I.
DÜNYA SAVAŞI'NDA ERZİNCAN
1895
yıllında, Doğu Anadolu'da bulunan ayrılıkçı Ermeniler,
zaman zaman huzursuzluk çıkarmaktaydılar. 1907 yılında îngiltere
ile yaptıklan bir anlaşmaya dayanan Ruslar ve ayrılıkçı
Ermeniler, bölgeyi kendi nüfus alanları olarak sayıyorlardı.
Ağustos 1914 yılında bir oldu bittiyle I.Dünya Savaşı'na
giren Osmanlı împaratorluğu'nun doğu cephesinde Rus ordulan
karşısında geri çekilen Osmanlı birlikleri, Şubat 1916'da
Erzurum'u terketmiş, bütün çabalarına rağmen Erzincan ve
çevresini savunamamışlar, Temmuz ayına kadar Sadak dağları
çevresinden Çardaklı boğazma kadar çekilmişlerdi.
Erzincan, 11 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar tarafından işgal
edilmiş ve yağmalanmıştı. Ruslar'ın yanısıra, bölgede
bağımsız bir devlet kurmayı amaçlayan aynlıkçı
Ermeniler'de bunu bir fırsat bilerek, işgal edilen yerlerde
silahlı birlikler oluşturdular.
Türkler'e yapılan çeşitli zulüm ve baskılar karşısında
örgütlenme ve direnme zorunluluğu ortaya çıktı. Bu amaçla
Cemiyet-i îslamiye adı altında bir örgüt kuruldu.
Faaliyetlerini Gerek gerek Camii'nden yürüten örgüt, halkın
ihtiyaçlarını karşılamakta, sorunlarına çözüm
aramaktaydı. Kent 7 bölgeye aynlmış, her bölgenin başına
baş muhtar atanmıştı. Baş muhtarlar alınan önlemleri
halka duyuruyor, görev dağıtımı yapıyorlardı. Ancak,
Ruslartn müdahalesi ile bu örgüt kentte uzun süre barınamadı.
Kent dışından faaliyetlerini sürdüren örgütü temsil
etmek üzere, Cafer Bey ve Mazhar Bey görevlendirildiyse de
onlar da kısa süre sonra Erzincan'dan ayrılmak zorunda kaldılar.
Son olarak gönderilen Abdulmabut Bey, daha dikkatli bir tutumla
bölgede daha uzun faaliyet göstererek Ruslar'ın tasarladığı
pek çok keyifli uygulamanın da önüne geçti.
Rusya'da Çarlık yönetiminin sarsılmaya başlaması ve
ihtilal hareketinin etkileriyle, savaştan usanan Rus askeri işgal
kuvvetlerinde disiplin bozulmuş ve çözülme başlamıştı.
Yeni Sovyet Hükümeti ile Brest-Litovsk'da yapılan ateşkes
antlaşması ile Ruslar bölgeden çekileceklerdi. Nihayet, 18
Aralık 1917'de yapılan Erzincan mütarekesi ile 11 Ocak
1918'de Rus askerleri bölgeden çekilmişler, ancak silahlı
Ermeni çeteleri eylem ve direnişlerini sürdürerek birçok
kanlı olaylara neden olmuşlardır. Bu arada Türk milis
kuvvetleri harekete geçti ve Kazım Karabekir Paşa'nın
komutasındaki askeri birlikler de bölgeye yönelik harekatları
başlattılar. Kafkas cephesi karargahının emriyle Türk
kuvvetleri, güneyde Munzur geçitlerinden, güneybatı Kemah boğazı
ve batıda Çardak yönünden 12 Şubat günü üçlü genel
harekata girişerek 13 Şubat 1918'de Erzincan'ı, 22 Şubat
1918'de Tercan'ı silahlı Ermeni güçlerinin işgalinden
kurtardılar.
Kurtuluş gününden sonra, ordu Komutanı Vehib Paşa'nın
Erzincan'a gelişi ve burada yaşanan olayları, Kazım
Karabekir anılarında şöyle anlatır:" Dondurucu bir soğuk
vardı. Askeri îdadi Mektebi şimalinde kendilerini istikbal
ettik ve birlikte karargahımın bulunduğu askeri daireye
geldi. Daire önünde halk da toplanmıştı. Vehib Paşa halka
hitabesinde şöyle dedi:
"Erzincan kasabası gibi bütün Erzincan havalisinin de
pek seri bir darbe ile işgalini temin eden Kdzım Karabekir'i
yalnız siz değil, evlat ve ahfadınızda unutmasın!"
Bu büyüklük karşısında kumandanımı ve halkı hürmetle
selamlarım. "Bu kahramanlığı yapan ordumuzun fedakar
evlatlandır." diye verdiğim cevap, halkın candan haykırışlarına,
alkışlarına ve hıçkırıklarına karıştı.
Gerçi matemsiz ev yoktu. Fakat vatanın bu parçası artık
kurtulmuştu. Bu iki zıt tesir altında halkın kaderiyle
sevinci karışıyor, göz yaşlarıyla alkışları bizi
heyecana getiriyordu. îşte, 16 Şubat 1918'de askeri dairenin
önünde halk göz yaşlarını bu suretle dökerken, biz de yakın
günlerde Erzurum'u da kurtarmaya and içtik."
Erzincan'ın mezalimlere boğulduğu günlerin sona ermesinde,
gerek askeri harekatın kumandanlığını yapması ve gerekse müteakip
zamanlarda çilesi ayyuka çıkan ahalinin yaralarını sarmak için
büyük yardımlar yapması karşılığında; o'na şükran
borcu olan Erzincanlılar, kendilerine hemşehrilik beratı
vermişlerdir. 20 Teşrinievvel 1922.
MİLLİ MÜCADELE YlLLARINDA ERZİNCAN
"Süküt
edersek, mahvımız mukadderdir. Behemahal ordu başına
geliniz. Hem de Şark'a;milletin kurtuluş anahtarı şarktır.
Orda her şey mümkündür. Ordu da kuvvetlidir. Halkta beraber
gider." Kazım Karabekir'in 11 Nisan 1919 günü, Atatürk'ü
îstanbul'da ziyaret ettiği gün söylediği bu sözler ve bu
tarihi buluşma, Türk Ulusunun kaderini değiştirecektir.
Kurtuluş Savaşı'nın başlangıç tarihi olarak kabul edilen
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı 19 Mayıs 1919 günü
ile Anadolu'da yeni bir halk meclisinin ve hükümetinin yönetimi
ele alındığı 23 Nisan 1920 günü arasındaki dönem,
Anadolu'nun devletsiz ve hükümetsiz, kısaca başsız kaldığı
bir dönem olmaktadır. Bu duruma rağmen, Anadolu'da yabancı işgallere
karşı silahlı halk kuruluşlan olan Kuvayi Milliye tarafından
başanlı savaşlar verilmiş, özellikle Yunanhlar'ın daha içerilere
genişlemesinin önüne geçilmiştir. Öte yandan, hükümetsiz
Anadolu'yu bir düzene kavuşturmak ve geniş çapta bir mücadeleyi
yürütecek halk yönetimini kurmak amacıyla sürdürülen çabalar,
Büyük Millet Meclisi'nin açılışı ile gerçekleştirilmiş
olacaktır.
Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'daki ilk işi Anadolu'da bulunan
ordu birlikleri ile temasa geçmek olmuştur. Samsun'da îngiliz
askeri birlikleri bulunduğundan, daha rahat çalışabilmek ve
temaslannı sürdürebilmek amacıyla 25 Mayıs 1919'da Havza'ya
geçmiştir.
Mustafa Kemal Paşa'nın aynı günlerde idare ve halkla ilişkileri
kurmaya başladığını görüyoruz. 28 Mayıs günü
valiliklere ve komutanlıklara gönderdiği talimatta her yerde
yabancı işgallerini protesto mitingleri düzenlemesini, işgal
ordularımn îstanbul'daki temsilcilerine ve Hükümete
etkileyici telgraflar çelişmesini istemiştir. Bu talimat
sonucu bütün Anadolu'da heyecanlı mitingler düzenlenmiş,
halkın milli duyguları çoşturulmuştu.
Havza'dan sonra Amasya'ya geçen Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş
Savaşı'nın gelecekteki önderleri Ali Fuat Paşa (Cebesoy),
Rauf Bey (Orbay), Refet Paşa (Bele) ve Kazım Karabekir Paşa'nın
da görüşlerini alarak bir bildiri hazırladı. Tarihimize
"Amasya Tamimi" adıyla geçen bu bildiri, 22 Haziran
günü Anadolu'daki bütün kolordu komutanlıklarına,
valiliklere, kaymakamlıklara gizlilik kaydı ile iletildi.
Bildiride şunlar yer alıyordu: Yurdun bütünlügü, milletin
istiklali tehlikededir. Hükümet sorumluluğunu kavramış değildir.
Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
Milletin sesini dünyaya duyurmak ve kaderini tayin etmek için
bir milli kongrenin toplanması zorunludur. Komutanlar görevlerinden
ayrılmayacaklar; görevinden alınanlar, yeni atananın mücadeleyi
destekleyecek güvenilir biri olması halinde komutanlığı
devredeceklerdir.
Ege Bölgesi'nde îzmir'in işgalini izleyen günlerde halk
kuruluşlarınca ortaya çıkarılan ve Yunanlılarla kanlı çarpışmalar
sürdüren Kuvayi Milliye'nin mali kaynaklarını artırmak ve düzene
sokmak için bir dizi kongreler toplanmaya başlandı.
Mustafa Kemal Paşa, 22 Haziran 1909 günü Amasya'dan yayınladığı
tamimle, Anadolu'nun en güvenilir yeri olan Sivas'ta en kısa
zamanda bir milli kongre toplanacağını ve bunun için bütün
vilayetlerin her livasından milletin güvenim kazanmış üç
temsilcisinin hemen yola çıkarılması gerektiğini gerekçeli
olarak bütün Anadolu'ya bildirmişti. Aynı tamimin 2.
maddesinde, Doğu adına 10 Temmuz'da Erzurum'da toplanması
kararlaştırılan kongre için Müdafaai Hukuk ve Reddi îlhak
Cemiyetlerince seçilen temsilcilerin Erzurum'a doğru yola çıktıkları
belirtiliyordu.
Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu'nun en etkili askeri gücü,
karargahı Erzurum'da bulunan 153. kolordu idi. Kolordu Komutanı
Kazım Karabekir Paşa'nın da etkin bir direniş yanlısı
olması nedeniyle, Erzurum çevresinde ve Erzincan'da Milli Mücadele
için oldukça elverişli bir ortam yaratıldı. Nitekim 1919 yılı
Temmuz başında, Erzurum'a giderken Erzincan'a uğrayan Mustafa
Kemal, burada coşkuyla karşılaşmıştı. Mustafa Kemal,
Erzurum'a geldikten 5 gün sonra 5 Temmuz'da 3. Ordu Müfettişliği'nden
alındığını ve yerine 15. Kolordu Komutanı Kazım
Karabekirtn getirildiğini ögrendi. Bu gelişme, yapılması
tasarlanan doğu illeri ulusal kongresi ile ilgili hazırlıklan
hızlandırdı. Gerçi Kazım Karabekir, Babıali'nin kararını
tanımadığını ve Mustafa Kemal'e bağlılığını belirtmişti.
Ama yine de bu sert karar Anadolu'ya yayılmadan direnişin
temelleri sağlamlaştırılmalıydı. Bu amaçla çevre il ve
sancaklara ivedilikle haber ulaştırıldı ve yapılacak
kongreye delegeler gönderilmesi istendi. 23 Temmuz'da toplanan
Erzurum Kongresi'ne; Erzincan, Kuruçay ve Refahiye'den birer
delege katıldı. Bunlar; Nakşibendi Şeyhi Hacı Fevzi Efendi,
Müftü Şevki Efendi ve eşraftan Kemal Efendi idi. Hacı Fevzi
Efendi, kongre çalışmalarında etkin görevler aldı. Önce,
15 kişilik program komisyonuna, kongre sonunda da ahnan
kararları uygulatmak amacıyla oluşturulan Heyet-i
Temsiliye'ye seçildi. Hacı Fevzi Efendi, 4 Eylül 1919'da
toplanan ve tüm Anadolu ve Rumeli'yi temsil eden Sivas
Kongresi'ne hazırlayıcı olarak katılan 5 Heyet-i Temsiliye
üyesinden biriydi. 12 Eylül 1919'da çalışmalarını sona
erdiren Sivas Kongresi, 16 kişiden oluşan "Anadolu ve
Rumeli Müdaafa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye"si seçilmiş
oldu.
Hacı
Fevzi Efendi'de kongreden sonra Erzincan'a dönmesine karşın,
Heyet-i Temsiliye üyeliğini sürdürdü.
Rus ve ayrılıkçı Ermeni yıkımından ve katliamından
canlarını ve mal varlıklarının hemen tamamını yitiren
Erzincanlılar, bağımsızlık savaşına maddi ve manevi
olarak büyük destek sağlamışlardır. Yörenin vefakar ve
sabırlı insanları herşeye rağmen umutlarını yitirmemiş
ve yurtlarına sahip çıkmışlardır. Bağımsızlık mücadelesinin
başladığı 1920'li yıllarda topladıkları 26.579 lirayı
Ankara Hükümeti'ne göndermeleri bunun anlamlı bir örneğidir.
Zira, Erzurum ve Sivas Kongreleri giderlerinin cep harçlıklarıyla
karşılandığı, Amerikalı General Harbord'un Erzincan'a
geldiğinde, halkın gıdasızhktan ölecek hale geldiği bir dönemde,
Erzincan'ın gönderdiği bu para miktarının ne kadar büyük
ve önemli olduğu anlaşılmaktadır.
Artık TBMM'nin açılması için çalışmalar yoğunlaşmış,
Ankara'da Anadolu'nun ve Rumeli'nin kurtarılması için çabalara
hız verilmişti. Beklenen günler çabuk gelmiş yedi düvele
karşı yapılan çok çetin savaşlardan sonra Türkiye ve Türk
Milleti bağımsızlığına kavuşmuş, yeni Türkiye
Cumhuriyeti kurulmuştur
PARÇALANMIŞ
OSMANLI İMPARATORLUĞU VE TUTSAK EDİLMİŞ YÖNETİMİNDEN
BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NE
Osmanlı
împaratorluğunu, tek başhk altında övmek veya yermek gerçekci
bir yaklaşım değildir. Tarihte her imparatorlukta olduğu
gibi, Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu, imparatorluğa dönüşmesi,
duraklama, gerileme ve çöküş süreçlerini, yaşanılan dönemler
içindeki koşullar belirlemiştir. Kuruluş ve gelişme döneminde,
Ön Asya, Balkanlar ve Kuzey Afrika'daki yönetimler Osmanlı împaratorluğunun
bağımlısı olmuş, Osmanlı Devleti doğu ile batı dünyası
arasında en büyük ve güçlü devlet olarak ortaya çıkmıştı.
16. yüzyılda yaşanan büyük değişikliklerle, Batı Avrupalı
uluslar, okyanus ötesi stratejik hedeflere ulaşırlarken,
Osmanlı yönetimi, Akdeniz havuzu içinde geleneksel yapısını
değiştirmeksizin sıkışıp kalmıştı. Bu yüzyıldan sonra
Avrupa güçlenirken, Osmanlı împaratorluğu gerilemeye başlamış,
18. ve 19. yüzyıllarda topraklarının önemli bir bölümünü
korumasına rağmen, ekonomik, mali ve siyasi alanlarda sömürgeciliğin
ve kapitalist sistemin adeta tutsağı olmuştu. Padişahın ve
yöneticilerin modernleşme ve dünya ekonomik sistemi içinde
yer alma istekleri gündeme geldiğinde ise çok geç kalınmıştı.
"Hasta adam" olarak nitelenen devlet, "Doğu
sorunu"(!) başlıklı tasfiye operasyonu ve ardından
patlak veren Birinci Dünya Savaşı sonunda parçalandı ve yok
edildi. 600 yıllık imparatorluğun ardında bıraktığı
dramatik tablo ise dünya tarihinde az görülür boyutlardaydı.
Buna neden olan yönetimsel ve ekonomik sayısız ve ibret
verici örneklerden biri; îstanbul'daki son Osmanlı Mebusan
Meclisi'nin kapatılmasından bir gün önceki son toplantısında,
îstanbul halkına ekmek sağlamak için îaşe Nazırlığı'nın
3 milyon liralık ek ödenek istemesi ve konunun 18 Aralık 1918
günü yapılan oturumda görüşülmesidir. Kürsüye çıkan
Sinop Mebusu Fehmi Efendi konuşmasında: "Efendiler!. Üç
milyon liranın ek ödenek olarak verilmesi gerekçesini
dinlerken, gerek Bakan Bey, gerek bu paranın verilmesini uygun
bulanlar, başkent halkının (İstanbul halkının) aç kalma
tehlikesinden bahsettiler. Efendiler, rica ederim, başkent ne
demektir? Hükilmet merkezidir, değil mi? Burada yaşayanlar aç
kalma tehlikesi ile karşı karşıya iseler, Anadolu'nun, bu
milletin asıl fedakar ve çilekeş kitlesi olan Anadolu halkının
bilyük çoğunlugu yıllardır açtır, sefildir. Köylerde
ancak dullarla tüyil bitmedik yetimler, sakat ihtiyarlar
tarlalarda çalışıyorlar. Onların da elde ettikleri ürünleri
laşe Bakanhğı değerinin çok altında alıyor, parasını
dahi ödemeden senede bağlıyor, sonra ortada bir sürü sütü
bozuk vurguncu türüyor. Onların neyediğini, ne giydigini yıllardır
düşündük mü? Biz burada bütün milleti temsil ediyoruz.
Bendeniz, başkent halkı aç kalsın demiyorum, fakat ekmeksiz
ve donsuz kalmış Anadolu'nun acıklı durumu asla aklımıza
gelmemekte olduğunu ızdırap duyarak arzetmek için huzurunuza
çıkmış bulunuyorum. Bu kürsüden gerek Bakan Beyefendi,
gerek bizler başkent halkımn açlık tehlikesine karşı
tedbir dilşünür ve bugün bomboş olan hazineden, yeni bir
borçlanma yolu ile para teminini öngörürken, mutsuz Anadolu
için de bir şeyler düşünmekte olduğumuzu söyleyebilmiş
olsaydık, teselli bulurduk.
Çünkü zaten, yıllardır Anadolu'ya nasihat ue teselliden başka
bir ilgi göstermiş değiliz. (Bravo sesleri, alkışlar ve gürültüler)
Hald rnı Efendiler, hala mıyalnızca başkent halkı?"
diye seslenir.
Yorum gerektirmeyecek bu konuşma açıkça göteriyor ki, yüz
yıllardır sadece kendi ihtiyaçları için hatırladığı
Anadolu halkının yoksulluk içinde kalmasına kayıtsız
kalan, dış ülkelerden ve tefecilerden temin edilen
milyonlarca altın borç ile Boğaziçi'nde görkemli saraylar
inşa ettiren 19. yüzyıl Osmanlı yönetiminin başkenti olan
îstanbul'un halkı da aç ve ekmek parasına muhtaçtır. Yedi
düvele tutsaktır, ödenmesi mümkün olmayan borçları vardır.
Eğitimli ve üretken nüfus cephelerde yok edilmiştir. Verimli
topraklan, sanayileşmiş önem-11 kentleri ve limanlan işgal
altındadır. Tüm gelirlerine el konulmuştur. Belge ve
kaynaklara bakıldığında daha çoğaltılabilecek pek çok örnekten
çarpıcı olan birkaçım daha hatırlatalım.
Mondros silah bırakışması denilen tutsaklık belgesi ardından,
işgal edilen ülkenin sanayi tesislerine de el konulmuştu. îzmit'te
bulunan bir dokuma fabrikası, îngiliz savaş gemileri tarafından
tahrip edilmişti. Buradan kurtanlan iki dokuma makinesi gizlice
Kayseri'ye kaçırılmış ve ulusal bağımsızlık savaşı
veren Ankara Hükümeti'nin tek sanayii ekipmanını oluşturmuştu.
Kalkınmanın alt yapı ile oluştuğu bilincinden uzak Osmanlı
yönetimi, Selçuklular'ın ve Anadolu Beylikleri'nin gerçekleştirdiği
alt yapı bilincine dahi ulaşamamıştı. Batı Anadolu'da yoğunlaşan
demiryolu işletmelerinin %70'i, sömürgeci Batı Avrupahlar'ın
tekelinde ve onların tarıma dayalı sanayilerinin
hammaddelerini taşımaktaydı.
Misak-ı Milli smırları içinde kalan 9711 km'lik yolun 3477
km'si bakımsız, 3283 km'si sürekli bakım isteyen, 3026 km'si
yeniden yapılması gereken nitelikteydi. Yol denilen (!) bu alt
yapı, yüz yıllar boyunca dolaşan kervan ve kağnı arabalarınm
toprağı bastırmasıyla ortaya çıkan Orta Çağ'dan kalma
yagmur ve sellerle kolayca bozulan ve kaybolan izlerdi.
Ş.Süreyya Aydemir: "Anadolu'nun en bilyük hasreti yoldu.
Ülkeye girecek her şey, yani toprak ürünlerinin kıymetlenmesi,
ticaret, sanat, mektep, fabrika, yeni bir idare ve yerleşme, eşkiyahğın
kalkması ve nihayet ülkenin savunulması ancak yol olursa başarılabilirdi...Yol,
bir hasretti. 1918 baharında bir gim '9. Tümen, Karadağ-Çardaklı
boğazının dogusundan batısına intikal ediyordu. Bu arada
Refahiye-Erzincan şosesinin üzerinden ve bir taraftan diğer
tarafa geçecekti. Yani, arada birkaç adım, adına şose
edilen bu harap uzantının üstün de yürüyecekti. Yol görünüp
kenarına varılınca, bütün yürüyüş koluna bir karışıkhk
yayıldı. Hiç kimse, ayağının değdiği bu bozuk düzen
yolun üstünden ayrdmıyordu. Hele atlı subayların, kıt'alarını
da bırakarak bu yol çizgisi üzerinde bir aşağı, bir yukarı
at koşturduklarını hala rüya gibi hatırlarım, çünkü
bunların hepsi, o dağlık Doğu cephesinde, mesela iki yıldan
beri böyle yol parçası dahi görmemişlerdi. Bu dar ve harap
şoseye ulaşmak, herkeste dünyaya ve medeniyete kavuşmakgibi
hisler uyandırmıştı..."TivL anıda sözü edilen şose
ve az sayıdaki benzeri yol ve menfezlerin varlığı, Sivas
Valisi Halil Rıfat Paşa'nın olağanüstü gayretleri ile yapıldığını
hatırlatalım.
V.Cem Aşkun'a göre, Birinci Dünya Savaşı'ndan arta kalan
birkaç kamyon kullanılmaz haldedir. Mevcut 1000 adet
otomobilin 800 adedi îstanbul'dadır. îzmir'dekilerin dışında,
Anadolu illerindeki otomobillerin sayısı 100 civarındadır.
Şehirler arası otobüs işletmeciliği yoktur.
ULUSAL
BAĞIMSIZLĞIN KARŞISINDAKİ GERÇEK DÜŞMANLAR FİNANSMAN
VE EKONOMİK KAYNAK YOKLUĞU ULUSAL BAĞIMSIZLIĞIN
KAYNAKLARI İÇ VE DOĞU ANADOLU BÖLGESİ'NDEN SAĞLANIYOR
Birinci
Dünya Savaşı'ndan önceki yıllara göre yapılan
tahminler, milli gelirden kişi başına düşen payın îstanbul
ve çevresinde 2085 kuruş; Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde
1180 kuruş; îç ve Doğu Anadolu'da 771 kuruş olduğunu göstermektedir.
1919 yılına kadar savaş nedeniyle, milli gelirde önemli
bir artma olmadığı ve bölgelerarası dağılımda önemli
bir değişme olamayacağı gözönünde tutulursa, Türkiye'nin
milli gelirden en az pay alan îç Anadolu ve Dogu Anadolu Bölgeleri'nin
Kurtuluş Savaşı'nı sürdürme olanaklarının ne kadar sınırlı
olduğu kolayca anlaşılmaktadır.
Kurtuluş Savaşı'nın
fînansmanı için gerekli tüm kaynakların, îç ve Doğu
Anadolu Bölgeleri'nde aranması zorunluğu, Kurtuluş Savaşı
boyunca çıkarılan vergi kanunlarının son derece verimsiz
kaynaklara yönelmesinin başlıca nedeni olacaktır.
İç ve Doğu Anadolu bölgelerinin, iç ticaret ve bankacılık
yönünden de Türkiye'nin az gelişmiş bölgeleri olmalan,
birçok sorunların çözümünü güçleştirmektedir.
A.Müderrisoğlu'na göre, 29 Ekim 1914 günü savaşa giren
Osmanlı împaratorluğu'nun kasasında sadece 92 bin altın
lira bulunmaktaydı. Savaş bittiğinde yardım yerine borç
veren Almanya'ya yaklaşık 150 milyon altın lira borçlamlmış,
4 yıl boyunca ertelenen Düyunu Umumiye îdaresi alacakları
ise %100 artarak 303.7 milyon liraya ulaşmıştır. Böylesine
büyük meblağlara varan para ile ödenmesi gereken dış borçlara
rağmen, Kurtuluş Savaşı nasıl yürütülecek ve zafere
ulaşılacaktı.
ana
sayfa
+ erzincan
belgeliği 1888-1988
+ resimlere
yakalanmış tarih
+ erzincan
tarihçesi