "Başkent" veya "Başköy"
denilen mevkide karşı karşıya gelmesiyle olmuştu.
Oncü birliklerin mağlubiyetini müteakip Osmanlı Sultanı,
ordusunu Sansa geçidine sokmayıp, Buyburt istikametine yönelerek
Akkoyunlular'ı kesin sonuçlu bir muharebeye zorlamakla da çok
yerinde bir davranış segilemiştir. Sonuçta Fatih Sultan
Mehmed'in ateşli silahları, özellikle topçu ateşini dehasına
has bir şekilde yönlendirip, kullanmasıyla o dönem için kısa
sayılabilecek sekiz saat gibi bir sürede Osmanlılar kesin
neticeyi alırlarken, süvari birliklerinden kurulan Akkoyunlu
ordusunun verdiği zayiatta korkunç boyutlara ulaşmıştı (11 Ağustos
1473).
Savaşın sonucunda Otlukbeli'nde üç gün kalan Fatih Sultan
Mehmed, Akkoyunlu ordusunu geriye kalanlarını takip ettirmemiştir.
Bu arada tutsak alınan Türkmenler de serbest bırakılarak gönülleri
alınmış ve bunların îran'la Osmanlı toprakları arasında
bir tampon oluşturmaları beklenmiştir. Kısa süre sonra 24 Ağustos
1473'te de barış anlaşması imzalanacaktır.
Otlukbeli Savaşıyla Timur'dan bu yana karşılaştığı en büyük
tehlikeyi atlatan Osmanlı Devleti, ikinci bir fetret çağına düşmezken,
Akkoyunlular bir daha eski satvetlerine erişemeyecekler ve
Otlukbeli'nde yedikleri darbe sonucunda bir süre sonra dağılıp
gideceklerdir.
Çeşitli mücadeleler içerisinde yetişip, yükselerek hükümdar
olan bu Akkoyunlu beyi, kısa sürede kazandığı büyük başarılar
karşısmda sonsuz bir gurura kapılmış ve bu nedenle zamansız
bir cihangirlik sevdasına düşmüştü.
Uzan Hasan'da, Fatih Sultan Mehmed gibi sarayına davet ettiği
alimlerle çeşitli konularda münazaralar yapar, onların görüşlerinden
istifade ederdi. Sanatkarlara ve alimlere önem verirdi."
Erzincan ve yöresi, îran'da Şah îsmail'in önderliğinde
kurulan Safevi Devleti'nin Doğu Anadolu'ya yönelik propoganda ve
eylemlere giriştiği 16. yüzyıhn başlanna kadar dingin bir dönem
yaşadı. Şii meshebinin önderliğini yapan Türkmen kökenli Şah
îsmail, Akkoyunlu Uzun Hasan'dan sonra Osmanlılara karşı yeni
bir güç olarak ortaya çıktı.
Sultan II.Bayezid'in ılımlı yaklaşımları ile Şehzadeleri
arasında çıkan saltanata çatışmalarını fırsat bilerek
Anadolu'ya gönderdiği Nur Ali Halife ve Şah Kulu isimli müridleriyle
yaygın bir Şiilik propogandasına ve askeri seferleri ile özellikle
Doğu Anadolu'da çok etkili oldu. Tüm bu gelişmeleri Trabzon'da
Şehzade iken yakından izleyen Şehzade Selim, bir defasında
Erzincan'a girerek Şah îsmail yanlılarını tasfiye etti. Bir süre
için kenti ele geçirdi. 1512'de tahta çıkan Sultan Selim, Şah
îsmail'e karşı oldukça kanh ve sert olarak başlattığı
askeri seferiyle, Erzincan'da ordunun gereksinmelerini karşıladıktan
sonra 23 Ağustos 1514'te, Tercan üzerinden Çaldıran'a geldi.
23 Ağustos 1514'te burada Şah îsmail ile yaptığı savaştan
zaferle çıktı. Bu sefer sonucunda Erzincan, Bayburt, Kemah, Kiğı
Osmanh împaratorluğu'na bağlandı.
Erzincan, Kanuni Sultan Süleyman döneminde sosyal, ekonomik ve kültürel
yönden gelişen bir kent olmuştur.
Evliya Çelebi'ye göre 17. yüzyıl ortalarında Erzincan'ın
ortasında küçük ve alçak duvarlı kalesi içinde; 200 ev ile
bir cami vardı. Kale dışmda ise 1800 ev, 7 cami, 60'dan çok
mescit ile içinde 500'den fazla dükkanın bulunduğu bir çarşı
ve bedesten bulunmaktadır. Bütün şehirde ise 48 mahalle ve 40
okul bulunmaktadır. Evliya Çelebi'nin Erzincan'da 500 dükkanın
varlığından bahsetmesi 17. yüzyıl ortalarında ilde ticaretin
gelişmiş olduğunu göstermektedir. îlin ticaret yolları üzerinde
bulunması da bu kanıtı doğrulamaktadır.
Aynı yıllarda Erzincan vilayeti dahilindeki padişah haslan
146.000 akçe tutuyordu. 1566 yılında şehrin geliri 234.000 akçeye
ulaşmıştır.
Tapu-tahrir defter kayıtlarında Erzincan'da yetiştirilen ürünlerden
şunlar yer alır: Buğday, arpa, kavers(akdarı), zeğrek (kara
burçak), pembe (pamuk), kendir, bakla ve nohut. Meyvelerden başta
üzüm olmak üzere, elma, armut, kiraz, kayısı, dut ve ceviz.
Üzümlerin bir kısmından şıra ve şarap yapılırdı.
Erzican 16. yüzyıl içerisinde ekonomik bakımından hayli ileri
bir seviyedeydi. Boyahane ve varidatının yüksek oluşu şehirdeki
sanayiinin gelişmişliğine işaret eder. Yetiştirilen ve üretilen
pek çok ürünün kent ihtiyaçlannı aşıp ihracatı yapılmış;
bu sayede çeşitli kent ve ülkelere kervanların gönderilmesi
yanısıra, bu yüzyılda da en mühim yol uğrağı üzerinde
olan şehirde her türlü ticari mübadeleler hız kazanmıştır.
16. yüzyılın son çeyreğine kadar bütün Erzincan ve çevresinde
iktisadın çağa göre düzenlenişi sayesinde memlekete refah
gelmiş, sıkıntılı haller pek görülmemiştir.
Kanuni 1534 yılında Tebriz'e ve 1540 yıhndaki îran yaptığı
seferler sırasında iki kez Erzincan'a gelmiştir. Bundan sonra
doğu yönüne sefere çıkan Osmanlı ordularının geçiş ve
konaklama yerinin genelde Erzincan olduğunu görüyoruz. III.Murad
döneminde îran seferine giden Ferhat Paşa, I.Ahmed döneminde
1603'te Cağaloğlu Sinan Paşa ve son olarakda Sultan IV.Murad,
Revan seferinden dönerken Erzincan'da konaklamış, Aras akarsuyu
yakınlarındaki Zeynelli aşiretinin bir bölümünü Erzincan,
Tercan ve Pasin yöresinde iskan ettirmişti.
Erzincan, Doğu Anadolu ile Orta Anadolu arasında bir geçiş bölgesi
oluşturur. Sık sık yaşanan şiddetli depremlere rağmen, Ana
yolların geçiş ve kavşak noktasmda bir pazar ve konaklama yeri
olması nedeniyle önemini her dönemde korumuştur. 19. yüzyıla
değin ordular için bir konaklama yeri olan Erzincan, askeri açıdan
Erzurum'un gerisinde bir direniş ve ilerleme noktası olarak düşünülmüştür.
19. yüzyılda Gürcistan'ın Rus Çarlığı'nın himayesine
girmesi ve daha sonra Rus ileri hatlarının Çıldır eyaletinin
yansınm işgal etmesi, Erzincan'ı ön plana çıkardı. Rus smınnın
giderek yaklaşması, Erzurum kalesinin önemini artırırken 9.
ordu müşirlik merkezi de Erzincan'a taşındı. Bu askeri kaydırma
ile kent daha da önem kazandı. Bayındırlık alanında da bazı
gelişmelere sahne oldu.
I.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda da önemh bir askeri
üs ve hareket noktası olan Erzincan, Cumhuriyet'in ilanından
sonra da, Türk kara kuvvetlerinin yeniden tensiki sırasında 3.
Ordu karargahı, 1923 yılmda Erzincan'da kurulmuştur. 1939
Erzincan depreminden sonra ordu merkezi Erzurum'a intikal etmiş
ve 11 Ekim 1967'de tekrar Erzincan'a geri dönmüştür.
ana
sayfa
+ erzincan
belgeliği 1888-1988
+ resimlere
yakalanmış tarih
+ erzincan
tarihçesi