300
YIL BOYUNCA DEVAM EDEN MÜSLÜMAN ARAP AKINLARI VE FETİHLERİ
İLE YÖRE SÜREKLİ SAVAŞLARA SAHNE OLUYOR
Bizans
Devleti'nin îran'a karşı kazandığı zaferlerin başladığı yıl
Araplar'm hicret yılıdır. Herakleios'un îran'ı yere serdiği
zaman içinde, Hz.Muhammet îslamiyet'in temellerini atmaktaydı. Daha
Peygamber'in vefatı üzerinden birkaç yıl geçmeden büyük Arap
muhacereti başladı. Bu muhaceret tabii unsurlara özgür bir
kudretle Arapları verimsiz yurtlarından dışarı yöneltti.
îran daha
ilk hamlede çöktü. Bizans ise doğu eyaletlerini Hz.Muhammed'in ölümü
üzerinden on yıl geçmeden kaybetti. Yüzyıllarca süren Bizans-îran
savaşlan her iki devleti de
1071
MALAZGİRT ZATEN İLE DOĞU ANADOLU YOĞUN TÜRK İSKANINA AÇILIYOR
Doğu
Anadolu'da ortaya çıkan, bu gelişmeler karşısında kendisini güvende
hissetmeyen Bizans yönetimi tüm olanaklarını son bir kez seferber
ederek hazırladığı büyük bir orduyla doğuya yönelir. Başlarında
asker kökenli împarator Romanos Diogenes vardır. Hedefleri ise Oğuz
göçlerini durdurmak ve Türkleri Maveraünnehir ötesine sürmektir.
26 Ağustos 1071'de böyle bir savaşa hazırlıklı olmayan Alparslan
yine de savaştan büyük bir zaferle çıkmayı başarır. R.
Diogenes'i bağışlar ve bir anlaşma yapar. Ancak Başkentte Mihael
Dukas împaratorluğu'nu ilan etmiş ve Türkler ile olan anlaşmayı
tanımadığını duyurmuştur. Bu karar ve durum Bizans'ın
Anadolu'daki çöküşünü öylesine hızlandırmıştır ki, Türkistan
seferine hazırlanmakta olan Alparslan, bu haberi aldığında son
derece hiddetlenerek komutanlarını ve Türk oymaklarını büyük
gruplar halinde Anadolu'ya gönderir. Bunlardan biri olan Mengücek
Ahmet Gazi de, Yukarı Fırat ve Çaltı boylarını almakla görevlendirildi.
ERZİNCAN
VE YÖRESİ MENGÜCEK BEYLİĞİ YÖNETİMİNDE EN PARLAK
DÖNEMİNİ YAŞIYOR
Mengücek
Ahmet Gazi, Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar yörelerine
egemen olduktan sonra, Merkezi Kemah olan Mengücek Beyliği'ni kurdu.
Kemah, önemini Malatya-Divriği-Sivas kervanyolu üzerinde, Harput-Çemişkezek-Dersim
yollarının da kavşak noktasında bulunmasından alıyordu. Sağlam
bir kalesi vardı. Engebeli bir arazide kurulmuş olması, savunmasını
kolaylaştıran önemli bir etkendi.
Mengücek
Ahmed Gazi döneminde (1072-1114) beyliğin ana uğraşı, Haçlı
seferleri ve kuzeydeki Bizanslılar'la savaşmak oldu. Ahmet Gazi'nin
1114'te ölümünden sonra, yerine oğlu îshak Bey geçti.
Beyliği
uzun süre yöneten îshak, 1142'de ölünce yerine kardeşi Melik
Mahmut geçti. Ancak, îshak Bey'in oğulları onun hükümdarlığını
tanımadılar. Davudşah Erzincan-Kemah'ta, diğer oğlu Süleymanşah
da Divriği'ye egemen olarak, Beyliği ikiye ayırdılar. Bu bölünmeden
sonra Kemah kolu önemini giderek yitirdi ve Erzincan'a bağlandı
(1142). 1151'de Davudşah'ı boğdurarak öldürten eşi, Mengücekler'in
Divriği Kolunun Beyi Süleymanşah ile evlendi. Böylece, Erzincan,
1151'den başlayarak 10 yıl kadar Süleymanşah'a bağlı olarak yönetildi.
Daha sonra Davudşah'ın oğlu Fahreddin Behramşah, amcası Süleymanşah'a
karşı çıkarak Erzincan'ın yönetimini geri aldı (1162).
Kısa sürede
iyi bir devlet adamı olduğunu kanıtlayan Behramşah zamanında
Erzincan yöresi, 63 yıl dingin bir dönem yaşadı. Behramşah'ın
Anadolu Selçuklu Sultanı Kılıç Ars-lan'ın damadı olması, Mengücekler
ile Selçuklular arasındaki ilişkileri yumuşattı.
Behramşah'ın
1225'te ölümünden sonra yerine oğlu II.Alaeddin Davudşah geçti.
Diger oğlu Muzaffereddin Muhammed, Şebinkarahisar Beyi idi. Kemah
Beyi olan büyük oğlu Selçukşah ise daha önce ölmüştü. II.Davudşah
da babası gibi güzel sanatlara ve bilime düşkün, iyi bir yöneticiydi.
Onun zamanında Erzincan, önemli bir kültür ve sanat merkezi oldu.
Özellikle tıp bilimi bu kentte önemli bir gelişim gösterdi.
Bunda, dönemin ünlü tıp bilimcilerinden Muvaffakeddin Abdüllatifin,
II.Davudşah'ca Erzincan'a getirilmesinin payı büyük olmuştur. Bu
sırada Anadolu Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad, doğudan gelecek
saldırılara karşı amcasının oğlu Cihanşah'ın, Erzurum'u, II.Davudşah'ın
da Erzincan'ı koruyabileceklerinden kuşku duyuyordu. Bu nedenle, doğu
sınırlarını güçlendirmek için Erzurum ve Erzincan'daki
beylikleri ortadan kaldırarak doğrudan Anadolu Selçuklu Devleti'ne
bağlamak istiyordu. Alaeddin Keykubad'ın bu amacını öğrenen II.Davudşah
ile Cihanşah, gizlice karşı girişimlerde bulunmaya başladılar.
Bu olaylar, Mengücek Beyliği'nin yıkıhşını kolaylaştırmaktan
başka bir işe yaramadı. Alaeddin Keykubad, 1228'de Mengücek Beyliği'ni
ortadan kaldırarak, II.Davudşah'ı Ilgın'a, kardeşi Şebinkarahisar
Beyi Muzaffereddin Muhammed'i de üç oğlu ile birlikte Kırşehir'e
yerleştirdi. Erzurum Beyi Cihanşah'ın Eyyübiler ile birleşmesi üzerine
Erzurum seferi ertelendi.
MENGÜCEKOĞULLARI
YÖNETİMİNDE ERZİNCAN KENTİ
Baybars
Mansuri, Mengücek hanedanının büyük koluna ait şehirleri
Erzincan ve ona bağlı Akşehir, Tercan, Kemah, Karahisar kalesi ve
diğerleri olarak gösterir. Erzincan, ekonomik ve siyasi merkez
olarak başlıca şehri oluşturur. Devletin başkenti 1142 tarihine
kadar Kemah olduğu için, bu yılda Davud Şah'ın Erzincan'ı merkez
yapması ile burası siyasi bakımdan da önem kazanmıştır. Şehir
topraklannın zengin ve sulak olması, meyve ve bağlarının bol,
ticaret ve sanayiinin gelişmiş bulunması ile ilerlemeye çok elverişli
idi. Anadolu'yu doğuda, îran'a bağlayan büyük kervan yolu da
ekonomiyi canlı tutuyordu.
Karahisar'da
şap madenlerinin işletilmesi ve Avrupa'ya ihracı da ülkeye
zenginlik getiriyordu. Dolayısıyla, Erzincan'da sanayi ilerlemiş,
şehirde üretilen Buharin kumaşları dünyaca tanmmıştır. Marco
Polo ve B.Pegolotti gibi gezginler, 13. ve 14. yüzyıllarda diğer
sanatların da parlak olduğunu belirtmişlerdir. Tancalı Gezgin İbn
Batuta, Erzincan'ın büyük bir şehir olduğunu, burada çeşitli
kumaşlar dokunduğunu sanatkarane bakır eşya yapıldığını,
civardaki bakır madenlerinin işletildiğini ve çarşılannın güzel
olduğunu, Anadolu şehirlerinde ekonomi ve sosyal düzenin temelini
oluşturan Ahiler'in, Erzincan'da da çok güçlü olduklarını,
gezgin burada Ahi Nizamettin'in zaviyesinde kaldığını yazar. 13. yüzyıl
başlarında Yakut da; Erzincan'ın güzel, hayratının çok ve halkın
eğlenceye düşkünlüğünden bahseder.
Hamdullah
Kazvini'ye göre, Erzincan'da hububat, meyve, üzüm boldur. Şehrin
surları yontma taştan olup, Alaeddin Keykubad tarafından inşa
ettirilmiştir. Erzincan vergileri 33 tümen, yani 330000 dinar
tutuyordu. Tarihci Reşideddin'e göre, güzelliği ile cennetten bir
parça olan Erzincan'da; dokumacıhğın ileri, meyveleri bol olup, başkente
gönderdiği vergilerin dışında, her yıl 200 ton temha, 10000 arşın
kadife ve 10000 arşın riskarlat gibi ağır kumaşlar yanında, 800
men elma, 200 men kayısı ve 60000 men armut gönderiyordu. Karahisar
civarında işletilen şap madenleri, kumaşların boyanmasında çok
önemli bir hammadde idi ve Trabzon limanından Avrupa'ya gönderiliyordu.
Bu nedenle 13. yüzyılda, Avrupalılar bu şehri "Harsar"
adı ile tanıyorlardır ki, bu şehir Karahisar'dan başka bir şey
değildir. Kemah'ın ince ve zarif çadır bezleri de ünlüydü. İbn
Said, Erzincan-Erzurum yolunun sulak ve ekili topraklardan geçtiğini
kaydetmekte, bölgede tarımın ileri olduğunu belirtmektedir
Timur'a
gelen îspanyol Elçisi Klaviyo, Trabzon'dan Erzincan'a uğrar ve bu
şehir hakkında bilgiler verir. Trabzon'dan hareket eden elçi yolda
Rumlar'ın tecavüzlerinden ve onlar ile Çepniler (Oğuz boylarından)
arasında savaşların devamından sözettikten sonra, Erzincan beyliği
sınırları içindeki ilk Türk köyü Alanza'ya geldiğinde güven
ve huzura kavuştuğunu söyler. Buradan Erzincan'a kadar çok
misafirperverlik gördüğünü, Türkler'in kendisinden hiç para
almadıklarını, yol boyunca bazen Ermenilere de rastladığını
anlatan elçi, Erzincan'a yaklaşınca ileri gelenler tarafından karşılandığını,
Erzincan Valisi Pitalibet'in (1404-?) konuğu olduğu için onun hesabına
günlük harçlık aldığını, görkemli bir törenle kabul edildiğini
ve kendisine ziyafet verildiğini yazar. Ona göre valinin sırtında
ipek üzerinde işlemeli bir elbise, başında mücevherli uzun bir külah,
külahın tepesinde bir sorgüç bulunmakta ve arkaya sarkmakta idi.
Vali kırk yaşlarmda güzel yüzlü, esmer ve sakallı idi. Vali
kendisine gümüş kadeh içinde şarap veriyordu. Ziyafette kadehi
alanlar diz çöküp onu iki elinde tutuyor, bir el ile tutmak saygısızlık
sayılıyordu. Kadehi alan herkes ayağa kalkıp bir iki adım geri
gidiyor, fakat arkasını çevirmemeye dikkat ediyordu. Sonra kadehi içmek
için ayağa kalkıp sağ dizini üç defa yere dokundurmak suretiyle
kadehi iade ediyordu. Vali başka bir ziyafette Klaviyo'yu ortasında
fıskiye bulunan güzel bir köşkte kabul etmiştir. Yüksek birzevkle döşenmiş
bu köşkte şehrin önde gelenleri bulunuyordu. Musiki heyetinin eşhğinde
şarap içmeye ve yemek yemeye başlandı. Herkesin elinde et kesmek için
bir bıçak ve bir tahta kaşık bulunuyordu. Ziyafet akşama kadar
devam etti.
îspanyol
elçisine göre; Erzincan şehri çok kalabahk, cadde ve meydanlan çok,
tüccar ve memurları zengindi. Şehir kuleleri olan surlar ile çevriliydi.
Suriye'den gelen ticaret kervanları Erzincan'a gelir ve oradan batıya
ve kuzeye giderlerdi. Erzincan'dan hareket eden elçi, her tarafı bağ
ve bahçeler ile çevrili köylerden geçtiğini, bütün ovanın üzüm
bağları ve buğday tarlaları ile kaplı olduğunu yazar. Erzincan hükümdarı
Mutahharten Hıristiyanlara çok itibar gösterirdi. Müslümanların
büyük kilise inşasından şikayetçi olduklan halde, ticaret yapan
Hıristiyanlar'ın çok para ve servet getirdiklerini düşünerek
onları himaye ederdi. Nitekim Timur Hıristiyanlar'ın kılıçtan geçirilmesini
emredince hükümdar ona çok ricada bulunmuş, 9000 parça altın ve
9000 parça gümüş vermek üzere onları kurtarmıştır. Bununla
beraber Timur, yine de kiliselerin yıkılması emrini vermiş, onun kıyımından
Erzincanlılaı^da şehri terketmiştir.
Erzincan,
Moğol istilasından yıkıma uğrayan Türk kentleri arasında idi.
Baycu Noyan 1243 yılında Anadolu seferinde Erzincan'dan geçerken
kentten altın istedi, alamayınca surları mancınıklarla yıktırdı.
Halkın bir kısmını da katletti. Bununla beraber Erzincan, îlhanlı
Moğolları döneminde, doğal servet kaynakları ve uluslararası büyük
kervan yolları üzerinde olması nedeniyle yeniden kalkındı. Son îlhanh
Hükümdarı Ebu Said Bahadır Han'ın Venedikliler ile 1320 yılında
yaptığı bir ticaret anlaşmasına göre, Erzincan'da Avrupalı
tacirlere ait bir kilise ile Fransiskenlere ait bir manastır inşa
edilmesi, ticaretin ve şehrin önemini ortaya koyar. Selçuklular döneminde
olduğu gibi bu anlaşmada da Latinlere ticaret ve din serbestisi
verilmişti.
ERZİNCAN
ORTA ÇAĞDA ULUSLARARASI ÜNE SAHİP OLUYOR FELSEFEDEN MUSİKİYE,
MİMARLIKTAN, MİMARLIKTAN TlBBA KADAR YÜKSEK DÜZEYDEKİ YAŞAM ÖRNEKLERİ
Mengücekler'in
başkenti olan Erzincan, şehrin büyüklüğü, ticari ve ekonomik
zenginliği, hükümdarların ilim ve kültürel faaliyetleri ile
gelişmişlik düzeyi yüksek bir merkez idi. Nitekim Selçuklular'ın
hizmetinde Erzincanlı; ilim, edebiyat ve devlet adamlarının
bulunması da bu kültürel yükselişin göstergesidir. Tarihi
kaynaklar, Erzincanh hekimlerin Konya'ya davet edildiğini ve
sultanları tedavi ettiklerini gösteriyor. Erzincanlı Hekim
Alaeddin, Sultan IV. Kılıç Arslan'ın hastalığı nedeniyle
Konya'ya gitmişti. Mengücek Hükümdarı Alaed-din Davud Şah da
babası gibi ilim, edebiyat ve sanata düşkündü. Şiirler yazan,
felsefe ve tıb ile uğraşan, bu alanlarda ünlü kişileri sarayına
davet ederdi. Bu yüksek vasıfları dolayısiy-le îslam dünyasının
ünlü Tabibi Muvaffakuddin Abdullatifi Erzincan'a davet etmiştir.
Halep'ten gelen bu alim tabib, 1228'de Erzurum, Erzincan, Kemah,
Divriği ve Malatya'ya uğrayarak tekrar Halep'e dönmüştür. Mengücek
Hükümdan'nın hizmetinde önemli bir mev-kiye sahip olmuş,
kendisine çok yüksek maaş verilmiştir. 0 da hükümdar adına
birkaç önemli eser yazarak, bunları Davud Şah'a sunmuştur.
Fahreddin Behram Şah (1168-1225) ve zevcesi îsmetiye Hatun,
alimlere ve din adamla-rına çok hürmet ederlerdi. Ünlü büyük
ozan Genceli Nizami, "Mahzen-ül Esrar" adlı mesnevisini
Behram Şah'a adamıştır.
Onlar ve Erzincan şehri Mevlevi hatıralarında önemli bir yeri
vardır. Rivayete göre Ba-haeddin Veled, henüz çocuk yaşta oğlu
Celaleddin ile Anadolu'ya gelirken Malatya'dan Er-zincan'a gelmiş,
îsmetiye zaviyesinde misafîr kalmış, Behram Şah ve eşi onu hürmetle
ağır-lamıştır. Bununla beraber onların ısranna rağmen
Bahaeddin Veled, yine de Erzincan'dan hareket edip Akşehir'e gitmiştir.
Hükümdar, arkasından haberciler göndererek dönmelerini rica
eder. Bahaeddin Veled, Erzincan Akşehir'inde kendisine bir medrese
yapmasım istemiş ve hükümdar bu isteği derhal yerine getirmiştir.
Behram Şah, hükümdarlık yıllarının sonlarına doğru ünlü
Iraklı Filozof Abdullatif el Bağdadi'yi, sarayında 12 yıl
boyunca ağırlamıştır.
Kültür ve refahın çok ileri düzeyde bulunduğu, halkın eğlenceye
düşkün olduğu Erzincan'da güzel sanatların ve musikinin de
gelişmesi doğaldı. Bu nedenle de Erzincanh müzisyenler başka ülkelere
de davet edilmekteydi. Nitekim Siraceddin Ahmed, edebiyat ve
tasavvufda önemli bir şahsiyet olmasına rağmen, ünü musiki
alanında yayılmıştır. Horasan tarzında gazelleri ve peşrevleri
vardı. Bu ünü dolayısıyla, Suriye Eyyubi Hükümdarı Melik Eşref
(1228-1237) Siraceddin'in musiki üstadhğını duymuş, onu Şam'a
davet edip, sarayında kendi eserlerini çaldırmıştır. Hükümdar
ile birlikte sarayın musiki heyeti de kendisine hayran olmuştur.
Selçuklu Türkiyesi'nde bütün Türk devletlerinde olduğu gibi,
yabancı ırk ve din mensuplarına daima din hürriyeti ve adaletle
muamele yapılmıştır. Bu durum çağdaş bütün kaynaklarda ve
özellikle Anadolu'da yaşayan Süryani, Ermeni, Rum müelliflerinin
eserlerinde hayranlık verici ifadelerle belirtilmiş ve Bizans
idaresinden şikayetçi bulunan Hıristiyanlar, Türk yönetimlerini
tercih etmişlerdi. Fakat Moğol döneminde Müslümanlar ile Hıristiyanlar
arasındaki iyi komşuluk ve uyum bozulmuştur. Zira, Mısır-Suriye
Türk Memlukları tarafından sürekli bozguna uğratılan Moğollar,
Müslüman Türklere güvenmiyor ve Hıristiyanları tutuyorlardı.
Anadolu Türkleri de putperest ve zalim Moğollara karşı zaferler
kazanan Mısır Sultanı Baybarsı çok seviyor ve bütün umutlarını
ona bağlıyorlardı. Bu sırada MoğolWın korumasında bulunan bazı
Hıristiyanlar'ın Müslümanlara karşı başlattıkları taşkınlıklar,
Erzincan'da yaşayan bir kısım Ermeniler'e de de yansıdı. Bu
durumu fırsat sayan Ermeni kilisesi mensupları ve Erzincan
metropoliti Marhasya, Moğolları Selçuklular karşı kışkırtıyor,
Selçuklular'dan bağımsız davramyorlardı. 1261'de Selçuklu
Emiri Yavtaş papazın bu tavırlarına engel olmak istemiş, ancak
Moğol elçileri girişimi önlemişlerdi. Marhasya daha sonra Abaga
Han'ın himayesini kazanarak Erzincan'ın kendisine verilmesini ve
500 süvari beslemesine müsade edilmesini istemişti. Selçuklular
da O'nu, çiftçileri papaz gösterip haraç ve cizyeden bağımsız
tuttuğunu Han'a şikayet ettiler. Sonuçta Marhasya, Selçuklu
Veziri Muineddin Pervane'nin gizli emri ile 1277 yılında Harput
Beyi tarafından öldürüldü.
Erzincan, Selçuklulara bağlı olmakla beraber
Abaga Han, 1277 yılında Anadolu seferinden dönerken, bu şehre uğramış,
vezir Şemseddin Cuveyni'nin tavsiyesi ile Selçuklular'ın borçlarına
karşılık beldeyi "Has-İncü" olarak Moğol hanedanının
mülkiyetine almış, şehir ve bölgeye ait kumaşlar ve mallar
hayvanlara yükletilerek Han ile birlikte Bayburt yolu ile Tebriz'e
gönderilmişti. Selçuklu Türkiyesi gibi Mengücek ilinde de
toprak mülkiyeti şahıslara değil, devlete aitti, yani miriydi.
VI.KıhçArslan Moğollara dayanarak kardeşi II.Îzzeddin
Keykavus'a karşı mücadele ederken Erzincan köylerini yanındaki
beylere ikta olarak vermiş ve bütün Selçuklu ülkesine egemen
olduğunda, bu köyleri kendilerine temlik edeceğini söylemişti.
îlhanlı divanı 1335 tarihinde Erzincan'a bağlı bir köyün
(Karayazı) hazineye ait vergilerini idrar (maişet) olarak Mahmud'a
tahsis ederken bu vergilerin öşür, kopçur (sayım) cizye ve
saireden oluştuğunu, köyün kethudalarına ve halka çiftçilerin
toprakları boş bırakmalarını ve imarına çalışmalannı
emreder. Reşiddeni Şiraz'da devlet sürülerinin yününden imal
edilmiş battaniyelerden Erzincan medresesine gönderildiği
kaydeder.
Selçuklu Sultanı III.Gıyaseddin Keyhusrev'in Şubat 1274'te, o
zaman (Şebin) Karahisar'a bağlı Suşehri'nden bir zaviyeye yaptığı
vakfîye önemli bir tarihi belgedir. Sultan vakfiyede şehirde Dar
uz-zakirin adını alan zaviyeye ve onun şeyhi Behlul bin Hüseyin
el-Hora-sami'ye ırmak suyu, Soğukpınar, Yüce-kaya, Bölürce-pınar,
Küçük-höyük, Aluçlugediği, Yü-ce, Höyük kuşağaç kızıl
höyük ve kara taşlar sınırları içinde Gökçey ile Basar-pınar
ve yol arasındaki Baru köyünü bütün huku-i divaniyesi
(vergileri) ile vakfettiğini, tevliyeti şeyhe ve evladlanna şart
kıldığını belirtir. Bu belge, yörede dini kuruluşlardan biri
olan bu zavi-yenin varlığını arazinin bütün Selçuklu Türkiye'sinde
olduğu gibi Mengücek ilinde de miri toprak rejiminin yani devlet
varlığını ve bu nedenle sadece vergilerin vakfedildiğini gösterir.
Ayrıca bu bölgenin yer adları bakımından ne derece Türkleştiğini
göstermek bakımından önemlidir. Karahisaı^da "Melik Behramşah
Gazi Bey" adına yazılı 748 tarihli bi vakfiye Şeyh Pir
Hasan, Şeyh Sinan ve Şeyh Muinedin Süleyman namına yapılmış,
716 ve 748 yılında tanzim edilmiş, diğerleri de günümüze
kadar gelmiştir. 14. yüzyılda Amasya civarında yerleşen Şeyh
Abdurrahman Erzincani de halkı kerametleri ile kendisine bağlamış,
Erzincanlı bir veli olarak anılmaya değerdir.
Orta Çağ Türkiyesi'nde tarım, sınai, ticari ve kültürel bakımlardan
önemli bir şehir olan Erzincan ve özellikle Mengücekler hakkında,
kaynakların yetersizliği nedeniyle bilgilerimiz azdır. Erzincan
tarihinin kaynakları hakkında önemli belgeler oluşturabilecek
mimari yapıların çok azı günümüze ulaşmıştır. Yüzyıllar
boyunca ardarda gelen yer sarsıntıları eski eserleri toprağa gömmüştür.
Bu nedenle kayalık bir zemin üzerinde kurulan Divriği ve Kemah
yapıları ayakta kalabilmiştir. Bu yapıların yalnız Mengücekler
ve Sultan Aleaddin Keykubad tarafından yapılmış kale ve surların
varlığım da ancak tarihi bir iki kayıt nedeniyle biliniyor. Ortaçağ'da
Mengücek ve Selçuklu yapılarını yıkan yer sarsıntılarının
başlıcaları;
1046 yılında Erzincan tamamiyle harap olmuş, yerler yarılmış
ve insanlar açılan yarıklarda günlerce feryad etmiştir. 1138 yılında
bütün yakın doğuyu sarsan, pek çok yıkıma ve insan kaybına
neden olan büyük bir yersarsıntısı Erzincan'da da etkilerini göstermiştir.
1165 yılında yaşanan bir başka yer sarsıntısında, Erzincan şehri
tekrar harap olmuş, ovada arazi çatlaklan meydana gelmiş ve kırmızı
sular akmağa başlamıştır. Moğolistan'dan dönerken 1255 yılında
Erzincan'dan geçen W.Rubruck, bu sırada yine şehrin tamamiyle yıkıldığını,
Erzincan yöresinde sayısı bilinmeyen yoksulların yanısıra
sadece adı yazılan ölü sayısının 10000 kişi olduğunu,
yerlerin nasıl yarıldığını, dağlardan aşağı akan kaya ve
toprakların vadileri nasıl doldurduğunu anlatır. Selçuklu dönemine
ait önemli bir yersarsıntısı 1290 yılında olmuştur.
ORTA
ÇAĞDA ERZÎNCAN'DA ÜRETİM VE TİCARET
Erzincan'ın
siyasi, sosyal ve kültürel yönlerinin yanısıra, Selçuklular ve
daha sonra gelen yüzyıllar içerisinde Anadolu'nun önde gelen
ticari merkezlerinden biri olduğunu belirleme olanağı vardır. 0
dönemler içerisinde ekonomik yaşamın temelini oluşturan
faaliyetler açısından çağdaşı olan kentlerin pek çoğundan
geri kalmadığı dönem özellikle Behram-şah zamanına rastlar.
Hamdullah Kazvini'nin, Erzincan'ı Anadolu'nun 11 şehrinden 2.'si
olduğunu kaydetmesi 14. yüzyılda da kentin önemli olduğunu
belgeler.
Ekonomi Lonca-Korparasyon ve bu kurumların başındaki Ahi Babalar
tarafından sıkı bir disiplin altında yürütülmekte, halkın
ihtiyaçlarını karşılayabilecek her türde üretim ve zanaat
faaliyeti sürdürülmektedir.
Endüstriyel
bir faaliyet olarak Erzincan ve kasabalarında dokunan kumaşlar,
ayrıca o dönem varlıklı ailelerin her türlü beğenisine yanıt
verebilecek düzeydeydi. îşletilen veya üretilen malın ülke içindeki
pazarlarında, ticaret hanlannda veya dükkanlarında satıldığı
cinslerine göre ayn ayrı hanlann varlığı bilinmektedir. Diğer
kentlerde elde edilen çeşitli ticari mallarla beraber, Erzincan'ın
dünyaca ünlü bukranları Avrupa'ya ve doğu ülkelerine ihraç
ediliyordu. Öte yandan Erzincan, Irak'tan getirilen cam ve avize
parçaları burada işlenerek iç ve dış piyasalara sürülmekteydi.
Alaeddin Davud'un, Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad'ı Kayseri-Menşhediye
ovasında ziyaret ettiği sırada hediye ettiği yöre koyunu ve çeşitli
tarım ürünleri ve altın işlemeli eşyalar dönemin göz kamaştıracak
kadar büyük bir değere sahip örnekleriydi.
12. yüzyılda, Gezgin Marco Polo, kentte dokumacılığın gelişmiş
olduğunu yazar. 12. yüzyılda îbni Batuta da, kentte dokumacılığın
ve bakır eşya yapımmın ileri düzeyde olduğunu kaydeder. Kentte
varolan dokumacılık, boya yapımının gelişmesini de sağlamıştı.
1561-1518 yıllarında düzenlenen tahrir defterlerinde, kentin yıllık
geliri 224.753 akçe idi. Bu gelir, çeşitli vergi ve resimlerinden
oluşmaktaydı.
SELÇUKLULAR
DÖNEMİ
1092 yılında
Büyük Selçuklu împaratoru Melikşah'ın ölümü üzerine, Selçuklu
hanedanı arasında başlayan ve 12 yıl kesintisiz süren saltanat
çatışması sonucunda imparatorluğun eski gücüne yeniden kavuşamaması,
Anadolu beyliklerinin ortaya çıkmasının başlıca nedeni olmuştur.
Bunların içinde en önemlisi Konya başkentli Anadolu Selçuklu
Devleti'dir. Anadolu'nun büyük bir bölümüne egemen olan diğer
uç beylikleri üzerinde siyasi üstünlüğü olan Selçuklu yönetimi;
Bizans'tan devraldığı köhnemiş Anadolu'yu ardarda gelen Haçıl
Seferieri'ne rağmen, yeni baştan imar etmiş; medreseleri,
camileri, şifahaneleri ve sarayları ile donattığı birçok
kentte kültür ve sanat yüksek düzeylere ulaşmıştı. Öte
yandan doğu-batı arasında ticareti geliştirmek için,
kervansaraylar, menziller, köprüler inşa edilmiş, transit ve gümrük
vergilerinde düşük oranlar uygulamıştır. Devletin en güçlü
olduğu Sultan Alaeddin Keykubad döneminde, denizciliğe önem
verilmiş, Akdeniz'de Antalya ve Alanya'da, Karadeniz'de Sinop ve Suğdak'ta
liman ve tersaneler kurulmuş, Anadolu'nun doğu ve batısındaki Türk
Beylikleri, Konya'ya bağımlı hale getirilmiş veya fethedilmiştir.
Bu süreçte, Mengücek Beyliği de 1228 yılında Konya Başkenti'ne
bağlandı.
Alaeddin Keykubad, oğlu Gıyaseddin Keyhusrev'i Erzincan Valiliği'ne
atadı. Yaşının küçük olması nedeniyle, Mübarizeddin Ertokuş
da Atabek olarak Erzincan'a gönderildi. Celaleddin Harzemşah'ın
Doğu Anadolu'da egemenlik kurmasına karşı çıkan Alaeddin
Keykubad, Erzincan'ın Yassıçimen yöresinde yaptığı savaşta
Celaleddin Harzemşah yenildi ve doğu sınırlarını güçlendirmek
amacı ile Harzemliler'i sınır boylanna yerieştirdi. Tarihçiler,
Alaeddin Keykubad'ı, Harzemşah Devleti'nin yıkılması ile Moğollar
arasında yer alan güçlü bir tampon devleti ortadan kaldırmasını
hata olarak kabul ederler.
Anadolu Türk tarihinde; biri parlak "1071 Malazgirt
zaferi" ile yükselişi, diğeri karanlık "1243 Kösedağ
yenilgisi" ile, çöküşü belirleyen iki önemli yıl vardır.
Sultan II.Gıyaseddin'in, Vezir Sadeddin'in etkisi altında kalarak,
değerli birçok devlet adamını tasfiye etmesi ile yönetim gücünü
yitiren devlet, güneydoğudan batıya doğru gelişen Baba îshak
ayaklanması ile denetlenemeyen yoğun göçlerin ortaya çıkardığı
siyasi ve sosyal bunalımlann üstesinden gelemedi. Moğollar'ın doğu
sınırlarına gelip dayanması ise büyük bir tehdit oluşturdu.
Doğu sınırlanna yerleştirilen harzemliler, sınır boylarındaki
görevlerinden ayrıldılar. Bu durum, özellikle doğu sınırlarının
savunmasını zayıflattı. Selçuklu ordusunun 1243 yılında Kösedağ
yakınlarındaki savaşta Moğol ordulanna yenilmesi ardından,
Konya yönünde birçok bayındır Anadolu kenti yerle bir edilmiş,
Selçuklu yönetimi Moğol bağımlılığı altına girmişti.
İlhanlı Hanı Hulagu, 1257'de Sivas, Kayseri ve Erzincan'ı aldı.
Oğlu Yeşmud'u Erzincan Valiliği'ne atadı. Erzincan, Hulagu
Han'dan sonra yerine geçen Abaka Han'ın yönetimine girdi. Abaka
Han'ın, 1282'de Erzincan'da ölmesinden sonra yerine Teküder Han
geçti. Teküder Han'ın Müslümanlığı kabul etmesi üzerine, adı
Teküder Ahmed Han oldu. îlhanlı hanlarından Argun Han ve Holaca
Han, zamanlarının çoğunu Erzincan'da geçirmişlerdir.
Büyük Vezir Muineddin Pervane'nin, îlhanlı Moğolları'na bağımh
olan Konya yönetiminde etkili olması, iki yanlı siyasal girişimlerde
bulunması ve ağır vergilere rağmen; 13. yüzyılın ortalarından
14. yüzyılın başlarına kadar olan süreçte, Anadolu Selçuklu
Devleti'nin ekonomik ve kültürel varlığı gelişmiş, ancak îlhanlı
başkentinde ortaya çıkan yönetimsel sorunlar ve Anadolu'daki Moğol
Noyanları'nın güç ve iktidar çatışmalarıyla birlikte, Selçuklu
Devleti'nin siyasi varlığı da sona ermiştir.
İlhanlı merkezi yönetiminin çökmesi ile Anadolu'da ortaya çıkan
siyasi boşluk ve kargaşa içinde, yerel Türk beylikleri tekrar bağımsızlaşırken,
Moğol Noyanları'ndan Uygur ve Türk kökenli beyler, Orta
Anadolu'da devlet düzeyinde tanımlanabilecek Eretna Beyliği'ni
kurdular.
Selçuklular döneminde Doğu Anadolu'da dört beylik vardı. Bunlar
Mengücekler (Erzincan-Şebinkarahisar-Divriği yöreleri),
Saltuklular (Erzurum-Bayburt bölgesi), Ahlat Şahlar (Van gölü çevresi)
ve Dimlaçlar (Bitlis-Erzen yöresi). Bu beyliklerin yaşadıklan
zamanda Güney Doğu Anadolu'da iki beylik görülür: Artuklular
(Başlıca Mardin-Hısnkeyfa yöreleri) ve Yınallılar (Diyarbakır
ve dolayları). Bu sonunculara, Kızıl Arslanlılar da (Siirt yöresi)
ilave edilebilir.
Selçuklular devrindeki Doğu ve Güney Doğu Anadolu'da görülen
beyliklerin tarihleri aşağı yukarı bir yüzyıl sürmüş ve 13.
yüzyılın ilk yansınının ortalarında beyliklerden çoğu
ortadan kalkmıştır. Bu beylikleri sona erdiren nedenler,
birbirlerinden değil, komşu devletlerden gelmiştir. Konya başkentli
Anadolu Selçukluları Mengücek ve Saltuklular'm, Eyyübiler de Yınallılar
ile Ahlatşahlar'ın varlıklarına son verdiler. Artuklular ile
Dimlaç Oğulları varlıklarını Moğol devrinden sonra da sürdürdülerse
de eski güçlerini koruyamadılar.
Bu beylikler tarihleri boyunca Türk geleneklerine bağlı siyaset
uygulamışlar, Müslüman ve Gayrimüslüm halklarını adaletle yönetmişler,
ülkelerini her alanda kalkındırmışlardır. Yer sarsıntıları,
Moğollar'ın istila ve yıkımlan olmasaydı, günümüze onlardan
çok daha fazla eser ulaşacaktı. Başlıcaları cami, medrese,
hamam, han, zaviye, köprü ve türbelerden oluşan bu eserler, aynı
zamanda yüksek sanat değeri taşımaktadır.
ana
sayfa
+ erzincan
belgeliği 1888-1988
+ resimlere
yakalanmış tarih
+ erzincan
tarihçesi